25 Haziran 2018

,

Doğu Sorunu Üzerine Tezler

I

1. Genel mânâda iflas etmiş olmasına rağmen, Avrupa kapitalizminin hâlen daha Batı ülkelerinde işçi sınıfına, giderek daha büyük bir güçle saldırabiliyor olması, dünyaya hükmeden bir unsur olarak kapitalizmin henüz çöküş aşamasına ulaşmadığını, ama öte yandan aniden yıkılışının kaçınılmaz olduğunu ispatlıyor. Kapitalizmin, son ve en gelişkin aşaması olan emperyalizm aşamasına girdiğinden beri elinde bulundurduğu kaleler, salt Batı Avrupa’daki endüstriyel açıdan gelişmiş ülkelerle sınırlı olmaktan çıktı. Kapitalizmin fıtratında olan çelişkiler, kaçınılmaz olarak, aşırı üretime bu da sonuçta tekrarlanıp duran ticari ve mali krizlere yol açıyor. Emperyalizmde bu zorluktan kurtulmak için gerekli yol bulunmuş gibi görünüyor. Elbette bu, geçici bir çözüm yolu ve bu yolun kapitalist üretim tarzını kendi çelişkileri sebebiyle çökmekten kurtarma noktasında etkisiz olduğu görüldü. Gelgelelim bugüne dek emperyalist yayılma ve sömürünün, kapitalizmi onun Avrupa’daki konumunu muhafaza edebilmesini mümkün kılacak bir güçle donattığını görmek gerekiyor.

Büyük emperyalist savaş, Avrupa ülkelerinde mevcut olan kapitalist düzenin temelini sarsmıştır. Bu devletler, güç sahibi olmak için başka kaynaklara muhtaçlar ama artık bu kaynaklardan mahrumdurlar, dolayısıyla eskiden olduğu gibi sermayenin hakkını savunamamaktadırlar. Bu güç kaynakları, günümüz kapitalizminin emperyalist niteliği ile alakalıdır. Kapitalizm, tüm dünyanın ekonomik, politik ve askeri kontrolünü elinde bulunduruyor, böylelikle de kendi ülkelerinde işçi sınıfına karşı sürdürdükleri direnişi boğma ve devam ettirme imkânı buluyor. Avrupa burjuvazisinin varlığı ve kudreti, tümüyle ve sadece, kendi ülkelerinde işçilerin işgücünden en fazla artık değer elde etme becerisine dayanmıyor. Avrupa dışı piyasaları ve halkları sömürme imkânı, eskiden olduğu gibi bugün de verili konumu savunma şansı sunuyor, lâkin gene de kapitalizmin iktidarını uzun süre muhafaza edebilmesi mümkün değildir. Bugün bu iktidarın tehlike altında olduğunu görmek gerekmektedir.

2. Savaşın yol açtığı bir sonuç olarak dünya, iki büyük sömürgeci imparatorluk arasında bölündü. İki güçlü kapitalist devletten biri olan ABD, tüm Yeni Dünya’yı sömürme ve yönetme hakkının kendisinde olduğunu iddia ediyor. Öte yandan Büyük Britanya ise karşımıza Asya ve Afrika’yı ilhak etmiş bir güç olarak çıkıyor. Kıta Avrupası ise sanayi sahasında yaşanan çözülme ve yaşanan ekonomik iflas sebebiyle, bu iki büyük emperyalist devletten birine ekonomik açıdan bağımlı olmak durumunda. Görünen o ki iki büyük emperyalist devlet, bugünlerde dünya hâkimiyeti için yeni, devasa bir mücadele içine girmek üzere. Bu bağlamda Amerikan burjuvazisinin Avrupa’daki savaştan pek fazla etkilenmediğini görmek lazım. Bilâkis, bir yüz yıldır Britanyalı kapitalistlerin tekelinde bulunan dünya finansının kontrolü, Amerikalı kapitalistlerin ellerine geçmiş durumda ve bunların henüz çöküş ve dağılma aşamasına girmediklerini söylemek gerek. Yeni ele geçirdikleri dünya gücü olma imkânını perçinlemek adına Amerika’daki kapitalist sınıf, Avrupa’da sağa sola hastalık bulaştırması muhtemel yıkım sürecinden uzak durmaya çalışıyor. Dolayısıyla bugün Eski Dünya’nın hâkimi ve kapitalist düzenin belkemiği, Britanya İmparatorluğu’dur.

Bugün Britanya burjuvazisi gücünü nereden almaktadır? Bugün Britanya’da sanayinin tabi olduğu koşullar üzerinden düşündüğümüzde, eldeki kaynakların bu adalardaki üretkenlik düzeyiyle ve kıta Avrupası’ndaki tüketimin gücüyle sınırlı olduğu koşullarda, Britanya’daki kapitalist düzen çöküşün eşiğine gelip dayanacağını görmek gerekmektedir. Buna karşın derin çelişkilere ve güçlüklere rağmen, savaş öncesinde kendi topraklarında sanayisini yeniden inşa etmeyi bilen Britanya’da kapitalist sınıf gücünü hiç kaybetmeyeceğini ortaya koydu. Bu sınıf, bugün de işçi sınıfının belirli bir bölümünü aldatma konusunda hâlâ daha başarılı. Avrupa dışında geniş arazilere sahip olması, kıta Avrupası’nı ekonomik açıdan kendisine bağımlı kılması, Britanya’ya geniş bir hareket imkânı sağlıyor, böylelikle ülke içerisinde sahip olduğu konumu muhafaza ediyor, öte yandan da uluslararası planda sahip olduğu gücü güvence altında tutuyor. Doğu’nun zengin ve yoğun nüfuslu ülkelerindeki ekonomik ve endüstriyel gelişme, batı sermayesine yeni bir zindelik katıyor. Ucuz işgücü temin eden bu ülkelerdeki muazzam imkânların ve yeni pazarların yakın zamanda tükenmeyeceği görülüyor. Bu nedenle Doğu’da imparatorlukların elinde bulunan topraklarda sömürüye son verilmesi, Avrupa’da kapitalist düzenin nihai ve başarılı bir biçimde yıkıma tabi tutulması noktasında hayatî önemi haiz bir husustur.

3. Beynelmilel sermayenin iktidarının tüm dünyaya kök saldığı gerçeği dikkate alındığında, kapitalist düzene son verip Avrupa’da proletaryanın muzaffer olmasını dünya devrimi dışında hiçbir şey sağlayamaz. Avrupa proletaryasının mücadelesine, aynı gücün, yani kapitalist emperyalizmin boyun eğdirdiği başka diyarlardaki emekçi halk kitlelerinin devrimci eylemi bir biçimde katkı sunmalıdır. Mevcut fasit daireden kurtulma mücadelesi dâhilinde kapitalizm, evrilip emperyalizm hâlini almış, böylelikle büyük pazarları ve sömürgelerdeki devasa işçi ordusuna hâkim olabilmiştir. Kendisine tabi olan ülkelerdeki köylüleri ve zanaatkârları tarım ve sanayi proletaryasına dönüştürmek suretiyle emperyalizm, onun yıkım sürecine katkı sunmaya yazgılı başka bir gücün vücut bulmasını sağlamıştır. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda, Avrupa’da kapitalist nizamın yıkılışının onun emperyalist yayılma siyasetine bağlı olduğu, bu yıkılışın da sadece Avrupa’nın ileri proletaryası eliyle değil, ekonomik, endüstriyel ve politik açıdan fazlasıyla gelişmiş olan, ayrıca imparatorluğun elindeki sermayeye askeri ve ekonomik açıdan en büyük desteği sunan sömürge ülkeler ve tabi ülkelerdeki devrimci unsurların işçilerle kuracağı bilinçli bir işbirliği üzerinden de gerçekleşebileceği görülmelidir.

4. Dolayısıyla dünya devrimini gerçekleştirecek güçleri seferber etme görevi dâhilinde Komünist Enternasyonal, faaliyet sahasını salt Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri ile sınırlı tutmamalıdır. Dünya devrimini yapacak orduların öncüsünün Avrupa ve Amerika proletaryası olduğuna hiç şüphe yok fakat dünyayı emperyalist sermayenin elinde bulundurduğu hâkimiyetten kurtarmaya dönük çalışmalarda Avrupa dışı dünyadaki en ileri ülkelerde mücadele eden emekçi halk kitlelerinin de önemli bir rol oynamaya yazgılı olduklarını gözden kaçırmamak gerekmektedir. Avrupa dışı dünyadaki en ileri ülkelerde mücadele eden kitlelerin oynayacağı bu tarihsel rol şu hususları içermektedir: (1) Batı proletaryasının devrimci eylemiyle eşzamanlı olarak emperyalizme karşı isyan etmek; ve (2) aynı zamanda ülkede bulunan toprak ağası sınıfla ve burjuvaziyle mücadele etmek. İki taraftan saldırıya uğrayan emperyalizm, böylelikle kendi varlığı üzerinden oluşan fasit daireden çıkma imkânı bulamayacaktır. Çin ve Hindistan gibi ekonomik açıdan gelişmekte olan ülkelerde yeni pazarlar açma imkânından mahrum kalacak olan emperyalistler, kendi ülkelerinde yaşanan aşırı üretimden kaynaklı sonuçların yol açtığı badirelerden başlarını kaldıramayacaklardır.

Doğu’daki büyük ülkeler, kapitalist dünyanın ayrılmaz birer parçası hâline gelmişlerdir; kapitalizme karşı mücadelelerin fitili tutuşmuş, bu ülkelerde kapitalizme karşı mücadele verilmeye başlanmıştır. Bu, emperyalizmin tarihsel gelişiminin bir sonucudur.

II

5.) Doğu halklarının Batı’daki halklarla aynı ekonomik ve politik düzeyde olmaması sebebiyle yeknesak ve tek biçimli olduğu, çözmesi gereken benzer sorunlarla yüzleştiği iddiası, hiçbir gerçek temele dayanmadığından, tümüyle yanlıştır. Mevcut coğrafi sınırların ötesinde tüm ülkelerde Komintern’in yürüteceği faaliyetlere rehberlik edip yön verecek tek bir siyasetin formüle edilebileceğini düşünmek kesinlikle hatalıdır. Doğu ülkeleri arasında, ekonomik, politik, endüstriyel ve toplumsal koşullar bakımından ciddi farklar mevcuttur. Sonuç olarak farklı Doğulu halklar, çözülmesi gereken farklı sorunlara sahiptirler. Bu nedenle tüm Doğu ülkelerinde sıkı sıkıya uyulacak, net bir siyaset ve taktik belirlemek kesinlikle mümkün değildir. Muhtelif ülkelerde mevcut koşullar dikkatle incelenmeli, böylelikle yakın gelecekte ve bugünde tarihin ve şartların dayatması sonucu devrimci olmaya yazgılı toplumsal sınıf tespit edilebilmelidir. Zira kapitalist toplumsal nizamı yıkmak için verilen mücadelede Batı proletaryası, doğal müttefikini böylesi bir devrimci toplumsal sınıf şahsında bulacaktır. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, Doğu ülkelerinde anti-emperyalist güçleri seferber etmek istiyorsa, Komintern tarihsel açıdan kendi safında olan veya olmaya yazgılı toplumsal sınıfı arayıp bulmalı, faaliyetlerini o sınıf üzerine inşa etmelidir.

6.) Yakındoğu ve Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerde cahil kitlelerin dinî bağnazlığı ve toprak sahibi orta sınıftaki karşı-devrimciliğin beslediği yabancı düşmanı hissiyat, emperyalizmin altını oymak için gerekli bir güç olarak görülse de bu unsurların artık Hindistan gibi bir ülkede sahip olduğu anlam ve önemden mahrum olduğunu görmek gerekmektedir. Bu, son yirmi yıl içerisinde ekonomi ve sanayi düzleminde meydana gelen köklü dönüşümün bir sonucudur. Emperyalist sermaye, Yakındoğu ve Ortadoğu ülkelerine daha yeni giriş yapmıştır. Toplumun ekonomik yapısı hâlen daha feodaldir ve din adamlarının etkisi hâlâ güçlüdür. Fakat uzun zaman önce sermayenin kontrolüne giren ve onun tarafından sömürülen Hindistan’da bir miktar emperyalizmden bir miktar da yereldeki dinamiklerden (ki bu dinamikler, son yıllarda hızla büyüme kaydetmişlerdir) beslenen feodalizm, şiddet araçlarına başvuran bir devrim aracılığıyla değil, oldukça gelişkin olan kapitalist devletin birer refleksi olarak meydana gelen modern politik ve ekonomik kurumlarla uzun zamandır temas içerisinde olması sayesinde yok edilebilmiştir. Hindistan’da varlık imkânı bulan yerli burjuvazi, otuz yılı aşkın bir süredir yabancı idareciden politik iktidarı almak için tarihsel bir mücadele vermektedir. Öte yandan proletarya ve ciddi bir nüfusa sahip olan topraksız köylülük de sayıca büyümekte, ülkedeki hızlı sanayileşmeyle doğru orantılı olarak, bu sınıflarda sınıf bilinci de artmaktadır.

Sonuç olarak bugün Hindistan’daki devrimci hareket, toplumun ekonomik dönüşümü sonucu tüm imkânlarını, gizil gücünü hızla yitiren cahil kitlelerdeki dinî bağnazlığa yaslanmamaktadır. Devrimci hareket, aynı zamanda küçük burjuvazideki hissî milliyetçilikten de beslenmemektedir. Bu milliyetçilik, tüm halkın çıkarlarının tek olduğunu söyleyen bir tür vehme dayanır ve her gün daha net olarak görülen sınıfsal ayrışmayı asla dikkate almaz. Hindistan’da ve benzer ekonomik, politik koşullara sahip başka ülkelerde milli demokratik hareketin ön saflarında aktif olan liberal burjuvazi, yereldeki kaynakları ve emeği sömürme hakkı için emperyalist idareciye karşı tarihsel mücadele yürüttüğü sürece devrimci bir unsur olarak görülebilir. Ama burjuvazinin bu devrimci niteliği geçicidir, zira yabancıların politik hâkimiyeti kitlesel isyanlar ile alt edildiğinde, burjuvazi işçi sınıfının karşısına geçecek ve temsilî hükümet ile milleti savunma adına devrimin yürüyüşünü durdurmak için şiddete dayalı tüm tedbirlere başvuracaktır. Ayrıca henüz zayıf olan yerli burjuvazinin emperyalistlere teslim olması, daha kârlı bir teşebbüs olarak görülecek, bunun karşılığında, ülkedeki politik idare burjuvaziye verilecek, böylelikle ilgili sınıfın kapsamı genişleyip fırsatları çoğalacaktır. Dolayısıyla Hindistan gibi bir Doğu ülkesinde devrimin temellerini teşkil eden en önemli toplumsal sınıf olarak topraksız köylü kitleleri ve proletarya da hızla büyüyecektir.

Bu sebeple Doğu’da bulunan, ekonomik ve endüstriyel açıdan gelişmiş olan ülkelerde Komintern, yürüteceği faaliyetler dâhilinde, devrimci hareketi nesnel koşullar uyarınca geliştirip yönetme becerisi bulunan politik partiler kurmalıdır. Bu türden partiler, Komintern’e bağlı birer aygıt olarak çalışacak, bu partiler sayesinde Doğu halkları, emperyalizmle mücadele etmek için kendi ülkelerinde birleşecek ve yabancı sömürücü gücün yerini aldığı ölçüde yerli burjuvaziye karşı işçi sınıfının ekonomik ve toplumsal kurtuluşu için verilen mücadeleye öncülük edeceklerdir.

