11 Eylül 2017

Küçük Burjuvazinin ve Küçük Burjuva İdeolojisinin Sınıfsal Niteliği

Küçük burjuvazinin sınıfsal niteliğine dair tanım, Marksist toplumsal sınıflar teorisinin odak noktasını teşkil eder. Bu teorinin de tüm açıklığı ile gösterdiği biçimiyle, ekonomist toplumsal sınıflar anlayışının aksine, üretim ilişkileri, Marksist teoride bir toplumsal sınıfın üretim tarzı içindeki yerini tespit etme ve onu toplumsal formasyon içerisinde konumlandırma noktasında yeterli değildir. Bu aşamada ideolojik ve politik ilişkilere atıfta bulunmak kaçınılmaz bir hâl alır. Başka bir yerde formüle ettiğim biçimiyle, verili bir toplumsal formasyonda kendisini toplumsal bir güç olarak teşkil etme becerisine sahip bir sınıf ancak o sınıfın üretim ilişkilerindeki yeri politik ve ideolojik düzeylerde “uygun etkiler” ürettiği takdirde konumlandırılabilir.[1] Ne tür ifadeler kullanmış olurlarsa olsunlar, Marx, Engels, Lenin ve daha açık ifadelerle Mao, her daim bu noktada konumlanmıştır.

Kırsaldaki küçük burjuvazi meselesini bir anlığına kenara koyarsak eğer, küçük burjuva sınıfı ilk bakışa ortak hiçbir şeyi olmayan ve üretim sürecinde yer alan iki ana failler birliğini içeriyor görünmektedir. Bu iki grubun tek bir küçük burjuva sınıfını meydana getirdiğini söylemek mümkündür, zira bu iki grubun üretim ilişkilerindeki iki ayrı konumu politik ve ideolojik düzlemde aynı etkilere sahiptir. Dolayısıyla küçük burjuvazi, gerçekte politik ve ideolojik ilişkiler dâhilinde birleşmiş durumdadır.

Küçük burjuvazinin ekonomik düzlemde sahip olduğu ilk anlam, küçük ölçekli üretim ve küçük ölçekli mülkiyetle alakalıdır: Marx, Engels ve Lenin’in esas olarak ilgilendiği sınıf da işte bu “geleneksel” küçük burjuvazidir.

a. Küçük ölçekli üretim: aynı failin üretim araçlarını hem sahip olduğu hem de elinde bulundurduğu, doğrudan o araçlarla çalıştığı zanaatkâr pratiği biçimleri veya küçük aile işletmeleri. Burada ekonomik sömürü söz konusu değildir, çünkü bu tip üretim biçimleri ücretli işçi çalıştırmaz veya nadiren çalıştırırlar. Emek esas olarak kendilerine ücret ödenmeyen aile üyelerinden veya mal sahibinin kendisinden temin edilir. Bu türden bir küçük ölçekli üretim, kârını malların satışından ve artık değerin toplam yeniden dağıtımından elde eder ama doğrudan artık değer temin etmez.

b. Küçük ölçekli mülkiyet: işletme sahibinin ailesinin yardımıyla emek temin ettiği ve ara sıra ücretli işçi kullandığı, sermaye dolaşımı denilen yüzeyde işleyen küçük ölçekli ticaret.

Geleneksel küçük burjuvazi bünyesinde yer alan bu iki grup, ücretli emeğin doğrudan sömürülmediği, müşterek bir ekonomik konuma sahiptir. Bu özel küçük burjuvazi, “saf” manada kapitalist üretim tarzına (sermaye-ücretli emek) ait değildir. Onun kapitalist formasyondaki varlığı şu iki hususa tabidir: a. Feodalite veya bu tarzın en azından belirli “unsurlar”ı gibi birkaç farklı üretim tarzının kapitalist formasyon içerisinde birlikte varolması;[2] b. Bu formasyonda basit emtia üretimi denilen ve feodaliteden kapitalist üretim tarzına geçiş formunu ifade eden üretim biçiminin varlığı.

Dolayısıyla geleneksel küçük burjuvazinin varlığı, bu geçiş sürecinin somut tarihsel biçimlerine tabidir. Örneğin Fransa’da küçük ölçekli üretimin ve küçük ölçekli mülkiyetin varlığı, geçiş sürecinin dayattığı politik formlar ile alakalıdır (bu süreçte burjuvazi asillere karşı küçük burjuvazinin desteğini almıştır).

Marx ve Engels, kapitalist formasyonda küçük burjuvazinin altının oyulacağına ve yok olma eğilimi içerisine gireceğine işaret etmiştir: Lenin ise bu sınıfı “geçici bir sınıf” olarak tarif etmiştir. Kapitalist üretim tarzı hâkim hâle gelip genelleştiği ölçüde bu sınıfın üyelerinin küçük bir kısmı burjuvaziye dâhil olacak, en geniş kitle ise farklı yollardan “proleterleşecektir”.

Öte yandan, küçük burjuvazinin ekonomi içerisinde farklı konumlara sahip bir kesiminden de söz etmek mümkündür. Bu kesim, “yeni” küçük burjuvazi olarak ifade edilebilir ki Lenin de bu kesimin önemini kabul etmiştir. Bu kesim eski olana kıyasla ortadan kaybolmamaya yazgılıdır. Aksine bu sınıf, kapitalist üretim tarzı genişledikçe ve tekelci kapitalizm aşamasına geçiş sürecine girdikçe gelişimi ve büyümesi için de gerekli koşulları temin eder. Bu kesimi üretken olmayan maaşlı çalışanlar olarak adlandırmak mümkündür.

Teknik personelin “üretken olmayan işçiler” olup olmadıklarına ilişkin, giderek dallanıp budaklanmış bir tartışma var, dolayısıyla ben bu tartışmadan kaçınmak adına şirketlerde çalışan “teknik personel” (“bilim taşıyıcıları”) ile ilgili sorunu bir kenara bırakıyorum. Burada sadece Marx’ın üretken olmayan işçiler olarak tarif ettiği, en önemli çalışan gruplarını, yani kapitalist üretim tarzında emtiayı ve artık değeri doğrudan üretmeyen kesimi ele alacağım.[3]

Bu kesim, ilk olarak artık değerin somutlaşmasına katkı sunanları ve sermaye dolaşımı dâhilinde çalışanları, ticaret, bankacılık, sigortacılık, satış departmanları, reklâmcılık gibi iş alanlarında çalışan maaşlı çalışanları, ikinci olarak da devlet aygıtının muhtelif kollarında görevli memurları (elbette millileştirilmiş fabrikalardaki işçiler hariç tüm kamu hizmetleri çalışanlarını) ifade eder. Bunlar artık değerin üretimine dair koşulların yeniden üretimini devletin oynadığı rol üzerinden güvence altına alma işlevine sahip, üretken olmayan çalışanlardır. Bunlar artık değer üretmezler. Ayrıca işgüçlerini satarlar ve aldıkları maaşlar işgücünün yeniden üretimine ilişkin maliyet üzerinden belirlenir, ancak bu kesimin maruz kaldığı sömürü artık değerin üretimi değil onun doğrudan temini üzerinden gerçekleşir.[4]

Küçük ölçekli üreticiler ve küçük ölçekli mülk sahipleri ile üretken olmayan çalışanlar farklı ekonomik konumları işgal ederler. Bu iki grup, ekonomik düzlemde müşterek kimi olumsuz özelliklere sahiptir, her ikisi de ne burjuvazi ne de proletarya sınıfına mensuptur. Gelgelelim bu olumsuzluk ölçütü, ekonomik düzlemde ilgili veya müşterek konum için yeterli zemini sunmaz: olumsuzluk, özünde sadece politik düzeyde geçerlidir.

Bu iki grubun aynı sınıfın bir parçası kabul edilmesi, sahip oldukları farklı ekonomik konumların genelde ideolojik ve politik düzeylerde benzer etkilere yol açmasıyla alakalıdır. İlgili düzeylerde söz konusu etkilerin benzerliğini izahta geçerli olan ölçütler şunlardır: ilk grupta küçük ölçekli üretim, her şeyin ötesinde küçük ölçekli mülk sahipliği; ikinci grupta doğrudan üretimde değil, “maaş”ın sahip olduğu “hukukî” form dâhilinde deneyimlenen sömürü.

Etkilerin benzerliğini ideolojik düzlemde incelemeden önce, şu ünlü “küçük burjuva ideolojisi” denilen hususla alakalı bir şeyler söylemek gerekiyor.

Bir sınıfın ideolojisi ile sahip olduğu politik konum arasındaki sıkı ilişki dikkate alındığında, kapitalist toplumsal formasyonda yegâne gerçek sınıf ideolojilerinin burjuvazi ve proletarya denilen temel iki sınıfın uzlaşmaz politik karşıtlıkları içerisinde sahip oldukları ideolojiler olduğu söylenmelidir. Yani tutarlı, görece sistematik bir yapıya sahip yegâne ideolojik yapı hâkim burjuva ideolojisi ile işçi sınıfı ile bağlantılı olan ideolojidir.

Yine de “küçük burjuva” ideolojisinin bir alt grubundan da söz edilebilir. Bu alt grup, hâkim burjuva ideolojisinin küçük burjuvazinin özel sınıfsal durumu üzerinden sahip olduğu arzularına nüfuz etmesi sayesinde oluşur. Burjuva ideolojisini eğip büken ve kendi arzularına uyarlayan küçük burjuvazi, aynı zamanda bu ideolojiye kendi sınıfsal durumundan türeyen özel ideolojik “unsurlar”ı da ekler. Lenin’in de işaret ettiği biçimiyle, hâkim ideoloji, kendi başvurduğu söylem dâhilinde bu türden bir ideolojiye ait unsurları da barındırır. Küçük burjuvazinin muğlak sınıfsal durumuna bağlı olarak, onun ideolojik grup altı bileşenleri hâkim ideolojiden çok işçi sınıfı ideolojisinden beslenir ve bu ideolojiyi saptırıp küçük burjuvazinin kendi arzularına uyarlar.

Bu söylenenler, “küçük burjuva ideolojisi”nden söz edildiği noktada doğacak yanlış anlamalardan kaçınmak için akılda tutulmalıdır. Bu ideolojinin değişken ve istikrarsız niteliğine bağlı olarak, küçük burjuvazinin konjonktürel konumu bu çelişkili faktörlerin birleşimine tanık olan formu tayin eder. Birleşme, burjuva ideolojisinin rolü ve etkileme yolları ile küçük burjuvaziye has ideolojik “unsurlar”ın rolü ve işçi sınıfıyla bağlantılı ideolojiden “ödünç alınan” unsurların oynadığı rol ve sahip olduğu formlar arasında gerçekleşir.

Bu noktada iki temel küçük burjuva grubunun işgal ettiği farklı ekonomik konumların yol açtığı etkilerin ideolojik düzeyinde benzerlik meselesine geri dönülebilir. Zorunlu olarak şematik bir aktarıma başvurulacaktır.

Ekonomik düzeyde küçük ölçekli üretici ve küçük ölçekli mülk sahibi (mülkiyet üzerinden) burjuvaziye ve fiiliyatta emekçi olmak üzerinden proletaryaya yakındır. Bunlar aynı zamanda burjuvaziye de karşıdır, zira burjuvazi bu kesimleri ekonomik düzeyde ezmektedir. Ayrıca proletaryaya da karşıdır, zira bu kesimler proleterleşmekten korkarlar ve (küçük) mülkiyete sıkı sıkıya bağlıdırlar. İdeolojik düzeyde bu husus çoğunlukla şu türden etkilere yol açar:

a. Statükocu anti-kapitalizm: Küçük burjuvazi “büyük para”ya ve “büyük zenginlikler”e karşı olsa da statükodan yanadır, çünkü bu grup elindeki mülke sıkı sıkıya bağlıdır ve proleterleşmekten korkar. Bu vasıf, çoğunlukla “eşitlikçi” bir yön barındırır; küçük burjuvazi tekellere karşıdır ve “fırsat eşitliği”nin yeniden tesis edilmesini ister. Ama bir yandan “adil” rekabet koşullarını talep eder bir yandan da herkese eşit oy hakkına dayalı parlamenterist güdüklüğü savunur. Küçük burjuvazi değişim ister ama sistemi değiştirmeden. Ayrıca politik gücün dağıtılması sürecinde yer almayı arzular ve bu yer kapma işini de devrimci bir dönüşüm olmaksızın gerçekleştirmeye niyetlenir.

b. “Merdiven” efsanesi. Küçük burjuvazi toplumsal katmanlar arasında hareket edebilme imkânını sever ama toplumun devrimci dönüşüme maruz kalmasını istemez. Yukarıdaki burjuvazinin albenisine kapılan ama öte yandan aşağıdan işleyen proleterleşme sürecinden korkan küçük burjuvazi, burjuvazi saflarına katılmak, bunu da en iyinin ve en beceriklinin bireysel yükselişi üzerinden gerçekleştirmek ister. Bu vasfı çoğunlukla “elitizm”e meyleder, elitlerin yenilenmesi fikrini savunur, toplumu değiştirmeksizin küçük burjuvazinin işini yapmayan burjuvazinin yerini almasını talep eder.

c. Lenin’in tarif ettiği “güç fetişizmi”. Ekonomik düzeyde yalıtılmış olması ve (“küçük burjuva bireyciliğinin doğmasını sağlayan) yalnızlığına ayrıca hem burjuvaziye hem de proletaryaya yakın ve hasım olmasına bağlı olarak küçük burjuvazi, sınıfın üzerinde duran “nötr”, tarafsız devlet fikrine iman eder. O devletin kendisini beslemesini ve yaşadığı çöküşü durdurmasını ister. Bu fikir de çoğunlukla onu “devlete put gibi tapma”ya götürür: küçük burjuvazi kendisini devletle tanımlar. Ondaki tarafsızlık kendisindeki tarafsızlığa benzer, zira küçük burjuvazi kendisini burjuvazi ile işçi sınıfı arasında duran, “tarafsız” bir sınıf olarak dolayısıyla devletin (kendi devletinin) dayandığı bir sütun şeklinde görür. O toplumun arabulucusu olma arzusundadır çünkü, Marx’ın da dile getirdiği biçimiyle, onun en çok hoşuna gidecek olan şey, tüm toplumun küçük burjuvalaşmasıdır.

Üretken olmayan çalışanların “ekonomik” durumu benzer ideolojik etkiler doğurur. Bu çalışanlar, sömürüyü üretim değil, esas olarak maaşlarının hukuki (dolayısıyla çoğunlukla muhayyel) formu dâhilinde tecrübe ederler:

b. Statükocu anti-kapitalizm: Etkin sömürünün gizlendiği yer burasıdır, zira söz konusu sömürü esas olarak maaş formu dâhilinde deneyimlenir. Dolayısıyla bu grup, devletin geliri yeniden dağıtması üzerinden tesis edilecek “sosyal adalet”i arzulayıp durur. Küçük burjuvalar “büyük para”ya, parababalarına vergilerle ilgili talepler konusunda seslenir. “Gelir”in eşitlenmesi talebinde “eşitlikçi bir yön” vardır ve bu talebe çoğunlukla parlamenterist güdüklük de eşlik eder. O proleterleşmekten korkar ama asıl korkusu, toplumun devrimci dönüşümüne yöneliktir, çünkü küçük burjuvazi maaşlarının mevcut durumuna bağlı olarak sürekli bir güvencesizlik içerisindedir. Üretken olmayan çalışanların kazançlarını etkileyecek bir ayaklanmadan korkar ve çoğunlukla üretim mekanizmalarını dikkate alamaz ve üretim araçları üzerindeki mülkiyetin sömürüye dair rolünü görmezden gelir. Bunun somut bir ifadesi de ilgili grubun sendika mücadelesinde dile getirilen, özel korporatist formlardır.

b. Merdiven: Yukarı tırmanma arzuları. Merdiven ve “terfi” meselelerine kilitlenmek, küçük burjuvazinin bu kesiminin geçici niteliğinden değil kapitalist toplumda toplumsal hareketliliğin ulaştığı en yüksek indeksin sürece ana niteliğini veriyor olmasından kaynaklanır. Bu grup her ne kadar geçici de olsa, üyelerinin mensup oldukları kuşaklar mevcut koşullarına bağlı olarak “sadece geçiş sürecine aittir”[5] Bu ideolojik eğilim bu noktada özel kimi biçimler alır, bunun sebebi söz konusu kesimin yüksek eğitim düzeyine ulaşması, işgücü olarak özel vasıflar edinmesidir. Bu biçimler burjuva statüsü için “en iyi” olanı sunmak için gerekli araç olarak “nötr” eğitim sisteminin ve demokratik, “nötr” olmanın sonucu olarak “kültür” denilen yapının ürettiği ideolojiyi içerir.

c. Güç fetişizmi. Küçük burjuva bireyciliğinin oluşmasını sağlayan yalnızlık hâli, küçük ölçekli mülk sahipliğinde görülen formla değil, “kolektif emekçi”nin bir parçası olarak üretimde çalışmayan çalışanlar arasındaki yalnızlaşma ve rekabetle alakalıdır. Dolayısıyla küçük burjuvadaki yalnızlaşma ticaret sektöründe giderek artan yoğunlaşma üzerinden aşılır. Küçük burjuvanın sınıfların üzerinde duran, nötr, tarafsız devlet anlayışına iman ediyor olmaları ve devlete put misali tapmaları “sosyal Sezarcılık” ve güçlü devletin icra edeceği “adalet”e iman gibi biçimler alır.

Tüm bunlara bir de devlet aygıtına (idareye) mensup çalışanlara has ideolojik yönler de eklenmelidir. Devlet aygıtları, kurumları kendi iç ideolojisini üretir ve bu çalışanlar ilgili ideolojiye tabidir. Sınıfların üzerinde duran nötr devlet anlayışındaki ideolojik yön bahsi geçen iç ideolojiye sirayet eder ve devlet aygıtlarının iç ideolojisinin temel unsuru hâline gelir. Devlete put gibi tapmak, kendisini devletle ve üst kademelerle birlikte tanımlamak, bu noktada diğer her alandan daha fazla sürece müdahil olur ve bu müdahale temelde bürokratizm ve hiyerarşik tabiyet üzerinden gerçekleşir.

Küçük burjuvaziyi teşkil eden grupların farklı “ekonomik” konumlarının yol açtığı bu türden müşterek etkilerin politik düzeyde de karşılıkları vardır. Bu noktada müşterek olumsuzluk ölçütü, yani ne burjuvazinin ne de işçi sınıfının parçası olma, politik çıkarları tümüyle uzlaşmaz karşıtlık içerisinde olan iki temel sınıfa mensup olmama hâli, gene önemli bir rol oynar. Bu da sınıflar mücadelesi alanında küçük burjuvaziyi teşkil eden farklı grupların kendilerine ait hiçbir uzun vadeli politik çıkara sahip olamayacağı anlamına gelir. Bu ölçüt, ideolojik benzerlik ve yalnızlık hâli ile birlikte, genelde politik düzeyde aşağıda sıralanan, ortak etkilere yol açar:

a. Bu kesimlerin özel bir partide politik olarak örgütlenmeleri çok zordur.

b. Bunlar çoğunlukla, politik düzlemde, devletin diğer aygıtları üzerinden örgütlenirler ve ilgili gruplar bu yapıları kendi politik temsilcisi olarak görürler. Küçük burjuvazi çoğunlukla devlete destek sunan bir sınıftır. Burjuvaziyle kurduğu ittifak dolaylıdır, burada aracılığı burjuvazinin çıkarlarına karşıt, kendi çıkarlarıyla uzlaşma hâlinde gördüğü devlet formlarına sunulan destek sağlar.

c. Bu müşterek ideolojik ve politik etkiler esasta “olağan” toplumsal koşullar olarak nitelendirebileceğimiz bir ortamda görülür. Seçimlere sadakatle bağlı olan iki küçük burjuva kesimi çoğunlukla “demokratik cumhuriyetçi düzen”in “barışçıl” sütunları olarak iş görür. Fakat ilgili etkiler kriz durumlarında da belirli bir işlevselliğe sahiptir, zira iki grup mevcut düzene karşı benzer yollardan başkaldırır.

d. Her iki grup politik düzlemde istikrarsız bir niteliğe sahiptir. İki kesim de işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki kutuplaşma koşullarında, konjonktüre göre ya burjuvaziden ya da işçi sınıfından yana saf tutar ve iki sınıf arasında “salınıp durur”.

Farklı ekonomik konumlara sahip olsalar da bu gruplar aynı sınıfın, küçük burjuvazinin birer parçası olarak görülebilir. Her iki kesim de ideolojik ve politik ilişkiler düzleminde farklı ekonomik konumların yol açtığı benzer etkilere tabidir.

Bu noktada bazı açıklamalar yapmak gerekmektedir:

1. Eğer bu iki grup aynı sınıfa aitse, ekonomik konumları arasındaki ayrım da bir ölçüde hükmünü yitirir. Küçük burjuvazi sınıfsal fraksiyonlara bölünmüştür. Bu, önemli sonuçlara yol açabilecek bir gerçekliktir: her ne kadar küçük burjuvazi bir bütün olarak temelde belirli bir konjonktürde müşterek bir konuma sahip olsa da (ki faşizm bu konuda iyi bir örnektir) farklı fraksiyonların konumlarının değişmesi de büyük bir olasılıktır.

Bu konum değişiklikleri sebebiyle bir fraksiyon ters yöne kayar. Deneyimin de gösterdiği üzere, müşterek bir politik konum genelde sınıflar mücadelesinin “olağan” konjonktürlerinde veya faşizm örneğinde görüldüğü biçimiyle, işçi sınıfının savunmada olduğu derin politik krizin hüküm sürdüğü konjonktürlerde temin edilir. Konum değişikliği her şeyden önce, 1919-1921 arası dönemde Almanya ve İtalya’da görüldüğü biçimiyle, işçi sınıfının savunmada olduğu politik kriz dönemlerinde veya devrimci konjonktürlerde açığa çıkar. Yoksa küçük burjuvazinin işlevsel olduğu koşullarda iki grup genelde müşterek bir politik konumda bulunurlar.[6]

2. Uzun vadede küçük burjuvazinin kendisine ait bir sınıfsal konuma sahip olmaması, onun kendisini teşkil edip sahici bir toplumsal gücün parçası olarak rol oynamasına mani olmaz: faşizm bu noktada önemli bir örnektir; tüm bu türden vakalar oldukça özel konjonktürlere denk düşerler. Bu tür durumlarda küçük burjuvazi, uzun vadece ve son tahlilde burjuvazinin veya işçi sınıfının oyununu oynasa bile yine de özel bir politik ağırlığa sahip olarak nispeten özerk bir tarzda politik sahneye girer.

Bu, gerçekten de ciddi bir sorundur: Pratikte Komintern’in faşizm olgusunu yanlış anlamasının sebeplerinden birisi öncelikle küçük burjuvazinin otantik, sahici bir toplumsal güç olarak hareket edebileceğini görmek istememesidir. Komintern, faşizmin küçük burjuvaziyle ilişkisini kısa sürede görmüş ama küçük burjuvaziyi “büyük sermaye”nin peşinden giden, sadece sürece katkı sunan bir güç (faşist parti = büyük sermayenin kiralık “ajanı”) olarak değerlendirmiştir. Faşizmin küçük burjuvaziyle ilişkisini gerçek manada doğru anlayan bir tek Gramsci ve Troçki olmuştur.[7] Bu iki ismin aldığı konum, Komintern tarafından mahkûm edilmiş ve ikili sosyal demokratların olduğu çuvala atılmıştır. Komintern açısından sosyal demokratlar, küçük burjuvazinin uzun vadeli bir sınıfsal konumu olan “üçüncü bir güç” olduğunu düşünmektedir ve faşizme dair bu yanlış kavrayış faşizmi “küçük burjuvazinin diktatörlüğü” olarak ele almaktadır.[8]

3. Son olarak burada küçük burjuvazinin mevcut fiili sınıfsal kurulumunda ideolojinin önemi üzerinde durmak gerekmektedir. Ekonomik konumlarına (birinde “geçici” diğerinde çalışan statüsüne dayalı konumlarına) bağlı olarak hayallere ve vesveselere tabi olan farklı “fraksiyon”ları birleştirmede ideolojinin oynadığı rolden ayrı olarak, ideoloji önemli ve ağırlıklı bir rol oynar: küçük burjuvazi kendi harcını meydana getiren ideolojinin kendisinden beslenir. Bilhassa İtalya’da bu sınıf faşizmin en önemli “ekonomik mağdurlar”ından birisidir. Faşizm, küçük burjuvazinin kanını emmiş ama onu kitlesel düzeyde, sonuna kadar desteklemiş, üstelik bunu ideolojik gerekçelerle yapmıştır. Dolayısıyla buradan da görüleceği üzere, faşizmin “iç çelişkiler”inden ötürü çökeceğini, küçük burjuvazinin faşizmin kendi ekonomik çıkarlarına zarar verdiğini görüp, kitlesel olarak ona sırt çevireceğini umup duran Komintern büyük ölçüde hatalıdır.

Nicos Poulantzas

[Kaynak: Fascism and Dictatorship: The Third International and the Problem of Fascism, Verso, 1979, s. 237-247.]

Dipnotlar:
[1]. Political Power and Social Classes, s. 57-93. Bu kitapta da toplumsal sınıfların “saf” bir üretim tarzı dâhilinde bile olsa tespit edilmesi meselesinin ekonomik olanın, politik olanın ve ideolojinin müdahalesini içerdiğini göstermeye çalışmıştım.

[2] Bkz. s. 118.

[3] Bkz. Marx, Capital, cilt. I, s. 331-2, cilt. II, s. 133-5 vs.

[4] Almanya Komünist Partisi 1928 tarihli Die Internationale’de rakamları yayınladı. Proletarya kategorisinde üç milyon “alt düzey” beyaz yakalı işçi, 1,5 milyon “alt düzey” memur bulunuyor. (Aktaran: W. Reich, The Mass Psychology of Fascism, New York, 1946). Proletaryanın bu ilgili kısmı kimi sürprizler de içeriyor. AKP’nin “aşırı solculuğu” “ücretli sınıf” mitinin tuzağına düşmekten kurtulamıyor.

[5] 1964’ta yapılan bir INSEE anketinde (Etudes et Conjonctures, Sayı. 2, 1967) verilen rakamlara bakılırsa beyaz yakalı işçilerin erkek çocuklarının sadece yüzde 14,9’u babalarıyla aynı işe gidiyorken ehil işçilerin oğullarında bu oran yüzde 39,7. Burjuva ailelerde ve meslek sahibi ailelerde bu oran daha yüksek. Beyaz yakalı işçilerin oğullarının yüzde 38’i beden işçisi olmuş, yüzde 28’i yönetim veya başka meslek alanlarında çalışmaya başlamış.

[6] “Geleneksel küçük burjuvazi geçici bir gruptur ve olağan konjonktürlerde yeni küçük burjuvaziye kıyasla sağcı aşırıcı hareketlerin etkisine daha fazla girer: Örneğin ABD’de McCarthy’cilik, Fransa’da Pouiad’cılık. (Bkz. W. Komhauser, The Politics of Mass Society, 1965, s. 201 ve sonrası.) Küçük burjuvazi içerisindeki politik ayrımlar belirtilen “ekonomik” ayrımlarla elbette aynı değildir.

[7] Faşizmin büyük sermayenin çıkarlarını temsil ettiğini söylese de Troçki faşizmin temelde küçük burjuva akımların programı olduğunu ısrarla dile getirir. Her şeyden öte bu olgu burjuva toplumun kaderi adına halk içerisindeki küçük burjuva kitlelerin kendi kaderini tayin hakkı denilen o muazzam ve belirleyici önemine işaret eder. (The Struggle against Fascism, a.g.e., s. 280-1.) Gramsci ise faşizmin sermayenin ve toprak ağalarının hizmetçisi olduğunu söylerken (1921’de) herkesten önce faşizmin aynı zamanda “küçük burjuvazinin nihai anlamda, politik düzlemde bedenlenmesi” olduğunu iddia eder.

[8] Haziran 1923 tarihli Komintern Yürütme Kurulu Toplantısında faşizmle ilgili olarak yürütülen tartışmada esas olarak faşizmin küçük burjuvaziyle ilişkisi üzerinde durulmuş, ama sonrasında onun büyük sermayenin basit bir “uzantısı” olduğu söylenmiştir. Genel kurul Alman KP’sinin önerisini karara bağlamış, bu karar 18 Mayıs 1923’te Die Rote Fahne’de yayımlanmış, bu karara göre faşizm iki kanada ayrılmıştır: bir kanat “sermayeye satılmış bir kesim”i ifade etmekte, diğerleri ise “kandırılmış küçük burjuva milliyetçiler” olarak nitelendirilmiştir. Radek ve Clara Zetkin o dönemde benzer analizler yapmıştır. Ancak özellikle altıncı kongre (1928) sonrasında faşizmin küçük burjuvaziyle ilişkisi her şeyin üzerine çıkartılmış, böylelikle sosyal demokrat üçüncü güç anlayışı ile mücadele için belirli bir teşkil edilmeye çalışılmış, buradan da sosyal demokrat tez Troçki’nin analizleriyle birleştirilmiştir. Komintern’in on üçüncü genel kurulunda Wilhelm Pieck şunları söylemiştir: “Sol Avusturya sosyal demokrasisi faşist diktatörlük teorisini ‘küçük burjuvazinin diktatörlüğü’ anlayışı üzerine kurmuştur. Troçki ise faşizmi küçük burjuva karşı-devrim olarak nitelemiştir. (Aktaran: Der Faschismus in Deutschland, a.g.e.). Bunun dışında ilgili konum faşizmin “en gerici” tekelci sermayeyle kurduğu “özel” ilişkiye vurgu yapılan yedinci kongrede de pek değişmemiştir. Örneğin Togliatti’nin 1934’te yazdığı Lezioni sul fascismo’daki konumuna bakılabilir. Dördüncü kongreye sunduğu, faşizmle ilgili raporu Bordiga eliyle yumuşatılmış olsa da Togliatti Gramsci’nin konumunu benimsemiştir.

0 Yorum: