Hilâl ve Yıldız: Bolşevizm ve İslam
Sovyetler Birliği, ilk yıllarında iktidarı
halklara teslim eden radikal kimi tedbirler aldı. Bu halkların arasında Orta
Asya’nın Müslüman halkları da bulunmaktaydı.
Kasım 1917’de yeni Sovyet Cumhuriyeti, eski Çar
imparatorluğuna ait o uçsuz bucaksız toprakların üzerine kurulmuştu. Nüfusun
yüzde onunu Müslümanlar teşkil ediyordu. 16 milyonu bulan nüfusuyla
Müslümanlar, sadece Orta Asya’da yaşamıyorlardı.
Çarlık döneminde toprakları fethedilmiş olan
Müslüman halkların dilleri ve kültürleri ezilmiş, bu halklar yönetimden her
daim uzak tutulmuşlardı. Afrika ve Asya’da batılı güçlerin başvurdukları aynı
yöntemler üzerinden sömürgeleştirilmiş, benzer bir zulme maruz kalmışlardı.
Gelgelelim zorunlu askerlik kanununun yürürlüğe
girmesiyle bölgede halk ayaklanmalarına tanıklık edildi. 1916 yazında başlayan
bu ayaklanmalarla Çarlık rejimi dağılmaya başladı. Ayaklanma esnasında bölgeye
yerleştirilmiş 2.500 kadar Rus öldürüldü, Rus askerleri, seksen binden fazla
insanı kıyımdan geçirdiler.
İsyan
1917 Şubat Devrimi ile Çar tahttan indirildi. Bu
gelişmeye dair haberler Müslüman halklar arasında sevinçle karşılandı.
Devamında Müslümanlar, kendi taleplerini bilhassa
dini özgürlükler ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı ile ilgili taleplerini
dillendirmeye başladılar.
Kazan ve Moskova’da Müslümanlar kongreler
düzenlediler. Aralarında iki yüz kadar kadının bulunduğu yaklaşık bin kişilik
delege, toprakta özel mülkiyetin kaldırılması, büyük arazilerin müsadere
edilmesi, sekiz saatlik işgünü ve kadınlara politik haklar verilmesi yönünde oy
kullandı.
Bu gelişmelerin altında esas olarak on dokuzuncu
yüzyıl sonlarında ortaya çıkan Cedidîlerin imzası vardı. Bu İslamî akım,
eğitimin merkezî rolüne vurgu yapmakta ve saf İslam’a geri dönülmesi fikrini
savunmaktaydı.
Yani aslında bu akımın mensuplarının üzerinde
durduğu mesele, teknolojik ve bilimsel gelişmeydi. Sömürgecilik karşıtı bir
akım olarak Cedidîlik, Britanya’nın Hindistan’dan kovulmasını ve Avrupa
hâkimiyetinin son bulmasını istiyordu.
Çarlık Rusyası’nın Birinci Dünya Savaşı ile
bölgede yarattığı, karışıklığın hâkim olduğu koşullarda bu hareket gelişip
serpildi ve iyice radikalleşti. Hareketin tamamı değilse bile belirli bir kısmı
Ekim Devrimi’ni ve din ile millet konusunda vaat ettiği özgürlükleri sevinçle
karşıladı.
Kendi
Kaderini Tayin Hakkı
Esasen bu hak, Bolşeviklerin eskiden beri
dillendirdikleri bir vaatti. 1903’te düzenlenen, Bolşevizmin ayrı bir hizip
olarak ortaya çıktığı Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) kongresinde Rus
İmparatorluğu bünyesinde yer alan tüm milletlere kendi kaderini tayin hakkının
verilmesi yönünde oy kullanıldı.
Buna göre halkların büyük bölümünün ülkeyi yönetme
ve kendi dillerinde eğitim görme hakkı vardı. Kendi kaderini tayin hakkı soyut
bir fikirden ibaret değildi.
Takip eden dönemde bu konum Lenin tarafından desteklenip
geliştirildi.
Bu konuma uygun olarak, St. Petersburg’daki
ayaklanmadan bir hafta sonra yeni Sovyet idaresi, Rusya halklarına eşitlik ve
egemenlik vaat eden, bağımsızlık dâhil kendi kaderini tayin hakkını veren bir
kararnameyi yürürlüğe koydu.
Batıda Baltık devletleri, Polonya ve Finlandiya
bağımsızlığını ilân etti, yeni kurulan devletler, Bolşeviklere düşmanlık
etmesine ve devrimci güçleri ezmesine karşın Bolşevikler bu devletleri tanıdı.
Federasyon
Eski Çarlık İmparatorluğu’nda yer alan milletlerin
ekseriyeti, Sovyetler Birliği adını alan yeni federasyona katılma kararı aldı.
Zira Bolşevikler açısından kendi kaderini tayin hakkı soyut bir mesele değildi,
onlara göre bu bölgeler kendi işlerini yönetebilir, kendi dillerini
kullanabilir, kendi okullarını açıp kendi mahkemelerini kurabilirdi.
Şeriat, Sovyetler’de yeni hukuk sisteminin bir
parçası kabul edildi.
Sovyetler’in ilk yıllarında Müslüman işçilere ve
köylülere şu çağrı yapılıyordu:
“İnanç,
örf ve âdetleriniz, millî ve kültürel kurumlarınız şuandan itibaren serbest ve
dokunulmazdır. Kendi millî hayatınızı tam bir özgürlük içinde düzenleyin.”[1]
Bu türden ifadeler, ilk kurulan sovyetlere
hükmeden, çoğunluğu Rus yerleşimci olan yerelliklerdeki Bolşevikler için
sorunluydu. Buna karşın Moskova’daki yeni hükümet, bu yöneticilere karşı
çıkarak yerli halkların haklarını savunmaya devam etti. Bu haklar arasında
Çarlık hükümeti yetkililerince yerleşimcilere verilmiş toprakları geri alma
hakkı da bulunuyordu.
Türkistan’da ilk başta sovyetler Müslümanları
içine almadı ve onlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yaptı. Hükümet bu
uygulamaya müdahale etti ve nüfus içerisindeki oranlarına göre her bir
milliyete hükümette ve idarede temsiliyet hakkı verilmesini ifade eden “Korenizatsiia”
siyasetini yürürlüğe koydu.
1918’in sonlarında, Türkistan Komünist Partisi
üyelerinin yüzde 45’i Müslümandı.
Emperyalizmle
Mücadele
Emperyalist güçlerin yeni sovyet cumhuriyetlerini
işgal ettiği bir dönemde tüm bu adımlar hayati önemdeydi. Bu güçlerin iç savaşı
körüklediği koşullarda emekleme aşamasında bulunan Sovyetler Müslüman
savaşçıları kendi safına çekmeye mecburdu.
1920’de Orta Asya’da Kızıl Ordu askerlerine
yapılan bir çağrıda askerlerden köylüleri, zanaatkârları ve tüccarları düşman
değil müttefik olarak görmeleri, onları vurguncu değil de birer emekçi olarak
değerlendirmeleri isteniyordu. Bildiriye göre bu insanlar arasında:
“henüz
yaşanmamış, ama tüm çıplaklığıyla mevcut olan sınıfsal bir ayrışma söz konusu.
Üreticiler üretim araçlarından henüz kopartılmamışlar. Küçük esnaf aynı zamanda
tüccar. Ticareti elinde sadece üç kuruşluk mal bulunan milyonlarca küçük tüccar
yürütüyor. Komünizmin hızla uygulamaya sokulması, esnafların yürüttüğü
ticaretin millileştirilmesi imkânsız.”[2]
Bolşevikler açısından asıl gerekli olan,
milletlerin eksiksiz bir kültürel gelişim göstermeleri, böylelikle sömürgeci
idarenin ve zulmün hüküm sürdüğü onca yılın ardından bu milletlerin eşit
seviyeye gelebilmeleridir.
Bu amaçla farklı lehçeler arasından milli bir dil
belirlendi, yeni alfabeler hazırlandı, dilbilgisi çalışmaları yayınlandı.
1927’de Rus olmayan milletlere mensup öğrencilerin yüzde doksanı kendi
dillerinde eğitim görmekteydi.
Dinî
Özgürlük: Sömürge Halklar İçin Bir Fener
Dinî özgürlük de Bolşevikler için soyut bir mesele
değildi. Orta Asya genelinde Cuma günü resmi gün ilân edildi.
İç savaşın bitmeye yüz tuttuğu dönemde sovyet
mahkemeleri yanında resmi şeriat mahkemeleri üzerine kurulu bir sistem
devredeydi. Kimi güçlükle yaşansa da Orta Asya genelinde davaların neredeyse
yarısı şeriat mahkemelerinde görülüyordu, bu oran Çeçenya’da yüzde seksene
ulaşmaktaydı. Yasal düzlemde tanınan medreseler hızla yayıldı. Örneğin
Dağıstan’daki toplam 183 devlet okulundan daha fazla sayıda öğrenci medreselere
gidiyordu. Bu bölgedeki medrese sayısı bin beş yüzü, öğrenci sayısı kırk beş
bini bulmaktaydı.
Lenin’e göre Rus devrimi, sadece batıda
gerçekleşecek sosyalist devrimle kurtulmayacaktı, onun hayatta kalmasını
sağlayacak diğer bir unsur da doğuda gerçekleşecek sömürgecilik karşıtı
devrimdi. Dolayısıyla Sovyetler’in kendi azınlıklarına yönelik muamelesi,
sömürge dünyasında kendisinin nasıl göründüğü ve algılandığı konusunda bir
turnusol görevi görecekti.
Doğu
Halkları Kurultayı
Sömürgelerle ilgili meseleler konusunda söylenen
hiçbir söz kâğıt üstünde kalmadı. 1920’de Komünist Enternasyonal Sovyet Azerbaycanı’nda,
Bakû’de Doğu Halkları Kurultayı düzenledi.
Kurultayın üzerinde durduğu asıl mesele, Batı
emperyalizmine yönelik, giderek büyüyen direnişi desteklemekti. Bu direniş,
Kemal Atatürk’ün Türkiye’de liderliğini üstlendiği milliyetçi hareket gibi
Bolşevizme düşman güçleri de kapsıyordu, fakat bu türden hareketlerin
temsilcileri de Britanya emperyalizmine ve onun maşası olarak iş gören Yunan
devletine karşı savaş yürüttükleri gerekçesiyle Bakû’ye davet edildiler.
Delegelerin Sovyet Rusya topraklarına geçişini
önlemek için Karadeniz sahilinde İngiliz gemileri devriye attı fakat fırtına
kopunca gemiler dağıldı, böylelikle delegeler Bakû’ye gidebildiler.
Hintli Müslümanlar Kabil’e ulaşmayı başardılar.
Burada 150 Müslüman, Sovyet yanlısı Hintli Devrimci Birliği’ni kurdu. Yirmi
beşi dağları aşıp Bakû’ye vardı ve burada Irak’taki Hint ordusundan firar etmiş
olan askerlerle bir araya geldi.
Komintern başkanı Zinovyev Komünist Manifesto’daki o ünlü şiarı değiştirerek dillendirdi:
“Tüm ülkelerin işçileri ve tüm
dünyanın ezilen hakları, birleşin.”[3]
Delegelerin yarısı komünistti, yüzde yirmisi
destekçi konumundaydı, yüzde yirmi beşi ise partili değil olarak
sınıflandırılmaktaydı.
Kurultaya elli beş kadın katıldı. Başlattıkları
tartışma sonrası üç kadın konferans yürütme komitesine dâhil oldu. Bu karar
üzerine kurultay salonunda alkış tufanı koptu. Kürsüye gelen iki kadın Doğulu
kadınların kurtuluşu ile ilgili konuşmalar yaptı.
Delegelerden biri olan, Azerbaycanlı Müslüman
Babayev’in sonradan aktardığı biçimiyle:
“Namaz
vakti geldiğinde doğal olarak ibadet esnasında silâhımı çıkartıp kenara
koyuyordum, zira kurultayı ve devrimi kanımızla savunmak için hemen geri
dönmemiz gerekiyordu. Kurultayın devrimin düşmanlarına karşı ilân ettiği
cihaddan ilham alan ve Bolşevik olmakla ve Müslüman olmak arasında bir
çelişkinin bulunmadığına kanaat getirmiş olan binlerce insan, Bolşeviklerin
safına katıldı.”[4]
Ama gene de kimi güçlüklerle karşılaşılıyor,
Müslüman delegeler Sovyet yetkililerinde Büyük Rus Şovenizmine dair emarelerin
görüldüğüne dair şikâyetlerini dile getiriyorlardı. Zinovyev bu konuda harekete
geçileceği vaadinde bulundu. 27 kişilik bir heyet Moskova’ya gitti ve burada
gelen heyetle birlikte Lenin, Sovyet yetkililerinin milletlerin ve dinlerin
haklarına saygı göstermelerini talep eden bir kararname kaleme aldı. Süreç
içerisinde ayrıca Doğu Halkları Üniversitesi kuruldu.
1922’de Lenin şu uyarıyı yaptı:
“Tıpkı bir Rus bürokrat gibi özünde zorba ve alçak olan Büyük
Rus şovenisti Rusların saldırıları karşısında Rus olmayanları savunamıyorsak
eğer, birliğin sunduğu, bize gerekli meşruiyeti veren o özgürlük, buruşturulup
atılmış bir kâğıt parçasına döner.”[6]
Chris Bambery
15 Şubat 2017
15 Şubat 2017
Dipnotlar
[1] Lenin ve Stalin, “Rusya ve Doğu Müslümanlarına
Çağrı”, 7 Aralık 1917, İştirakî.
[2] John Riddell, editör, To See the Dawn: Baku, 1920 - First Congress of the Peoples of the East,
Pathfinder Press, 1983, s. 307.
[3] John Riddell, A.g.e., s. 219.
[4] John Riddell, A.g.e., s. 29-30.
[5] John Riddell, A.g.e., s. 26.
Ek Okuma
John Riddell, The
Russian Revolution and National Freedom, John Riddell: Marxist Essays and
Commentary, 2006.
John Riddell, editör, To See the Dawn: Baku, 1920 - First Congress of the Peoples of the East,
Pathfinder Press, 1983.
Ben Fowkes & Bülent Gökay (2009), Unholy Alliance: Muslims and Communists – An
Introduction, Journal of Communist Studies and Transition Politics, 25:1,
1-31. Türkçesi: İştirakî.
Dave Crouch, “The Bolsheviks and Islam”, International Socialism Journal, Sayı:
110, 2006. Türkçesi: İştirakî.
0 Yorum:
Yorum Gönder