7.) Emperyalizme tabi ve onun hâkimiyetinde olan ülkelerde burjuvazi, geçici bir süre emperyalizme karşı mücadele eder ama asla bu mücadeleye bel bağlayamaz. Doğu’da dünya devrimi güçleri, Komintern’in faaliyetlerinin dayanacağı güçler, bu ülkelerdeki yoksul köylüde bulunabilir. Söz konusu ülkelerde feodalizm hâlen daha mevcuttur, öte yandan makineye dayalı endüstriyle tanışmış olan proletarya ve tarım işçileri ile halkın büyük bir kısmı, yabancı ya da değil, modern kapitalizmin doğrudan hâkimiyeti altına girmiştir. Tüm Doğu genelinde devrimin ilk aşamaları emperyalizme karşı gerçekleşecek o büyük ayaklanmaya tabidir, fakat bu devrimin liderliğini, ilgili ülkelerdeki ekonomik gelişim uyarınca, en devrimci toplumsal sınıf üstlenecektir. Bu nedenle söz konusu ayaklanmanın örgütlenmesinde farklı ülkelerde farklı taktikler benimsenmelidir.

Örneğin doğrudan emperyalizmin yönettiği ve toplumsal gelişimin özgürce gerçekleşmesi için politik bağımsızlığın zaruri olduğu Hindistan gibi bir ülkede, burjuva milliyetçiliği temelinde yürüyen politik kurtuluş hareketi dâhilinde, tüm halkı en azından yeterli bir bölümünü birleştirmek pratikte pek mümkün olmayacaktır. Emperyalizm, kitleleri yerli burjuvazinin faaliyetleri ve feodalizmin mevcutta kudretten mahrum kalmış kalıntıları üzerinden sömürür. Bu sebeple, başını burjuvazinin çektiği, ekonomi ve politika konusunda burjuva ideolojisi üzerinden cisimleşen bir hareket, tabiatıyla kitleleri kendisine çekmeyi başaramaz, zira bu hareket kitleler arasında güven telkin edemez. Hareket, kitlelere sefalet koşullarından kurtulmanın yolunu gösteremez. Emperyalizm, salt burjuvazinin faaliyetleri ile alt edilemez. Burjuvazi, halkın önemli bir kısmını coşkulu ve hissî ifadelerle ateşleyip harekete geçirse bile, bu işi başaramaz. Bunun için emperyalizme tabi halkın ayağa kalkıp devrimci harekete bilinçli olarak iştirak etmesi gerekir. Sömürülen sınıfı, ancak ekonomik kurtuluş için verilen tarihsel mücadele birleştirebilir. Bu sınıf, halkın büyük bir çoğunluğunu, hatta burjuvazinin alt katmanlarını bile bünyesinde barındırır.

8.) Panislamizm gibi dinî-politik hareketler, artık emperyalizm karşıtı bir güç olarak görülemezler. Bugün emperyalist sermayenin hâkim olduğu koşullarda, yeni yeni ayağa kalkan yerli burjuvazinin ilericiliği sayesinde Müslüman dünya denilen yapı geçmişe ait bir unsur hâline gelmiş, toplumsal bir birim olmaktan çıkmıştır. Bu yapı, artık yobazların muhayyilesinde varlık imkânı bulmaktadır ve sadece Müslüman ülkelerde iktidarda olan hanedanların ve sınıfların emellerine hizmet etmektedir. Dolayısıyla bir zamanlar kitlesel bir ayaklanmayı teşvik etme becerisini sergilediği ölçüde devrimci bir niteliğe sahip olan Panislamizm, bugün sadece en gerici ve karşı-devrimci unsurlara sırtını yaslayabilmektedir. Doğu’da hanlar, mollalar hatta ilerici Müslüman tüccarlar ve kapitalistler, artık müflis olan Panislamizm denilen görüş dâilinde cahil halk kitlelerini sömürmenin en uygun araçlarını bulmaktadırlar. Mevcut durumda bu türden bir niteliğe sahip olmasıyla Panislamizm, kurtuluş davasından çok emperyalizmin safındadır. Yakındoğu ve Ortadoğu’daki ekonomik ve endüstriyel açıdan geri kalmış ülkelerde yoksul köylülük ve küçük zanaat atölyelerinde çalışan işçiler, emperyalizme ve onun uşakları olan toprak ağaları ile tüccar sınıfına karşı mücadele etmek için örgütlenmek zorundadırlar.

Manabendra Nath Roy
12 Temmuz 1921
Kaynak

0 Yorum: