14 Mayıs 2019

,

Anbar

“Halkın öfkesi devrimin ruhudur.”


Sosyalist hareket, önümüzdeki süreçte muhtemelen şu tarz makaleler kaleme alacaktır:

“Ekmek, Toprak, Barış” mı “Hak Hukuk Adalet” mi?

Bolşevikler İktidara Yürürken: İmamoğlu’nda İktidar Stratejisi.

Bir Proleterleşme Süreci ve Öncü Olarak Koç Ailesi.

Kurtarılmış Bölgeler Teorisinde Diyalektik Sıçrama: Kadıköy.

Bu örnekler daha da çoğaltılabilir elbette. Mevcut dimağ ve teorik birikimle sosyalist hareket, bu tür makaleleri yazmayı her daim görev bilecektir. Nasılsa, bunların neden yazıldığını sorgulamayan bir sosyalist kitle var ortada. O, başkalarına “koyun sürüsü” derken, kendisinin nereye sürüldüğünün farkında değildir.

* * *

Misal:

Hiç adım atmadığı ülkesine Gezi zamanı “kurtarıcı önder” olarak gelir. İsmi Taylan Kulaçoğlu’dur. Popülerliği silindiği vakit bir bar çıkışı faşistlerin saldırısına uğradığı yalanını sosyal medyaya yayar. Çünkü daha önce isimlerini hiç işitmediğimiz bu tür kişiler, onları piyasaya sürenler, milyonlarca insanın işinde gücünde olduğunu, memleket meseleleriyle aktif olarak, her an uğraşamayacağını bilirler. Bu nedenle suyun başının tutulması, o milyonların yönlendirilmesi gerekir. O milyonlar, sosyal medyada Kulaçoğlu’nu takip eyler. Onun yıldızı parlatılır. Sonra aldığı gazla ve o kendisine kazandırılan popülerlikle bu zat, özel şoför tutar, memleketi gezer, bir iki gaz cümle yazar Twitter’ına. Utanmadan, o tuttuğu şoförü, yaptığı geziyi sosyal medyasında, kibirle anlatır. Kimse sorgulamaz, değirmenin suyunun nereden geldiğini. İşten atılan, parasız kalmış bir kişinin nasıl kafe açtığını sorgulayacak vakti de yoktur o kitlenin. Suyun başı tutulmuştur, tutulmaya mecburdur. Manipülasyon, devletin asli işidir.

* * *

Bugünlerde CHP kitlesinin önüne yeniden Fuat Avni haberleri servis ediliyorsa demek ki (işimiz kehanet değil ama) Haziran’daki seçimde “AKP” kazanacaktır. O kitlenin bu sonuca şimdiden alıştırılması gerekir. Her seferinde bu olmuştur. Birileri, Fuat Avni ismiyle yalanların yayılmasını sağlamış, zihinler bu şekilde kontrol altına alınmıştır.

Savaş taktiğidir: sıkıştırılan, kuşatılan bir kitleye kaçacak bir yer bırakılmalıdır. Bırakılmadığı vakit, o, köşeye sıkışmış yavru kedi gibi, tehlikeli olabilir. Devletler, bunu göze alamazlar. CHP, kaçış yolumuzdur.

Demek ki o CHP, İstanbul konusunda “valla istemem” demiş, YSK’daki üyelerini geri çekmiş, yedek üyelerle operasyon yapılmış, sonuçta seçim yenilenmiştir.[1] Beşiktaş, Kadıköy sokaklarını inleten sosyalist örgütlerin şefleri de bunu iyi bilmektedirler. Kendilerinin nasıl bir oyunun parçası olduklarının bilincindedirler. Değirmenin suyu, bu sayede akmaktadır. Sorgulanacak bir şey değildir, bireyin nasıl geçindiği, zevkleri, fikirleri. Çünkü yeni tanrı, Birey’dir.

* * *

Peki Fuat Avni, Ahmet Nesin olabilir mi? Her kritik momentte Ahmet Nesin, çıkıp “Tayyip gidici” türküsünü mırıldanıyor.[2] Her seferinde babasının anlattığı hikâyelerdeki tiplere dönüşüyor. Babasının mirasını layıkıyla muhafaza ediyor.

Babası da derinlerle bağlantılı bir isimdi. Ajanlık misyonunu Tan Matbaası saldırısı sonrası mı üstlendi, bilinmiyor. O günlere tanık olan komünistler, Aziz Nesin konusunda şüphe uyandıracak ifadelere başvuruyorlar.

O matbaaya saldırı sonrası Aziz Nesin şunları yazıyor:

“Ey faşist yumurcakları! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi bütün bu yapılanları kâfi görmeden, vazifen matbaaları yıkmak, makineleri ısırmak, namuslu vatanperverleri parçalamaktır. Muhtaç olduğun kazma, balta, Halk Partisi’nin anbarlarında mevcuttur.”

Aziz Nesin ve oğulları da bu anbardan hiç çıkmamıştır. Atatürk’ün ağzından yazdığı “anti-faşist” bildiri, bunun delilidir. Perinçek ile yürüttüğü operasyon, otel dolusu insanın ateşe verilmesiyle neticelenmiştir ve bu, hiç komik değildir!

* * *

Suyun başı tutulmalıdır. Alevi derneklerinin kurulmasını devlet emretmiş, örneğin Hacı Bektaş derneklerinin kurulmasını Demirel istemiş, bunların başına Perinçek ekibi çöreklenmiş, otel yanmış, sonrasında Perinçek “Alevicilik yanlıştır” deyip kenara çekilmiştir. Operasyon bu şekilde tamamlanmıştır.

Perinçek açısından sömürgecilik döve döve, Yalçın Küçük ve TKP açısından söve söve, İrfan Aktan, Veli Saçılık gibi isimler açısından seve seve yürütülmesi gereken bir pratiktir. Bu devlet, üç yönteme de muhtaçtır. Üç K gibi bu üç yöntem de devletin bilincinde ve bilinçaltında kazılıdır.

“Ben bir liraya aldığım makarnayla karnımı doyuruyorum, bu adamlar o parayı nereden buluyor” sorusunu bile soramayacak durumda olan kitleler için birilerinin siyaset denilen işle ilgileniyor olması, hayırlı bir durumdur. Karşılıklı bir anlaşma söz konusudur. Müslüman kesimde “zaten münafık, kâfir gibi yaşıyoruz, bu imamın, âlimin veya şeyhin elini öpeyim de Müslüman görüneyim” düşüncesi baskındır. Aynı durum sol kitle için de geçerlidir.

Suyun başına oturanlar, egemenlerin cümlelerini üç farklı şekilde dillendirecek, kitleler de “her şey yolunda” veya “her şey güzel olacak” diye düşünecektir. Ak troller varsa al troller de vardır ve hepsi paralıdır.

* * *

Erol Mütercimler’in anlattığına göre 1999’da bir toplantı olmuş, Edirne’deki toplantıda önemli isimlerden oluşan bir topluluk, “başbakan Erdoğan olacak” demiştir. Hatta kendisine danışmanlık teklif edilmiş, etrafı Fethullahçılar tarafından sarıldığı için bu mümkün olamamıştır. İşte sol, o toplantının El-Kaide, İran İslam Devleti, Hizbullah ve Hamas tarafından, birlikte tertiplendiğini düşünmektedir. O toplantıdaki isimlere bakıp İslam’a küfredenler, kimlere mesaj ve selam verdiklerini iyi bilmektedirler.

Fethullah bir röportajında, “demokrasi, insan hakları, özgürlük ve NATO” demektedir. Kendisinin bunlara bağlı olduğunu söylemektedir. Esasen ilk üç kavram dördüncüsüne bağlıdır.

Sosyalist hareket de aynı şekilde, bağlıdır. O nedenle Veli Saçılık, “İran’a NATO müdahale etsin” diyen saha görevlisi Nevşin Mengü’nün önerisine destek sunmaktadır. Bu isimlerin hepsi yan yanadır. Her yol Roma’ya çıkmalıdır. Herkes, kitlelerin olmadığı devrimlere, emperyalizmin ve üretim güçlerinin ilerleyişine iman ettirilmiştir.

* * *

Mütercimler, konuşmasında “ben sol kemalistim” demekte, ama bir yandan da ikinci adamlık yapabileceğini, Erdoğan’a danışman olabileceğini imalı olarak ifade etmektedir. Yani sanki Erdoğan nötr, her kabın şeklini alan bir şeymiş gibi tasavvur edilmektedir.

Bu önfikir HDP’de de vardır: Onun tek siyaseti, “MHP’yle değil benimle anlaş”tan ibarettir. Bir başka açıdan Taner Timur da “MHP iyidir, en azından dinci değil” demektedir. Veysi Sarısözen de “ver Apo’yu al Rojava’yı” önerisini dillendirmektedir. Ufuk Uras, onun piyasaya sunduğu bir isimdir. Suyun başı, boş kalmamalıdır.

* * *

Yüksek siyaset koridorlarındaki gezintilerin sosyalist harekete ne tür zararlar verdiği üzerinde düşünene hiç rastlanmamaktadır. Vaktiyle bu devletin çıkarlarına uygun, dişleri sökülmüş, bir köşeye oturtulmuş olan sosyalist siyasetten herkes memnundur. O siyasette AB ve ABD’nin izi bulunmak zorundadır, çünkü o siyaset, o koltuğa onların izniyle ve önerisiyle oturtulmuştur. Burada sosyalist hareket, AB ve ABD’deki sosyalist hareket kadar sosyalist olabilir. Başkasına, fazlasına asla izin verilmez. O anbardan asla çıkamaz. Çünkü işçiden nefret etmeyi, köylüden tiksinmeyi iyice öğrenmiştir.

Erol Mütercimler konuşmasında, “ben ikinci adam olarak yetiştirildim” demektedir. İşte sol, bu eğitimi ve hâli sevmektedir. Demek ki başkaları da ikinci adam olarak yetiştirilmiştir, yetiştirilmektedir. Siyaset, özel insanlara has, özel insanların yapabileceği, özel insanlara bahşedilmiş bir haktır. Burjuva terbiyesi ve devlet disiplini, solun belkemiğidir.

Eğer baştaki söz doğruysa, halkın öfkesi devrimin ruhu ise demek ki bugün İmamoğlu gibi özel isimlerle ruhsuz devrimlere yelken açılmaktadır. Sol eskiden de böyleydi, şimdi bu vasfını açık etme imkânına kavuşmuştur: o, kitleden nefret etmenin, ruhsuz devrimlere bağlanmanın adıdır. Özel isimlere o öfkeden kaçmak için sarılmaktadır.

Eren Balkır
14 Mayıs 2019

Dipnotlar:
[1] İnci Hekimoğlu, “CHP Yönetimi ile Her Şey Güzel Olamaz”, 9 Mayıs 2019, Artı Gerçek.

[2] Ahmet Nesin, “Erdoğan Askerler Gibi Yargılanmama Garantisi İstiyor”, 13 Mayıs 2019, AG.

0 Yorum: