1950'li ve 70'li yıllar arası Müslüman dünyada güçlü
bir ideoloji modern İslamî entelektüelizmin sınırları dışına taşarak merkezî
siyaset sahnesinde yerini aldı. Ancak bu ideoloji, tek bir kaynaktan çıkmış
değildi. Kökleri, Güney ve Doğu Asya, Afrika ve muhtelif Ortadoğu (Arap)
ülkelerinden Müslüman mütefekkirlerin ve ideologların eserlerinde bulunabilir.
Ayrıca bir kez siyasi gruplar ve merkez siyasetin liderlerince benimsendikten
sonra farklı isimlerle anılır oldu. Ne var ki bugün bu isim ve terimlerin her
biri, tek bir tanımın şemsiyesi altına yerleşmiş durumda: İslamî sosyalizm.
Kökler ve Şecere
İslamî sosyalizmle ilişkilendirilen çeşitli fikirlerin
tam olarak hangi başlangıç noktası ya da noktalarından neşet ettiğini
belirlemek için verilen uğraşlar muhtelif. İslamî sosyalizmin diyalektik
tarihinin eleştirel bir derlemesini yapma hususunda uzmanlaşmış iki tarihçi ve
entelektüel, Sami A. Hanna ve Hanif Ramay'a göre, terimin ilk kullanımlarından
biri 19. yy sonları, 20. yy başlarında, Rusya'dadır.
Tataristan'da bir Müslüman çiftçi, köylü ve
küçük-burjuva hareketi Rus monarşisine karşı gelmiş ancak şiddetle
bastırılmıştı. Yirminci yüzyılın başlarında hareket yeraltına indi ve
Rusya'daki komünist, sosyalist ve sosyal demokrat güçlerle monarşiyi devirmek
üzere ittifaka girdi.
Veysî olarak anılmaya başlamış olan bu Müslüman
hareketinin liderleri, 1906'da Rus monarşisine karşı solcu bir devrim patlak
verdiğinde, kendilerini “İslamî Sosyalist” olarak adlandırıyorlardı.
Nihayet Rus monarşisini yıkıp ortadan kaldıran ve
ülkede bir komünist idare teşkil etme yolunda adımlar atan 1917 Ekim devrimi
sırasında Veysî hareketi Bolşeviklerin safında yer aldı ve devrimci lider
Lenin'in sosyalist program ve politikalarını benimsedi.
Gelgelelim Lenin'in 1924'teki ölümünden sonra Veysî
hareketi, Tataristan'daki Müslüman toplumun ve onun sosyalizminin Bolşevik
Rusya'dan ve onun komünizminden ayrı bir varlık olduğunu dillendirmeye başladı.
Kendi komünlerini kurmuş bulunan hareket, Stalin'in 1930'lardaki siyasi tasfiye
dalgasının kurbanı oldu ve tarihe karıştı.
1917'den sonra ateizmin bir resmi inanç hâline geldiği
bir ülkede Veysî hareketinin kendi sosyalizmini nasıl tanımladığından emin
olmak mümkün değil. İslamî sosyalizme tutarlı ve doktriner bir biçim
kazandırmak ise en nihayetinde Güney Asya ve Ortadoğu'daki bir grup etkili
mütefekkir ve ideologa düştü.
(Sialkot'ta Sih bir ailede doğan ancak sonradan
İslam'a ihtida eden) İslam âlimi Ubeydullah Sindhi, Hindistan'daki İngiliz
varlığına karşı propaganda faaliyeti ile uğraşıyordu. Birinci Dünya Savaşı
sırasında yetkililerin takibine uğrayan Sindhi, Kabil'e kaçtı ve Kabil'den 1917
Ekim Devrimi’ni oluş hâlinde müşahede ettiği Rusya'ya seyahat etti.
1923'e kadar Rusya'da kaldı ve zamanının çoğunu
komünist devrimcilerle siyasi ve ideolojik tartışmalar yapmak ve sosyalizm
tedris etmekle geçirdi. Devrimin en yoğun günlerinde eşitlik ve adalet
şiarlarından etkilenmekle beraber Sindhi, bir Sünni Müslüman olarak
komünizmi/Marx'ın ateizm vurgusunu reddediyordu.
Sindhi, Rusya'dan Türkiye'ye geldi ve İstanbul'da
özellikle Hintli Müslümanlara hitaben bir dizi yazı kaleme alarak kendi İslamî
sosyalizm düşüncesini şekillendirmeye başladı.
Müslümanlara komünizmin de hedeflediği ancak tam
olarak ulaşamadığı iktisadî adalete ulaşmak üzere teşekkül edecek bir dinî
zeminin tekâmülünü sağlamaları yönünde telkinlerde bulunuyordu.
Bunları söylemekteki maksadı, İslamî ve komünist
iktisat anlayışlarının servetin adil dağılımına yönelik vurguları bakımından
benzer olduklarını düşünse de sosyalizmin, daha ruhani bir boyutu içermesi
durumunda, köylü ve işçi sınıflarının ateist komünizme nazaran daha hayrına
olacağına inanmasıydı.
Aynı dönemde (1920'ler-30'lar) henüz bölünmemiş
bulunan Hindistan'da (daha az bilinen) başka bir İslam âlimi, 1917 devrimine ve
Marksizme âdeta meftun olmuştu.
Hafız Rahman Sihwarwl, İslam ve Marksizmin beş öğede
ortaklaştıklarını düşünüyordu: 1. Servetin ayrıcalıklı sınıfların elinde
birikmesinin yasaklanması; 2. Devletin toplumsal refahı garantileyecek biçimde
örgütlenmesi; 3. Bütün insanların fırsat eşitliğine kavuşması; 4. Şahsi
ayrıcalığa karşıt olarak kolektif toplumsal çıkarın önceliği; 5. Toplumsal
devrim yoluyla sınıflı toplumun kemikleşmesinin önüne geçilmesi.
Bu fikirleri, yaşam standartlarındaki farkları
minimize etmek üzere zenginlerin fazla miktarda ama gönüllü olarak vergi
(zekât) verdikleri bir iktisadî düzenin yaratılmasını öngördüğünü düşündüğü
Kuran'dan devşiriyordu.
Sihwarwl'un İslam ve komünizmin uyuşmadığına kanaat
getirdiği sahalar, İslam'ın kişisel mülkiyete belli sınırlar içinde verdiği
onay ve tamamen sınıfsız bir toplum hedeflemiyor oluşuydu. Ona göre İslam,
servetin belli ellerde birikmesinin önünü almasıyla, fırsat eşitliği temelinde
toplumun sınıflı yapısını denetim altında tutmaya kadirdi.
Temelde Sindhi ve Sihwarwl, İslamî sosyal demokrat bir
refah devleti fikrinde buluşuyorlardı.
Denebilir ki Sindhi ve Sihwarwl'ın ilk düşüncelerini
tekâmül ettirenler, Güney Asya'nın iki coşkulu ve hitabeti kuvvetli İslam
Sosyalizmi muhibbi Gulam Ahmed Perviz ve Dr. Halife Abdul Hâkim'di. Perviz önde
gelen "Kur’an’cı"lardan biriydi; Müslümanların modern dünyada
ilerlemeleri için İslamî düşünce ve kanunların, Hadis’in külliyen reddine ve
Kur’an'ın modern bir yorumuna dayanmasını gerektiğini düşünen âlimlerdendi.
Sufizmi ve geleneksel İslamî metinleri etüt ettikten
sonra Perviz, neredeyse tüm Hadislerin İslam'ı hoşgörüsüz bir öğreti olarak
göstermeye niyetli olanların ve yine bu hadislerden tağutî yönetimlerine
meşruiyet kazandırmak yolunda istifade etmek isteyen halifelerin uydurması
olduğuna kanaat getirdi. Perviz, mezhebî kavgalarla zaman harcamak yerine çağın
bilimlerinin öğrenilmesi hususunda ısrarcıydı.
Bu gibi nedenlerden ötürü Perviz, anlaşılır bir
biçimde, muhafazakâr İslam âlimlerinin ve siyasi grupların hışmına uğradı.
Ancak bu durum ünlü Müslüman düşünür ve şair Muhammed
İkbal'i bu genç âlimle dost olmaktan ve onu gelecekte Pakistan'ı kuracak olan
Muhammed Ali Cinnah'a takdim etmekten alıkoymadı. Cinnah Perviz'i Tuluyi
İslam adında bir derginin editörlüğüne atadı. Dergi, müstakil bir Müslüman
devletin kurulmasının propagandasını yapmak ve ayrıca Cinnah'ın Tüm Hindistan
Müslümanlar Birliği adındaki örgütünün maruz kaldığı saldırılara cevap vermek
amacını güdüyordu. Bu saldırılar Birlik'i "sözde-Müslüman" bir örgüt
olmakla, Cinnah'ı ise aşırı derecede batıcı ve doğru İslamî tutumdan yoksun
olmakla suçlayan İslamcı partiler ve ulemadan geliyordu.
Kur’an'ı yorumlayan kitaplar yazmanın dışında Perviz, Tuluyi
İslam dergisi için Kur’an'a daha sosyalizan bir bakışın propagandasını
yapan makalelere imza atıyordu. Kur’an ayetlerinden güç alarak yazdığı bir dizi
yazıda İslam tarihinden olaylara ve Muhammed İkbal'in yazılarındaki irfandan
çıkardığı şu değerlendirmelere yer veriyordu: Din adamları ve muhafazakâr ulema
İslam'ı gasp etti. Onlar zenginler adına konuşurlar ve kapitalizmi övüp
dururlar. Sosyalizm Kur’an'ın mülke, adalete ve servetin dağılımına dair
naslarının uygulanması bakımından en iyi yoldur. İslam'ın ana misyonu
toplumdaki tüm adaletsizliklerin ve zulmün ortadan kaldırılmasıydı.
Sosyo-ekonomik bir hareketti o ve Hz. Peygamber Kureyşli tüccarların sömürüsüne
ve Bizans ve Pers bürokrasisinin zulmüne son vermeye gayret eden bir liderdi.
Kur’an'a göre Müslümanların üç temel sorumluluğu vardır: akıl yoluyla görmek,
duymak ve sezmek. Dolayısıyla gerçek bilgi ampirik olarak doğrulanabilir
gözleme dayanmalı ya da bilim aracılığıyla elde edilmelidir. Yoksulluk Allah'ın
bir cezasıdır ve bilimi ihmal edenler bu cezaya müstahaktır. Müslüman/İslamî
toplumlarda bilim, tarım reformunun olduğu gibi, sanayileşmiş bir iktisadın
gelişiminde temel önemdedir. Sosyalist yol, İslam'ın ortaçağda şeriat yoluyla
uğradığı bozulmanın tamiri anlamına gelir.
Perviz, 1947'de Pakistan'ın kurulmasıyla hükümette yer
aldı ancak Cinnah'ın 1948'de ölmesinin ardından makamından ayrıldığı 1956
yılına kadar pasif bir konumda tutuldu.
O tarihte İkbal'in İslam'a dair yazdıklarını ve
Kur’an'ı Güney Asya'da İslamî bir sosyalizm formüle etmek üzere kullanan bir
diğer âlim de Dr. Halife Abdul Hâkim'di. Bir filozof, yazar ve büyük bir
Muhammed İkbal hayranı olan Halife’nin İslamî sosyalizm namlı ideolojik alana
girmeye cüret edişi Gulam Perviz'den daha sonra oldu. İslam'ın, bilhassa da
Sufilik'in heveskâr bir öğrencisi olan Halife, Almanya'daki Heidelberg
Üniversitesi’nde doktora öğrenimini tamamladıktan sonra, İkbal'in felsefesi,
İslamî düşünce, Celâleddin Rumî üzerine çok sayıda kitap yazdı ve Bagavat
Gita'yı Urducaya çevirdi.
Pakistan'ın kuruluşundan sonra Halife, ciddi olarak
Marksizm ve onun Pakistan gibi genç bir “üçüncü dünya” ülkesi için ne anlam
ifade ettiği hakkında çalışmalar yapmaya başladı.
Birçok Müslüman sosyalist gibi Halife de İslamî
sosyalizmi birçok batı ülkesinde mevcut olan sosyal demokrat refah devletinin
manevi ve teistik olarak kavranışı biçiminde izah ediyordu. "İslam ve
Komünizm" adlı kitabında toprağın zenginliğin başlıca kaynağı olduğunu ve
buradan da Pakistan'daki tarım reformlarının ahlakî temelini teşkil ettiğini
yazar.
Gulam Ahmed Perviz hariç yukarıda ele alınan İslam
sosyalisti düşünürlerin çoğu her ne kadar Marksizm/sosyalizmi Kur’an
öğretilerine dayanarak ve ikisi arasındaki benzerlik ve farkları sıralayarak
derinlemesine ele almışlarsa da İslamî sosyalizmin ideolojik ve iktisadî
reçetesini verdiği toplumlarda inanç meselelerinde devletin ve hükümetin ne
oranda rol oynaması gerektiğine dair çok az kelam etmişlerdir.
Perviz, Kur’an'ın ve modern bilimsel düşüncenin akılcı
yorumlarından türetilmiş olan bir iktisada ve hukuka dayanan bir İslamî
sosyalist toplumun doğal olarak sorumlu, hukuka saygılı, eşitlikçi ve
aydınlanmış olacağını ve devletten ahlakî rehberlik talep etmeyeceğini
açıklıkla belirtmiştir.
Başka bir deyişle, İslamî sosyalist politikalar
vatandaşlarının kendi ahlakî tercihlerini yapabilecek kadar bilinçli olduğu ve
onların iktisadi çıkar ve ihtiyaçlarını gözetip onlara adalet dağıtan, ilerici
ve (tam olarak seküler değilse de) teokratik olmayan bir Müslüman devleti
garanti etmektedir.
Devletin akılcı ve modern Kur’an yorumlarını, bilhassa
mülkiyet hakkına, zekâta, adalete ve kadın haklarına dair ayetleri,
işlevselleştireceği iki esas alan (iktisat ve hukuk -ç.n.) bunlardır.
Ortadoğu'da İslamî sosyalizm, İsrail'in (1948'de)
kurulması ve binlerce Filistinlinin bölgeden tehcir edilmesiyle ilgili olarak
daha milli ve devrimci bir fikir olarak ortaya çıktı.
Suriyeli Hıristiyan bir filozof ve Arap milliyetçisi
olan Mişel Eflak, İslamî sosyalizmin kendini Arap ve Baas sosyalizmi olarak
açığa vuran Ortadoğu versiyonunun yaratıcısı olarak anılır.
Arap Hristiyan bir aileye doğan Eflak, yüksekokul ve
üniversite yıllarında komünist olur ama komünistlerden koparak genç Suriyeli
Selahaddin Bitar ile birlikte radikal ve yeni bir milliyetçi felsefe formüle
eder.
Dünya genelinde Arap halklarının ekonomik ve politik
çöküşünü inceledikten sonra Eflak ve Bitar, birleşik Arap devletinin kurulması
fikrini savunur.
Bu amaçla Arap milliyetçiliğine sosyalist ekonomik
fikirlerini, ilerici bir kültürel ve toplumsal bakış açısını ekler. Diğer
yandan da “Kur’an’ın devrimci ruhu”na atıfta bulunarak, İslam üzerine yeni bir
çalışma ortaya koyarlar. Burada amaç devletin meselelerinden (örgütlü bir inanç
olarak) İslam’ı ayırarak adaletsizliğe ve eşitsizliğe karşı koymaktır.
Eflak ve Bitar, bunun Arap dünyasında bir rönesansa
yol açacağı iddiasındadır ve bu dünyayı ekonomik, politik bir güce sahip
kılacaktır.
İkilnin rönesans (Arapça “Baas”) kelimesine yaptıkları
vurgu “Baas sosyalizmi”nin doğuşuna yol açar. Kısa bir süre sonra Eflak ve
Bitar, bu sosyalizm formunun nasıl işleyeceğini tarif eder.
Baas sosyalizmi, inanç (İslam) ve dil/kültür (Arap)
temeli üzerinde tüm Arap milletlerinin birliğine işaret eder.
Bu yaklaşıma göre, Arap milletlerinin altını oyan beş
güç vardır: (kapitalizmin hâkim olduğu) Avrupa sömürgeciliği; Sovyet komünizmi;
Arap ülkelerindeki “yozlaşmış monarşiler”; Arap toplumlarındaki İslamî
muhafazakârlık; ve toplumları geri kalmışlığın pençesinde varolmaya mahkûm eden
ulema ve din adamları.
Baas sosyalizmi, Batı kapitalizmi ile Sovyet komünizmi
arasında yol önerir. Buna göre, tüm Arap milletleri Arap milliyetçilerinin tek
“öncü partisi” çatısı altında bir araya gelecek, bu parti eğitim, bilim ve
kültür aracılığıyla toplumu modernize edecek, sosyalist ekonomi politikaları
uygulayacak, dinle devleti ayıracak ama birleşik Arap devletindeki yurttaşların
ekseriyetinin inancı olan İslam’ın eşitlikçi anlayışlarından ilham almayı
sürdürecektir.
Seküler olmasına karşın Baas sosyalizmi, İslam’ı Arap
yaratıcılığının bir kanıtı olarak görür ve Arap kültürü, değerleri ve
fikriyatının bir vasiyeti olarak değerlendirir.
Şarkı ve Dans
Ortadoğu ve Afrika
Baas sosyalizmi, modern Arap tarihinde uygun bir
momentte gündeme gelmiş gibidir. Kırklardan itibaren Irak, Mısır, Cezayir,
Yemen ve Suriye’de sömürgecilik karşıtı hareketler kendilerini Arap sosyalizmi
fikrine bağlamışlardır.
1948’de Mısır’da genç bir albay olan Cemal Abdulnasır,
gizli “Hür Subaylar Hareketi”ni kurar.
Grup, Arap sosyalizmi/Baas sosyalizmi fikirlerine göre
hareket eden Mısırlı subaylardan oluşmaktadır.
1952’de hareket bir darbeyle Mısır’da İngiliz yanlısı
krallığı devirir ve Mısır’ın bağımsız bir Arap sosyalist cumhuriyeti olduğunu
beyan eder.
İlginç olan şu ki Hür Subaylar Hareketi ve darbe ilk
başta sömürgecilik karşıtı sağcı dinî grup Müslüman Kardeşler’ce de
desteklenmiştir.
Ama Nasır, Mısır ekonomisini ve toplumunu
modernleştirme politikalarını devreye soktuğu ve İslam’a en iyi özel alanda
hizmet verilebileceğini iddia ettiği noktada Müslüman Kardeşler rejimin
karşısına geçer.
1954’te İhvan, Nasır’a suikast düzenler, bu ona ve
muhafazakâr din adamlarına karşı yoğun bir ezme harekâtının başlamasına neden
olur.
Nasır’dan ilham alan Iraklı genç subaylar 1958’de Irak
monarşisini yıkarlar. Yeni rejim Irak’ın cumhuriyet olacağını ilân etmesine
karşın, Nasır gibi bir Arap sosyalist partisi kurmaz.
1963’te bu durum üzerine başka bir grup subay darbe
yapıp iktidarı ele geçirir ve Irak Baas Sosyalist Partisi’ni kurar. Ama pek
değişen bir şey olmaz ve 1966 yılında Baas sosyalistleri bir darbeyle
devrilirler. İktidarı almaları ve istikrara kavuşturmaları 1968’de mümkün olur.
Baas sosyalizmi, Irak’ın merkezî ideolojisi hâline
gelir. Baas Sosyalist Partisi hâkim iktidar partisi olur. Bu parti ve ideoloji
2003’e dek ayakta kalır.
1949’daki bağımsızlığından beri Suriye’de kargaşa
eksik olmaz. Bir dizi darbeye tanıklık edilir. Bunların önemli bir kısmı,
Suriye Baas Sosyalist Partisi’nin desteklediği ve planladığı darbelerdir.
1956’da Suriye Amerikan kampına karşı çıkarak Sovyet
kampına giren ilk Arap ülkelerinden biridir. Nasır’ın Mısır’ı Suriye’yi takip
ederek Sovyetler Birliği ile savunma, ekonomi ve kültür alanlarında kimi
anlaşmalar imzalar.
Arap/Baas sosyalizminin ana öğretisinin birleşik bir
Arap milleti tesis etmek olması sebebiyle 1958’de Suriye ve Mısır birleşerek
Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurar.
Bu deney felâketle sonuçlanır. Suriye tarafı Nasır’ın
Suriye’nin çıkarları hilafına çalıştığını düşünür. Birlik, 1961’de Suriye’deki
Baas Sosyalist Partisi başka bir darbe yaptığı noktada dağılır.
1970’e dek uzanan dönem Suriye politikası Baas
Sosyalist Partisi’nin radikal ve ılımlı kanatları arasındaki gerilime tanık
olur. Nihayetinde partinin ve hükümetin başına general Hafız Esad geçer.
Şii Müslümanlığa bağlı bir tarikat olan Alevi
müslümanlığa mensup Esad 2000’de ölene dek Suriye’yi istikrara kavuşturur ve
ülkeyi bir diktatör olarak yönetir.
Onun yönetiminde Baas Sosyalist Partisi ve rejim diğer
Arap ülkeleri içerisinde en istikrarlı ve radikal yapı olarak hükmünü sürdürür.
Cezayir’de ülkenin Fransız sömürgeciliğine karşı
yürüttüğü ellilerde zirvesine ulaşan milliyetçi mücadele esnasında hareketin
ana merkezi Organisation Spéciale’dır (Özel Örgüt). Bu hareket de zaman
içerisinde Arap/Baas sosyalizminin kurtuluş felsefesine dümen kırmaya başlar.
1954’te Özel Örgüt, küçük solcu milliyetçi gruplarla
ve gerilla örgütleriyle birleşerek Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni FLN –Front de
Libération Nationale) meydana getirir. Cephe, Fransız sömürgecilere karşı
Cezayirlilerin yürüttükleri kurtuluş hareketi esnasında en büyük milliyetçi
merkez hâline gelir.
1954’ten 1962’ye dek süren savaşta binlerce Cezayirli
ve Fransız ölür. Fransızlar Cezayir’den çıkmayı kabul ederler. FLN, bağımsız
Cezayir’in ilk iktidar partisi olur.
Sonrasında radikal bir isim olan Ahmed Bin Bella ile
daha ılımlı olan Huari Bumedyen arasında gerilim açığa çıkar. 1965’te Bumedyen,
yeni kurulan Cezayir ordusunun yardımıyla Bin Bella’yı devirir ve Cezayir’in
ikinci devlet başkanı olur.
Tüm diğer partileri yasaklar, FLN’yi tek parti yapar.
Bir dizi sosyalist ekonomi politikasını uygulamaya başlar, İslamcı ve
muhafazakâr dinî grupları ezer.
Irak, Suriye ve Mısır’daki Arap sosyalistlerinden
farklı olarak Bumedyen ülkesini Sovyet nüfuzuna sokmaz. Hem ABD yanlısı Arap
krallıklarını hem İsrail’i hem İslamcıları hem de kapitalizmi eleştirmeyi
sürdürür.
Mısır destekli milliyetçilerle Suudi destekli
kralcıların arasında süren iç savaşın zirveye ulaştığı, ayrıca İngiliz
güçlerine karşı sömürgecilik karşıtı hareketin güçlendiği dönemde Yemen Ulusal
Kurtuluş Cephesi (UKC) ve İşgal Altındaki Güney Yemen Kurtuluş Cephesi (İGYKC)
milliyetçi harekete öncülük etmektedirler.
Her iki politik grup Arap sosyalizmine bağlıdır ve
başlarında Marksistler bulunmaktadır.
Çatışmalar güneye kaydığında iki grup birbiriyle
savaşmaya başlar. Oysa ikisi de ilhamını Nasır’ın Arap sosyalizminden almakta
ve Marksistlerce yönetilmektedir.
1967’de Ulusal Kurtuluş Cephesi ve İşgal Altındaki
Güney Yemen Kurtuluş Cephesi krallık yanlılarını yenerler ve İngilizleri
güneyden kovarlar. Ardından UKC İGYKC’yi ezer ve güneyde bağımsız bir
cumhuriyet kurulduğunu ilân eder.
1970’te UKC, Güney Yemen’in adını değiştirerek Yemen
Demokratik Halk Cumhuriyeti yapar. Ülkenin tek partisi Yemen Sosyalist
Partisi’dir.
Hemen ardından parti, Sovyetler Birliği, Çin ve Küba
ile savunma, kültür ve ekonomi anlaşmaları imzalar.
Kuzey Yemen ise Suudilerin ve ABD’nin desteğini
arkasına alır.
Libya’da Arap sosyalizmine ve Nasır’a hayran olan
Albay Muammer Kaddafi Mısır’ın Hür Subaylar Hareketi’ni taklit ederek Libya’da
1969 yılında bir darbe yapar.
1971’de Arap Sosyalist Birliği’ni kurar. Bu ülkenin
tek partisi hâline gelir. Radikal sosyalist politikalar uygulayan parti
Sovyetler’le savunma ve ekonomi anlaşmaları imzalar.
ABD yanlısı Arap krallıklarına (özellikle Suudi
Arabistan’a) şiddetle karşı olmasına karşın Sovyetler’in sıkı bir müttefiki
olan Kaddafi Libya’sı dönemin diğer Arap sosyalist rejimlerinin aksine İslamî
sosyalizmin ülkeye has bir modelini uygulamaya sokar. Alkol tüketimi ve satışı
yasaklanır, gece kulüpleri kapatılır, üniversitelerde ve yüksekokullardaki
Marksistler ezilir.
1976’da yayımladığı Yeşil Kitap’ta Kaddafi,
kendi İslamî sosyalizm anlayışını tarif eder. Liselerde ve üniversitelerde
kitabın okunması mecburi kılınır.
Mısır, Suriye, Irak ve Libya’dan sonra Baas sosyalizmi
yüzünü Sudan ve Somali gibi diğer Müslüman ülkelere çevirir.
Sudan, 1956’da İngilizlerden bağımsızlığını elde eder.
1957-1969 arası dönemde ülke demokratik yollardan seçilmiş sağcı koalisyon
hükümetlerine ve bir askerî darbeye (1958) tanıklık eder.
1969’da gerçekleşen askerî darbe Nasır’ın Hür Subaylar
Hareketi’nin iktidarı olmasını sağlayan dinamikler üzerinden biçimlenir.
Hareketin ve darbenin başında kendisini Arap
sosyalisti ve Nasır hayranı olarak tarif eden Cafer Nimeyri vardır.
İktidarı aldıktan sonra Nimeyri, ülkeyi politik ve
ekonomik açıdan “bağımsız bir Sudan sosyalizmi” üzerine kuracağını ilân eder.
Nimeyri rejiminin ilk bakanlar kurulunda birkaç
komünist de vardır. Bu isimler, ülkede sosyalist ekonomi politikalarının
uygulanması noktasında katkılar sunarlar.
Nimeyri, aynı zamanda eğitim kurumlarında ve
camilerdeki çalışmalarda muhafazakâr İslamî unsurların müdahalelerine ve
nüfuzuna kısıtlama getiren politikalar uygular. Zira onun kanaatince İslam’a en
iyi özel alanda hizmet edilebilir.
Nimeyri, Libya, Mısır, Suriye, Irak ve Sovyetler
Birliği ile güçlü ilişkiler kurar.
Nimeyri’nin sosyalist ve seküler yöneliminden
endişelenen çeşitli sağcı İslamî örgütler birleşip Ensar isminde bir yapı
kurarlar. Hükümeti devirmeyi başaramayan Ensar 1971’de silâhlanır ve devletle
savaşmaya başlar.
Savaşın ardından Ensar bozguna uğrar, lideri
yurtdışına kaçar. 1971’de Nimeyri, Sudan Sosyalist Birliği’ni kurar. Bu parti
ülkenin tek iktidar partisi hâline gelir.
Nimeyri’ye göre, Sudan “sosyalist demokrasi” ile
yönetilmektedir. Burada İslam merkezî ama ayrıca özel bir rol oynamaktadır. O
politika ve hükümet işlerine karışmamaktadır.
Somali, 1960’ta Avrupa sömürgeciliğinden
bağımsızlığını elde eder. 1969’da Tümgeneral Muhammed Ziyad Barre darbe yapar,
meclisi fesheder ve yüksek mahkemeyi askıya alır.
İlk başta Barre, sosyalist bir dizi ekonomi politikası
uygular. Okuryazarlık programı başlatır. Bu program ülkedeki okuryazarlık
oranını ciddi oranda artırır.
Ülkeyi Sovyet kampına sokan Barre, Arap sosyalist
devletleriyle güçlü ilişkiler geliştirir. Ardından Somali Devrimci Sosyalist
Partisi’ni kurar ve parti için bilimsel sosyalizm ve İslam’ın sosyalist
ilkeleri üzerine kurulu bir manifesto kaleme alır.
Endüstri ve tarımı devletin eline teslim eden Barre,
camileri kontrol altına alır ve İslam’ın politikaya karışmasına mani olur.
İran siyasetinde İslamî sosyalist eğilim 1950 sonrası
gelişmeye başlar. Muhammed Musaddık’ın kurduğu seküler ve demokratik Millî
Cephe bir dizi İslamî sosyalistten meydana gelmektedir.
1951’de Millî Cephe, o dönemde anayasal monarşi ile
yönetilen İran meclisinde birinci parti olur. Hükümet kurarak İran petrolünü
millileştirir, İran Şah’ını devirir ve ülkeyi demokratik bir cumhuriyet hâline
getirir.
Ancak 1953’te İngiliz ve Amerikan istihbaratının, din
adamlarının ve ordunun yardımlarıyla Şah bir darbe yapıp Musaddık hükümetini
devirir.
Musaddık’ın devrilmesinden sonra İslamî sosyalizm,
İran’da nispeten daha radikal bir yola girer. 1965’te Tahran Üniversitesi’ndeki
bir grup solcu öğrenci, Halkın Mücahidleri’ni (Mujahideen-e-Khalq -HM)
kurar.
İlhamını İranlı aydın ve yazar Ali Şeriati’den alan
HM, İslamî imge ve kavramları Marksizmle kaynaştıran bir ideolojiyi savunur.
Şeriati, Paris’te eğitim almış bir sosyologdur.
1964’te İran’a döndüğünde Şah karşıtı yazıları ve vaazları sebebiyle hapse
girer.
Şeriati’nin yazıları ve konuşmaları üniversite ve lise
öğrencileri arasında popüler olur. O devrimci Marksist kavramları ifade ederken
Şiiliğin geleneksel imgelemi ve diline başvurur. Sadece İran monarşisine değil,
Şii din adamlarına ve komünistlere de saldırmaktadır.
1971’de Şah Şeriati’yi, İslamî Marksist ve Sovyet
ajanı olduğunu söyleyerek mahkûm etmeye başlar. 1975’te tutuklanıp sürgüne
gönderilir. 1977’de 43 yaşında iken kalp krizi sonucu vefat eder.
Halkın Mücahidleri, Şeriati’nin fikirlerini şiddete
dayalı bir üslup dâhilinde ifade eder ve Şah’a karşı silâhlı gerilla savaşı
başlatır.
Örgüt, aynı zamanda Şah’ın yıkılmasını sağlayan 1979
İran Devrimi esnasında da aktif bir rol oynar. Öyle ki Şah’ın asker ve polisine
karşı koymak için Ayetullah Humeyni’yi destekleyen güçler, büyük ölçüde Halkın
Mücahidleri’nin silâhlı kadrolarına sırtlarını dayamıştır.
Ama devrim sonrasında İranlı İslamcılar ve mollalar
iktidarı ele geçirirler ve İslamî kanunları uygulamaya başlarlar. Bu noktada
Halkın Mücahidleri, İslamî rejime karşı kentlerde gerilla mücadelesi başlatır.
Rejimi otokratik ve gerici olmakla eleştiren örgüt
rejimin İslamî muhafızları ve polisleriyle savaşır. Çatışmalarda yüzlerce insan
öldürülür, onlarca örgüt üyesi idam edilir.
Doğu ve Güney Asya
Endonezya’da İslamî sosyalizmle ilgili temel çalışmayı
yapan isim Tan Malaka’dır.
Başını Kosno Sukarno’nun çektiği, Hollanda
sömürgeciliğine karşı yürütülen bağımsızlık mücadelesi esnasında Malaka,
komünizm ve İslam’ın uyumlu olduğunu söylemiş, Endonezya’da devrimin her
ikisine birden dayanması gerektiğini ifade etmiştir.
Tan Malaka, aynı zamanda İslam’ı işçi sınıfını
birleştiren ana potansiyel olarak görür.
Tan Malaka, ülkenin bağımsız olduğu 1949 yılında vefat
eder. O dönemde ülkenin başında bulunan Sukarno Endonezya Komünist Partisi’ne
ve Malaka’dan ilham alan İslamî sosyalistlere yetki verir ve Malaka’nın birçok
görüşünü benimser.
Sukarno ülkeyi 1967’ye dek yönetir.
İslamî sosyalizm fikrinin ve kavramının tahayyülü
belirlediği diğer bir ülke de Pakistan’dır.
Bu kavramı teorize eden ilk âlimler Gulam Ahmed Pervez
ve Dr. Halife Hâkim’dir.
Pakistan’ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah, İslamî
sosyalistlerle bağa sahiptir. Onun kurduğu Müslüman Birliği, 1947’de ülkenin
kurulması sonrası Pakistan’ın ilk iktidar partisi olur.
Ancak parti içinde bu kesim süreçte kenara itilir.
Altmışların başında, Eyüp Han’ın seküler ve ABD
yanlısı askerî diktatörlüğü esnasında Lahor’da başını yazar, şair ve ressam
Hanif Ramay’ın çektiği bir aydın grubu oluşur ve bu grup Pervez ile Halife’nin
İslamî sosyalist fikirlerine odaklanır, ayrıca Baas sosyalizmine ait kimi
unsurları Pakistan gibi Arap olmayan bir Müslüman ülkeye taşımaya çalışır.
Grup, ayrıca Urdu dilinde aylık Nusret isimli
bir dergi çıkartır. Urdu dilinde şiirler, öyküler ve şairlerle yazarlar
hakkında yorumlar içeren dergi aynı zamanda Gulam Ahmed Pervez, Dr. Halife ve
Michel Eflak’ın eserlerine dair eleştirilere yer verir.
1965 sonrasında Pakistan-Hindistan savaşı karşılıklı
yenişmezlik ile sonuçlanır. Eyüp Han muhalif olması sebebiyle genç dışişleri
bakanı Zülfikar Ali Butto’yu görevden alır.
Butto, Marksist ideolog ve emekli bürokrat J. A.
Rahim’in dostudur. Her iki isim de Eyüp diktatörlüğüne karşı koymak için halkçı
solcu bir parti kurmaya karar verir.
1966’da Butto, ayrıca İslamî sosyalizm üzerine çalışma
yapan bir grubun üyesi olan Hanif Ramay ile temas kurar.
Butto ve Rahim, 1967’de Pakistan Halk Partisi’ni [PHP]
kurar. Partiye bir dizi Marksist, ilerici aydın, gazeteci, öğrenci lideri ve
sendikacı katılır ama parti manifestosunun yazımı söz konusu olduğunda baskın
olan Ramay’ın İslamî sosyalist grubudur.
Nusret isimli dergide Ramay ve Safdar Mir’in
kaleme aldığı makalelerde yazarlar, PHP’nin İslamî sosyalizminin şunları
içerdiğini söylerler:
1. Feodalizmin ortadan kaldırılması;
2. Kontrolden çıkmış kapitalizmin ortadan kaldırılması
ve devletle hükümet eliyle yakından gözetlenen bir ekonomik sistem ve/veya
fırsat serbestiyetine dayalı bir sistemin teşvik edilmesi;
3. Büyük bankaların, endüstrilerin ve okulların
millîleştirilmesi;
4. İşçilerin fabrikaların işletilmesi sürecine
katılmaları konusunda teşvik edilmesi;
5. Demokrasinin uygulanması ve demokratik kurumların
oluşturulması.
Tüm bu maddeler, İslam Peygamberi’nin ortaya koyduğu,
Mekke ve Medine’de icra ettiği eşitlik ve adalet ilkeleri ile Kur’an’da bulunan
birçok eşitlikçi ve toplumsal ifadenin yirminci yüzyılda uygulanması olarak
izah edilirler.
PHP’nin İslamî sosyalizmi, muhafazakâr dinî partilerin
ve din adamlarının tekelci kapitalizmin, feodal toprak ağalarının, askerî
diktatörlerin, “emperyalist güçler”in temsilcileri, geriliğin, toplumsal ve
ruhanî durağanlığın failleri olduğunu söyler.
Sağcı İslamî parti Cemaat-i İslamî’nin PHP’nin
sosyalizminin “ateist” ve “İslam karşıtı” olmasını söyleme konusunda yüz farklı
âlim ve din adamını ikna etmesine karşın parti 1970 seçimlerinde Batı
Pakistan’da oyların büyük kısmını almayı başarır.
1972’de, Doğu Pakistan’ın ayrılıp Bangladeş hâline
gelmesi ardından PHP Pakistan’ın ilk iktidar partisi hâline gelir.
İslamî sosyalizmin yankı bulduğu diğer bir ülke ise
Afganistan’dır.
1978’de komünist olan Halk Demokratik Partisi [HDP]
ordudaki kimi subayların yardımıyla Muhammed Davud Han’ın milliyetçi
diktatörlüğünü devirir.
Bu olaya sonrasında Saur Devrimi adı verilir [Saur,
Dari dilinde “Bahar” demektir].
HDP, Marksist bir parti olarak hızla komünist
toplumsal ve ekonomik politikalar uygulamaya başlar.
Ama HDP rejimi, Afgan din adamları ile kırsaldaki ve
yarı kırsal bölgelerdeki seçkinlerin öfkesine ve direncine maruz kalınca
müttefiki Sovyetler Birliği HDP’nin Marksist reformları yavaşlatmasını ister.
HDP, Marksist yönlerinden arınıp yerine İslamî
sosyalistlerin ve Baas sosyalistlerinin söylemine başvurmaya başlar.
Örneğin sürekli Marx ve Lenin’den alıntı yapmak yerine
HDP hükümeti Marksizmin/sosyalizmin ve İslam’ın çerçevesini çizdiği ekonomik
sistemler arasındaki benzerliklerden bahseder.
Gene de Aralık 1979’da parti içindeki şiddetli çatışma
sonucu ülkeye Sovyet askerleri girer ve başını Babrak Karmal’ın çektiği daha
ılımlı bir rejim tesis edilir.
Çöküş ve Vefat
Asya, Afrika ve Ortadoğu’da farklı İslamî Sosyalizm
versiyonları ile bağlantılı hareketlerin, ihtilâllerin ve devrimlerin patlak
vermesi Arap krallıklarını ve ABD’yi endişeye sevk etmiştir. Ancak sosyalizmi
İslam’ın belirli yönleriyle kaynaştıran rejimlerin ekonomik manevraları o vaat
ettikleri ekonomik dengeye ulaşma konusunda başarısız olmuştur.
Bunun ilk örneklerinden biri Endonezya’da yaşanmıştır.
Endonezya’nın 1949’da Hollanda’dan bağımsız olmasının öncesinde Kusono Sukarno
devlet başkanı olmuştur.
Sukarno, Endonezya Ulusal Partisi’nin (EUP) tek hâkim
güç olarak yönlendirdiği bir demokrasiye dümenini kırmıştır. Yeni yapıda diğer
baskın güç ise Endonezya Komünist Partisi (EKP) olmuştur.
Sukarno’nun partisi milliyetçiliği, İslam’ı ve
komünizmi harmanlayan bir ideolojiye sahiptir.
Bu ideolojinin ekonomik ve toplumsal alana tercüme
edilmesinde İslamî çevrelerin ve ülkenin ABD ve Batı’yla bağ kurmasını isteyen
askerlerin direnciyle karşılaşılmıştır.
1960 sonrası Endonezya’daki ekonomik durum kötüleşir.
1965’te Sukarno’yu destekleyen komünistler reform sürecinin yavaş ilerlemesi
karşısında hayal kırıklığına uğrarlar.
Komünistler, ordu içerisindeki ekibini seferber
ederek, Sukarno karşıtı bir darbe yapmak isterler.
Darbe, ordu içerisindeki Batı yanlısı ekip tarafından
ezilir. Bunun sonrasında komünistlere ve sempatizanlarına karşı yoğun bir
saldırı gerçekleştirilir.
Bu saldırılarda 50.000’in üzerinde insan katledilir.
Bunların çoğunu askerler ve solu tasfiye etmek isteyen İslamî çevreler öldürür.
1967’de Tümgeneral Suharto Sukarno’yu tasfiye edip
iktidarı ele geçirir.
EKP yasadışı ilân edilir. Suharto Endonezya’yı “ABD
kampı”na sokar. Komünist ayaklanmayı ezmek için ordu eliyle seferber edilmiş
olan İslamî çevrelere de saldırır.
İslamî sosyalizmin ikinci önemli başarısızlığı
Mısır’da yaşanır.
Nasır 1952’deki Hür Subaylar Darbesi’nden beri devlet
başkanıdır. Bir dizi sosyalist reformun altına imza atar.
Rejimi Ortadoğu’daki muhtelif Arap sosyalist harekete
ilham verir ve bu hareketleri destekler. ABD yanlısı, tutucu Arap krallıkları
karşısında Arap halklarına sosyalist ve seküler bir İslamî seçenek sunar.
Ancak Nasır, Mısır silâhlı kuvvetleri İsrail ordusuna
ve hava kuvvetlerine 1967’de yenilince nüfuzunu ve itibarını yitirir.
Nasır rejimi, 1970’de kalp krizi sonucu ölene dek
popülerliğini büyük ölçüde muhafaza eder.
Halefi ve eski yoldaşı Enver Sedat, Arap Sosyalist
Birliği’nin başına geçer ve ülkenin yeni başkanı olur.
Sedat, Nasır’ın sosyalist politikalarını sürdürür ve
Arap sosyalist rejimleri, hareketleri ve FKÖ’ye dönük mali ve manevi desteğine
devam eder.
Ancak 1973’teki Mısır-İsrail Savaşı iki tarafın da
kazanamaması ile sonuçlanmasına karşın ülke ekonomisi savaşın etkisiyle
kötüleşir.
Suudi Arabistan milyonlarca dolarlık yardım ve petrol
ile Mısır ekonomisini kurtarmayı önerir.
Suudi yardımını kabul eden Sedat, Nasır’ın şiddetle
eleştirdiği Suudi krallığı ile ilişkilerini resmî düzeyde yeniden tesis eder.
Suudi krallığı sonrasında Nasır’ın hapse attığı ya da
Suudi Arabistan’a sürgüne gönderdiği binlerce İhvan üyesinin haklarını iade
etmesini ister.
Sedat, İhvan’ın faaliyetleri üzerindeki yasağı
kaldırır.
1974’te Sedat, ülkeyi Sovyet kampından çıkartır ve
Sovyetler’in askerî danışmanlarının, teknisyenlerinin ve yurttaşlarının ülkeyi
terk etmesini ister.
1976’da Sedat, Mısır’da sosyalizm deneyiminin artık
sona erdiğini duyurur. 1977’de de Mısır’daki iktidar partisinin Arap Sosyalist
Birliği olan adını Ulusal Demokratik parti olarak değiştirir.
Arap sosyalizminin son kalıntılarını da partiden
temizler. Bu hamlesine karşı çıkan aydınların ve öğrencilerin ezilmesi emrini
verir.
Mısır büyük ölçüde seküler bir ülke olmasına karşın
Sedat, İhvan’ın desteğini almayı bilir, burada amaç solcu öğrencileri ve
aydınları sindirmektir. Ama baş düşman İsrail ile bağları yeniden kurmaya karar
verdiği noktada İhvan’ı da kızdırır.
1981’de suikasta kurban gider. Öldürenler, İhvan’ın
militan kesimine üyedirler. Hüsnü Mübarek, Sedat’ın politikalarını otuz yıl
kadar sürdürür. 2011’de demokratik devrim sonucu devrilir.
Sedat’la aynı yolu yürüyen diğer bir isim de Pakistan
Halk Partisi başkanı ve başbakan Zülfikar Ali Butto’dur.
1970’te iktidara gelen Butto, partisinin teşkil ettiği
sosyalist platformun ve İslamî sosyalizme ilişkin sloganların hayrını
fazlasıyla görür.
1973 Mısır-İsrail Savaşı sonrası dünyayı vuran
ekonomik kriz karşısında Butto rejimi sosyalist reformlardan daha az bahsetmeye
başlar. Petrol zengini körfez krallıkları ile bir dizi anlaşma imzalar.
Butto, parti içerisindeki solcuları atmaya başlar.
Ardından Suudi Arabistan’a yakın sağcı İslamî partilere tavizlerde bulunur.
Bu sayede söz konusu partileri yatıştırıp
etkisizleştirebileceğine inanır.
1977 seçimleri öncesinde hazırlanan partinin yeni
manifestosunda sosyalizm ve İslamî sosyalizm sözcüklerine çok az yer verilir.
Butto’nun krallıklara yakınlaşması, solcuları partiden
atması ve İslamî partilere verdiği tavizler 1977’de rejime karşı sağcı bir
hareketin ortaya çıkmasına mani olmaz.
General Ziya ül Hak’ın askerî darbesiyle devrilir,
ardından da hileli bir mahkeme sürecinin ardından 1979’da asılır.
Cezayir, sosyalist yolu ülkeyi 1965’e dek yönetmiş
olan Huari Bumediyen’in 1978’de ölmesine dek yürür.
Albay Çadli Bencedid FLN’nin başına geçer, sonrasında
devlet başkanı olur.
Seksenlerin başında Bencedid Bumediyen’in sosyalist
reform sürecini kesintiye uğratır ve FLN’nin Arap sosyalizmi ile sekülerizmine
karşı olan İslamî muhalifleriyle müzakerelere başlar.
Bencedid Cezayir’i 1991’e dek yönetir. Ekonomik
reformları ülke ekonomisinin kötüleşmesine mani olmaz. Sonuçta ortaya çıkan
huzursuzluklar ülkeyi İslamî partilerin safına iter.
1987’de FLN’nin sosyalist niteliğini ve ideolojisini
silip atar. ABD, Batı ve Körfez krallıkları ile ilişkiler kurmaya başlar
1991’de hükümet Cezayir’in ilk çok partili seçimini
gerçekleştirmeye karar verir.
Ancak belediye seçimlerini radikal İslamî partiler
kazanınca ordu müdahale eder ve genel seçim ertelenir.
Ordu, Bencedid’i İslamcıları güçlendirmek ve ülkedeki
seküler temelleri tehlikeye sokmakla eleştirir. Bencedid 1991’de iktidardan
uzaklaştırılır.
1992-2002 arası dönemde Cezayir İslamcılarla ordu
arasında yoğun bir savaşa tanıklık eder. Bu savaşta binlerce Cezayirli
öldürülür.
Ordu, yüzlerce İslamcıyı öldürürken İslamcılar da
intihar saldırıları, suikastlar ve baş kesmeler ile çok sayıda sivili öldürür.
İslamcıların isyanı 2002’de ordunun müdahalesiyle
kontrol altına alınıp bastırılır.
Ekonomik ve sosyal çalışmalar açısından sosyalizmin
daha iyi sonuçlar aldığı Müslüman ülkelerden biri de Somali’dir.
Burada 1969’da iktidara gelen sosyalistler ekonomiyi
istikrara kavuştururlar ve okuryazar oranını önemli ölçüde artırırlar.
1977’de Somali Etiyopya’yla çatışır. Bu durum ekonomik
ve politik müttefiki Sovyetler Birliği’ni bir çıkmaza sürükler. Zira o dönemde
Etiyopya da Sovyet kampında yer almaktadır. Çatışmayı sona erdirmeye dönük
hamlelerinde başarısız olan Sovyetler nihayetinde Etiyopya’nın safını
tutar.
Bu hamleye kızan Somali cumhurbaşkanı Siad Barre,
Sovyetler’le bağlarını kopartıp Amerika’nın askerî ve ekonomik yardımını kabul
eder.
1980’de Somali, Devrimci Sosyalist Partisi’ni dağıtır.
Sosyalist reformları sonlandırır. Liberal demokrat partilerle İslamî grupların
faaliyetleri üzerindeki kısıtlamaları kaldırır.
Amerikan yardımı ile birlikte Barre, Afrika’daki en
büyük ordulardan birisini kurar.
Seksenlerin ortasında Barre, yolsuzluk suçlamaları,
totaliterlik eleştirileri ve huzursuzlukla yüzleşir.
1986’da Barre, bir otomobil kazasında yaralanır.
Sonrasında ülke, kargaşanın hâkim olduğu bir sürece girer.
1991’de Barre’nin rejimi çöker, Somali muhtelif
politik ve kabilevî gruplar arasında yaşanan bir iç savaşa tanıklık eder.
Bugün Somali hâlâ bu sürecin içerisindedir.
Sovyetler’in 1977’de Etiyopya’ya verdiği desteğin
öfkelendirdiği diğer bir ülke de Sudan’dır. Bu ülke de Etiyopya ile toprak
anlaşmazlıkları içerisindedir.
Sosyalist Cafer Nimeyri rejimi Sovyetler’le bağlarını
kopartıp Sovyetler’in rakibi Çin’e yüzünü döner.
Hükümetin sallandığını tespit eden, ülke ekonomisinin
zorda olduğunu gören, 1971’de Nimeyri tarafından bozguna uğratılmış olan
İslamcı grup Ensar silâhlı mücadele başlatır.
Ensar, ordu içerisinde Nimeyri karşıtı grupları
harekete geçirip darbe yaptırmak ister ama başarısız olur.
Ama bu sefer Nimeyri, Ensar ile müzakere yürütmeye
başlar. Ensar, bu görüşmelerde sosyalist politikalardan vazgeçilmesini, İslamî
sosyalizmin ateist bir girişim olarak mahkûm edilmesini, seküler düzenin yerine
İslamî düzenin geçirilmesini talep eder.
Nimeyri, yüzlerce Ensar mensubunu hapisten çıkartır,
Sudan’ı giderek ABD’ye yakınlaştırır. 1981’de bir dizi “İslamî kanun” kabul
edilir.
1985’te Nimeyri, İslamî partiler ve diğer
karşıtlarının desteklediği bir darbe ile devrilir.
1989’da Sovyetler Birliği dağılmanın eşiğine
geldiğinde Güney Yemen’deki sosyalist rejim de çözülmeye başlar. Ülke Kuzey
Yemen’e katılır ve Yemen tek ülke olur.
Afganistan’da ise Halk Demokratik Partisi’nin başında
olduğu rejim 1989’da ABD-Suudiler-Pakistan’ın destekleyip para yardımı yaptığı
İslamî güçlerin eline geçer.
Irak’taki Baasçı sosyalist rejim ile Libya’daki
Kaddafi’nin başında olduğu İslamî sosyalist hükümet doksanlar sonrası sosyalist
politikalarını terk eder.
Her ikisi de sonrasında çöker.
İslamî/Baasçı/Arap Sosyalizmi
Başarılar
İdeolojik açıdan Müslüman ülkelerdeki milliyetçi
hareketler kendilerini Avrupa sömürgeciliği, kralcı çürüme ve muhafazakâr ulema
arasında sıkışıp kaldıkları bir konumda bulmuşlardır. İslamî sosyalizm,
Baasçılık ve Arap sosyalizmi Batı/Amerikan kapitalizmi ile Sovyet komünizmi
arasında bir “üçüncü yol” sunmuştur. İslam’ın sosyo-politik yönlerini yeniden
yorumlama inisiyatifini radikal İslamcıların ve muhafazakâr din adamları ile
ulemanın elinden almıştır. Sekülerizmi meşru kulan bir İslamî yönetim türü inşa
etmişlerdir. Müslüman ülkelerde faal olan Marksist, sosyalist ve ilerici
yönelimleri ve yapıları içermeyi bilmiş, bunları bir platform dâhilinde
toparlamıştır. Müslüman toplumlarda modern toplumsal, politik ve kültürel
kavramları kabul etmiş, bunları sömürgeci, batıcı geçmişini söküp atmıştır.
Yüzlerce yıldır Müslüman ülkelerde bastırılmış olan İçtihad fikrini yeniden
diriltmiştir. İslam’ın ilerici, dinamik ve rasyonel bir inanç olarak öne
çıkmasını sağlamıştır. Kabile, tarikat ve kavim temelinde Müslümanlar
arasındaki farklılıkların öne çıkmasına mani olmuştur. Ekonomik ve kültürel
politikalarda ciddi bir yaratıcılık sergilemiş, bunları İslamî metinlerin
ilerici yorumları yardımıyla ortaya koymuştur. Yorumlara ilerici ve yeni
boyutlar katmış, İslam çalışmalarına, O’nun toplum ve siyasetteki yerine yeni
anlamlar kazandırmıştır. Müslüman dünyada kadınların ekonomik, kültürel ve
politik faaliyetlere katılımını teşvik etmiştir. Yüksek okuryazarlık oranının
önemine vurgu yapmıştır. Orta sınıfa mensup gençlere politik kimlik
kazandırmış, işçilerin ekonomik ve ideolojik katılımına önem vermiştir.
Hatalar
İslamî sosyalizm, Baasçılık ve Arap sosyalizmi yapısı
itibarıyla otokratik ve demokratik olmayan niteliğinden kurtulamamıştır. Büyük
ölçüde orduya sırtını yaslamıştır. Halkın politik düşüncelerini ve haklarını
görmezden gelmiştir. Muhalif politik ve ekonomik fikirlere karşı hoşgörüsüz
yaklaşmıştır. Militarist yönü hep baskın olmuş, ama öte yandan da düşmanlarla
giriştiği savaşlarda sürekli yenilmiştir. Diğer ülkelerin içişlerine sürekli
karışmıştır. Ekonomik manevraları temelsiz ve olgunlaşmadan yürürlüğe sokulmuş,
hiçbir dikkat gösterilmeksizin yönetilmiştir. Bağımsız bir ekonomik ve politik
varlığa sahip olmak adına Amerikan hegemonyasına karşı çıkmasına rağmen Sovyet
uzmanlığına, yardımlarına ve himayesine bel bağlamıştır. İslamcıları şiddetle
ezmiş, sonra muhalif solcuları tasfiye etmek istediğinde de onları
desteklemiştir. Farkında olmadan İslamcı ve radikal İslamî güçlere, İslamî
sosyalizmin çöküşü ile birlikte “İslamî seçeneği” sunarak ortaya çıkmaları
konusunda yeniden güç vermiştir.
Nedim F. Paraça
21 Şubat 2013
Kaynak
Yazıda kullanılan araştırma makaleleri ve denemeler:
“Islamic Socialism”, NA Jawad - The Muslim World (1975);
“The Sources & Meaning of Islamic Socialism”, F.
Rahman –Religion & Political Modernization (1974);
“Islamic Economics & Islamic Subeconomy”, T. Kuren,
JSTOR (1995);
“The Ba’ath Party: Rise & Metamorphosis”, JA
Devlin, JSTOR (1985);
“Withered socialism or whether socialism? The radical
Arab states as populist? Corporatist regimes”, NN Ayubi, Third -World
Quarterly (1992);
“Critical analysis of capitalism, socialism and
Islamic economic order”, M. Ismail (1982),
“Arab Socialism: A documentary Survey”, SA Hanna
(1969)
0 Yorum:
Yorum Gönder