17 Mayıs 2019

, ,

Parsa

Bugün sosyalist hareketin Doğu ve İslam’a dair kurduğu cümlelerin tamamı, ABD ve İsrail’e ait. ABD’nin İran’a yönelik tehditlerini yoğunlaştırdığı bir dönemde, sol örgütlerin Pentagon’un akıncı birlikleri hâline getirilmesi süreci, neredeyse tamamlandı. Bugün sol, CIA'in ve Şah yanlılarının bayrağını sallıyor. ABD ve İsrail elçilikleri önüne gitmeyi gericilik olarak gören sol örgütler, İran büyükelçiliği önünü eylem alanı olarak belirlemişler. Hep bir ağızdan “emperyalizmi ortaçağ gericiliğine tercih ederim” diyorlar.
Bu solcular, bugünlerde sosyal medyalarında Ferruhru Parsa isimli bir kadının sözlerini paylaşıp duruyorlar. O sözlerin bugün neden “viral” olduğunu, neden sabah akşam gözümüze sokulduğunu sorana hiç rastlanmıyor. 
Bir sosyalist paylaşımda[1] Parsa, bir "hekim ve kadın" olarak takdim ediliyor, böylelikle sanki hekim ve kadın olduğu için idam edildiğine dair bir izlenim yaratılıyor. (Yakında birileri, illaki “Kürt” olduğunu söyleyecektir!)
Oysa Şah döneminde milli eğitim bakanı olarak görev yapan Parsa, Şah’ın siyasetinin sürdürücülerinden. Yolsuzluk, bakanlık imkânlarını Amerika ve İsrail için kullanma ve bu yönde uyguladığı baskılar sebebiyle idam ediliyor. Savunmasında, Şah’ın istihbarat örgütü SAVAK adına öğretmenler arasında bir ağ kurma fikrine pratiğe zarar vereceği, herkes soruşturma altındaymış izlenimi yaratacağı düşüncesiyle karşı çıktığını, ama anti-komünist kampanyaya destek verdiğini, bu yönde bir proje sunduğunu, projenin Şah’tan destek gördüğünü, anti-komünist kitap ve broşürler yayınlatıp öğretmenlere dağıttığını söylüyor.[2] İşte bizim sosyalistlerimiz, bu anti-komünisti baş tacı ediyorlar. Bugün İran konusunda sol, ABD’ye kaçmış Şah artıklarının ağzıyla konuşmaktan başka bir şey yapmıyor.
Sol, kadın ve başörtüsü meselesini öne almasını kimlerin emrettiğini tabii ki gizliyor. Ama bu emri yerine getirirken, 1936’daki modernleşme süreciyle bağlantılı olarak Şah’ın kadınların örtülerini zorla çıkarttığını, bunun isyana sebebiyet verdiğini bilmiyor. Halkın bilinçaltında kayıtlı olan bu zulüm, 1979 devrimiyle birlikte kendince, doğru ya da yanlış, belirli bir tepkiyi doğuruyor. 
1935-1936 momentinde çıkartılan kanun, aynı zamanda Avrupa’ya özenme anlamında, erkeklere de melon şapka giymeyi şart koşuyor. Kanunu protesto için Meşhed’de düzenlenen gösteri kanla bastırılıyor, bu süreçte İmam Rıza türbesi yöneticisi idam ediliyor.[3] 
Sosyalist hareketi bu zulüm ve baskı zerre ilgilendirmiyor. Çünkü emperyalizmi ilerici belliyor. Onun tek ilgilendiği, kapitalizm gelişsin ki kendilerine gün doğsun! Armut pişsin ağza düşsün! Armut kimin, hangi sınıfın, sorgulayana rastlanmıyor. Herkes devrimi başkalarına yaptırma derdinde!
Ayrıca sol, Şah’ın feyz aldığı Kemalist rejimle kurduğu bağdan da gayet memnun. O bağı sorgulayan nadir isimlerden biri olan İbrahim Kaypakkaya bile bugün Hasanoğlan Öğretmen Okulu üzerinden o kemalizme bağlanıyor.
Muzaffer Oruçoğlu, utanma nedir bilmeden, Kaypakkaya’nın ölümü için yazdığı, ama aslolarak kendi abuk sabuk resimlerinin reklâmını yaptığı yazıda[4], savcının İbrahim’i cumhuriyetin kurucusuna çamur atmakla itham ettiğinden bahsediyor. 
Çeşitli ortamlarda İbrahim’i aştığını söyleyen Oruçoğlu, bugünkü konjonktürde elindeki fırçayla o savcının yanı başına kuruluyor. Aşma pratiği bu şekilde son buluyor. Yakın dönemde çıktığı bir TV kanalında, kendilerini ve 68’i cumhuriyet aydınlanmasının yetiştirdiğinden bahsediyor.
Çünkü bugün o aydınlanma ve modernizmi AKP rejimine karşı korumak gerekiyor. Hatta onları tekellerin pompaladığı feminizmle birlikte yoğurmak ve sosyalizmin yerine koymak icap ediyor. Kaypakkaya da estetize edilip piyasaya uygun hâle getirilecek isimler listesine ekleniyor. Bulunulan coğrafi konum ve buraya yönelik planlar, bunu emrediyor.
O nedenle İsrail’de yapılan şarkı yarışmasına katılacak Madonna için övgüler kaleme alınmak zorunda. “Yaşçılık ve cinsiyetçilik” meselesi, Filistin’in gördüğü zulümden elbette ki daha önemli.[5] O yüzden Oruçoğlu, Kaypakkaya’nın İsrail’i tanıdığını söylüyor.[6]
Solda gördüğümüz feminizmse, bugün Avrupa’da ırkçıların, faşistlerin bayrağı. Yani, Türkiye’deki kentlerde orta sınıf kadınlara yönelik propaganda bile buraya ait değil. Avrupa’dan ithal. Avrupa ülkelerinde göçmenlere ve Müslümanlara yönelik düşmanlığın bayrağına feminist bir renk çalınıyor. Buna “femonasyonalizm” deniliyor.[7] Liberaller, sekülerler ve sağcılar, dindarlara, göçmenlere saldırmak için feminizmi kullanıyorlar. O feminizm, Türkiye’de “bu ülkenin tapusu ona ait” cümlesiyle birlikte anlam kazanıyor.
Herkes, tapuya göre hizaya çekiliyor. AKP kitlesi, aslolarak köylü, dışarlıklı, yağmacı, sapık olmak üzerinden eleştiriliyor. Bunların tamamı da orta sınıfın tepkileri. Avrupa’daki şefler, o femonasyonalizmi buraya sosyalist siyaset diye yutturuyorlar, çıkarları bunu emrediyor.
İlgili tepkileri örgütleme üzerine kurulu olan siyaset, İran’a saldırının gündemde olduğu koşullarda Türkiye’de de güncelleniyor. Burada LGBT, feminizm ve veganizm, bir yanıyla, Pentagon ürünü kontrgerilla talimnamelerinin bir gereği olarak propaganda ediliyor. Oysa mücadele ettikleri AKP de aynı şekilde düşünüyor.[8] Onlar da Ferruhru Parsa’dan dem vuruyorlar.
Parsa, “tiyatro, müzik gösterisi sonrası seyircilerden toplanan para”yı ifade ediyor. Mücadeleyi bir tür gösteri, temaşa olarak gören sol hareket, eşeğini boyayıp “baba”sına satmaya çalışıyor. Babasının değerlerini ve fikirlerini ona kabul ettirmek için uğraşıyor. Bu aşamada kendisini o babaya hoş gösterecek renkleri ve kıyafetleri tercih ediyor. O nedenle birileri subaşlarına oturtuluyor.[9] Milyonlar siyasetten geri tutuluyor.
Bir iki işçi direnişine gazeteci olarak gidip o işçilere “CHP’ye oy verin” diyene “işçi önderi” elbisesi giydiriliyor. Sosyal medyasında gerici avına çıkana “halk önderi” olarak muamele ediliyor. Yapılan gösteri sonrası toplanan parayı işin sahibi geri toplayacak, işte bu gerçek her daim gözlerden ırak tutuluyor.
Eren Balkır
17 Mayıs 2019
Dipnotlar
[1] “Günün Sözleri: Ferruhru Parsa’dan”, 17 Aralık 2018, Ekmek ve Gül.
[2] Human Rights & Democracy for Iran, “Farrokhru Parsa”, Iranrights.
[3] Homa Katouzian, “State and Society under Rez Shah”, Men of Order: Authoritarian Modernization Under Atatürk and Reza Shah içinde, Ed. Touraj Atabaki ve Erik J. Zürcher, I.B. Tauris, 2004, s. 33.
[4] Muzaffer Oruçoğlu, “İbo’nun Katledilmesine Giden Yol”, 15 Mayıs 2019, Wordpress.
[5] Mustafa Şahin Karaçam, “Edebiyle Yaşlan(a)mayan Kadın: Madonna”, 4 Mayıs 2019, Bianet.
[6] Muzaffer Oruçoğlu, “Yahudi Sorunu”, 28 Aralık 2017, Patika.
[7] Edna Bonhomme, “The Disturbing Rise of Femonationalism”, 7 Mayıs 2019, Nation.
[8] Bilge Eser, “Kadının Fendi Ahmedinecad’ı Yendi”, 24 Ağustos 2009, Sabah.
[9] Alper Taş, parti manifestosunda yazan “özgürlükçüyüz, ama enayi de değiliz” düsturu gereği, “AKP bizi sokağa çekmeye çalışıyor, darbe demek için bizi oyuna getirmek istiyor” diyor. Taş, kitlelerin sokaktan çekilmesi emrini o adaylığının bir gereği olarak veriyor. O adaylığın zeminini eleştirdiğimizde bize kızanların şimdi kitleleri sokaktan çekişine tek laf etmeye hakları yok. Eren Balkır, “110”, 13 Mart 2019, İştirakî.

0 Yorum: