Klasik Marksizm, kapitalist toplumun çelişkilerini analiz etti, bu toplumun devrimci altüstü için gerekli araçları ortaya koydu.
Klasik Marksizm, sömürgeler
dünyasını ancak kenar notları dâhilinde ele aldı. Hatta Marx ve Engels, bu
konuda kimi zaman birbiriyle çelişen sözler söyledi. İngiliz emperyalizminin
tesis ettiği hâkimiyeti “tarihin bilinçsiz aleti” olarak nitelendiren
ifadelerine farklı anlamlar yüklendi. Marx ve Engels’in işçi sınıfı hareketinin
politik pratiğinin, emperyal merkezlerle sömürgeler arasında gelişmekte olan
ekonomik bağları dikkate alması gerektiğini söylediği analiz tarzı
bütünlenemedi, hep eksik kaldı.[1]
Klasik
Marksizmin sömürgeler ve millet meselesi ile ilgili mirasını geliştirmek, daha
da özelde sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde varolan devrimci faaliyetle
gelişmiş kapitalist toplumlardaki devrimci faaliyetler arasındaki bağın
niteliğini ortaya koymak, Lenin’e düştü. Lenin, sosyalistlerin yüzleştiği görevleri “Bütün ülkelerin proleterleri ve ezilen halklar, birleşin!” ifadesiyle
özetledi.
Lenin,
Marx’ın hiçbir yazısında bu türden bir formüle işaret edilmediğini tabii ki
biliyordu ama o, Komünist Manifesto’nun “tümüyle farklı koşullarda
yazıldığını” söylüyordu. Ona göre devrim biliminin görevi, kendisini içinde
bulunduğu ortamda yaşanan değişimlere adapte etmekti.[2]
Yeni
Sovyet devletinin parçası haline gelen doğu topraklarında bu ilkelerin
uygulanması, Sovyet hükümetinin, daha da özelde Halkın Milliyetler Komiserliği’nin
sorumluluğundaydı[3] Ancak Sovyetler’in kontrolünde olmayan bölgelerde sömürge devriminin
strateji ve taktiğini formüle etme işini Komintern üstlendi. Burada Komintern’in
Sovyet idaresinin ilk yılları (1919-1924) süresince yürüttüğü çalışmalar ele alınacak.
Bu noktada, Komintern’in sömürgeler dünyası için geçerli bir devrim stratejisi
inşa etme gayretine mani olan açmazlar ve sorunlar üzerinde durulacak.
Burada
şu hususu belirtmek gerekiyor: yürüttüğü politikalar ne tür kusurlara sahip
olursa olsun, Komintern, eşi benzeri görülmemiş bir irade ortaya koymuştur. Zira
Komintern’in liderlerinin de haklı bir yerden dile getirdikleri üzere, önceki
işçi örgütü, İkinci Enternasyonal, ya sömürgeler dünyasını görmezden gelmiş ya
da açıktan emperyalist ağalarından yana saf tutmuştur.[4] Komintern’in
yanlışları yanında elde ettiği başarılar da yüzleştiği sorunların niteliği
konusunda bize çok şey söyleyecektir.
I
Yeni
kurulan Enternasyonal’in başını ağrıtan en ağır sorunlardan birisi, esasında
örgütsel yapıyla alakalıydı. Komintern, Sovyet hükümetinin dış ilişkilerden
sorumlu kurumu Halkın Dışişleri Komiserliği (Narkomindel) ile
ilişkilerinin niteliği konusunda ciddi sorunlarla yüzleşti. Bir yandan da
Komintern, Bolşeviklerin zaman içerisinde hesaba katmak zorunda kaldıkları
politik başka bir açmazla uğraştı: Dışişleri bakanlığının Batılı kapitalist
devletlerle kitaba uygun bir biçimde yürüttüğü diplomatik ilişkiler, Komintern’in
o devletleri bir yandan yıkmaya çalıştığı gerçeğiyle nasıl uzlaştırılacaktı?
Devrimi
takip eden dönemde Komintern, Sovyet devletinin dış politikası ile kendisinin
devrimci faaliyetleri arasında ayrım yapılmasını gereksiz gördü. Kamenev,
yazdığı yazılarda Komintern ile Sovyetler’i birleştiren “sıkı bağ”dan söz
ediyor, “biri olmadan diğeri olmaz” diyordu.[5] Bu tür bir görüş, dışişleri
bakanı Çiçerin’de de makes buluyordu: “Sovyet devletinin dış politikası basit
ve nettir: dünya proletaryası ile sıkı bağlar kurmaya çalışmak, tüm kapitalist devletlere
yönelik husumeti derinleştirmek.” Devamında Çiçerin, Komintern’in kuruluşunun “aynı
yıl içerisinde yürüttüğümüz tüm dış politikayı etkileyen, en önemli tarihsel
olay” olduğunu söylüyordu.[6]
Esasında
Komintern, ilk başta Rus Komünist Partisi ile Sovyet devlet idaresinin birlikte
tabi olacakları hükümet üstü bir örgüt olarak tahayyül edilmişti. RKP, İşçi
Muhalefeti grubunun başkanını “sınıfın komünist teşkilatı olarak Komünist
Enternasyonal’in yönetim kadrosuna dâhil etme hakkı”nı açıktan kabul ediyordu.
Bir yerde Zinovyev, Komintern’in faaliyet merkezini, sosyalizm Batı Avrupa’da
başarıya ulaşır ulaşmaz, oraya taşıma niyetlerinin olduğunu söyledi.[7] Komintern,
ilk başta Rusça yerine “enternasyonal sosyalizmin dili” olan Almanca
konuşacaktı.
Fakat
sosyalizm, Sovyet Rusya devletinin sınırlarını aşamadı. Kısa bir süre sonra
Zinovyev’in de ifade ettiği biçimiyle, “Komintern’de partinin sesi ağır bastı”.
Zinovyev, ayrıca Birinci Enternasyonal’in Fransa merkezli ilerlemesinde olduğu
gibi Üçüncü Enternasyonal’in de Rusya merkezli ilerlediği” düşüncesindeydi.[8]
Bolşevik liderlerin başkanlık ettiği konseylerde asıl nüfuza dışişleri bakanlığının
değil, en güçlü politik figürün başkanlık ettiği Komintern’in sahip olduğu
görüldü.[9]
Devrimci
durum dâhilinde Sovyet devleti ile Komintern arasındaki ilişkinin belli ölçüde
muğlak bırakılmış olmasının pek bir önemi yoktu. Avrupa, giderek istikrarlı bir
yere dönüşüp kapitalist güçler arasında diplomatik ilişkiler kuruldukça bu iki
kurum arasında ayrım yapma zorunluluğu gündeme geldi. Sovyet hükümeti, Batılı
güçlerle olağan bir tarz dâhilinde diplomatik ilişkiler yürütebilmeliydi. Artık
hükümetle Komintern arasında hiçbir bağ kalmadı, ayrıca Sovyet hükümeti,
Komintern’in eylemleri karşısında her türlü sorumluluktan azadeydi. Komintern’in
merkezinin Rusya’da olmasının sebebi, komünist propagandaya ve propagandacılara
gerekli hürriyeti bir tek bu devletin vermesiydi. Merkezi Brüksel’de olan
İkinci Enternasyonal Brüksel hükümetiyle bir tutulamazsa Komintern de Sovyet
hükümetiyle bir tutulamazdı.[10]
Büyük
kapitalist devletler, samimiyetsiz buldukları bu pratiği hoş karşılamadılar. Dolayısıyla,
Sovyet hükümetinden Komintern’in çıkarlarına düşman olan propaganda
faaliyetlerini sonlandırmasını, ayrıca hükümet kanalını kullanan propaganda faaliyetlerinin
de bitirilmesini talep ettiler.
Propaganda
ve ajitasyon meselesi, esasen ticaretle alakalı olan ve 1920 yazında İngiliz
hükümeti ile Sovyet hükümeti arasında yürütülen müzakerelerin en önemli
meselesiydi. Anlaşma, Mart 1921’de imzalandı. İmzaların atıldığı gün Sovyet
yetkililerine İngiliz hükümetinin anlaşma hükümleri uyarınca alınması gereken tedbirleri
içeren bir mektup teslim edildi. Bu mektubun ticaretle bir alakası yoktu. Asıl üzerinde
durduğu konu, Asya’da yürütülen İngiliz karşıtı propagandaydı.
Sovyet
hükümeti, genel manada anlaşma hükümlerine uydu. Taşkent’teki propaganda okulu
kapatıldı. Bakû merkezli Propaganda ve Eylem Konseyi’nin çalışmaları durduruldu.
Sovyetler’in Asya ülkelerindeki diplomatik temsilcilerine yeni anlaşmanın hükümlerini
ihlal etmemeleri talimatı verildi.[11]
Sömürge
devriminin Sovyet devletinin çıkarları uğruna feda edilmesi karşısında Asyalı
devrimciler, ümitsizliğe kapıldılar. İngiliz istihbaratının eline geçen, Bakû
Konseyi’ne mensup iki üye arasında geçen yazışmada, “anlaşmanın çalışmalara
ölümcül bir darbe indirdiğinden”, “Doğulu komünistleri oldukça tuhaf bir konuma
sürüklediğinden” söz ediliyordu. Bu mektuba göre anlaşma üzerinden genç Müslümanlar
şu soruyu sordular: “Madem İngiltere savaşılması gereken emperyalist bir güç, o
zaman Sovyet Rusya onunla nasıl oldu da uzlaşabildi?” Bu gençler, “İngiltere’ye
verilen, Doğu’da propaganda yürütülmeyeceğine dair vaadin yalan olup
olmadığını, bu vaadin ciddiyetle ele alınması gereken politik bir adım olarak görülüp
görülmeyeceğini” bilmek istiyorlardı.[12] Bu sorulara cevap verildi mi, bilmiyoruz,
tek bildiğimiz, İngilizlerin net ifadeler içeren notası ardından, Eylül ayı
içerisinde propaganda faaliyetlerinin azaltıldığı.
Sovyetler,
1923 baharında “Curzon’un kaleme aldığı nota”nın ardından da bir dizi tavizde
bulundu. O günlerde “emperyalizm ve kapitalizm güçleri karşısında geliştirilen
teslimiyetçi tavır”dan rahatsız olan, Komintern adına Doğu’da çalışma yürüten
bir grup insan, “bu teslimiyetin son beş yıl içerisinde, bilhassa zaten yeterince
iyi bir konumda olunmadığı Doğu’da beynelmilel komünizmin elde ettiği mevzilere
darbe indirdiğini, bu darbe neticesinde yürütülmüş tüm çalışmaların heba
olduğunu” söylüyordu.[13]
Kapitalist
hükümetlerle diplomatik ilişkiler kurarken bir yandan da o devletlerin
yıkılması çağrısı yapmanın bedeliydi bu. Büyük Batılı devletlerle ilişkiler
yanında bağımsız olan, kendisini “antiemperyalist” olarak gören Asya
devletleriyle ilişkilerde de sorunlar yaşandı. Zira Sovyetler’in bu ülkelerde
yürüttüğü ajitasyon ve propaganda çalışmaları kesintiye uğradı.
Sovyetler,
Doğu’yla Ocak 1918’de diplomatik ilişkiler kurmaya başladı. Muhtelif sebeplere
bağlı olarak ki bunların hepsi de teknik sebepler değildi, İran, Türkiye ve
Afganistan’la yapılacak anlaşmalar 1921 baharına dek imzalanamadı.[14] Anlaşmalara
ve onları önceleyen müzakere süreçlerine genelde ortak düşman olarak görülen
İngiliz emperyalizmine karşı dayanışma ve dostluk ilişkilerine vurgu yapan
ifadeler eşlik ediyordu. Fakat Doğulu elçiler, kendi ülkeleriyle ilgili
meselelerde Sovyetler’deki toplumsal düzenin dayandığı ilkelere bağlı kalmamaya
özel bir dikkat gösteriyorlardı. Buna karşılık, imza edilen anlaşmalar, genelde
her iki tarafı “Doğu halklarının (örneğin Afganistan’ın) hürriyetini
bağımsızlık temelinde ve halkların genel arzuları uyarınca yüce tutmaya” yükümlü
kılıyor”, her bir millete “politik kaderini özgürce ve sınırsız bir biçimde
yaşama hakkı”nı bahşediyor, (İran konusunda) “taraflara diğer ülkenin içişlerine
müdahale etme yasağı getiriyor”, “Rus halkının ve Doğu halklarının bağımsız ve
hür olma hakkı”nı tanıyor, ayrıca (Türkiye konusunda) “kendi arzularına uygun
bir yönetim biçimini seçme hakkı” veriliyordu.[15]
Anlaşmalar
uyarınca bu türden güvenceler verildi. Çiçerin, Afganistan ve İran’daki Sovyet
temsilcilerine, “komünizmi yürürlüğe koymaya yönelik yapay girişimlerden uzak
durulması” ve “ülkelerin içişlerine müdahale etmeme kuralına sıkı sıkıya bağlı
kalınması” talimatı verdi.[16]
Bir
temsilcinin hükümetine sunduğu raporda dile getirdiği biçimiyle, Sovyet
politikası, “ülkenin kural ve âdetlerini, bunların yanında, milletlerin kendi
kaderlerini tayin hakkını tanıma ve bunlara saygı duyma” üzerine kuruluydu. Bu
temsilcinin ifadesiyle, “Sovyet kaynaklı ‘kızıl tehlike’ye dair sürece zarar
verecek dedikoduları dolaşıma sokan yabancı düşmanların girişimlerine rağmen,
Sovyet hükümetinin toplumsal devrimi veya politik devrimi gerçekleştirmek gibi
bir niyeti yok”tu. Aksine, Sovyet hükümeti, farklı yönetim biçimlerinin tercih
edilmiş olmasının, dış politikayla alakalı genel sorunlar üzerinden varılacak
anlaşmaya mani olmaması gerektiğine inanıyordu.[17] Doğu’daki hükümetler,
Sovyet temsilcilerini dikkatle takip ettiler ve diplomatik ilişkilerin
sürdürülmesinin esas olarak bu türden ilkelerin uygulanmasına bağlı olduğunu
her fırsatta ortaya koydular.
Komintern
liderlerine göre, Doğu’daki ülkelerin içişlerine karışmama taahhüdünden
bağımsız olarak, Türkiye ile imza edilen anlaşma türünden anlaşmalar, “Müslüman
Doğu genelinde ve Türkiye içerisinde toplumsal devrimin olgunlaşma sürecini
hızlandıracak”tı.[18]
Önceden
İngilizlere İngiliz karşıtı sosyalist propaganda yapılmayacağı sözü verilmiş
olsa da “Sovyetler’in Doğu’daki etkisi, gene de bir şekilde büyümekte”ydi. Bu,
Sovyetler’in emperyalist bir güç gibi davranmaması ve dış politikasındaki aydınlatıcı
niteliğin bir sonucuydu. Türkiye ve İran’la yapılan anlaşmalarda da bu gerçek
ortaya konulmaktaydı.[19]
Ancak
zaman geçtikçe Doğu’daki hükümetlerin antiemperyalist niteliklerini tutkuyla
dile getirme konusunda istekli, hatta hevesli oldukları görüldü. Buna karşın,
bu hükümetlerin emperyalist devletlerle ilişkileri, her zaman bu kıymetli
fikrin ruhuna uygun bir şekilde gelişmiyor, ilgili hükümetler, Sovyetler’le
yaptıkları anlaşmaların şartlarını yerine getirme konusunda kimi zaman güçlük
yaşıyorlardı.[20] Ortada Bolşevik liderlerin sosyalizm davasına mevzi
kazandıracak yegâne araç olarak gördükleri devrimci ajitasyon ve propaganda
faaliyetini imkânsızlaştıran anlaşmalar vardı. Sovyet devleti, bu anlamda, ilk açmazla
yüzleşti. Bu açmaz, yabancı ülkelerde toplumsal düzeni devrimci manada
dönüştürmek isterken bir yandan da o ülkelerdeki hükümetlerle resmi ilişkiler
yürütmekle ilgiliydi.[21]
Stephen White
Glasgow
Üniversitesi
[Kaynak:
Science & Society, Cilt. 40, Sayı. 2 (Yaz 1976), s. 173-193.]
Dipnotlar:
[1] Bu konuyu elen en faydalı derleme eser için bkz.: Yayına Hz.: S. Avineri,
Karl Marx on Colonialism (New York, 1968). Ayrıca bkz.: V. G. Kiernan, “Marx
and India”, Socialist Register 1967 (Londra, 1967), s. 159-89; H.
Carrère d'Encausse ve S. Schräm, Le Marxisme et l'Asie (Paris, 1965).
[2]
V. I. Lenin, Polnoe Sobranie Sochinenii (Toplu Eserler) (Moskova,
1958-65), Cilt. 42, s. 71-72. 173.
[3]
Halkın Milliyetler Komiserliği’nin ilk dönem faaliyetlerine dair bir özet için
bkz.: Narodnyi Komissariat po Delam Natsional'nostei, PoUtika Sovetskoi
Vlasti po National'nomu Voprosu za Tri Goda, 1917-1920 (“1917-1920 Arası
Dönemde Sovyet İktidarının Millet Meselesiyle İlgili Politikası”) (Moskova,
1920).
[4]
İkinci Enternasyonal’in sömürge politikası için bkz.: Yayına Hz.: La
Deuxième Internationale et l'Orient (Paris, 1965). Komintern’in sömürge
meselesiyle ilgili faaliyetleri konusunda yürütülen tartışmalar için bkz.: R.
Schlesinger, Die Kolonialfrage in der Kom- munistische Internationale
(Frankfurt, 1970); B. Lazitch ve M. Drachkovitch, Lenin and the Comintern,
Cilt. 1 (Stanford, 1972); X. Y. Eudin ve R. C. North, Soviet Russia and the
East, 1920-27 (Stanford, 1957); Yayına Hz.: R. A. Ulyanovsky, Komintern
i Vostok (“Komintern ve Doğu”) (Moskova, 1969); H. Kapur, Soviet Russia
and Asia, 1917-27 (Londra, 1966); S. Sechi, “II Comintern e la questione
coloniale”, Studi Storici, Temmuz-Eylül 1973; ve D. Boersner, The
Bolsheviks and the National Colonial Question (Cenevre, 1957).
[5]
L. Kamenev, Tretyi Internatsional (“Üçüncü Enternasyonal”) (Prag, 1920),
s. 27.
[6]
G. V. Chicherin, VestnikNKID, Sayı. 2 (13 Ağustos 1919), s. 15; aynı
yazar, Vneshnyaya Polïtiha Sovetskoi Rossii za Dva Goda (“Sovyet Rusya’nın
Dış Politikasının İki Yılı”) (Moskova, 1920), s. 29.
[7]
R.K.P.(B), Odinnadtsatyi S"ezd: stenograficheskii otchet (“On
Birinci Kongre: Stenografi Raporu”) (Moskova, 1922), s. 532; G. Zinoviev, Report
to the Second World Congress (Amsterdam, 1920), s. 376.
[8]
Odinnadtsatyi S"ezd, s. 186; G. Zinoviev, Tretyi
Kommunisticheskii Internatsional (Petrograd, 1921), s. 17.
[9]
İngiliz istihbaratının hazırladığı “Sovyet Rusya’da Kim Kimdir” başlıklı
çalışmada Çiçerin’in “Rus mayasına sahip, gayet çalışkan ve vicdanlı biri
olduğu”ndan söz ediliyor, ama bir yandan da onun “utangaç ve asabi mizaçlı
olduğu, bu anlamda, liderlik vasıflarına sahip olmadığı” söyleniyor: “Çiçerin, Komünist
Parti’nin merkezinde duran bir isim değil. Dış politikaya dair meseleler
konusunda kararlar alan Politbüro’da da yer almıyor.” (N3 179/3 179/38, 9 Nisan
1923, Further Correspondence Regarding Russia içinde, Cilt. 7, F.O.
418/59, Devlet Arşivleri Kurumu, Londra).
[10]
Dokument? Vneshnei Polüiki SSSR (“SSCB Dış Politikası Belgeleri”), Cilt.
4 (Moskova, 1960), Sayı. 240, s. 375.
[11]
Sör Robert Home’un imzaladığı mektup şurada yayınlandı: Anglo-Sovetskie
Otnosheniya: 1921-27: noty i dokumenty (“1921-1927 Arası Dönemde
İngiliz-Sovyet İlişkileri: Notalar ve Belgeler”) (Moskova, 1927), s. 8-11; Sovyet
diplomatlarının talimatları için bkz.: Dokumenty Vneshnei Polititi, Cilt.
4, s. 166, ve Kommunist (Moskova), Sayı. 18, 1956, s. 111.
[12]
Secret Intelligence Report, Sayı. 233, 2 Haziran 1921, F.O.
371/6844/N6733.
[13]
Secret Intelligence Report, Sayı. 1189, 27 Haziran 1923, F.O. 37
1/9369/N5849. Rapora göre Zinovyev, Ocak 1923’te Bakû Konseyi’ne şunu söyledi: “Batı’da
yürüttüğümüz çalışmalarla bağlantılı olarak oluşan muazzam harcamalar bizi Doğu’daki
masrafları kısmak zorunda bırakıyor.” Daha önce Doğu’daki çalışmalar için
ayrılan iki milyon rublelik bütçe yarı yarıya düşürülüyor (Secret
Intelligence Report Muhtelif/27, 27 Mart 1923, F.O. 371/9332/N3426).
[14]
Anlaşmaların metinleri şurada: Dokumenty Vneshnei Politiki SSSR, Cilt. 3
(Moskova, 1959), Sayı. 305, 309 ve 342.
[15]
A.g.e., Madde 7, 4 ve 4.
[16]
Dokumenty Vneshnei Politiki SSSR, Cilt. 4, s. 168, 167, 394.
[17]
A.g.e., Sayı. 166, s. 247-48.
[18]
M. N. Pavlovich, Revolyutsionnaya Turtsiya (“Devrimci Türkiye”) (Moskova,
1921), s. 90.
[19]
Mezhdunarodnaya Zhizn’, Sayı. 15 (133), 7 Kasım 1922, s. 15.
[20]
A. N. Kheifets, Sovetskaya Diplomatiya i Strany Vostoha, 1921-1927 (“1921-1927
Arası Dönemde Sovyet Diplomasisi ve Doğu Ülkeleri”) (Moskova, 1968), birçok yerde.
[21] Sovyet çalışmaları alanında faaliyet yürüten Burlatski şu tespiti yapıyor: “Eldeki deneyimler gösteriyor ki aradaki bağlantıda fazlasıyla karmaşık politik sorunlar açığa çıktı. On binlerce komünistin Endonezya’da yok edildiği koşullarda sosyalist ülkeler, sömürgeci kölelikten yeni kurtulmuş bir ülkeyle ilişkilerin bozulmaması, bunun yanında proleter kardeşlerin savunulması zorunluluğuyla bağlantılı, güç ve kaçınılması mümkün olunmayan sorunlarla yüzleşti. Bir yandan sömürgelikten kurtulmuş ülkelerde komünist harekete destek sunulurken bir yandan da ekonomik ve politik bağımsızlık için ortaya koydukları çabalarda bu ülkelerdeki devlet kurumlarına yardım edildi. Bu, esasında ilgili politikaların uygulanmasında esnekliğe, ilkeler konusunda netliğe ihtiyaç duyan gerçek bir sorundu.” (F. M. Burlatsky, Lenin, Gosudarstvo, Politika (“Lenin, Devlet, Politika”) [Moskova, 1970], s. 165).