Küçük Burjuvazinin ve
Küçük Burjuva İdeolojisinin Sınıfsal Niteliği
Küçük burjuvazinin sınıfsal niteliğine dair tanım,
Marksist toplumsal sınıflar teorisinin odak noktasını teşkil eder. Bu teorinin
de tüm açıklığı ile gösterdiği biçimiyle, ekonomist toplumsal sınıflar
anlayışının aksine, üretim ilişkileri, Marksist teoride bir toplumsal sınıfın
üretim tarzı içindeki yerini tespit etme ve onu toplumsal formasyon içerisinde
konumlandırma noktasında yeterli değildir. Bu aşamada ideolojik ve politik
ilişkilere atıfta bulunmak kaçınılmaz bir hâl alır. Başka bir yerde formüle
ettiğim biçimiyle, verili bir toplumsal formasyonda kendisini toplumsal bir güç
olarak teşkil etme becerisine sahip bir sınıf ancak o sınıfın üretim
ilişkilerindeki yeri politik ve ideolojik düzeylerde “uygun etkiler” ürettiği
takdirde konumlandırılabilir.[1] Ne tür ifadeler kullanmış olurlarsa olsunlar,
Marx, Engels, Lenin ve daha açık ifadelerle Mao, her daim bu noktada
konumlanmıştır.
Kırsaldaki küçük burjuvazi meselesini bir anlığına
kenara koyarsak eğer, küçük burjuva sınıfı ilk bakışa ortak hiçbir şeyi olmayan
ve üretim sürecinde yer alan iki ana failler birliğini içeriyor görünmektedir. Bu iki grubun tek bir küçük burjuva sınıfını
meydana getirdiğini söylemek mümkündür, zira bu iki grubun üretim
ilişkilerindeki iki ayrı konumu politik ve ideolojik düzlemde aynı etkilere
sahiptir. Dolayısıyla küçük burjuvazi, gerçekte politik ve ideolojik
ilişkiler dâhilinde birleşmiş durumdadır.
Küçük burjuvazinin ekonomik düzlemde sahip olduğu
ilk anlam, küçük ölçekli üretim ve küçük
ölçekli mülkiyetle alakalıdır: Marx, Engels ve Lenin’in esas olarak
ilgilendiği sınıf da işte bu “geleneksel” küçük burjuvazidir.
a. Küçük
ölçekli üretim: aynı failin üretim araçlarını hem sahip olduğu hem de
elinde bulundurduğu, doğrudan o araçlarla çalıştığı zanaatkâr pratiği biçimleri
veya küçük aile işletmeleri. Burada ekonomik sömürü söz konusu değildir, çünkü
bu tip üretim biçimleri ücretli işçi çalıştırmaz veya nadiren çalıştırırlar.
Emek esas olarak kendilerine ücret ödenmeyen aile üyelerinden veya mal
sahibinin kendisinden temin edilir. Bu türden bir küçük ölçekli üretim, kârını
malların satışından ve artık değerin toplam yeniden dağıtımından elde eder ama
doğrudan artık değer temin etmez.
b. Küçük
ölçekli mülkiyet: işletme sahibinin ailesinin yardımıyla emek temin ettiği
ve ara sıra ücretli işçi kullandığı, sermaye dolaşımı denilen yüzeyde işleyen küçük ölçekli ticaret.
Geleneksel küçük burjuvazi bünyesinde yer alan bu
iki grup, ücretli emeğin doğrudan sömürülmediği, müşterek bir ekonomik konuma
sahiptir. Bu özel küçük burjuvazi, “saf” manada kapitalist üretim tarzına
(sermaye-ücretli emek) ait değildir. Onun kapitalist formasyondaki varlığı şu
iki hususa tabidir: a. Feodalite veya bu tarzın en azından belirli “unsurlar”ı
gibi birkaç farklı üretim tarzının kapitalist formasyon içerisinde birlikte
varolması;[2] b. Bu formasyonda basit emtia üretimi denilen ve feodaliteden
kapitalist üretim tarzına geçiş formunu ifade eden üretim biçiminin varlığı.
