26 Ekim 2015

,

Prototip


“Param var, bu garson bana layıkıyla hizmet etmek zorunda.” Bu düsturla gündelik hayatta çokça karşılaşmışızdır. Tüketimci zihniyetin ürünü olan bu sözün, Gezi sonrası dönemin ana birleştirici söylemi olduğunu görmek gerekiyor.

Gezi’de öne çıkan üç dinamik, aynı tepki ve öfkeyle harekete geçer. Garson olarak gördüğü Tayyip’i istemeyenler, AKP’yi istemeyenler ve devleti istemeyenler. Ölüm sonrası kanın kalpte toplanması gibi, bugün tüm öfke, ilk tepkiye yoğunlaşmıştır. Üç tepki de aynı düzlemde yan yana gelip kol kola girmiştir. Buradaki birlik hâlinde devleti arayıp bulmak şarttır. Tüketimin ideolojisi devleti işaret etmeye mecburdur.

“Hırsız” diye bağırmak da bu açıdan sorgulanmalıdır. Hırsız varsa bir dükkân veya bir ev, aynı zamanda o dükkânın veya evin sahibi vardır. “Hırsız” diye bağırmak, bizi o dükkânın veya evin sahibiyle birleştirecektir. O dükkânın hangi Ermeni veya Rum’dan gasp edildiği, o evin kimlerin mezarları üzerine inşa edildiği, unutulacaktır. Devletin birliği-bütünlüğü nisyana mecburdur.

Sosyal âlemde bilhassa Ankara katliamı sonrası dile dökülen söylemi de sorgulamak şarttır. “Devlet, polis gereken önlemleri almadı” cümlesi, birkaç gün önce Dilek Doğan’ı katletmiştir. Davutoğlu’nun ağzından çıktığı biçimiyle, “önlem noktasında hatalı bir uygulama yapılmış olabilir”, ama bu hata, sosyal âlemde “devlet önlem alsın” yaygarası kopartanlar nezdinde telafi edilebilecek bir hatadır. Onlar da devletle aynı rahatın, konforun, masumiyetin, biricikliğin dünyasından konuşmaktadır.

Demek ki bombalar, mermiler bu birlik düsturu, mitosu içindir. O, rahat, konfor, masumiyet ve biricikliğin dışavurumudur. Devlet yeniden inşa sürecinde bu kaosu kendi bildiği gibi, çıkarına göre yönetmektir, yönetmektedir.

Dükkânın veya evin sabitliğinden, merkezîliğinden dünyaya bakanlar, yanılmaya, devletin yanına koşmaya mahkûmdurlar. Dava ortaktır, ortaklaşmalıdır, ortak olan da dava hâline gelmelidir. Tüm bu kaos içerisinde pusulamız, ortada kalmış davamız, davayı canlı tutan bayrağımızdır. Ezilenlerin-sömürülenlerin devletle ilgili yanılsama içine düşmesine katkı sunmak, o pusulayı yitirmişliğimizin bir sonucudur.

* * *

Tek tek bireylerin nasıl bir araya geldiklerini sadece Amerikan düşünce kuruluşları, tekellerin fonladığı üniversiteler veya istihbarat kuruluşları sorgulamıyor. Sol siyaset de gerçeğine yabancılaşmış hâliyle, bu sorguya dâhil oluyor. Özellikle Gezi yanılsaması üzerinden, sokağa çıkan sekiz milyon, bir rakam olarak, lime lime ediliyor, analize tabi tutuluyor. Analizin ardındaki zihin, o zihindeki “öteki devlet” görülmüyor.

Kaba manada Bakunin, bir Rus. Avrupa-Rusya geriliminde Avrupa’nın istikrarsızlığı, parçalanması için çalışıyor. Birlikteliklerin niteliğinin bir önemi yok onun için. O nedenle “I. Enternasyonal’i geleceğin toplumunun özü-çekirdeği” olarak görüyor. Yani varolan birlikteliği derhal felsefî manada öze yerleştiriyor, kazığı oraya çakıyor. Bakunin, tüm çaresizliğimiz dâhilinde bugün bir güneş gibi parıldıyor. İpimizi o kazığa bağlıyoruz.

Engels ise şu cevabı veriyor: “I. Enternasyonal öz değil, prototiptir, ilk sunumdur.” Bu ayrım, Gezi şahsında da vücut buluyor. Oluşan forumları öz-çekirdek görenler, o forumları geleceğin AKP-CHP koalisyonu için ilk model olarak formüle eder hâle geliyorlar. Bu devletlû kurguya HDP’nin de katılmasını isteyenler, bu düzeye gelmiş olmayı zafer olarak değerlendiriyorlar. Bir yıl önce Orduevi’ne sığınan eylemcileri askerler koruduğunda, polise tepki geliştirdiğinde sevinenler, nedense aynı orduevinin Ankara’daki katliamdan saatler önce neden boşaltıldığını, alarma geçirildiğini sorgulamıyorlar.

Nedenle sonucun; özle biçimin yer değiştirmesi karşısında Engels’in I. Enternasyonal ile ilgili diğer bir değerlendirmesine de bakmak gerekiyor. Engels, “ilk Hristiyanları anlamak istiyorsanız, I. Enternasyonal’deki işçilere bakın” diyor. Böylece küçük burjuvaya has, her şeyi kendisinden başlatma iradesine neşter atıyor, o ilk sunumu tarihsel bir bağlama oturtuyor. Bizse ilk Müslümanlara küfredip öz olarak belirlediğimiz bugünkü birlikteliğimizi merkeze yerleştirmeyi maharet sayıyoruz.

Prototip olanı öze, merkeze yerleştirme, her şeyi oradan başlatma iradesi, devrimsiz bir irade olarak tecelli ediyor oysa. “Devlete karşı devrim” düsturu, devletin ideolojik birliğine-bütünlüğüne dâhil olma imkânını ortadan kaldırdığı için terk ediliyor. Devrim gereksizleşiyor, geçersizleşiyor, gerçeksizleşiyor.

Devletse sadece insanların birbirlerini öldürme imkânını tekeline alan boş gösteren, güç olarak görülüyor. Dolayısıyla, devlet sürekli öldürüyor, öldürme tekelinin sadece kendisinde olduğunu anımsatıyor. Bizse kendimizi masumiyet karinesi ile avutuyoruz. Masum hâlimizle o boş gösterene liberal bir yerden örgütleniyoruz.

Devlet, kendisine karşı olan her ihtimali bir araz, maraz, sakatlık, artık olarak kodlamak zorunda. Suriye, bunların çöplüğü. Yeni devlet oradan kuruluyor. Seviniyoruz. Bir, iri ve diri oluyoruz. Bugünkü devletle bir, iri ve diri olana kızıyoruz. Geleceğin devletinin bizim içimizde de yeniden organize olduğunu görmüyoruz. Buradaki temel ayıraç olarak devrim hükmünü yitiriyor, umursamıyoruz.

Şehidler, geleceğin toplumuna bugünden şahidlik ederler. O toplum, rüşeym hâlinde, kuvve olarak bugünde mevcuttur zira. O toplum, bugün bildiğimiz manada “toplum” da değildir. Kolektiftir, müşterektir. Tüm kavgada caridir, canlıdır, hükmünü yürütür. O nedenle şehidler ölmez. Kavgada, kavgayla cari, canlı ve hüküm sahibidirler.

Eren Balkır
26 Ekim 2015

0 Yorum: