Bölüm 3
Kapitülasyon Kurumları
İkinci
bölümde, Filistin Ulusal Hareketinin (FUH) tarihsel gelişiminin izi, Arap
dünyasının paternalist etkisinden kurtulmasından Sumud yıllarına ve Oslo
anlaşmasına kadar sürülmüştü. İsrail’i Madrid konferansında tanımasının
karşılığında FUH da tanınmış oldu. Ne var ki bu tanınma, sömürgeci ezenin
dayattığı koşullarda ve uluslararası sistemin hegemonik ideallerinin de
tanınması ile gerçekleşti. İsrail’i tanıyan FKÖ, onun etnik temizlik ve işgalin
maksimizasyonu gibi iki kurucu ilkesini de örtük olarak onaylamış oldu. Oslo ve
ona eşlik eden Paris Protokolü, yerleşimci-sömürgeci bir projenin sosyoekonomik
dinamiklerini tahkim etti ve İsrail, Filistin Yönetimini (FY) kendisinin bir
kolu hâline getirdi. Oslo’nun işgalin, istimlâklerin ve tehcirin altyapısının
oluşturulmasında büyük rolü olan kapitülasyon kurumlarını nasıl doğurduğunu
anlayıp kavramsallaştırmak için, tekrar, yeni-sömürgeciliğin bağımsızlık
sonrası gelişimine dair uyarılarda bulunmuş olan Frantz Fanon’a kulak vermek
gerekiyor.
Fanon’un
Kehaneti
1958
yılında Charles De Gaulle eski sömürgeleri Frankofon topluma dâhil ederek,
onları Cezayir’de yaşanan drama gözlerini yummaları için ikna etmeye
uğraşırken, bir yandan da Fransa’nın Cezayir’deki askerî varlığını artırıyordu;
bu taktik, FLN’nin üzerinde askerî ve diplomatik bir baskı oluşturuyordu. Bu
sırada Fanon, ulusal burjuvaziyi sömürgeleşmişliğin gerçekten aşılması
yönündeki devrimci bir praksisin gelişmesinin önünde engel teşkil etmekle
eleştiriyordu. Onun bazı düşünceleri Geberen Sömürgecilik’te
serimlenmişti ama Fanon’un siyasi vasiyeti hâline gelen asıl kitap, ölümünden
sonra yayımlanan Yeryüzünün Lanetlileri’ydi. Bu kışkırtıcı metin,
belirli ülkelerdeki gerilla hareketleri için bir el kitabına dönüştüğü gibi,
sömürgeleşmişliği aşmaya yönelmiş 60’lı yıllardaki hareketlere de ilham veren
bir ruhun ortaya konması anlamını taşıyordu. Fanon’un yeni ortaya çıkmış olan
Afrika burjuva liderliğine dair çözümlemesi ve onların ihanetlerine durmak
bilmeden saldırması, Oslo sonrası Filistin liderliğinin durumu düşünüldüğünde
kaçınılmaz olarak akla geliyor.
Fanon,
milliyetçilik hususunda miyop bir devrimin “kendini kimi durumlarda ter dökerek
ortaya koymuş da olsa, nihayetinde neoliberal olan bir evrenselciliğin
uluslaşma talebi sanılması”na yol açacak bir kafa karışıklığının müsebbibi
olabileceğini belirtir. Tanınma sağlamak yönündeki gelişmeler, gerçekten
devrimci bir dilin oluşturulmasını da engelleyerek, milliyetçiliğin devrimci
bileşenlerinin kendilerine ait belirli hususiyetlere kapanmasını koşullar.
Ulusal liderlik, tanınma arzusuyla, sömürgecinin sömürgeyi terk ettikten sonra
arkasında bıraktığı makamları doldurur ve “Avrupa’nın taklidine bile değil,
karikatürüne” dönüşür. Bu karikatür, Fanon’a göre, cepleri doldurmaya ve eski
sömürgeci efendileri ve dünya güçlerini ekonomik açıdan cezbetmeye yönelmiş
haris bir tutku ile tanımlıdır. Fanon, jilet kadar keskin bir açıklıkla,
bağımsızlık sonrası liderliğinin ekonomik programının, nihayetinde sömürgecinin
çekilmesine zemin hazırlayan “yüzyüze” görüşmelerin bir sonucu olarak ortaya
çıkan sanayi projelerine hasredilmiş yabancı yatırımları nasıl çektiğini
anlatır. Ekonomik planlarındaki kaçakları maskelemek üzere hedonistik projeler
geliştirilir ki bunların ulusun gelişmesiyle ilgisi yoktur; çok geçmeden ulusal
burjuvazi, sadece yabancı yatırımın aracısı ve idarecisi hâline gelir.
Fanon
polemiğinde, Filistin bağlamına da uyar görünen üç kurum üzerinde durur:
1.
Parti: Devrimci potansiyelini yitirmiş, sadece yeni-sömürgeci sistemin simgesel
ve bürokratik bir mekanizmasına dönüşmüş bir siyasi makinedir.
2.
Sermaye idarecileri ve bürokratları olarak ulusal burjuvazi.
3.
Bağımsızlık sonrası yaşanan çelişkiler geniş çapta protestolara neden
olduğunda, duruma müdahale etmeye çağrılan dış-destekli bir ordu.
Fetih
ve Filistin Yönetimi
1959
yılında Yaser Arafat tarafından kurulan Fetih, bir zamanlar silahlı direniş
ilkesinden ödün vermeyen, sofistike ve halkçı bir imajın sahibi, silahlı
eylemlerin icrası yolu ile Filistin’in yeniden fethini gündemleştiren bir
yapıydı. FKÖ içindeki baskınlığı ve mülteci kamplarında tutuluyor oluşu,
1967’den sonra ona diğer hareketler üzerinde bir otorite kazandırdı. Ancak
1987’deki Birinci İntifada itibariyle Fetih’in bir zamanlar sahip olduğu
devrimci coşku, artık Filistin halk komitelerine ve halkın doğrudan
örgütlenmelerine geçmiş görünüyordu. Kendini bir anda birtakım ihtiyaçların
ürettiği bir artı unsur konumunda bulan FKÖ, Oslo anlaşmasına imza attı ve
İntifada sırasında biçimlenen kitlesel hareketlerin çağrılarını kulak ardı
ederek Filistin Yönetimi’nin kuruluşunu ilân etmiş oldu.
Fanon,
partinin bağımsızlık sonrası misyonunun halka “tamamen hareketsizleşmiş” parti
kolları aracılığıyla “tepeden emirler vermek” biçiminde dönüştüğünü yazar. Halk
ve parti arasında aşağıdan yukarıya kurulacak bir diyalog yerine, parti
kitleler ve önder arasında bir engele dönüşür. Fetih’in siyasi mitingleri ve
düzenlediği eylemler herhangi bir praksis ve taktikten yoksun hâlleriyle
Fanon’un partiyi atalete sürükleyen uyuşukluk konusundaki uyarılarının
isabetliliğini gösterir nitelikte. Mahmud Abbas’ın siyasi gücü eline geçirmesi
ve Fetih’i Filistin devlet kurumlarından biri hâlinde kurumsal bir çerçeveye
oturtması da oldukça açıklayıcı. Bir zamanlar devrim aygıtı olan Fetih, artık
geçmişin devrimci hayaletiyle aparatçikleri ve parti bürokratlarını besleyen
statükonun devamı arasında bînamaz hâlde. Bütün bunların sonucunda elde,
muarızları karşısında gerici, belirli aralıklarla işgali tel’in eden ama bunu
ancak uluslararası sistemin sınırları dâhilinde yapabilen bir parti kalmıştır.
Filistin
Burjuvazisi ve Uluslararası Toplum
Filistin
ulusal burjuvazisi, küresel kapitalizm için aracılık eder hâle geldi, ancak bu
aracılığı Batı’nın insan hakları ve kalkınma rejiminin payandası olan bir
“insanî” yapıyı işlerliğe koyan “insancıl sermaye”sinin sızmasını destekleyen
bir tarzda ifa etti. Oslo anlaşması, “devletleşmek” için düzenlenmiş kurumların
geliştirilmesini öngören bir mantığı haiz bir sistem yarattı. Çatışma, Oslo’nun
ardından çarpıcı biçimde yeni bir çerçeveye oturtuldu; bu dönüşüm, süregelen
bir sömürgecilik-karşıtı mücadelenin siyasetsizleştirilmiş ve kalkınma odaklı
bir “kapasite inşası” sanayisine evrilmesi biçiminde gerçekleşti. Kapasite
inşası, bir yandan “devletleşmek” için gerekli kurumları hazırlarken, bir
yandan da işgalin maddî etkisini hissettirmeme işlevi gören bir STK sektörünün
geliştirilmesi ile başlayacaktı.
Oslo’dan
bu yana Filistin ekonomisi, büyük oranda dış yardıma bağlı hâle geldi, bu
yardımlar karmaşık bir STK ağı ile ediniliyor. Bu örgütlerde istihdamı Filistin
liderliği düzenliyor, kadrolar Filistin Yönetimi ile çok yakın ilişki içinde ve
çoğunlukla Fetih ile de bağlara sahipler. Filistin siyasetinin
“STKlaştırılması”, İsrail’in askerî işgalinin zararlı etkilerinden ötürü tahrip
olmuş bir ekonomiyi iyileştirmeye hiçbir katkısı olmayan kurumları Filistin
Yönetimi ile el ele verip geliştirmeye çalışan karmaşık bir bürokrasiyi ortaya
çıkardı. Körfez-temelli ulusaşırı kapitalist sınıf da bu neoliberal devlet
fonlama mantığına sahip aracılar arasında. Bu sınıf, büyük bankaları, ticaret
ve sanayi şirketlerini, iletişim firmalarını kontrol ediyor ve Körfez holdinglerinin
bölgesel hâkimiyetine olanak sağlıyor. Filistin ekonomisi, STK’ların fonlaması
ve Körfez ülkelerinin doğrudan sermaye yatırımları üzerinden büyüme gösterdi
ancak bunun sıradan Filistinlilere etkisi yok denecek kadar az. Aksine bu
durum, dokunulmazlık kazanmış olan STK’lara ve ulusaşırı kapitalist sınıfa
sadece birtakım seçkinlerin hizmetinde olduğu anlaşılan bir ekonomiye
yaptıkları yatırımların meyvelerini yeme imkânı bahşetti.
Güvenlik
Sahasında İşbirliği
Fanon,
sömürge-sonrası toplumdaki atalet ve yoksulluk ile bu toplumun liderliğinin
dışarıdan akıl ve destek alan bir orduya giderek bağımlı hâle gelmesi arasında
bir koşutluk kuruyor. Ne var ki Filistin’de Oslo-sonrası kurumları arasında en
büyüklerinden biri olarak beliren ordu değil, işbirlikçi bir paramiliter
güvenlik kuruluşu; bu kuruluşun eylemlerini Filistin Yönetimi ve İsrail’in iç
güvenlik örgütü Şin Bet ortaklaşa idare ediyorlar.
Filistin
ekonomisi sarsılıp İsrail işgali Filistinlilerin haklarını daha fazla göz ardı
ederken, Filistin güvenlik sektörü sahneye girdi ve halkın protesto eylemlerini
engellemeye ve İsraillilerle birlikte uygulamaya koydukları tedbirlerle
direnişi boşa düşürmeye girişti. Güvenlik sahasındaki işbirliği, uluslararası
desteğe de sahip ve her yıl Avrupa Birliği’nin Filistin Polis Misyonu
tarafından bu işbirliğine 8 milyon dolarlık bir bütçe ayrılıyor. Bu arada
Britanya güvenlik için Filistin Yönetimi’ne 76 milyon pound tahsis etti. Bu
para, her ikisi de Fetih liderliğinden kişilerce yönetilmekte olan Başkanlık
Muhafızları İstihbarat Servisi’ne ve Önleyici Güvenlik Gücü’ne aktarıldı. Bu
kurumların personeli çoğu durumda Dayton Doktrini çerçevesinde doğrudan doğruya
ABD tarafından eğitiliyor ve emir-komuta zincirinin bütün unsurlarına itaatkâr
bir birlik duygusu aşılanıyor. Bunların Hamas ve İslamî Cihad mensuplarına
işkence edilmesinde ve protestoculara yönelik keyfi gözaltı uygulamalarında suç
ortağı oldukları anlaşıldı. Eski başbakan Selam Feyyad güvenlik işbirliği
sistemini bir “Filistin devleti”nin oluşturulmasına önayak olan merkezî önemde
bir kurum olarak sahipleniyordu.
Bu
hâl, Fanon’un sömürgecinin belirlediği koşullarda gerçekleşecek bir tanınmaya
raptedilmiş bir ulusal bilincin tehlikelerine ilişkin düşüncelerini akla
getiriyor. Güvenlik sektörü, ulusu değil, onun burjuva seçkinlerin sınıfsal ve
bürokratik ayrıcalıklarından nasiplenen özel bir bölümünü koruyor. Belki de bu
durumun en açık göstergesi, 2007 yılında Fetih’in bir kolunun, İsrail’in ve
Batı’nın desteğini alarak, Gazze Şeridi’nde 2006’daki milletvekili
seçimlerinden birinci parti olarak çıkan Hamas’ın kurduğu hükümeti devirme
girişiminde bulunması oldu.
Filistin’deki
kapitülasyon kurumlarının kökleri derine uzanıyor ve bunların birçoğunun ortaya
çıkışı mevcut liderliğin denetimi dışında yer alan uluslararası yapısal
etkenlere dayanıyor. Ayrıca, siyasi durgunluk, ekonomik sıkışmışlık ve
“Filistin Sorunu” bağlamındaki genel atalet uzlaşmaz ve güvenilmez bir işgalci
gücün varlığında düğümleniyor. Ancak bir zamanlar Filistin halkının, özellikle
de sürgündekilerin bir parçası olan Filistin liderliğinin ulusal hareketin
ufkunu çarpıcı biçimde daralttığı da bir gerçek. Bu, kısmen tanınma peşinde
koşmaktan ileri geliyor ama liderliğin sömürgecilerin haris tutumlarına
özenmesi de söz konusu. Bu durum, işgalcinin asimetrik gücünü perdeleyen,
başarısız olmuş bir siyasi projeye meşruluk kazandırmaya çalışan ve sadece
küçük bir kliğe hizmet eden kurumların ortaya çıkmasını koşulladı.
Nick Rodrigo
28
Kasım 2015
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder