17 Ekim 2015

,

Hız


Ed-dünya cîfetün, tâlibühâ kilâbün.
[Hz. Muhammed]

 

Bir futbol yorumcusu, ihtisas alanını korumak adına, basketbol terimlerinin futbolda kullanılmamasını istiyor. Ama UEFA ve FIFA, endüstrinin gerekleri üzerinden, futbolun daha hızlı oynanmasını, daha fazla gol atılmasını istiyor. Kuralları buna göre değiştiriyor.

Geçenlerde bir eski futbolcu, şimdilerin yorumcusu, ceza sahası içinde basit bir faul yapmanın cezasının kırmızı kart ve penaltı olmasına itiraz ediyor. Bu şekilde herkesin cezalandırıldığını söylüyor. Patronların futbolun hızlanmasını, sonuç odaklı olmasını istediğini o da görmüyor.

Akademi ve siyaset alanı da sonuç odaklı. Çözümler bir bir sıralanıyor. Zamana tahammül kalmıyor. Derhal, anlık öneriler ardı ardına sıralanıyor. Herkese bu hıza yetişememe korkusu sirayet ediyor. Korku tüketim dünyasının alışkanlığı oluyor.

Politik konularda futbola atıfta bulunmak vaka-ı adiyedendir. Bu alışkanlık doksanlara ait biraz da. İşlerin hızlanmaya başladığı aşamada futbol ve politika yan yana, eşdüzleme geliyor, öyle algılanıyor. “Zaten proletaryanın oyunu” deniliyor. Kimi eski solcular futbol yazarı, yorumcusu olarak köşe kapıyor.

Bugün futbolda basketbol terimlerinin kullanılması da iki sporun yan yana, eşdüzleme gelmesiyle alakalı. İşlerin hızlı ilerlemesini isteyenler, basketbolun futbola nüfuz etmesine ses etmiyorlar. Nüfuz, sonuçta basketbol terimlerinin yeşil sahadaki nüfusunu artırıyor. Kelimeler gidişatı ele veriyor.

Yarışta, hız dâhilinde ülke de önce Avrupa ülkeleriyle yan yana, eşdüzleme geliyor. Avrupa kapısına bağlanıldığı gün patlatılan havai fişekler bugün devrimcilerin elinde patlıyor. Devrimciler, hızla, kişisel hazla, vasıflarla övünmeyi öğreniyorlar. “Sevişmeyi bilmedikleri için böyleler” diyorlar. Kişidışı, tarihsel-toplumsal analizlerin yerini birey-merkezli gevişler alıyor.

Eşdüzleme gelindiği noktada ülkeye “dur hele, senin Ortadoğu’da yapacakların var” deniliyor. Eğik düzlemde ülke, Suriye’ye kendi iç nifakını, kirini, kanını ve nefretini akıtıyor. İslamcılık ve Kürd oraya kayıyor. Ülkenin bu savunma hâli baştaki isimle örtbas ediliyor. Ona kızılıyor. Kızılsın. Ama kayış ve eğimin sonuçlarına zerre bakılmıyor.

Sonra sanki kimilerine göre “paranoid-şizofren”, kimilerine göre “küstah-köle”, bir sabah rüyasında “başkan” olduğunu görüyor. Böyle zannediliyor. Başka ülkelerle eşdüzleme geldiğini zanneden ülke hıza örgütleniyor. O zan, uzun bir cüsse buluyor kendisine, bir bitirim delikanlı yürüyüşü, hotzot bir eda giyiyor üzerine. Herkes ona bakarken, o bakışları örgütlemenin sevinciyle, efendilerin hızını gizliyor. Misal, silah, bugün ulaştığı hızla övünüyor her fırsatta.

Parti başkanı, o dakika “ülkede bazı işlerin hızlı yapılması lazım. Bu nedenle başkanlık sistemi şart” diyor. Kürd, “ama bu başkanlık sistemi Türk tipi olacak.” lafına içerliyor. Özelde konuşulduğunda Kürd, “başkanlık sistemi daha demokratik, biz onaylarız.” diyor. Bu hızın kendisini rahatlatacağını, kendisinden kaynaklandığını ve kendisiyle mümkün olduğunu zannediyor. Zan mizah, hızlı cevap verme, hızlı hamle gömleğini giyip demirden bir taş niyetine siyaset alanının orta yerine düşüveriyor.

Demokrasi, zaman meselesi. İşlerin hızıyla, biçimiyle değil, niteliğiyle ilgili bir dönüşüme dair. Yani bir işin yapılabilmesi için meclisin, kurulun, kolektif herhangi bir yapının oluşturulması, yetki kazanması, tartışması, uzlaşması epey zaman alıyor. Dolayısıyla işlerin hızlı yapılmasıyla alakalı olan başkanlığın demokrasiyle bir alakası bulunmuyor. Yani başkanlık için zaten Kürd’ün çözülmesi gerekiyor. Burada Kürd ile batı solu eşdüzleme geliveriyor. İşlerin hızlanması bunu gerektiriyor.

Sezai Temelli’nin ekonomik programı da bu nedenle “inovasyon”a dayanıyor. İnovasyon da işlerin hızlı yapılması meselesi. CHP ise emperyal kapitalizme tren veya karayolu olmayı öneriyor. Ekonomi-politik, ekonominin hızıyla politik yapıların çözülmesi bilimi.

Zımnî başkan, “hız tutkusu”nun, daha doğrusu, yarışta yer bulma hevesinin kurbanı oluyor, bindiği dalları birer birer kesiyor. O hızla çok para kazandırdığı kişiler bu zımnî başkanı önlerinde bir engel, üstlerinde bir yük olarak görmeye başlıyor. Sonra da günahtan arınma törenleri başlıyor. İnternet âlemi kurban yerine dönüyor. Kapitalist ilişkiler içerisinde biriken tüm kir onda temizleniyor, ellerdeki kan onun üzerine siliniyor. O bunu gerçekte, fiilen yapıyor.

“Masum değiliz hiçbirimiz” diyor Sezen Aksu. Müziği hıza, kalıplaşmış ezgilere mahkûm eden Aksu, itiraf ediyor. Masumiyet yarışında öfke kabarıyor. Zımnî başkana zımnen olur verenler, şimdi onu uluslararası mahkeme önüne çıkartmadan yüreklerinin soğumayacağını söylüyor. O ise dünyanın beşten büyük olduğunu söyleyerek, fukara halkları kandıracağını zannediyor. O da biliyor beşin dünya olduğunu, kendisinin de o dünyaya taptığını, ona tâlib olduğunu.

Eren Balkır
16 Ekim 2015

0 Yorum: