06 Ağustos 2015

Politik İslam'ın İflası?

Harvard Üniversitesi Yayınları 1994’te ünlü Fransız siyaset bilimci Olivier Roy’un kitabını İngilizcede yayınladı. Siyasal İslam’ın İflası isimli bir bu çalışma siyasetçiler, modern İslam ile Ortadoğu üzerine çalışma yapan öğrenciler, akademisyenler ve düşünce kuruluşları arasında önemli bir etki yarattı.
Kitap, özel bir bağlam dâhilinde kaleme alınmıştı: Afgan Mücahidleri Kabil’de mağlup ettikleri komünist rejime alternatif getirememişler, ülkeyi savaş ağaları ile uyuşturucu baronlarının cirit attığı bir yere dönüştürmüşlerdi. Cezayir’deki kısa süreli demokrasi deneyimi başarısız olmuş, İslamî Selamet Cephesi bastırılmıştı. Mısır güvenlik güçleri ile silâhlı İslamî Cihad ve İslamî Grup’a mensup İslamcılar arasında kanlı çatışmalar yaşanmaktaydı. Roy öngörüsünden emindi: politik İslam ölüme mahkûmdu.
Bugün politik İslam’ın geleceği ile ilgili sorular tekrar su yüzüne çıktı. Bu sefer bağlam farklı: dünya Mısır’da ilk kez seçimle gelen cumhurbaşkanının darbeyle devrilmesine tanık oldu. Bu cumhurbaşkanı Müslüman Kardeşler’in önder kadrolarından biriydi ve darbe Mısır’ın demokrasiye geçişini sona erdirdi. Buna Tunus’taki İslamcı Nahda partisinin seçim başarısızlığı ve Ürdün İhvan’ını yok etmek için devletin sözde hukukî yöntemleri eşlik etti.
2011’de Arap dünyasını silip süpüren demokratik devrimlerin başlıca kazananları olduklarından İslamcıların karşı-devrimci güçlerce gerçekleştirilen demokratik değişimin durdurulmasına dönük sürecin en önemli kaybeden unsurları olması kimseyi şaşırtmadı. Birçokları için muteber bir politik güç olarak İslamcıların geleceği bir kez daha şüpheli bir hâl almıştı.
Roy’un kitabı Soğuk Savaş’ın sona ermesinden birkaç yıl sonra yayınlandı. ABD’nin Sovyetler Birliği’nin o “şeytanî imparatorluğu” karşısında muzaffer oluşu bu nihai başarının “tarihin sonu”nu temsil edip etmediğine ilişkin beklenmedik bir tartışmayı tetikledi.
Şaşırtıcı biçimde bu zafer duygusunun hâkim olduğu momentte sıranın İslam’a mı yoksa Çin’e mi geldiğine dair başka bir tartışma uç verdi. İslam’ın sıradaki düşman olduğuna inananlar, bu dinin “kanlı sınırlar”ı olduğunu düşünenler ve tüm İslamcıları aynı görenler Roy’un tezine karşı ikircikli bir konum aldılar. Diğer yandan kitap, politik İslam’ın hayırlı bir güç olarak Ortadoğu’da yozlaşmaya ve totaliter yönetimlere meydan okuyabilecek yegâne politik güç olduğuna inananlarda hayal kırıklığına yol açtı.
Ancak her iki durumda da Roy’un incelikli ve eleştirel bir analize dayanan çıkarımlarının dayandığı temelleri incelemeye dönük çok az çalışma yapıldı. Kitap, büyük ölçüde mevcut politikanın ve uluslararası meselelerin seyrine dayanan bir bakış açısından anlaşıldı, kitaba, bilhassa Ortadoğu’da çoğunluğunu Müslümanların teşkil ettiği devletlere dönük siyaset yapma noktasında gerekli doğrudan içerimlere sahip mi değil mi diye bakıldı.
Ama yayınlanmasından birkaç yıl sonra Roy’un önermeleri tümüyle unutuldu. Afgan iç savaşı 1996’da Taliban’ın göz kamaştırıcı yükselişiyle sona erdi. Örgüt iki yıl içinde barışı sağlayıp ülkeyi birleştirdi; İslamî bir arka plana sahip Adalet ve Kalkınma Partisi, kurulmasından bir yıl sonra, 2002’deki meclis seçimlerinde çoğunluğu ele geçirdi. Silâhlı İslamcılar Mısır’da devlete karşı yürüttükleri savaşı tek taraflı sona erdirdiklerini duyurdular. Reformist Müslüman Kardeşler, 2005 parlamento seçimlerinde müthiş bir zafer elde etmekten ancak geniş ölçekli bir hile ile alıkondular. Filistin’deki özerk bölgelerde, Arapların ve Amerika’nın Fetih’e verdiği desteğe karşın Hamas 2006 seçimini kazandı.
2011’de Arap devrimlerinin patlak vermesiyle Arap dünyası genelinde baskıcı devlet makinesi ile yönetici sınıfına karşı dikilme becerisine sahip yegâne gücün politik İslamî güçler olduğu net bir biçimde görüldü. O hâlde doksanların ortasında yapılan “iflas” değerlendirmesinin sorunu neydi, bu değerlendirmeyi yapanlar şimdi neredeler?
Müslüman Kardeşler’in 1920’lerin sonunda Mısır’da kurulması ve bir on yıl sonra politik arenaya girişi, İslamî politik akımın ilk varlık imkânı bulduğu moment olarak görülür. Hilâfetin kaldırılması, Kahire’de Hıristiyan misyonerliği konferansının tertiplenmesi ve Mısır’da toplumsal ve kültürel batılılaşmanın kendisini giderek daha fazla ortaya koyması türünden yirmilerde tanık olunan kimi önemli olaylar genelde Müslüman Kardeşler’in kuruluşunun arkasındaki aslî sebepler olarak görülür.
Başka bir deyişle, İhvan kimlik politikası ve “İslam’ın tehdit altında olduğu”na dair yirminci yüzyıl başlarında Müslümanlar arasında derin köklere sahip hissiyat bakımından anlaşılmaktadır. Elbette bu sebepler önemlidir ancak bu sebepler Mısır’ın geçiş aşamasında olduğu özel bir dönemle bağlantılıdır ve İslamî politik akımın Arap ve Müslüman dünyanın çeşitli kısımlarına hızla yayılmasını, hayatta kalma becerisini ve ilk ortaya çıktığı güne kıyasla, doksan yıl sonra daha da etkili oluşunu izah edecek kudretten yoksundur. Politik İslam’ın ortaya çıkışının arkasında başka, görece daha derin ve kalıcı kimi sebepler vardır.
Müslüman dünyasında modernleşmenin başlamasından neredeyse bir yüz yıl sonra, 1840’larda hem devlet hem de toplum eşi benzeri görülmemiş bir değişim sürecine maruz kalmıştır. Modern, merkezî ve her yere nüfuz eden bir devletin ortaya çıkışı Müslüman ülkelerde devlet ve toplum arasındaki ilişkiler üzerinde güçlü etkilere yol açmıştır. Modernleşme öncesi sistemde ne reformcular ne de reformist projeler vizyonlarını ilerletmek adına devlet iktidarını ele geçirme ihtiyacı duymamışlardır zira geleneksel devlet büyük ölçüde sınırlandırılmış bir yapıdır.
Yeni sistemde devlet iktidarı en üst düzeye çıkartılmış, devlet tüm kamusal alanı kontrol etmeye başlamış, özel alana sızmış, bu da sonrasında devlet etrafında dönen çatışmanın derinleşmesine sebep olmuştur. Müslüman ülkelerdeki modern devlet sahip olduğu yapı, hukukî çerçeve ve değerler bakımından ilhamını Batı Avrupa’daki özgün modelden almış, yeni devlet halk tarafından tümüyle yabancı bir varlık olarak görülmüştür. Devletin değerleri ile kanunlarını toplumda mündemiç değerlerden ayıran uçurum giderek derinleşmiş, devletin söylemini halk nadiren anlar hâle gelmiştir.
Müslümanların krizini derinleştiren şeyse İslam’ın kamusal alandan çıkartılmasıdır. Bu kovma işlemi, dinin modern hayat içerisinde oynayacak bir rolünün olmadığına dair ta başta belirlenmiş önermeye dayanan modern yaşam ve yönetim sistemi adına gerçekleştirilmiştir. Müslüman dünyasındaki modernleşme sürecinin sebep olduğu kapsamlı gerilime rağmen Müslüman toplumlar İslam’ın hayatları dâhilinde oynayacağı role ve aldığı konuma dair soruya daha henüz muteber bir cevap bulabilmiş değillerdir.
Başka bir deyişle politik İslam, esasta devletin giderek artan iktidarının alabildiğine karmaşık bağlamı, devletin toplumdan yabancılaşması ve dinin kamusal alandaki rolü ve konumuna dair kendi varlığını muhafaza eden o soruyla yakından ilişkilidir. Politik İslam’ın geleceği ve kaderi Modern Müslüman toplumların ana meseleleriyle bağlantılıdır ve bu bağlantı varlığını ileride de muhafaza edecektir. Bu noktada mevcut politik durumun hâlihazırda hızlı bir biçimde değişiyor olmasının pek bir önemi yoktur.
Beşir Nafi
6 Ağustos 2015

0 Yorum: