21 Mayıs 2019

,

Hilâl ve Yıldız

Türkmen Kızıl Muhafız Savaşçısı [Ruvim Mazel -1923]
Hilâl ve Yıldız: Bolşevizm ve İslam
Sovyetler Birliği, ilk yıllarında iktidarı halklara teslim eden radikal kimi tedbirler aldı. Bu halkların arasında Orta Asya’nın Müslüman halkları da bulunmaktaydı.
Kasım 1917’de yeni Sovyet Cumhuriyeti, eski Çar imparatorluğuna ait o uçsuz bucaksız toprakların üzerine kurulmuştu. Nüfusun yüzde onunu Müslümanlar teşkil ediyordu. 16 milyonu bulan nüfusuyla Müslümanlar, sadece Orta Asya’da yaşamıyorlardı.
Çarlık döneminde toprakları fethedilmiş olan Müslüman halkların dilleri ve kültürleri ezilmiş, bu halklar yönetimden her daim uzak tutulmuşlardı. Afrika ve Asya’da batılı güçlerin başvurdukları aynı yöntemler üzerinden sömürgeleştirilmiş, benzer bir zulme maruz kalmışlardı.
Gelgelelim zorunlu askerlik kanununun yürürlüğe girmesiyle bölgede halk ayaklanmalarına tanıklık edildi. 1916 yazında başlayan bu ayaklanmalarla Çarlık rejimi dağılmaya başladı. Ayaklanma esnasında bölgeye yerleştirilmiş 2.500 kadar Rus öldürüldü, Rus askerleri, seksen binden fazla insanı kıyımdan geçirdiler.
İsyan
1917 Şubat Devrimi ile Çar tahttan indirildi. Bu gelişmeye dair haberler Müslüman halklar arasında sevinçle karşılandı.
Devamında Müslümanlar, kendi taleplerini bilhassa dini özgürlükler ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı ile ilgili taleplerini dillendirmeye başladılar.
Kazan ve Moskova’da Müslümanlar kongreler düzenlediler. Aralarında iki yüz kadar kadının bulunduğu yaklaşık bin kişilik delege, toprakta özel mülkiyetin kaldırılması, büyük arazilerin müsadere edilmesi, sekiz saatlik işgünü ve kadınlara politik haklar verilmesi yönünde oy kullandı.
Bu gelişmelerin altında esas olarak on dokuzuncu yüzyıl sonlarında ortaya çıkan Cedidîlerin imzası vardı. Bu İslamî akım, eğitimin merkezî rolüne vurgu yapmakta ve saf İslam’a geri dönülmesi fikrini savunmaktaydı.
Yani aslında bu akımın mensuplarının üzerinde durduğu mesele, teknolojik ve bilimsel gelişmeydi. Sömürgecilik karşıtı bir akım olarak Cedidîlik, Britanya’nın Hindistan’dan kovulmasını ve Avrupa hâkimiyetinin son bulmasını istiyordu.
Çarlık Rusyası’nın Birinci Dünya Savaşı ile bölgede yarattığı, karışıklığın hâkim olduğu koşullarda bu hareket gelişip serpildi ve iyice radikalleşti. Hareketin tamamı değilse bile belirli bir kısmı Ekim Devrimi’ni ve din ile millet konusunda vaat ettiği özgürlükleri sevinçle karşıladı.
Kendi Kaderini Tayin Hakkı
Esasen bu hak, Bolşeviklerin eskiden beri dillendirdikleri bir vaatti. 1903’te düzenlenen, Bolşevizmin ayrı bir hizip olarak ortaya çıktığı Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) kongresinde Rus İmparatorluğu bünyesinde yer alan tüm milletlere kendi kaderini tayin hakkının verilmesi yönünde oy kullanıldı.
Buna göre halkların büyük bölümünün ülkeyi yönetme ve kendi dillerinde eğitim görme hakkı vardı. Kendi kaderini tayin hakkı soyut bir fikirden ibaret değildi.
Takip eden dönemde bu konum Lenin tarafından desteklenip geliştirildi.
Bu konuma uygun olarak, St. Petersburg’daki ayaklanmadan bir hafta sonra yeni Sovyet idaresi, Rusya halklarına eşitlik ve egemenlik vaat eden, bağımsızlık dâhil kendi kaderini tayin hakkını veren bir kararnameyi yürürlüğe koydu.
Batıda Baltık devletleri, Polonya ve Finlandiya bağımsızlığını ilân etti, yeni kurulan devletler, Bolşeviklere düşmanlık etmesine ve devrimci güçleri ezmesine karşın Bolşevikler bu devletleri tanıdı.
Federasyon
Eski Çarlık İmparatorluğu’nda yer alan milletlerin ekseriyeti, Sovyetler Birliği adını alan yeni federasyona katılma kararı aldı. Zira Bolşevikler açısından kendi kaderini tayin hakkı soyut bir mesele değildi, onlara göre bu bölgeler kendi işlerini yönetebilir, kendi dillerini kullanabilir, kendi okullarını açıp kendi mahkemelerini kurabilirdi.
Şeriat, Sovyetler’de yeni hukuk sisteminin bir parçası kabul edildi.
Sovyetler’in ilk yıllarında Müslüman işçilere ve köylülere şu çağrı yapılıyordu:
“İnanç, örf ve âdetleriniz, millî ve kültürel kurumlarınız şuandan itibaren serbest ve dokunulmazdır. Kendi millî hayatınızı tam bir özgürlük içinde düzenleyin.”[1]
Bu türden ifadeler, ilk kurulan sovyetlere hükmeden, çoğunluğu Rus yerleşimci olan yerelliklerdeki Bolşevikler için sorunluydu. Buna karşın Moskova’daki yeni hükümet, bu yöneticilere karşı çıkarak yerli halkların haklarını savunmaya devam etti. Bu haklar arasında Çarlık hükümeti yetkililerince yerleşimcilere verilmiş toprakları geri alma hakkı da bulunuyordu.
Türkistan’da ilk başta sovyetler Müslümanları içine almadı ve onlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yaptı. Hükümet bu uygulamaya müdahale etti ve nüfus içerisindeki oranlarına göre her bir milliyete hükümette ve idarede temsiliyet hakkı verilmesini ifade eden “Korenizatsiia” siyasetini yürürlüğe koydu.
1918’in sonlarında, Türkistan Komünist Partisi üyelerinin yüzde 45’i Müslümandı.
Emperyalizmle Mücadele
Emperyalist güçlerin yeni sovyet cumhuriyetlerini işgal ettiği bir dönemde tüm bu adımlar hayati önemdeydi. Bu güçlerin iç savaşı körüklediği koşullarda emekleme aşamasında bulunan Sovyetler Müslüman savaşçıları kendi safına çekmeye mecburdu.
1920’de Orta Asya’da Kızıl Ordu askerlerine yapılan bir çağrıda askerlerden köylüleri, zanaatkârları ve tüccarları düşman değil müttefik olarak görmeleri, onları vurguncu değil de birer emekçi olarak değerlendirmeleri isteniyordu. Bildiriye göre bu insanlar arasında:
“henüz yaşanmamış, ama tüm çıplaklığıyla mevcut olan sınıfsal bir ayrışma söz konusu. Üreticiler üretim araçlarından henüz kopartılmamışlar. Küçük esnaf aynı zamanda tüccar. Ticareti elinde sadece üç kuruşluk mal bulunan milyonlarca küçük tüccar yürütüyor. Komünizmin hızla uygulamaya sokulması, esnafların yürüttüğü ticaretin millileştirilmesi imkânsız.”[2]
Bolşevikler açısından asıl gerekli olan, milletlerin eksiksiz bir kültürel gelişim göstermeleri, böylelikle sömürgeci idarenin ve zulmün hüküm sürdüğü onca yılın ardından bu milletlerin eşit seviyeye gelebilmeleridir.
Bu amaçla farklı lehçeler arasından milli bir dil belirlendi, yeni alfabeler hazırlandı, dilbilgisi çalışmaları yayınlandı. 1927’de Rus olmayan milletlere mensup öğrencilerin yüzde doksanı kendi dillerinde eğitim görmekteydi.
Dinî Özgürlük: Sömürge Halklar İçin Bir Fener
Dinî özgürlük de Bolşevikler için soyut bir mesele değildi. Orta Asya genelinde Cuma günü resmi gün ilân edildi.
İç savaşın bitmeye yüz tuttuğu dönemde sovyet mahkemeleri yanında resmi şeriat mahkemeleri üzerine kurulu bir sistem devredeydi. Kimi güçlükle yaşansa da Orta Asya genelinde davaların neredeyse yarısı şeriat mahkemelerinde görülüyordu, bu oran Çeçenya’da yüzde seksene ulaşmaktaydı. Yasal düzlemde tanınan medreseler hızla yayıldı. Örneğin Dağıstan’daki toplam 183 devlet okulundan daha fazla sayıda öğrenci medreselere gidiyordu. Bu bölgedeki medrese sayısı bin beş yüzü, öğrenci sayısı kırk beş bini bulmaktaydı.
Lenin’e göre Rus devrimi, sadece batıda gerçekleşecek sosyalist devrimle kurtulmayacaktı, onun hayatta kalmasını sağlayacak diğer bir unsur da doğuda gerçekleşecek sömürgecilik karşıtı devrimdi. Dolayısıyla Sovyetler’in kendi azınlıklarına yönelik muamelesi, sömürge dünyasında kendisinin nasıl göründüğü ve algılandığı konusunda bir turnusol görevi görecekti.
Doğu Halkları Kurultayı
Sömürgelerle ilgili meseleler konusunda söylenen hiçbir söz kâğıt üstünde kalmadı. 1920’de Komünist Enternasyonal Sovyet Azerbaycanı’nda, Bakû’de Doğu Halkları Kurultayı düzenledi.
Kurultayın üzerinde durduğu asıl mesele, Batı emperyalizmine yönelik, giderek büyüyen direnişi desteklemekti. Bu direniş, Kemal Atatürk’ün Türkiye’de liderliğini üstlendiği milliyetçi hareket gibi Bolşevizme düşman güçleri de kapsıyordu, fakat bu türden hareketlerin temsilcileri de Britanya emperyalizmine ve onun maşası olarak iş gören Yunan devletine karşı savaş yürüttükleri gerekçesiyle Bakû’ye davet edildiler.
Delegelerin Sovyet Rusya topraklarına geçişini önlemek için Karadeniz sahilinde İngiliz gemileri devriye attı fakat fırtına kopunca gemiler dağıldı, böylelikle delegeler Bakû’ye gidebildiler.
Hintli Müslümanlar Kabil’e ulaşmayı başardılar. Burada 150 Müslüman, Sovyet yanlısı Hintli Devrimci Birliği’ni kurdu. Yirmi beşi dağları aşıp Bakû’ye vardı ve burada Irak’taki Hint ordusundan firar etmiş olan askerlerle bir araya geldi.
Komintern başkanı Zinovyev Komünist Manifesto’daki o ünlü şiarı değiştirerek dillendirdi:
“Tüm ülkelerin işçileri ve tüm dünyanın ezilen hakları, birleşin.”[3]
Delegelerin yarısı komünistti, yüzde yirmisi destekçi konumundaydı, yüzde yirmi beşi ise partili değil olarak sınıflandırılmaktaydı.
Kurultaya elli beş kadın katıldı. Başlattıkları tartışma sonrası üç kadın konferans yürütme komitesine dâhil oldu. Bu karar üzerine kurultay salonunda alkış tufanı koptu. Kürsüye gelen iki kadın Doğulu kadınların kurtuluşu ile ilgili konuşmalar yaptı.
Delegelerden biri olan, Azerbaycanlı Müslüman Babayev’in sonradan aktardığı biçimiyle:
“Namaz vakti geldiğinde doğal olarak ibadet esnasında silâhımı çıkartıp kenara koyuyordum, zira kurultayı ve devrimi kanımızla savunmak için hemen geri dönmemiz gerekiyordu. Kurultayın devrimin düşmanlarına karşı ilân ettiği cihaddan ilham alan ve Bolşevik olmakla ve Müslüman olmak arasında bir çelişkinin bulunmadığına kanaat getirmiş olan binlerce insan, Bolşeviklerin safına katıldı.”[4]
Ama gene de kimi güçlüklerle karşılaşılıyor, Müslüman delegeler Sovyet yetkililerinde Büyük Rus Şovenizmine dair emarelerin görüldüğüne dair şikâyetlerini dile getiriyorlardı. Zinovyev bu konuda harekete geçileceği vaadinde bulundu. 27 kişilik bir heyet Moskova’ya gitti ve burada gelen heyetle birlikte Lenin, Sovyet yetkililerinin milletlerin ve dinlerin haklarına saygı göstermelerini talep eden bir kararname kaleme aldı. Süreç içerisinde ayrıca Doğu Halkları Üniversitesi kuruldu.
1922’de Lenin şu uyarıyı yaptı:
“Tıpkı bir Rus bürokrat gibi özünde zorba ve alçak olan Büyük Rus şovenisti Rusların saldırıları karşısında Rus olmayanları savunamıyorsak eğer, birliğin sunduğu, bize gerekli meşruiyeti veren o özgürlük, buruşturulup atılmış bir kâğıt parçasına döner.”[6]
Chris Bambery
15 Şubat 2017
Dipnotlar
[1] Lenin ve Stalin, “Rusya ve Doğu Müslümanlarına Çağrı”, 7 Aralık 1917, İştirakî.
[2] John Riddell, editör, To See the Dawn: Baku, 1920 - First Congress of the Peoples of the East, Pathfinder Press, 1983, s. 307.
[3] John Riddell, A.g.e., s. 219.
[4] John Riddell, A.g.e., s. 29-30.
[5] John Riddell, A.g.e., s. 26.
Ek Okuma
John Riddell, The Russian Revolution and National Freedom, John Riddell: Marxist Essays and Commentary, 2006.
John Riddell, editör, To See the Dawn: Baku, 1920 - First Congress of the Peoples of the East, Pathfinder Press, 1983.
Ben Fowkes & Bülent Gökay (2009), Unholy Alliance: Muslims and Communists – An Introduction, Journal of Communist Studies and Transition Politics, 25:1, 1-31. Türkçesi: İştirakî.
Dave Crouch, “The Bolsheviks and Islam”, International Socialism Journal, Sayı: 110, 2006. Türkçesi: İştirakî.

0 Yorum: