Sonra kölelerin toplu mezarları önünde durur
şehit. Rehber de şöyle der: ‘Ruhları da bedenleri gibi köle olarak kullanılsın
diye böyle yapılmış.’ Sonrasını isterseniz Şeriati’den dinleyelim:
Rehberin
beni yalnız bırakmasını istedim. Mezarların yanına varıp oturdum, bu hendeklere
gömülen insanları öylesine yakın hissediyordum ki kendime. Aynı ırktanmışız
gibi geliyordu bana. (…) Yeniden baktım piramitlere, bütün görkemli
görünümlerine rağmen öylesine yabancı ve uzaktım ki onlara! Tarih boyunca
benden önce gelenlerin kemikleri üzerine yükselen büyük medeniyet anıtlarına
karşı korkunç bir nefret duydum. Benden öncekiler Çin Seddi’ni de örmüştüler.
Sırtlarına yüklenen yükü taşımayanlar ağır taşlar altında ezilerek taşlarla
birlikte duvarlara kondular. Medeniyet anıtları işte böyle atalarımın et ve
kemikleri pahasına yapıldı.
Lanetledim
medeniyeti. Binlerce yıl atalarıma yapılan zulme karşı içimde nefret ateşi
yanmaya başladı. (…) Gezim bitince onlardan birisine bir mektup yazdım. Geçen
beş bin yılda neler oldu, bitti anlatmak istiyordum. Hangi şekilde ve ad
altında olursa olsun kölelik yine vardı yine sürüp gidiyordu.
Oturdum
şunları yazdım;
Ne
bizi bilen ne de bizim bildiğimiz insanlara karşı savaşlara sürüklediler bizi.
Hiçbir zaman küçümsemediğimiz insanları öldürmeye zorlandık. (…) bir düşünüre
göre bir savaş, birbirlerini tanımayan fakat birbirlerini çok iyi tanıyan
insanlar adına iki grubun yaptığı harplerdir. Bizi savaşa zorlayanlar öldürmeye
ve öldürülmeye zorladılar. Eğer zafer kazanılırsa başkalarıydı ganimete konan,
biz değil.
Ey
dostum! Sen öldükten sonra büyük değişiklikler oldu. Firavunlar görüş
değiştirdi. Sevindik buna. Önceden beden korunursa ruhun bedenle ilişkisini
sürdüreceğine inanılıyordu. Bundan dolayı büyük fakat azap veren binaları
yaptırıyorlardı bize. Ama şimdi akıllandılar. Ölümü düşünmüyorlar artık. Mezar
yapmak için taş yapmaktan kurtuldum.
Ey
dostum! Ne yazık ki, bu mutlu haberin ömrü kısa sürdü. Sen bu dünyadan
göçtükten sonra bizi işçi yapmak için yeniden geri döndüler. Yine ağır yükler
taşımak zorunda kaldık, fakat mezarlar için değil. Süs ve gösteriş olsun diye,
saraylar için.
Ümitsizdik
ama yeniden yaşamak için ümit ışığı belirdi. Büyük yol göstericiler, rehberler
geldi dediler; Konfüçyüs, Budha…
Konfüçyüs’e
inancımız tamdı. Çünkü insan ve toplum sorunlarına el atmıştı. Ama o da
prenslerin dostu oluverdi. Zaten bir prens olan Budha bizi terk etti. Dünyayı
ve nefsini bir yana bırakıp ulûhiyette yok olmak mertebesine ermek için kendi
içine döndü. Biz bilmiyoruz bu mertebenin nerede olduğunu. (…)
Ey
dostum! Sen mezarlar için kurban edilirken, biz saraylar için kurban edildik.
(…) Senden sonra binlerce yıldır yaşıyorum. Dostlarımın çektiklerine hep tanık
olduğumdan ‘tanrıların’ kölelerden hep nefret ettiğini hissetmeye başladım. Din
kölelik düzenini kuvvetlendiriyor gibiydi. Aristo gibi zeki insanlar bile tabii
olarak bazı insanların köle, bazılarının da yönetici olmak için doğduğunu ileri
sürüyordu. Artık köle olarak doğup, kaderimin köle kalmak olduğuna inanmaya
başlamıştım.
Böylesi
bir ümitsizlik içinde yüzerken dağlardan ‘Allah tarafından gönderildim’ diyen
bir insanın indiğini öğrendim. Yeni bir aldatma veya yeni bir zulüm metodu mu
acaba diyerek titredim. ‘Yeryüzündeki zayıf köle ve yoksul insanlar için
merhametli Allah gönderdi beni’ diyordu. Hayret, hâlâ inanamıyordum. Doğru
olabilir miydi? Allah kölelere sesleniyordu, kurtulacaklarını, önderler ve
yeryüzünün varisleri olacaklarını müjdeliyordu.
Kuşkularım
vardı. O da Çin, Hindistan vs. ülkelerin sözde peygamberlerindendir diye
düşünüyordum. İsmi Muhammed’di (s.a.v.). Şu dağların ardında koyun güden bir
yetim olduğunu söylemişlerdi bana. Nasıl da şaşırdım! Neden Allah peygamberini
çobanlar arasından seçsin ki. Hem ataları da peygambermiş ve hepsi de
çobanmışlar. Sevinç ve şaşkınlıktan ağzımı açamaz oldum. Allah peygamberini
bizim sınıfımızdan mı seçmişti?
Dostlarımı
çevresinde gördüğümden izlemeye başladım onu. Peşinden gidenlerin bazıları
şunlardı; Bilal; bir köle; annesi babası Habeşistanlı olan kölenin oğlu,
Selman; köle olarak alınıp satılmış, İranlı evsiz bir kişi. Ebu Zerr; çölden
isimsiz ve yoksul bir yoldaş ve son olarak da Salim; Huzeyfe’nin hanımının
kölesi ve önemsiz siyah bir dost.
Muhammed’e
(s.a.v.) inanıyorum. Çünkü sarayı çamurdan yapılmış birkaç odadan ibaretti.
Yükleri taşıyan ve odaları yapan işçilerden biriydi. Avlusu odundan ve hurma
ağacının yapraklarından yapılmıştı. Onun sahip olduğu şeylerin tamamı buydu.
O’nun sarayı buydu. (…) Ne tuhaf! 5 bin yıl sonra bir insan bulmuştum.
Allah’tan söz eden, efendiler için değil, köleler için. Dünyayı ve nefsini bir
yana atmak, köşesine çekilip ulûhiyete katılmak ve insanları aldatmak için
değil, insanlığın refah ve mutluluğu için dua ediyordu. Bütün dünya için
çalışan bir insan bulmuştum. Adildi, kuvvetliydi. Gerekirse kızını bile cezalandırabilecek
kadar. (…)
Ey
dostum! Evrenin yarısını, belki de tamamını kontrol altında tutan bir düzenin
egemen olduğu bir toplumda yaşıyorum. İnsanlık yeni bir kölelik kalesine
sürülüyor. Hem ne kadar fiziki kölelik değilse bile, sizinkinden daha kötü bir
kaderimiz var. Düşüncelerimiz, kalplerimiz ve irade özgürlüğümüz
köleleştirilmiş. Sosyoloji, bilim, sanat, eğitim, seks özgürlüğü, kazanma
özgürlüğü, sömürü sevgisi ve kişi sevgisi adına hedeflere inanma, insani
sorumluluklara inanma ve kendi düşünce ekolüne inanma, hepsi tamamen
kalbimizden çekilip alındı. Düzen içinde ne konursa alan, boş kalplere çevirdi
bizi!
Şimdi,
parti, kan, toprak ve düzene karşı düzen adına öylesine bölünüyoruz ki her
birimizden daha kolay yararlanabilsin. Onun izleyicileri, yani kendi düşünce
ekollerinin peşinden gidenler, birbirlerine karşı savaşa itiliyor. Neden? Bütün
dünyanın etkisiyle birbirlerini düşman olarak mı görmek zorundalar. Biri dua
için ellerini açar, diğeri ikisini birden kapatır. (…)
Düşüncelerimiz
sürgüne gönderiliyor, kendileri koruyucular oldu…
İste böyle diyor Şehit Ali Şeriati. Yine kandırıldık ve
uyutulduk ve köle olduk. Özgürlüğümüzü bize veren dinimizi öylesine farklı
yaşıyoruz ki. Saray değil bir çamur evde yatan peygamberlerden sonra bazı
sıfatlar adı altında saraydan emirlerle yaşamımızı değiştirip dinimizi unuttuk.
Peygamber hiç rahat yünlü yatakta yatmamışken, ümmeti “ümmet” diye geceleyin
gözyaşı dökerken, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar zulümle savaşırken, bizler
de bir başka düzenin köleleri olduk. İslam’ın bize verdiği kölelikten halife
olma sıfatını biz halifelikten köleliğe çevirdik. Sistemin çarklarını kırması
gereken bizler, sistemin çarkları arasında eridik. Sonra biz de ya kendimize
saraylar yapmak için mala ya da başkasına saraylar yapmak için bazılarına köle
olduk.
0 Yorum:
Yorum Gönder