03 Aralık 2014

,

Radva Aşur

Radva Aşur ölümle giriştiği mücadeleyi kaybetti. Mısırlı romancı, tüm cephelerde savaşmış bir isimdi. O direnişe, mücadeleye ve Filistin’e her daim sadık kalmış bir kişiydi. Tüm eseri bu ilkelere bağlıydı. Cenaze töreni, 1 Aralık günü Kahire’de gerçekleştirildi. Törene eşi Filistinli yazar Murid Barguti ve oğlu şair Tamim Barguti de katıldı. Granada Üçlemesi’nin yazarı, bu dünyayı Radva’dan Daha Ağır ismiyle, bu yıl içerisinde yayımlanan hatıratını tamamladıktan sonra terk etti.

Mısırlı aydınlar, Kahire Üniversitesi’ne çıkan köprünün yakınındaki Manyal mahallesindeki Selahaddin Camii’nde kılınan öğle namazı sonrası romancı Radva Aşur’u [1946-2014] uğurladılar. Merhume romancı, cenaze töreninin (Babel Luk’taki) Huda Şaravi Caddesi üzerinde bulunan evine birkaç adım ötedeki, Mısır devriminin kritik olaylarına ilk elden şahidi olduğu Tahrir Meydanı’nın ortasındaki Ömer Makram Camii’nde yapılmasını istemişti. Ancak meydanın kapalı oluşu, bunu imkânsızlaştırdı. Dolayısıyla aile, töreni başka bir camiye taşımak zorunda kaldı ve merhume aydının her daim bağımsızlığı için kavga verdiği Mısır kültürünün önemli bir sembolü kabul edilen üniversitenin yakınındaki bir camiyi seçti.

Aşur’a yakın insanlar, son üç yıldır ölümün yakın olduğunu biliyorlardı. Son kitabı Radva’dan Daha Ağır: Bir Biyografi’den Alıntılar’da (Darul Şoruk 2014) bile ölümü terbiye etmek ve onun hayata ait kimi görüntüleri hatırlatmak suretiyle ağırlığını hafifletmek için girişilen bir pratik gibiydi. Kitap Mısır’daki yenilginin ve değişim aldatmacasının belgelenmesini ve ABD hastanesinde kaldığı süre zarfında tuttuğu günlükleri içeriyordu. Her şeyden önce Aşur, Mısır devrimine ilişkin haberleri takip etmiş, hastalığının oğlu ve dostlarıyla birlikte Tahrir Meydanı’na gitmesine mani olmasına izin vermemişti. Kitap, aynı zamanda bir ifşaat alanıydı. Kocası Filistinli şair Murid Barguti ile arasındaki özel ilişki kitabın sayfalarında kendisine yer buluyordu. Barguti, altmışların ortasında, birlikte geçirdikleri üniversite günlerinden beri yanında olan bir isimdi.

Kahire’de doğan Aşur’un hayatı “kendini adamış aydın” olarak görülebilecek bir insan tipinin mükemmel bir örneğini veriyordu. O, vaaz vermeden, politik bağlılık içerisinde olma fikrini benimsemiş altmışlı yılların o son yazar kuşağına mensuptu. Radva Aşur, ayrıca Arap toplumlarının kendi özelliklerinin bilincinde olan bir Arapçılık anlayışına bağlıydı. Öte yandan da Filistin halkının meşru haklarının yeniden elde edilmesine dönük mücadele ve direnişe her daim sadık kalmış bir isimdi. Yazıları genelde bu ilkeleri yansıtıyor, onları kadınsılığa ve yazma sorumluluğuna farklı bir anlam katan edebî bir hayal oyunu formunda, yaratıcı bir biçimde sunuyordu.

Aşur’un akademik özgeçmişi, “bağlılık fikri”nin merkezîliğine işaret ediyor, sesi kesik kişilere dönük bir önyargı içeriyordu. Kahire Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı okuduktan sonra mastırını aynı üniversitede Karşılaştırmalı Edebiyat alanında yaptı. Ardından ABD’ye giderek Massachusetts Üniversitesi’nden doktora diplomasını aldı. Tezi Afro-Amerikan edebiyatı üzerineydi. Profesör olduğunda öğrencilerini Afrika edebiyatının marjinal isimlerini ve postkolonyal romanları okumaya teşvik etti, 1978’de Camp David Anlaşması’nın imzalanması sonrası kurucularından biri olduğu Ulusal Kültürün Savunulması Komitesi’nde mazlumların sesinin müdafisi oldu. O yıllarda Mısır solunun önemli isimlerinden biri olan Latife Zeyyat ile temas kurdu. Zeyyat, kökeni eski bir Mısırlı aileye dayanan Aşur üzerinde silinmez bir iz bıraktı.

1977’de Aşur ilk kitabını yayınladı. Edebiyat eleştirisi olan Öteki Obaya Uzanan Yol, Filistinli yazar Gassân Kenefani’nin eserlerini inceliyordu. 1987’de Cibran ve Blake İngilizce olarak basıldı. Bu eleştiri çalışması onun yüksek lisans teziydi ve Filistin davasına olan bağlılığının düzeyini gösteriyordu. Aynı zamanda kitap aynı departmanda Mısırlı romancı Ahdaf Suheyf ile birlikte öğrenci olan Barguti ile evliliğine olan bağlılığının derinliğini de yansıtıyordu.

Kasım 1979’da cumhurbaşkanı Enver Sedat Filistinli kocasını Mısır’dan kovdu, ailesi bölündü. Bu olay, onun diasporayla ilgili belirli bir fikir geliştirmeye itti. Sonraki iki önemli çalışması Granada Üçlemesi ve Tanturalı Kadın bu konuyla ilgiliydi. Söz konusu romanlar, süregiden hafızanın işletilmesi için verilen mücadele dâhilinde, direniş temasına odaklanıyordu.

Aşur, her ne kadar Yolculuk: Mısırlı Bir Öğrencinin Amerika Hatıraları (1983) isimli, gezi edebiyatı üzerine önemli bir metin kaleme almışsa da, bu eser, sonraki romanları kadar rağbet görmedi. Müteakip romanlar, onun altmış kuşağı yazarlar arasındaki konumunu pekiştirdi. Bu dönemde Sıcak Taş, Hatice ve Savssen ve Sirac isimli üç roman yazdı. Bir de 1989 yılında Palmiyeleri Gördüm adı altında kısa hikâyeleri yayınlandı. Ardından 1994 tarihli Granada Üçlemesi geldi. Bu kitap, aynı yıl Kahire Uluslararası Kitap Fuarı’nda En İyi Kitap Ödülü’nü kazandı.

Son üç yıl içerisinde bu roman oldukça popüler oldu ve Mektebatul Usra tarafından yayınlandıktan sonra geniş bir okur kitlesine ulaştı. Kitap, en popüler Mısır romanlarından biri olmakla kalmadı, ayrıca korsanı en çok yapılan, yasadışı yollardan en çok çoğaltılan kitap oldu. Merhume yazar, kitabın büyülediği gençlerin eline geçmesi karşısında büyük bir sevinç duyduğunu söyledi. 1999-2012 arası dönemde Aşur dört roman yayınladı, bunların içerisinde en önemlisi Tanturalı Kadın’dı. Yazar, bu dönemde bir de kısa hikâyelerden oluşan bir toplama eser yayınladı.

Mısır devrimi gerçekleşmezden önce Aşur’un akademik çalışması, politik müdahaleden üniversitenin kurtarılmasını savunan akademisyenlerce kurulan 9 Mart Hareketi’ni desteklemeye odaklanmıştı. Bu deneyimini ayrıntılı bir biçimde Radva’dan Daha Ağır isimli hatıratında anlattı. Kitap, Mısır devrimindeki olaylar ve hastalığın güçlüklerine rağmen kaleme alınmıştı. Söz konusu kitap, anlatım yapısı itibarıyla önceki kitaplardan farklıydı. Kitap, Sadullah Vanus’un ölümünden önceki son günlerde kaleme aldığı yazılarına benziyordu. Bu dönemde Vanus için yazmak, ölümü terbiye etmek, onunla yüzleşmek ve hafızaya tutunmak için bir yol gibiydi.

Aşur’a göre yazmak, bir tür direniş mekanizmasıydı. O, Granada Üçlemesi ile Tanturalı Kadın’da faal benliğin gücünü azami sınırlarına ulaştırıyordu. İlk roman, Müslüman idaresinin yıkıldığı Granada’da geçiyordu. Üçleme, Ebu XII. Abdullah Muhammed’in Granada üzerindeki egemenliğinden feragat ettiği ve onu Castile ile Aragon kralına devrettiği anlaşmanın imzalandığı 1491’de başlıyordu. Kitap, dede Ebu Cafer’den en küçük torun Ali ile Meryema’ya kadar uzanan bir hikâyeyi anlatıyordu. Bu romanı ayrıksı kılan, tarihsel gerçeklere dayanan muhayyel bir anlatı yaratmış olmasıdır. Bu ailenin gündelik hayatı diğer karakterlerle birlikte kitapta dakikası dakikasına anlatılır. Hikâye, süreç içerisinde cennet kabul edilen, anlamı kaybolmuş, yerinin başka bir şey tarafından doldurulamadığı o “kayıp Endülüs”e uzanır. Yazar, bu aileyi bir bütün olarak Endülüs’ün bir sembolü olarak kullanır, ondaki çelişkileri ve çeşitliliği ifşa eder. Roman, Emin Maluf’un ifadesini kullanırsak, korkunun kendisini tüm açıklığı ile ifade ettiği o “ölümcül kimlikler”le ilgilidir.

Tanturalı Kadın romanında ise (kitabın adında Filistin’in Hayfa şehrinin güneyindeki sahilde bulunan Tantura Köyü’ne atıfta bulunulur), Aşur, 1948’de Siyonist çetelerce köyde gerçekleştirilen katliama odaklanarak, bir Filistinli mülteci kampındaki hayatın zalimliğini yeniden keşfeder. Ardından romanda aile köylerinden çıkartılır ve yaklaşık elli yıl Lübnan’da mülteci olarak yaşar. Okur, o köyden bir kadının, hikâyenin kahramanının hayatını gençliğinden yaşlılığına dek takip eder. Granada’da olduğu gibi bu roman da tarihsel gerçeklerle edebî yaratıcılığı birleştirerek, edebiyat eleştirisi üzerine kaleme aldığı o muhteşem kitaplarından birinde romancının yazarlar için kullandığı “hafıza avcıları”nın varlığını teyit eder. Aşur, bu hafıza avcılarından biriydi ve her zaman öyle kalacak.

Seyyid Mahmud

0 Yorum: