Birinci Bölüm:
Neden Fanon?
Fikrin Zorunluluğu ve Eylemin Aciliyeti
Filistin, ayaklanma sancıları içinde. Olaylar, İsrailli Harem-üş-şerif eylemcilerine (ve onların destekçilerine) karşı Kudüs’te, Filistin maneviyatının ve ulusal kurtuluşunun simgesel payandası olan Mescid-i Aksa’da gerçekleştirilen protesto gösterileriyle başladı ve bilahare, Yeşil Hat’tın her iki yanındaki şehirlere doğru yayıldı.
Nasıra’dan Nablus’a ve
Beytüllahim’e kadar her yerde Filistinli gençler, sokaklara çıkıp geleceklerini
yağmalayan ve bedenlerini bir sömürge çarkında öğüten işgalci düzeni taş ve
molotof kokteyli yağmuruna tuttular. Bireysel şiddet eylemleri de İsraillilere
korku saldı ve onları paranoyakça bir ruh hâli içinde, askerler aracılığıyla
ölçüsüz bir şiddete ve sivil nüfusça ortaya konan ve hâlen süregelen çete
güdümlü linç eylemlerine başvurmaya yöneltti.
Filistinli gençlerce gerçekleştirilen, hızla yayılan ve örgütsüz olan bu gösterilerin ve şiddet eylemlerinin herhangi bir siyasi partiyle ilişkili olmadığı anlaşılıyor.
Siyasi partilerin isyan eylemlerinde
tasarlayıcı rolünde bulunmalarının “Oslo’nun çocukları”nca reddedilmesi, belki
de Mahmud Abbas dönemine damgasını vuran siyasi hoşnutsuzluğa dair en son
yakınmayı temsil ediyor. Abbas, kendi siyasi sınıfının çıkarlarını koruyan bir
rejimi sürdürmek için hep İsraillilerle işbirliği içinde oldu.
Edward Said’in adını koyduğu şekliyle, Filistin
Sorunu, 1948’den bu yana sayısız dönüşüme uğradı; bu dönüşümler, 1948
tarihli Nekbe’den birinci İntifada’ya karakterini veren Sumud’a, Oslo’da
verilen ödünlerden İkinci İntifada sonrası yaşanan ayrışmaya ve mevcut
statükoya kadar çeşitlilik arz ediyor. Bütün bu aşamalar boyunca muhtelif
söylemler ve kurumlar ortaya çıktı ve bunlar, Filistin ulusal hareketinin
doğasını değiştirdiler. Ancak İsrail sömürgeciliği gerçeği değişmeden kaldı:
şedit, uzlaşmaz ve güvenilmez olarak.
Hâlihazırdaki olayları anlamak için aslen Martinikli
olup psikiyatrik çalışmaları dolayısı ile Cezayir’e yerleşen devrimci Frantz
Fanon’un yazılarına eğilmek hayatî önem taşıyor; zira onun aykırı
düşüncelerinin sömürgecilik-sonrası çalışmaları alanına müthiş katkıları var.
Yılmayan Asi
1925 yılı, Siyahî devrimciler için bereketli bir
yıldı. 12 aylık bir zaman aralığında Malcolm X, Patrice Lumumba ve Frantz Fanon
doğdu. Büyük insan yığınlarına sömürge boyunduruğu altındaki yaşamlarının en
belirgin özelliği olan baskının katmanlarını analiz eden bir çerçeveyi sunan,
işte bu son anılan ismin coşkulu polemikleri ve psikanalitik araştırmalarıydı.
Kısa hayatında Fanon, sömürgeleştirilmiş halklara ataletten kurtulup “yeni bir
insan” ve baskıya ve tahakküme karşı yeni bir direniş biçimi oluşturmaları için
bir model sunan bir felsefe geliştirdi. Yazınsal anlamda çarpıcı ve entelektüel
bakımdan ilgi çekici oluşunun yanısıra, öznel deneyimlerini eserlerine
yedirmekte de mahirdi. 36 yaşında ölene kadar Fanon, sömürge toplumunu muhtelif
bağlamlarda ilk elden deneyimlemişti: Martinik’in Fransa sömürgesi olan
kısmında geçen gençliği ve “Anavatan Fransa” için Nazi Almanyası’yla savaştığı
askerlik yıllarından tutun da Fransa’nın büyük şehirlerindeki öğrencilik
hayatına ve Ulusal Kurtuluş Cephesi’nde (FLN) Cezayirli devrimcilerle yaptığı
çalışmalara kadar.
Siyah Deri, Beyaz Maskeler
Siyah Deri, Beyaz Maskeler’de Fanon sömürge toplumlarında içkin olan siyah
karşıtı ırkçılığın sosyojenik ve psikanalitik bir açıklamasını kendi öznel
deneyimlerine dayanarak geliştirmişti. Bu ufuk açıcı metinde Fanon, Hegelci
fenomenolojik efendi/köle diyalektiğini siyahî bir perspektiften ele alıyordu.
Hegel’in diyalektiğinde köle, tanınma peşindedir ve efendiden korkusundan ötürü
bağımsız bir düşünce ve kendisinin asli, vazgeçilmez oluşuna, efendisinin ona
muhtaç olduğuna ilişkin bir bilinç edinerek bir duyarlılık geliştirir. Ancak
“köle siyah olduğunda” diye yazar Fanon, “efendinin köleden istediği tanınma
değil, çalışmadır.” Sonuçta köle “efendilerce gizlenen değerleri” talep etme
noktasına gelir. Fanon, bu diyalektiğin sonunda karşılıklı tanınmanın
sağlanamadığı konusunda Hegel’le aynı görüşte olmakla beraber, siyahî kölenin
bağımsız bir bilince ulaşmayabileceği iddiası ile ondan ayrılır: “Ama siyahî
adam özgürlüğün değerini bilmez, zira hiç onun kavgasını vermemiştir.” Malcolm
X’in sözlerini hatırlatarak şöyle der: “Özgürlüğü kimse size bahşetmez, eğer
adamsanız, onu kendiniz elde edersiniz.” Bu tanınma ve özgürlük mücadelesi,
Fanon’un yaşamını ve eserlerini biçimlendirmiştir.
Devrimci Terapi ve Yabancılaşmanın Aşılması Süreci
1953 yılında Fanon, Fransa sömürge bölgesinden
Cezayir’de Blida’ya taşındı. Orada Cezayir’in yerli toplulukları arasında
çalışıp Arapların ve İslam’ın kendine has özelliklerini çalışmalarında içererek
rehabilitasyon ve tedavi yöntemleri geliştirmek suretiyle psikanalize devrimci
bir yaklaşım getirdi. Fanon, meslek hayatı boyunca psikiyatrik yaklaşımlara
dair 15 makale yayımladı, bulgularının çoğu ise Siyah Deri, Beyaz Maskeler’de
ulaştığı psikolojik çıkarımlara uygundu. Fanon’un psikanalizinin ve
“sosyojenik” araştırmalarının merkezinde sömürgeciliğin neden olduğu toplumsal
ölümle gelen yabancılaşmanın aşılması kaygısı yer alır.
Marx’ın Kapital’inde emeğin yabancılaşması
derinlemesine tahlil edilmiştir ve bunu yaparken Marx, kapitalist toplumun
insanî olmayan yanını açığa çıkarmıştır; sermayenin bulunmadığı bir toplum,
kendi praksisini yürütmeye kadir olacaktır.
Fanon, sömürge toplumlarında kendi kültürel
yaratıcılığına yabancılaşmanın nasıl cereyan ettiğini incelemiştir; bundan
muradı sömürülenin sömürene özenmesinin önünü almaktır. Fanon’a göre,
sömürgeleştirilenler yabancılaşmayı eylemli olarak aşmaya gayret etmek
durumundadır.
Devrimci Şiddet ve Yeni-sömürgeciliğin Tuzakları
Üzerine
Cezayir’de bulunduğu süre zarfında FLN, Fanon’la ondan
sağlık hizmeti almak ve kliniğinde savaşçılara bir alan tesis etmesini sağlamak
üzere irtibat kurmuştur. Fanon, bilahare onların davasına tüm gücüyle omuz
verecek, FLN yayını Mücahid için yazacak ve Gana’nın Kwameh Nkrumah’sı
ve Kongo’nun Patrice Lumumba’sıyla bağ kurduğu Sahraaltı Afrikası
konferanslarında FLN’yi temsil edecektir.
Fanon, FLN ile birlikte hareket ederken Afrikalı
ulusları sömürgecilerden kurtarmak için bir Afrika Lejyonu kurulması ve
Sahraaltı Afrikası ile Cezayir arasında silâh nakli için güneyden bir yol
açılması fikrini geliştirdi. Fanon, Cezayir mücadelesinin sonuçlanmasının
sömürgecilik-sonrası hareketlerinin ve Afrika’nın henüz özgürleşmiş uluslarının
gidişatı üzerinde belirleyici olacağı düşüncesindeydi.
Geberen Sömürgecilik’in
yayımlanmasıyla siyahçılıktan sömürgeciliğin reddinde temel bileşen olarak
devrimciliğe geçtiği gözlemlenir. Sömürgeleştirilenlerin devrimci mücadele
sürecinde kendilerini bulmaları ve aynı zamanda ulusal taleplerinin ve ırksal
özelliklerinin oynadığı rolü keşfetmeleri ile yeni bir insanlığın doğması
kabildir ona göre.
1962 yılında Fanon’a lösemi teşhisi kondu ve aynı yıl,
teşhisten sonraki birkaç ay içinde tamamlayacağı, fakat ancak ölümünden sonra
yayımlanacak olan Yeryüzünün Lanetlileri üzerinde çalışmaya başladı.
Öfkeli bir enerji içinde yazılmış bu metin, hem sömürgecilik-sonrası
hareketleri bakımından her zaman işlevsel bir el kitabı hem de bir tarih
çalışmasıdır.
Fanon’un şiddet üzerine yaptığı bilimsel tetkikler,
hem destekçileri hem de muarızlarınca çoğunlukla yanlış yorumlanmıştır. Fanon,
bazılarının ileri sürdüğü gibi şiddet sevdalısı değildir. O, sömürgeciliğin hem
içinde şiddet barındıran hem de şiddeti üreten bir proje olduğunu ortaya
koymuştur. Bu şiddet, sömürgeciliğe maruz kalanın toplumsal yapısını da tayin
eder. Onun toprağı, kaynakları ve hayatı bir şiddet durumunun kuşatması altına
girmiştir ve ona sunulan bu çerçevede önündeki yegâne seçenek, şiddettir.
Fanon, ileri görüşlülükle, denetim altına alınmadıkça bu şiddetin kabileciliğe
ve bunun tarafları için ölümcül olabilecek bir iç çatışmaya yol açacak biçimde
sömürgeleştirilenin kendisine de dönebileceğini yazar. Bu durumdan da çıksa
çıksa devrimci hareketler içinde yer alan elitlerin siyasi sermayelerini eski
sömürgecilerle onlardan siyasi güç ve sermaye edinmek üzere değiş tokuş
edecekleri ve böylelikle bunlara kaynaklara ve ekonomik zenginliğe doymak
bilmez bir hırsla üşüşme imkânı verecekleri yeni-sömürgeci bir proje çıkar.
1963 yılındaki ölümünden önce Fanon, dostu Roger
Tayyib’e bir veda mektubu yolladı ve orada şunları söyledi: “Eğer her şeyden
önce bir davaya, halkın davasına, adalet ve hürriyet davasına hizmet etmiyorsak,
bu dünyada birer hiçiz. Bilmeni isterim ki doktorlar, umutlarını tümden
yitirdiklerinde bile, zihnim hâlâ biraz bulanık olmakla beraber, Cezayir
halkını, üçüncü dünya halklarını düşünmekte idim ve eğer biraz daha
dayanabildiysem, bu, onların sayesindedir.”
Bir Yeni-Sömürgeci Proje Olarak İsrail İşgali
Fanon’un bizden beklediği, ezilenlerin mücadelesini
yeni bir varoluş hâli, yeni bir insanlık biçimi yaratma mücadelesi olarak
görmemizdir. Fanon, kitlelerin devrimci mücadelelerinde yeni insanlığın
tohumlarının saklı olduğu düşüncesindeydi. Filistin’de bugün süregelen direniş,
yeni bir olgu değil, bu direniş özgürlük için ve -Hegel’in ve Fanon’un
müştereken onaylayacağı biçimde- tanınmak için verilen onlarca yıllık bir
mücadelenin en sonuncu safhası. Küçük ve aciz hâle düşürülmüş kantonlarda,
sömürgeciden gelecek iaşeye muhtaç olarak değil, kelimenin en bütüncül
anlamıyla insan olarak tanınmak. Taş atmalar, bıçaklamalar ve bombalamalar,
böyle bir tanımayı reddeden sömürgeci rejime verilen tepkiler.
Burada bir dizi hâlinde yayımlanacak olan makaleler
boyunca, Fanon’un yukarıda sözü edilen ana çalışmalarından Arap dünyasının
paternalist etkisinden kurtulup samimiyetle bir tanınma arayışına girişmiş olan
Filistin ulusal hareketini incelemekte faydalanılacak. Bir gözümüz Fanon’da
olacak biçimde bu tarihte izlenecek bir seyrin sonunda, hareketin büyük ölçüde
lidersiz ama hâlâ etkin olduğu günümüze gelinecek. Bu süreç boyunca
okuyucuların sadece Filistinlilerle beraber düşünüp onlarla duygudaşlık kurmaları
değil, aynı zamanda bu duygularla, Fanon’un eseri ışığında, kolektif insanlık
ruhuyla eyleme geçmeleri de umulur.
Nick
Rodrigo
19
Ekim 2015
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder