Sosyal âlemde “erken seçimde oylarını artırmak için bu
savaşı Erdoğan çıkarttı” cümlesi ile “savaş Erdoğan’ın oylarını düşürüyor”
cümlesini birlikte paylaşanları görmek ne tuhaf. Bu tuhaflığa, “Erdoğan
Kürdistan’da seçim yaptırmazsa, Brüksel ve Washington nezdinde seçimin
meşruiyeti kalmaz.” diyen “Marksistlerin” yaklaşımlarını da eklemek gerek. Onca
IŞİD güzellemesinin ardından bu “Marksistler” “ya aslında biz laikiz”
dediklerinin ertesi günü İMC TV’ye çıkartılmışlardı.
İMC TV’nin ise sırtını nereye dayadığı belli (değil).
Patronu olduğu söylenen Osman Kavala, geçmişte doğuda kullanılmış silâhları,
uçakları modernize eden kişi. Erdoğan’ın tabiriyle, “kişi laik olmuyor, devlet
oluyor” gibi, burada da kişi “sosyalist” oluyor ama icraatı olmayabiliyor.
İMC’nin “aktivist-iş adamı” olarak takdim ettiği Osman Kavala’nın siyaseti, her
telde oynadığı iktisadî yatırım alanlarından biri olarak gördüğü açık. Geçmişte
ordu ihalelerinde ismi geçen bir sermayedarın özgürlük nutuklarına ve Kürd
sevdasına aldananlar, ne tuhaf!
PKK’nin “ordu hedefimiz değil” deyip aslolarak
jandarma ve polise saldırması, AKP binalarını hedef alması, özerklik ilân edip,
“devleti tanıyoruz” demesi, bir başka tuhaflık. Vicdanî red hakkı, profesyonel
ordu talepleri, jandarmanın ilga edilmesi, polisteki fethullahçılık hep sanki
iç içe.
Dolayısıyla asıl mesele, seçim hükümetinde başkasının
“Alevi bakan” gördüğü yerde Avrupa Birliği’ni, başkasının bilmem ne bakanını
gördüğü yerde İsrail’i görmekte. Bir de buna eski devlet kalıntılarının merkeze
çekilmesini de eklemek gerek. Seçim hükümetinin özeti bu değil mi?
* * *
Mursi’nin son konuşmasında “Mısır devrimi açların
devrimi değildir.” [2 Temmuz 2013] demesi ile devrimin ilk günlerinde Haksöz’ün
benzer bir laf etmesi, “bu devrim değil, inkılâp” demesi tesadüf mü? Haksöz’ün,
12 Mart darbesine her Müslüman karşı çıkarken, tek itiraz etmeyen örgütün
devamcısı olması şaşırtıcı mı? Devletin İslamî hareketi maniple ve kontrol
etmek için yerleştirdiği unsurların bugün AKP merkezinde olması tesadüf mü? O
kendisini biricikmiş, vahiyle gelmiş gibi sunarken, solun aynı şekilde mukabele
etmesi, belirli bir devlet geleneğinden onu tecrit etmesi ne tuhaf. Laik, din
karşıtı, liberal özgürlükçü üç-beş kişiyi çıkınına atacağım diye bu siyasî
körlük hiç hayra alamet değil oysa. Tabiatıyla bu siyaset, AKP’nin varlığına
muhtaç. Onu “muktedir” kılan, söz konusu yaklaşım.
Ya da Mursi’nin kabinesine eski rejimden bir generali
alması, toplumsal huzursuzluğu bastırma yönünde ordunun imkânlarını muhafaza
edip güncellemesi ile Tayyip Erdoğan’ın Eylül 2011’de “laik olun” emri arasında
bir bağ yok mu? İhvancıların, “bizi tüm güçlerimizle ortalığa çıkıp hükümet
olmamız konusunda gazı Erdoğan verdi” demesinde bir gariplikten söz edilemez
mi? 2010 referandumundaki yetmez ama evetçilerin, miting meydanlarında
Erdoğan’ın teşekkürünü hakkedenlerin bugün Erdoğan düşmanlığının şampiyonluğunu
yapması garip değil mi? Postal yerine ikame edilen konversler çarşı iznindeki
askerlere denk düşmüyor mu? Askerî vesayet vasi askerler türetmedi mi?
Neoliberal siyasetin ana aktörü olarak ordunun Mısır’daki tahakkümüne
eklemlenip rejimin restorasyonuna hizmetkârlık etmek almadı mı Mursi’nin
kellesini? Erdoğan’ın Rabia işaretini devletin kadîm ideolojisine malzeme
kılması bir alamet değil mi? “Esma’yı görünce kızım aklıma geldi” diyen
Erdoğan, tabanı tahkim etmiş olmuyor muydu? Gözünden dökülen bir damla yaşın
bile Esma ile alakası yokken, buradan bölgedeki İslamcılaşmaya dair tezler
üfürmek ne tuhaf.
Mezarlık evlerde oturanların çığlıklarını orta sınıf
snoplara has bir biçimde küçümseyen Haksözcülerin Suriyeli mazlumları ağzına
alması bir samimiyet terazisine muhtaç değil mi? Bugün “PKK düşmanlığı” ile
neye hizmet ettiklerinin farkındalar mı?
Mağdurun, mazlumun, yoksulun müşterek çığlığı olarak
İslam’ı, efendilerin sofrasında bir mezeye indirgeyenler utanmıyorlar mı?
* * *
Filmi geriye sarıp baktığımızda; AKP’nin iktidar değil
ama hükümet olmasının ordudan cevaz almadan gerçekleşmesi mümkün mü? Erdoğan’ın
2011’de “laik olun” mesajı, içeri verilmiş bir emir değil mi? Laik olmak orduya
eklemlenmek, emir eri olmak demek değil midir? Erdoğan’ın ağzındaki Türkiye’nin
doksan yıldır ordu ve uzantılarınca kurulan cümlelerdeki “Türkiye”den farkı ne?
Mısır’da yüzlerce ihvancının Rabia Meydanı’nda
katledilmesinin altında Millî Selamet Cephesi’nin imzası var. Ordu dışı ve
orduya karşı tüm halk dinamiklerinin öfkesini “gericilik” eksenine oturtma
çabası, orduyu siyasî özne olarak belirginleştiriyor, Mübarek gidiyor, tüm yapı
tekrar dirilip solcuların, liberallerin üflediği nefesle ayağa kalkıyor, tekrar
siyasete hükmünü koyuyor, olan fukara Müslüman Mısırlılara oluyor.
Erdoğan Eylül 2011’de “laik olun” derken, kendi
yönelimini de anlatmakta. Önemli bir kitle tabanının bulunduğu “doğu
vilayetleri”ni bu eklemlenme ile boşaltıyor. Barış süreci, Kürd ve Müslüman
direncin tasfiyesi olarak tecessüm ediyor. Bunu yaparken Erdoğan, geçmişten
çıkarttığı dersle, kalıcı, yerleşik, sağlam bir kitle tabanı oluşturmaya gayret
ediyor. Doğalında, Mısır’daki liberallerin de alıcısı olduğu, “İslam faşisttir”
tezleri ülkeye giriş yapıyor.
* * *
Dün Kürd hareketini destekleyen Diken, T24,
Cumhuriyet gibi yapılar, bu faşizm tahlillerine PKK’yi de katacak
şekilde bir hamle gerçekleştiriyorlar. Ordunun makul düzeye, kışlasına
çekildiği bir “cennet Türkiye” hayallerinin esasında onların sivil askerler
olarak siyaset arenasında arz-ı endam etme istekleriyle bağlantılı olduğu
anlaşılıyor.
İşte bu yüzden Osman Kavala, İMC TV’de “PKK’nin silâhı
bölge insanını irite ediyor” diyor. Seçim sürecinde söz hakkı elde eden işte bu
liberallere dönük eleştirileri, “bizim müttefiklerimize saldırıdır bu, eleştiri
yapanların tiz kelleleri vurula!” diyerek karşılayanlar, bu dönemi susarak
geçirmeyi tercih ediyorlar. Ne tuhaf! Başlarını seçimden seçime çıkartanlara
“devrimci” deniliyor bu ülkede, ne acayip!
* * *
Bebeği yıkadığımız suyu dökerken bebeği de atıyor
olabilir miyiz? Osman Kavalaların nizamına halel gelmesin diye ileride Hz. Musa
olacak o bebeği öldürüyor olabilir miyiz? AKP’yi, İslam’ı bu topraklara yabancı
varlıklar olarak işaretlerken toprağın sahibi olduğunu iddia edenlere hizmet
ediyor olabilir miyiz?
Erdoğan 2011’de büyük projelerini aktarırken,
Kartal’dan Şile’ye kadar uzanan bölgeyi ranta açacağını söylüyor. Oradaki
askerî araziler konusunda ordudan gerekli izni aldığını da sözlerine ekliyor.
Kim kime kimin toprağını veriyor, kim kime hizmet ediyor, ne tuhaf!
Analizler niyetleri de ele veriyor. “Mısır devrimi
açların devrimi değildir” demek, “öyle olmasa keşke” anlamını taşıyor. Ve esas
olarak karnı tok olanların şiş göbeklerindeki gazı almayı amaçlıyor. Erdoğan’ın
da bu düzen nezdinde bundan gayrı bir işlevi bulunmuyor.
* * *
Türkçe mesaj yayınlayan IŞİD’li ile Yalçın Küçük’ün
aynı şeyi söylemesi ne tuhaf. İkisi de “ülkenin batısını ABD, doğusunu PKK
yönetiyor” diyor. Akıl, zihin bayırdan aşağı yuvarlandığında aynı yere düşüyor.
Küçük cehepelileri, IŞİD Müslümanları galeyana getirmek istiyor. Bu galeyan
emrini verenleri ise kimse sorgulamıyor.
Erdoğan ve çevresi bir “üst akıl” edebiyatına sarılmış
görünüyor. Kimsenin alt aklı, bu ülkeyi kuran iradenin aklını görmemesi ne
tuhaf. Kestaneleri yiyenler başkaları oysa, birilerinin maşa olmayı bu kadar
sevmeleri ne garip.
Erdoğan’ın Atatürk arazisine saray inşa etmesi, basit
kişisel bir hırsın ürünü olabilir mi? Buna tek başına karar verebilir mi?
“Atatürk”ün izni olmaksızın o koca bina inşa edilebilir mi? Tek siyaseti
Erdoğan’ı Çankaya’ya döndürmek olanların bunu “görmemeleri”, zaten elindeki
yetkileri kullandığını “anlamamaları” ne tuhaf!
* * *
“Devrim açların devrimi değildir” demek, “ben devrimi
açlarla birlikte toprağa gömeceğim” demek, efendilere işmar etmek, “emrinize
amadeyim” demek. Tahrir’de mermilere siper olan onca ihvancının iradesini
toprağa gömenlerin bugün “AKP İslamî tabanından uzaklaşıp muhafazakâr parti
oluyor” demesinin ne anlamı var?
Başta belirttiğimiz “Marksistler” o Tahrir’de
toplananları o günlerde “çapulcu” ilân etmişti. Bir-iki sene sonra Taksim’de
toplananlara Erdoğan “çapulcu” dedi. Devlet gibi düşünmeyi Marksistlik, devlet
olduğunu zannetmeyi devrimcilik saymak, ne tuhaf!
Mısır’da bir fabrikada işçiler greve gidiyorlar, grevi
İhvan milletvekilleri kırıyorlar. Ülkede eski rejimin kalıntılarını temizlemeye
dönük yoğun bir kampanya var, bunu boğan, boşa düşüren gene İhvan. Ölçü, Mısır
devletinden çekilince, her şey anlam kaymasına uğruyor. Garibim ihvancı işçi
liderleri de selefî olmak durumunda kalıyorlar. Çünkü sol, özgürlük saplantısı
yüzünden atalarını da redde tabi tuttuğu için “selefî” de olamıyor.
AKP, düzenin krize verdiği cevabın ürünü. Krizi fırsat
gören orta sınıf yatırımcıların aklıyla ona karşı mücadele etmek mümkün değil.
Mesele, Mursi’nin sözü karşısında durmak; mesele, “açların devrimini yapmak,
devrimi açlara ait kılmak.”
Eren Balkır
30 Ağustos 2015
0 Yorum:
Yorum Gönder