22 Ekim 2015

,

Kepenek


Bir örgüt şefi, “afiş yapmak salaklık, artık Twitter var” diyorsa, solun bir damarı kopmuştur. Ve Mao’nun “bu revizyonistler, sebeple sonucu birbirine karıştırıyorlar” sözü doğru ise şunu söylemek mümkündür: “Sebep ve sonucun yeri revizyonizm için değiştirilmektedir.”

Doksanlar “gidin türkülerinizi köyünüzde söyleyin” diyen Cem Özer’se, iki binler “benim oyum çobanın oyuyla bir olamaz” diyen Aysun Kayacı’dır.

Bugün Twitter ve tüm sosyal âlemde solun kullandığı dil, bundan başka bir cümle kurmuyor. Meseleleri şahsileştiren, muarrızlarını şahsî eksik ve zaafları üzerinden aşağılayan bir zihniyet pompalanıyor. Hepsi de belirli özel bireylerin belirli özel yaşam koşullarının dile gelmiş hâlleridir.

Esasen burada küçük burjuvazi, kendisini ak’lıyor. Sonuçta “politika kirdir” denilecek, ondan da arınmanın yollarına bakılacaktır. Bakılmaktadır. Sonuçta “politika özel insanların işidir” denilecek, kitleler politik mekanizmalardan uzak tutulacak, o özel insanlara kul edileceklerdir. Edilmektedir.

İki binler, biraz da “selamünaleyküm değil, merhaba diyeceksin” diyen Bekir Coşkun’dur. Tüm bu yaklaşım, sola nüfuz etmiştir. Devletten kaçıp burjuvazinin eteğine yapışınca “devrimci” olunduğu düşünülüyor. O eteği çekiştirince kucağa alınacağını beklemekse, çaresizliktir.

* * *

Hz. İsa’ya sorarlar: “Ölüyü diriltmekten daha zor olan nedir?” O da şu cevabı verir: “Anlamayana anlatmak.”

Hele ki suyun üzerinde yürüyen İsa karikatürünü kendi dünyasına ait bir gösteren olarak anlayana laf anlatmak daha zordur. Aysun Kayacılığın hüküm sürdüğü koşullarda laf da anlam ve önemini yitiriyor. Çobana küfredenler, kimin kepeneği altına sığındıklarını anlamıyorlar.

Anlam yitiminde sebep ve sonucun yer değiştirmesi de kaçınılmazdır. Marx’ın baş aşağı çevirdiği husus budur: burjuva kalıntısı tüm ideolojik birikimin sebep gördüğünü sonuç, sonuç gördüğünü sebep olarak tespit eden Marx’ın burjuvazi adına baş aşağı çevrildiği bir dönemdir bu.

“Bu zamana kadar yapılan devrimler, bir azınlığın yerini başkasının almasından ibaretti, bizimkinde hüküm çoğunlukta olacaktır” diyen birine bu âlemde yer yoktur. Hele ki çobanı aşağılayanın eskinin esnaf-zanaatkâr ideolojisine kaçıp sığınması kaçınılmazdır. O, esnaflıkla zamana, zanaatkârlıkla mekâna sahip olduğunu zannetmeye devam edecektir.

Dolayısıyla Nijerya’da katledilen kadınlarla ilgili çizdiği karikatürde o kadınlara, “eyvah sosyal yardımlarımız gitti” dedirterek, onlarla dalga geçen bir dergiye sahip çıkılacaktır. Dinden ve milletten gayrı başka herhangi bir silâhı olmayan kişi öfkelenince de ona “sus, ifade özgürlüğü var” denilecektir.

Fransa’da mevcut düzen içerisinde varolan imkânlarına ve üstünlüklerine sımsıkı sarılan orta sınıfların hassasiyetlerini kaşıyan ideolojik müdahalelerde devletin parmağını bulmak zorunludur. O parmak, bugün herkesi hizaya çekmektedir. O hiza, gerektiğinde devletin, gerektiğinde burjuvazinin hizasıdır.

* * *

Derginin adı Charlie Hebdo’dur. Kürd olduğunu öğrenene dek Aylan ile ilgili tek laf etmeyenlere bu dergiye sahip çıkmak düşmüştür. Dergi, devrimin Kobanê’sinden Avrupa’ya kaçmış bir ailenin evladıyla dalga geçmiş, çocuğun babası “o karikatürler bizi yaraladı” demiş, ama solcularımız, o karikatürlere burjuva ilerlemeciliği adına sahip çıkmışlardır. Acı olan, o babanın acısına yoldaş olamamaktır.

Acı olan, orta sınıfa seslenen bir derginin bu denli destek bulabiliyor olmasıdır. “Bak, oranın milliyetçisini, dincisini de eleştiriyor” diye çocukça bir savunu içine girmenin anlamı yoktur. Din ve millet dışı bir sol vardır ve bu, solun burjuvazinin/devletin ajanı olmasına asla mani değildir. Ortadoğu’ya düşen bombaların üzerinde solcu partilerin imzaları kazılıdır.

Derginin karikatürleri birer sonuçtur. Aslolan, neden çizildiğidir. Bu yönde bir fikir yoksa tek yapılan, orta sınıflar lehine ideolojik savunu ve tahkimattır. Çizilen bir karikatürde örtük olarak ifade edildiği biçimiyle, Aylan’ın içi geçmiş küçük burjuvaların “kıymetli” dünyasına girmek için bir yarış verdiğini düşünmekse tek kelimeyle alçaklıktır. Ayrıca “göçmenler hoş geldiniz!” diyenleri “ulan siz de küçük burjuvasınız, bu göçmenleri çıkarınız için kullanacaksınız” diyerek eleştirmek, sadece derginin niyetini ifşa etmektedir.

Toplamda bu karikatürler, göçmenlerle ilgili önlemlere, Macaristan’da atılan tekmeye, Erdoğan Türkiye’sine verilen imtiyazlara dâhildir, onlar içindir. Bunları görmeden-anlamadan “solcu” diye dergiye sahip çıkmaksa tam anlamıyla cahilliktir. Kendi küçük burjuva siyasetini aklamak, yaldızlamak için ölü bir çocuğun n’aşından istifade etmenin daha ağır ifadelere muhtaç olduğu açıktır.

* * *

Devlet ve burjuvazi, dişine uygun solcuya, Müslüman’a ve Kürd’e siyaset izni vermek demektir. Bunlar arasındaki rekabet ve cedel, sadece onların işine yarayacaktır. Kavganın “devlete karşı devrim” gibi bir ayıracı yoksa kıymetsizdir. Komünistin mecliste Merve Kavakçı’ya bağıran Ecevit’ten farklı bir fikri olmalıdır. Yoksa, birkaç yıl sonra mapushanelere saldırıp devrimcileri katleden Ecevit’e yoldaş olmamak için bir sebep de kalmayacaktır. İdeolojiyle bir şeylere sebep olacaklarını zannedenlerin olası sonuçları kestirdikleri kesindir. Dolayısıyla o ideolojinin sebebini sorgulamak da meşrudur.

Althusser okuyan gençler gelirler, “hocam yeter eleştirdiğin. Ayrıl artık FKP’den, parti kuralım” derler. Althusser, devletin ideolojik aygıtlarını muhtemelen bu gelişme üzerine parti meselesini içerecek şekilde genişletmiştir. Althusser’den bu yana baktığımızda, bırakalım Sosyalist Parti’yi, FKP bile devlettir. O devlet emretmiştir, II. Dünya Savaşı ve Direniş sonrası iktidar avuçlarının arasında iken onu küçük burjuvaların (makilerin) eline teslim edilmesini. Bugün bırakalım verilen emirleri sorgulamayı, süreçte devlet bile görülmemektedir.

Bu solcuların öykündükleri, kafalarının gerisinde hep diri tuttukları Avrupa solu iktidara geldiğinde ilk iş olarak işçi sınıfına saldırmıştır. Bu sol-sosyal demokrat partiler, ilkin sendikalarla masaya otururlar. Sendikalara şu denilir: “Ben, işçilerin elindeki belli imkânları alacağım.” Sendikalar da cevaben, “benim aidat, fon gibi kaynaklarıma dokunma, ne yaparsan yap.”

İşte bu sendika, devlettir. Bu sendika, göçmen politikalarına ses etmeyecek, onlarla ilgili karikatürler çizecek, kendi bürokrasisini ve orta sınıfların ruhunu okşayan sözler sarf edecek, bazen de emperyalist politikalara onay verecektir. Gözü oralarda olanın, burada olan bitene küfretmesi tabii ki doğaldır.

* * *

Bugün sebep-sonucun yer değiştirmesi kadar, ayrımlar ve ayıraçlar da hükmünü yitirmiştir. Dolayısıyla her gördüğü sakallıyı “dede!” diye kucaklamak, ana politik yönelim hâline gelmiştir. Halkın belirli kısmını horgören ve ezen her yaklaşımda devletin parmağını aramak şarttır. Al ve ak trollerin arabasına binmemek, devrimci politik bir tutumdur.

Eren Balkır
22 Ekim 2015

0 Yorum: