Harvard Üniversitesi Yayınları 1994’te ünlü
Fransız siyaset bilimci Olivier Roy’un kitabını İngilizcede yayınladı. Siyasal İslam’ın İflası isimli bir bu
çalışma siyasetçiler, modern İslam ile Ortadoğu üzerine çalışma yapan
öğrenciler, akademisyenler ve düşünce kuruluşları arasında önemli bir etki
yarattı.
Kitap, özel bir bağlam dâhilinde kaleme alınmıştı:
Afgan Mücahidleri Kabil’de mağlup ettikleri komünist rejime alternatif
getirememişler, ülkeyi savaş ağaları ile uyuşturucu baronlarının cirit attığı
bir yere dönüştürmüşlerdi. Cezayir’deki kısa süreli demokrasi deneyimi
başarısız olmuş, İslamî Selamet Cephesi bastırılmıştı. Mısır güvenlik güçleri
ile silâhlı İslamî Cihad ve İslamî Grup’a mensup İslamcılar arasında kanlı
çatışmalar yaşanmaktaydı. Roy öngörüsünden emindi: politik İslam ölüme
mahkûmdu.
Bugün politik İslam’ın geleceği ile ilgili sorular
tekrar su yüzüne çıktı. Bu sefer bağlam farklı: dünya Mısır’da ilk kez seçimle
gelen cumhurbaşkanının darbeyle devrilmesine tanık oldu. Bu cumhurbaşkanı
Müslüman Kardeşler’in önder kadrolarından biriydi ve darbe Mısır’ın demokrasiye
geçişini sona erdirdi. Buna Tunus’taki İslamcı Nahda partisinin seçim
başarısızlığı ve Ürdün İhvan’ını yok etmek için devletin sözde hukukî
yöntemleri eşlik etti.
2011’de Arap dünyasını silip süpüren demokratik
devrimlerin başlıca kazananları olduklarından İslamcıların karşı-devrimci
güçlerce gerçekleştirilen demokratik değişimin durdurulmasına dönük sürecin en
önemli kaybeden unsurları olması kimseyi şaşırtmadı. Birçokları için muteber
bir politik güç olarak İslamcıların geleceği bir kez daha şüpheli bir hâl
almıştı.
Roy’un kitabı Soğuk Savaş’ın sona ermesinden
birkaç yıl sonra yayınlandı. ABD’nin Sovyetler Birliği’nin o “şeytanî
imparatorluğu” karşısında muzaffer oluşu bu nihai başarının “tarihin sonu”nu
temsil edip etmediğine ilişkin beklenmedik bir tartışmayı tetikledi.
Şaşırtıcı biçimde bu zafer duygusunun hâkim olduğu
momentte sıranın İslam’a mı yoksa Çin’e mi geldiğine dair başka bir tartışma uç
verdi. İslam’ın sıradaki düşman olduğuna inananlar, bu dinin “kanlı sınırlar”ı
olduğunu düşünenler ve tüm İslamcıları aynı görenler Roy’un tezine karşı
ikircikli bir konum aldılar. Diğer yandan kitap, politik İslam’ın hayırlı bir
güç olarak Ortadoğu’da yozlaşmaya ve totaliter yönetimlere meydan okuyabilecek
yegâne politik güç olduğuna inananlarda hayal kırıklığına yol açtı.
Ancak her iki durumda da Roy’un incelikli ve
eleştirel bir analize dayanan çıkarımlarının dayandığı temelleri incelemeye
dönük çok az çalışma yapıldı. Kitap, büyük ölçüde mevcut politikanın ve
uluslararası meselelerin seyrine dayanan bir bakış açısından anlaşıldı, kitaba,
bilhassa Ortadoğu’da çoğunluğunu Müslümanların teşkil ettiği devletlere dönük
siyaset yapma noktasında gerekli doğrudan içerimlere sahip mi değil mi diye
bakıldı.
Ama yayınlanmasından birkaç yıl sonra Roy’un önermeleri
tümüyle unutuldu. Afgan iç savaşı 1996’da Taliban’ın göz kamaştırıcı
yükselişiyle sona erdi. Örgüt iki yıl içinde barışı sağlayıp ülkeyi
birleştirdi; İslamî bir arka plana sahip Adalet ve Kalkınma Partisi,
kurulmasından bir yıl sonra, 2002’deki meclis seçimlerinde çoğunluğu ele
geçirdi. Silâhlı İslamcılar Mısır’da devlete karşı yürüttükleri savaşı tek
taraflı sona erdirdiklerini duyurdular. Reformist Müslüman Kardeşler, 2005
parlamento seçimlerinde müthiş bir zafer elde etmekten ancak geniş ölçekli bir
hile ile alıkondular. Filistin’deki özerk bölgelerde, Arapların ve Amerika’nın
Fetih’e verdiği desteğe karşın Hamas 2006 seçimini kazandı.
2011’de Arap devrimlerinin patlak vermesiyle Arap
dünyası genelinde baskıcı devlet makinesi ile yönetici sınıfına karşı dikilme
becerisine sahip yegâne gücün politik İslamî güçler olduğu net bir biçimde
görüldü. O hâlde doksanların ortasında yapılan “iflas” değerlendirmesinin
sorunu neydi, bu değerlendirmeyi yapanlar şimdi neredeler?
Müslüman Kardeşler’in 1920’lerin sonunda Mısır’da
kurulması ve bir on yıl sonra politik arenaya girişi, İslamî politik akımın ilk
varlık imkânı bulduğu moment olarak görülür. Hilâfetin kaldırılması, Kahire’de
Hıristiyan misyonerliği konferansının tertiplenmesi ve Mısır’da toplumsal ve
kültürel batılılaşmanın kendisini giderek daha fazla ortaya koyması türünden
yirmilerde tanık olunan kimi önemli olaylar genelde Müslüman Kardeşler’in
kuruluşunun arkasındaki aslî sebepler olarak görülür.
Başka bir deyişle, İhvan kimlik politikası ve
“İslam’ın tehdit altında olduğu”na dair yirminci yüzyıl başlarında Müslümanlar
arasında derin köklere sahip hissiyat bakımından anlaşılmaktadır. Elbette bu
sebepler önemlidir ancak bu sebepler Mısır’ın geçiş aşamasında olduğu özel bir
dönemle bağlantılıdır ve İslamî politik akımın Arap ve Müslüman dünyanın
çeşitli kısımlarına hızla yayılmasını, hayatta kalma becerisini ve ilk ortaya
çıktığı güne kıyasla, doksan yıl sonra daha da etkili oluşunu izah edecek
kudretten yoksundur. Politik İslam’ın ortaya çıkışının arkasında başka, görece
daha derin ve kalıcı kimi sebepler vardır.
Müslüman dünyasında modernleşmenin başlamasından
neredeyse bir yüz yıl sonra, 1840’larda hem devlet hem de toplum eşi benzeri
görülmemiş bir değişim sürecine maruz kalmıştır. Modern, merkezî ve her yere
nüfuz eden bir devletin ortaya çıkışı Müslüman ülkelerde devlet ve toplum
arasındaki ilişkiler üzerinde güçlü etkilere yol açmıştır. Modernleşme öncesi
sistemde ne reformcular ne de reformist projeler vizyonlarını ilerletmek adına
devlet iktidarını ele geçirme ihtiyacı duymamışlardır zira geleneksel devlet
büyük ölçüde sınırlandırılmış bir yapıdır.
Yeni sistemde devlet iktidarı en üst düzeye
çıkartılmış, devlet tüm kamusal alanı kontrol etmeye başlamış, özel alana
sızmış, bu da sonrasında devlet etrafında dönen çatışmanın derinleşmesine sebep
olmuştur. Müslüman ülkelerdeki modern devlet sahip olduğu yapı, hukukî çerçeve
ve değerler bakımından ilhamını Batı Avrupa’daki özgün modelden almış, yeni
devlet halk tarafından tümüyle yabancı bir varlık olarak görülmüştür. Devletin
değerleri ile kanunlarını toplumda mündemiç değerlerden ayıran uçurum giderek
derinleşmiş, devletin söylemini halk nadiren anlar hâle gelmiştir.
Müslümanların krizini derinleştiren şeyse İslam’ın
kamusal alandan çıkartılmasıdır. Bu kovma işlemi, dinin modern hayat içerisinde
oynayacak bir rolünün olmadığına dair ta başta belirlenmiş önermeye dayanan
modern yaşam ve yönetim sistemi adına gerçekleştirilmiştir. Müslüman
dünyasındaki modernleşme sürecinin sebep olduğu kapsamlı gerilime rağmen
Müslüman toplumlar İslam’ın hayatları dâhilinde oynayacağı role ve aldığı
konuma dair soruya daha henüz muteber bir cevap bulabilmiş değillerdir.
Başka bir deyişle politik
İslam, esasta devletin giderek artan iktidarının alabildiğine karmaşık bağlamı,
devletin toplumdan yabancılaşması ve dinin kamusal alandaki rolü ve konumuna
dair kendi varlığını muhafaza eden o soruyla yakından ilişkilidir. Politik
İslam’ın geleceği ve kaderi Modern Müslüman toplumların ana meseleleriyle
bağlantılıdır ve bu bağlantı varlığını ileride de muhafaza edecektir. Bu
noktada mevcut politik durumun hâlihazırda hızlı bir biçimde değişiyor
olmasının pek bir önemi yoktur.
Beşir Nafi
6 Ağustos 2015
6 Ağustos 2015
0 Yorum:
Yorum Gönder