Dolayısıyla geleneksel küçük burjuvazinin varlığı,
bu geçiş sürecinin somut tarihsel biçimlerine tabidir. Örneğin Fransa’da küçük
ölçekli üretimin ve küçük ölçekli mülkiyetin varlığı, geçiş sürecinin dayattığı
politik formlar ile alakalıdır (bu süreçte burjuvazi asillere karşı küçük
burjuvazinin desteğini almıştır).
Marx ve Engels, kapitalist formasyonda küçük
burjuvazinin altının oyulacağına ve yok olma eğilimi içerisine gireceğine işaret etmiştir: Lenin ise bu sınıfı
“geçici bir sınıf” olarak tarif etmiştir. Kapitalist üretim tarzı hâkim hâle
gelip genelleştiği ölçüde bu sınıfın üyelerinin küçük bir kısmı burjuvaziye
dâhil olacak, en geniş kitle ise farklı yollardan “proleterleşecektir”.
Öte yandan küçük burjuvazinin ekonomi içerisinde
farklı konumlara sahip bir kesiminden de söz etmek mümkündür. Bu kesim, “yeni”
küçük burjuvazi olarak ifade edilebilir ki Lenin de bu kesimin önemini kabul
etmiştir. Bu kesim eski olana kıyasla ortadan kaybolmamaya yazgılıdır. Aksine
bu sınıf, kapitalist üretim tarzı genişledikçe ve tekelci kapitalizm aşamasına
geçiş sürecine girdikçe gelişimi ve büyümesi için de gerekli koşulları temin
eder. Bu kesimi üretken olmayan maaşlı çalışanlar olarak adlandırmak
mümkündür.
Teknik personelin “üretken olmayan işçiler” olup
olmadıklarına ilişkin, giderek dallanıp budaklanmış bir tartışma var,
dolayısıyla ben bu tartışmadan kaçınmak adına şirketlerde çalışan “teknik
personel” (“bilim taşıyıcıları”) ile ilgili sorunu bir kenara bırakıyorum.
Burada sadece Marx’ın üretken olmayan işçiler olarak tarif ettiği, en önemli
çalışan gruplarını, yani kapitalist üretim tarzında emtiayı ve artık değeri
doğrudan üretmeyen kesimi ele alacağım.[3]
Bu kesim, ilk olarak artık değerin somutlaşmasına katkı sunanları ve
sermaye dolaşımı dâhilinde çalışanları, ticaret, bankacılık, sigortacılık,
satış departmanları, reklâmcılık gibi iş alanlarında çalışan maaşlı
çalışanları, ikinci olarak da devlet aygıtının muhtelif kollarında görevli memurları (elbette millileştirilmiş
fabrikalardaki işçiler hariç tüm kamu hizmetleri çalışanlarını) ifade eder.
Bunlar artık değerin üretimine dair koşulların yeniden üretimini devletin
oynadığı rol üzerinden güvence altına alma işlevine sahip, üretken olmayan
çalışanlardır. Bunlar artık değer üretmezler. Ayrıca işgüçlerini satarlar ve
aldıkları maaşlar işgücünün yeniden üretimine ilişkin maliyet üzerinden
belirlenir, ancak bu kesimin maruz kaldığı sömürü artık değerin üretimi değil
onun doğrudan temini üzerinden gerçekleşir.[4]
Küçük ölçekli üreticiler ve küçük ölçekli mülk
sahipleri ile üretken olmayan çalışanlar farklı ekonomik konumları işgal
ederler. Bu iki grup, ekonomik düzlemde müşterek kimi olumsuz özelliklere
sahiptir, her ikisi de ne burjuvazi ne de proletarya sınıfına mensuptur.
Gelgelelim bu olumsuzluk ölçütü, ekonomik düzlemde ilgili veya müşterek konum
için yeterli zemini sunmaz: olumsuzluk, özünde sadece politik düzeyde
geçerlidir.
Bu iki grubun aynı sınıfın bir parçası kabul
edilmesi, sahip oldukları farklı ekonomik konumların genelde ideolojik ve
politik düzeylerde benzer etkilere yol açmasıyla alakalıdır. İlgili düzeylerde
söz konusu etkilerin benzerliğini izahta geçerli olan ölçütler şunlardır: ilk
grupta küçük ölçekli üretim, her şeyin ötesinde küçük ölçekli mülk sahipliği;
ikinci grupta doğrudan üretimde değil, “maaş”ın sahip olduğu “hukukî” form
dâhilinde deneyimlenen sömürü.
Etkilerin benzerliğini ideolojik düzlemde
incelemeden önce, şu ünlü “küçük burjuva ideolojisi” denilen hususla alakalı
bir şeyler söylemek gerekiyor.
Bir sınıfın ideolojisi ile sahip olduğu politik
konum arasındaki sıkı ilişki dikkate alındığında, kapitalist toplumsal
formasyonda yegâne gerçek sınıf ideolojilerinin burjuvazi ve proletarya denilen
temel iki sınıfın uzlaşmaz politik karşıtlıkları içerisinde sahip oldukları
ideolojiler olduğu söylenmelidir. Yani tutarlı, görece sistematik bir yapıya
sahip yegâne ideolojik yapı hâkim burjuva ideolojisi ile işçi sınıfı ile
bağlantılı olan ideolojidir.
Yine de “küçük burjuva” ideolojisinin bir alt
grubundan da söz edilebilir. Bu alt grup, hâkim burjuva ideolojisinin küçük
burjuvazinin özel sınıfsal durumu üzerinden sahip olduğu arzularına nüfuz
etmesi sayesinde oluşur. Burjuva ideolojisini eğip büken ve kendi arzularına
uyarlayan küçük burjuvazi, aynı zamanda bu ideolojiye kendi sınıfsal durumundan
türeyen özel ideolojik “unsurlar”ı da ekler. Lenin’in de işaret ettiği
biçimiyle, hâkim ideoloji, kendi başvurduğu söylem dâhilinde bu türden bir
ideolojiye ait unsurları da barındırır. Küçük burjuvazinin muğlak sınıfsal
durumuna bağlı olarak, onun ideolojik grup altı bileşenleri hâkim ideolojiden
çok işçi sınıfı ideolojisinden beslenir ve bu ideolojiyi saptırıp küçük
burjuvazinin kendi arzularına uyarlar.
Bu söylenenler, “küçük burjuva ideolojisi”nden söz
edildiği noktada doğacak yanlış anlamalardan kaçınmak için akılda tutulmalıdır.
Bu ideolojinin değişken ve istikrarsız niteliğine bağlı olarak, küçük
burjuvazinin konjonktürel konumu bu çelişkili faktörlerin birleşimine tanık
olan formu tayin eder. Birleşme, burjuva ideolojisinin rolü ve etkileme yolları
ile küçük burjuvaziye has ideolojik “unsurlar”ın rolü ve işçi sınıfıyla
bağlantılı ideolojiden “ödünç alınan” unsurların oynadığı rol ve sahip olduğu
formlar arasında gerçekleşir.
Bu noktada iki temel küçük burjuva grubunun işgal
ettiği farklı ekonomik konumların yol açtığı etkilerin ideolojik düzeyinde
benzerlik meselesine geri dönülebilir. Zorunlu olarak şematik bir aktarıma
başvurulacaktır.
Ekonomik düzeyde küçük ölçekli üretici ve küçük
ölçekli mülk sahibi (mülkiyet üzerinden) burjuvaziye ve fiiliyatta emekçi olmak
üzerinden proletaryaya yakındır. Bunlar aynı zamanda burjuvaziye de karşıdır,
zira burjuvazi bu kesimleri ekonomik düzeyde ezmektedir. Ayrıca proletaryaya da
karşıdır, zira bu kesimler proleterleşmekten korkarlar ve (küçük) mülkiyete
sıkı sıkıya bağlıdırlar. İdeolojik düzeyde bu husus çoğunlukla şu türden
etkilere yol açar:
a. Statükocu
anti-kapitalizm: Küçük burjuvazi “büyük para”ya ve “büyük zenginlikler”e
karşı olsa da statükodan yanadır, çünkü bu grup elindeki mülke sıkı sıkıya
bağlıdır ve proleterleşmekten korkar. Bu vasıf, çoğunlukla “eşitlikçi” bir yön
barındırır; küçük burjuvazi tekellere karşıdır ve “fırsat eşitliği”nin yeniden
tesis edilmesini ister. Ama bir yandan “adil” rekabet koşullarını talep eder
bir yandan da herkese eşit oy hakkına dayalı parlamenterist güdüklüğü savunur.
Küçük burjuvazi değişim ister ama sistemi değiştirmeden. Ayrıca politik gücün
dağıtılması sürecinde yer almayı arzular ve bu yer kapma işini de devrimci bir
dönüşüm olmaksızın gerçekleştirmeye niyetlenir.
b. “Merdiven”
efsanesi. Küçük burjuvazi toplumsal katmanlar arasında hareket edebilme
imkânını sever ama toplumun devrimci dönüşüme maruz kalmasını istemez.
Yukarıdaki burjuvazinin albenisine kapılan ama öte yandan aşağıdan işleyen proleterleşme
sürecinden korkan küçük burjuvazi, burjuvazi saflarına katılmak, bunu da en
iyinin ve en beceriklinin bireysel yükselişi üzerinden gerçekleştirmek ister.
Bu vasfı çoğunlukla “elitizm”e meyleder, elitlerin yenilenmesi fikrini savunur,
toplumu değiştirmeksizin küçük burjuvazinin işini yapmayan burjuvazinin yerini
almasını talep eder.
c. Lenin’in tarif ettiği “güç fetişizmi”. Ekonomik düzeyde yalıtılmış olması ve (“küçük
burjuva bireyciliğinin doğmasını sağlayan) yalnızlığına ayrıca hem burjuvaziye
hem de proletaryaya yakın ve hasım olmasına bağlı olarak küçük burjuvazi,
sınıfın üzerinde duran “nötr”, tarafsız devlet fikrine iman eder. O devletin
kendisini beslemesini ve yaşadığı çöküşü durdurmasını ister. Bu fikir de
çoğunlukla onu “devlete put gibi tapma”ya götürür: küçük burjuvazi kendisini
devletle tanımlar. Ondaki tarafsızlık kendisindeki tarafsızlığa benzer, zira
küçük burjuvazi kendisini burjuvazi ile işçi sınıfı arasında duran, “tarafsız”
bir sınıf olarak dolayısıyla devletin (kendi devletinin) dayandığı bir sütun
şeklinde görür. O toplumun arabulucusu olma arzusundadır çünkü, Marx’ın da dile
getirdiği biçimiyle, onun en çok hoşuna gidecek olan şey, tüm toplumun küçük
burjuvalaşmasıdır.
Üretken olmayan çalışanların “ekonomik” durumu
benzer ideolojik etkiler doğurur. Bu çalışanlar, sömürüyü üretim değil, esas
olarak maaşlarının hukuki (dolayısıyla çoğunlukla muhayyel) formu dâhilinde
tecrübe ederler:
b. Statükocu
anti-kapitalizm: Etkin sömürünün gizlendiği yer burasıdır, zira söz konusu
sömürü esas olarak maaş formu dâhilinde deneyimlenir. Dolayısıyla bu grup,
devletin geliri yeniden dağıtması üzerinden tesis edilecek “sosyal adalet”i
arzulayıp durur. Küçük burjuvalar “büyük para”ya, parababalarına vergilerle
ilgili talepler konusunda seslenir. “Gelir”in eşitlenmesi talebinde “eşitlikçi
bir yön” vardır ve bu talebe çoğunlukla parlamenterist güdüklük de eşlik eder.
O proleterleşmekten korkar ama asıl korkusu, toplumun devrimci dönüşümüne
yöneliktir, çünkü küçük burjuvazi maaşlarının mevcut durumuna bağlı olarak
sürekli bir güvencesizlik içerisindedir. Üretken olmayan çalışanların
kazançlarını etkileyecek bir ayaklanmadan korkar ve çoğunlukla üretim
mekanizmalarını dikkate alamaz ve üretim araçları üzerindeki mülkiyetin
sömürüye dair rolünü görmezden gelir. Bunun somut bir ifadesi de ilgili grubun
sendika mücadelesinde dile getirilen, özel korporatist formlardır.
b. Merdiven:
Yukarı tırmanma arzuları. Merdiven ve “terfi” meselelerine kilitlenmek, küçük
burjuvazinin bu kesiminin geçici niteliğinden değil kapitalist toplumda
toplumsal hareketliliğin ulaştığı en yüksek indeksin sürece ana niteliğini
veriyor olmasından kaynaklanır. Bu grup her ne kadar geçici de olsa, üyelerinin
mensup oldukları kuşaklar mevcut koşullarına bağlı olarak “sadece geçiş
sürecine aittir”[5] Bu ideolojik eğilim bu noktada özel kimi biçimler alır,
bunun sebebi söz konusu kesimin yüksek eğitim düzeyine ulaşması, işgücü olarak
özel vasıflar edinmesidir. Bu biçimler burjuva statüsü için “en iyi” olanı
sunmak için gerekli araç olarak “nötr” eğitim sisteminin ve demokratik, “nötr”
olmanın sonucu olarak “kültür” denilen yapının ürettiği ideolojiyi içerir.
c. Güç
fetişizmi. Küçük burjuva bireyciliğinin oluşmasını sağlayan yalnızlık hâli,
küçük ölçekli mülk sahipliğinde görülen formla değil, “kolektif emekçi”nin bir
parçası olarak üretimde çalışmayan çalışanlar arasındaki yalnızlaşma ve
rekabetle alakalıdır. Dolayısıyla küçük burjuvadaki yalnızlaşma ticaret
sektöründe giderek artan yoğunlaşma üzerinden aşılır. Küçük burjuvanın
sınıfların üzerinde duran, nötr, tarafsız devlet anlayışına iman ediyor
olmaları ve devlete put misali tapmaları “sosyal Sezarcılık” ve güçlü devletin
icra edeceği “adalet”e iman gibi biçimler alır.
Tüm bunlara bir de devlet aygıtına (idareye)
mensup çalışanlara has ideolojik yönler de eklenmelidir. Devlet aygıtları,
kurumları kendi iç ideolojisini üretir ve bu çalışanlar ilgili ideolojiye tabidir.
Sınıfların üzerinde duran nötr devlet anlayışındaki ideolojik yön bahsi geçen
iç ideolojiye sirayet eder ve devlet aygıtlarının iç ideolojisinin temel unsuru
hâline gelir. Devlete put gibi tapmak, kendisini devletle ve üst kademelerle
birlikte tanımlamak, bu noktada diğer her alandan daha fazla sürece müdahil
olur ve bu müdahale temelde bürokratizm ve hiyerarşik tabiyet üzerinden
gerçekleşir.
Küçük burjuvaziyi teşkil eden grupların farklı
“ekonomik” konumlarının yol açtığı bu türden müşterek etkilerin politik düzeyde
de karşılıkları vardır. Bu noktada müşterek olumsuzluk ölçütü, yani ne
burjuvazinin ne de işçi sınıfının parçası olma, politik çıkarları tümüyle
uzlaşmaz karşıtlık içerisinde olan iki temel sınıfa mensup olmama hâli, gene
önemli bir rol oynar. Bu da sınıflar mücadelesi alanında küçük burjuvaziyi
teşkil eden farklı grupların kendilerine ait hiçbir uzun vadeli politik çıkara
sahip olamayacağı anlamına gelir. Bu ölçüt, ideolojik benzerlik ve yalnızlık
hâli ile birlikte, genelde politik düzeyde aşağıda sıralanan, ortak etkilere
yol açar:
a. Bu kesimlerin özel bir partide politik olarak
örgütlenmeleri çok zordur.
b. Bunlar çoğunlukla, politik düzlemde, devletin
diğer aygıtları üzerinden örgütlenirler ve ilgili gruplar bu yapıları kendi
politik temsilcisi olarak görürler. Küçük burjuvazi çoğunlukla devlete destek
sunan bir sınıftır. Burjuvaziyle kurduğu ittifak dolaylıdır, burada aracılığı
burjuvazinin çıkarlarına karşıt, kendi çıkarlarıyla uzlaşma hâlinde gördüğü
devlet formlarına sunulan destek sağlar.
c. Bu müşterek ideolojik ve politik etkiler esasta
“olağan” toplumsal koşullar olarak nitelendirebileceğimiz bir ortamda görülür.
Seçimlere sadakatle bağlı olan iki küçük burjuva kesimi çoğunlukla “demokratik
cumhuriyetçi düzen”in “barışçıl” sütunları olarak iş görür. Fakat ilgili
etkiler kriz durumlarında da belirli bir işlevselliğe sahiptir, zira iki grup
mevcut düzene karşı benzer yollardan başkaldırır.
d. Her iki grup politik düzlemde istikrarsız bir
niteliğe sahiptir. İki kesim de işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki kutuplaşma
koşullarında, konjonktüre göre ya burjuvaziden ya da işçi sınıfından yana saf
tutar ve iki sınıf arasında “salınıp durur”.
Farklı ekonomik konumlara sahip olsalar da bu
gruplar aynı sınıfın, küçük burjuvazinin birer parçası olarak görülebilir. Her
iki kesim de ideolojik ve politik ilişkiler düzleminde farklı ekonomik
konumların yol açtığı benzer etkilere tabidir.
Bu noktada bazı açıklamalar yapmak gerekmektedir:
1. Eğer bu iki grup aynı sınıfa aitse, ekonomik
konumları arasındaki ayrım da bir ölçüde hükmünü yitirir. Küçük burjuvazi
sınıfsal fraksiyonlara bölünmüştür. Bu, önemli sonuçlara yol açabilecek bir
gerçekliktir: her ne kadar küçük burjuvazi bir bütün olarak temelde belirli bir
konjonktürde müşterek bir konuma sahip olsa da (ki faşizm bu konuda iyi bir
örnektir) farklı fraksiyonların konumlarının değişmesi de büyük bir
olasılıktır.
Bu konum değişiklikleri sebebiyle bir fraksiyon
ters yöne kayar. Deneyimin de gösterdiği üzere, müşterek bir politik konum
genelde sınıflar mücadelesinin “olağan” konjonktürlerinde veya faşizm örneğinde
görüldüğü biçimiyle, işçi sınıfının savunmada olduğu derin politik krizin hüküm
sürdüğü konjonktürlerde temin edilir. Konum değişikliği her şeyden önce,
1919-1921 arası dönemde Almanya ve İtalya’da görüldüğü biçimiyle, işçi
sınıfının savunmada olduğu politik kriz dönemlerinde veya devrimci
konjonktürlerde açığa çıkar. Yoksa küçük burjuvazinin işlevsel olduğu
koşullarda iki grup genelde müşterek bir politik konumda bulunurlar.[6]
2. Uzun vadede küçük burjuvazinin kendisine ait
bir sınıfsal konuma sahip olmaması, onun kendisini teşkil edip sahici bir
toplumsal gücün parçası olarak rol oynamasına mani olmaz: faşizm bu noktada
önemli bir örnektir; tüm bu türden vakalar oldukça özel konjonktürlere denk
düşerler. Bu tür durumlarda küçük burjuvazi, uzun vadece ve son tahlilde
burjuvazinin veya işçi sınıfının oyununu oynasa bile yine de özel bir politik
ağırlığa sahip olarak nispeten özerk bir tarzda politik sahneye girer.
Bu, gerçekten de ciddi bir sorundur: Pratikte
Komintern’in faşizm olgusunu yanlış anlamasının sebeplerinden birisi öncelikle
küçük burjuvazinin otantik, sahici bir toplumsal güç olarak hareket
edebileceğini görmek istememesidir. Komintern, faşizmin küçük burjuvaziyle
ilişkisini kısa sürede görmüş ama küçük burjuvaziyi “büyük sermaye”nin peşinden
giden, sadece sürece katkı sunan bir güç (faşist parti = büyük sermayenin
kiralık “ajanı”) olarak değerlendirmiştir. Faşizmin küçük burjuvaziyle
ilişkisini gerçek manada doğru anlayan bir tek Gramsci ve Troçki olmuştur.[7]
Bu iki ismin aldığı konum, Komintern tarafından mahkûm edilmiş ve ikili sosyal
demokratların olduğu çuvala atılmıştır. Komintern açısından sosyal demokratlar,
küçük burjuvazinin uzun vadeli bir sınıfsal konumu olan “üçüncü bir güç”
olduğunu düşünmektedir ve faşizme dair bu yanlış kavrayış faşizmi “küçük
burjuvazinin diktatörlüğü” olarak ele almaktadır.[8]
3. Son olarak burada küçük
burjuvazinin mevcut fiili sınıfsal kurulumunda ideolojinin önemi üzerinde
durmak gerekmektedir. Ekonomik konumlarına (birinde “geçici” diğerinde çalışan
statüsüne dayalı konumlarına) bağlı olarak hayallere ve vesveselere tabi olan
farklı “fraksiyon”ları birleştirmede ideolojinin oynadığı rolden ayrı olarak,
ideoloji önemli ve ağırlıklı bir rol oynar: küçük burjuvazi kendi harcını
meydana getiren ideolojinin kendisinden beslenir. Bilhassa İtalya’da bu sınıf
faşizmin en önemli “ekonomik mağdurlar”ından birisidir. Faşizm, küçük
burjuvazinin kanını emmiş ama onu kitlesel düzeyde, sonuna kadar desteklemiş,
üstelik bunu ideolojik gerekçelerle yapmıştır. Dolayısıyla buradan da
görüleceği üzere, faşizmin “iç çelişkiler”inden ötürü çökeceğini, küçük
burjuvazinin faşizmin kendi ekonomik çıkarlarına zarar verdiğini görüp,
kitlesel olarak ona sırt çevireceğini umup duran Komintern büyük ölçüde
hatalıdır.
Nicos
Poulantzas
[Kaynak:
Fascism and Dictatorship: The Third
International and the Problem of Fascism, Verso, 1979, s. 237-247]
Dipnotlar
[1]. Political
Power and Social Classes, s. 57-93. Bu kitapta da toplumsal sınıfların
“saf” bir üretim tarzı dâhilinde bile olsa tespit edilmesi meselesinin ekonomik
olanın, politik olanın ve ideolojinin müdahalesini içerdiğini göstermeye
çalışmıştım.
[2] Bkz. s. 118.
[3] Bkz. Marx, Capital,
cilt. I, s. 331-2, cilt. II, s. 133-5 vs.
[4] Almanya Komünist Partisi 1928 tarihli Die Internationale’de rakamları
yayınladı. Proletarya kategorisinde üç milyon “alt düzey” beyaz yakalı işçi,
1,5 milyon “alt düzey” memur bulunuyor. (Aktaran: W. Reich, The Mass Psychology of Fascism, New
York, 1946). Proletaryanın bu ilgili kısmı kimi sürprizler de içeriyor. AKP’nin
“aşırı solculuğu” “ücretli sınıf” mitinin tuzağına düşmekten kurtulamıyor.
[5] 1964’ta yapılan bir INSEE anketinde (Etudes et Conjonctures, Sayı. 2, 1967)
verilen rakamlara bakılırsa beyaz yakalı işçilerin erkek çocuklarının sadece
yüzde 14,9’u babalarıyla aynı işe gidiyorken ehil işçilerin oğullarında bu oran
yüzde 39,7. Burjuva ailelerde ve meslek sahibi ailelerde bu oran daha yüksek.
Beyaz yakalı işçilerin oğullarının yüzde 38’i beden işçisi olmuş, yüzde 28’i
yönetim veya başka meslek alanlarında çalışmaya başlamış.
[6] “Geleneksel küçük burjuvazi geçici bir gruptur
ve olağan konjonktürlerde yeni küçük burjuvaziye kıyasla sağcı aşırıcı
hareketlerin etkisine daha fazla girer: Örneğin ABD’de McCarthy’cilik,
Fransa’da Pouiad’cılık. (Bkz. W. Komhauser, The
Politics of Mass Society, 1965, s. 201 ve sonrası.) Küçük burjuvazi
içerisindeki politik ayrımlar belirtilen “ekonomik” ayrımlarla elbette aynı
değildir.
[7] Faşizmin büyük sermayenin çıkarlarını temsil
ettiğini söylese de Troçki faşizmin temelde küçük burjuva akımların programı
olduğunu ısrarla dile getirir. Her şeyden öte bu olgu burjuva toplumun kaderi
adına halk içerisindeki küçük burjuva kitlelerin kendi kaderini tayin hakkı
denilen o muazzam ve belirleyici önemine işaret eder. (The Struggle against Fascism, a.g.e.,
s. 280-1.) Gramsci ise faşizmin sermayenin ve toprak ağalarının hizmetçisi
olduğunu söylerken (1921’de) herkesten önce faşizmin aynı zamanda “küçük
burjuvazinin nihai anlamda, politik düzlemde bedenlenmesi” olduğunu iddia eder.
[8] Haziran 1923 tarihli Komintern Yürütme Kurulu
Toplantısında faşizmle ilgili olarak yürütülen tartışmada esas olarak faşizmin
küçük burjuvaziyle ilişkisi üzerinde durulmuş, ama sonrasında onun büyük
sermayenin basit bir “uzantısı” olduğu söylenmiştir. Genel kurul Alman KP’sinin
önerisini karara bağlamış, bu karar 18 Mayıs 1923’te Die Rote Fahne’de yayınlanmış, bu karara göre faşizm iki kanada
ayrılmıştır: bir kanat “sermayeye satılmış bir kesim”i ifade etmekte, diğerleri
ise “kandırılmış küçük burjuva milliyetçiler” olarak nitelendirilmiştir. Radek
ve Clara Zetkin o dönemde benzer analizler yapmıştır. Ancak özellikle altıncı
kongre (1928) sonrasında faşizmin küçük burjuvaziyle ilişkisi her şeyin üzerine
çıkartılmış, böylelikle sosyal demokrat üçüncü güç anlayışı ile mücadele için
belirli bir teşkil edilmeye çalışılmış, buradan da sosyal demokrat tez
Troçki’nin analizleriyle birleştirilmiştir. Komintern’in on üçüncü genel
kurulunda Wilhelm Pieck şunları söylemiştir: “Sol Avusturya sosyal demokrasisi
faşist diktatörlük teorisini ‘küçük burjuvazinin diktatörlüğü’ anlayışı üzerine
kurmuştur. Troçki ise faşizmi küçük burjuva karşı-devrim olarak nitelemiştir.
(Aktaran: Der Faschismus in Deutschland,
a.g.e.). Bunun dışında ilgili konum
faşizmin “en gerici” tekelci sermayeyle kurduğu “özel” ilişkiye vurgu yapılan
yedinci kongrede de pek değişmemiştir. Örneğin Togliatti’nin 1934’te yazdığı Lezioni sul fascismo’daki konumuna
bakılabilir. Dördüncü kongreye sunduğu, faşizmle ilgili raporu Bordiga eliyle
yumuşatılmış olsa da Togliatti Gramsci’nin konumunu benimsemiştir.
0 Yorum:
Yorum Gönder