Moskova’nın Suriye’deki jeostratejik amaçları
Washington’ın amaçlarının tam zıttı. Bu basit gerçeği anlamak, savaşın lime
lime ettiği ülkede gerçekte olan biteni anlamanın en kolay yolu.
Washington’ın ne istediği Brookings Enstitüsü’nden Michael E. O’Hanlon’ın kaleme aldığı
“Suriye’yi Yapısöküme Uğratmak: Amerika’nın En Ümitsiz Savaşı İçin Yeni Bir
Strateji” isimli makalede detaylı olarak izah ediliyor:
“[…]
yegâne gerçekçi yol, pratikte Suriye’yi yapısöküme uğratmaktır. […]uluslararası
toplum, zaman içerisinde Suriye’de yaşaması muhtemel bir dizi güvenlik ve
yönetim alanı yaratmak amacıyla çalışmak zorunda kalacaktır.
Bu
türden sığınakların oluşturulması, bir daha Esad’ın ya da IŞİD’in yönetme
ihtimali ile yüzleşmeyeceği özerk bölgeleri üretebilir. […]
Geçici
hedefimiz, bir dizi özerk bölgeyi içeren konfederal Suriye’ye ulaşmaktır. […]
muhtemelen konfederasyon, uluslararası bir barış gücünün desteğini gerekli
kılacaktır. Bu barış gücü, söz konusu bölgelerin savunulabilir ve yönetilebilir
kılınması, oradaki halka yardım sağlanması, bölgelerin istikrara kavuşup
ardından zaman içerisinde genişleyebilmesi için daha fazla askerin eğitilmesi
ve donatılması için gerekli olacaktır.” […] Özerk bölgeler, artık ne Esad ne de
halefi tarafından yönetilmesine izin vermeyecek net bir anlayış üzerinden
özgürleştirilecek. [Michael E. O’Hanlon, Brookings Institute]
Esad ve IŞİD’i bir an unutalım, bunun yerine, şu
yazıda geçen “özerk bölgeler, “sığınakların oluşturulması”, “güvenli bölgeler”
ve “konfederal Suriye” ifadelerine odaklanalım.
Tüm bunlar, ABD politikasının aslî amacının, Suriye’yi
ABD-İsrail’in bölgesel hegemonyasını tehdit etmeyen küçük birimlere ayırmak
olduğunu söylüyor. ABD’nin oyun planının özeti bu.
Tersten Rusya ise bölünmüş bir Suriye istemiyor.
Moskova ve Şam’ın uzun süredir müttefik olması (ve Rusya’nın Suriye kenti
Tartus’ta askerî deniz üssü bulunması) yanında daha da önemlisi, parçalanmış
bir Suriye’nin cihadî unsurların kullanacağı bir üs hâline gelme ihtimali.
Böylesi bir ihtimal, Orta Asya genelinde teröristlerin konuşlanmasını ve
Rusya’nın Lizbon’dan Vladivostok’a uzanan devasa bir serbest ticaret bölgesi
dâhilinde kıtaları birleştirmeye dönük planının altını oyar. Putin terörizm
tehdidini çok ciddiye alıyor, tam da bu nedenle Suriye’de çatışma sürecini sona
erdirip güvenliği yeniden tesis etmek için bu süreci Suudi Arabistan, Türkiye,
Irak, Suriye, İran, Kürdler ve Suriye muhalefetinden liderlerle müzakere etmek
amacıyla gece gündüz çalışıyor. Batı medyası ise bu önemli müzakerelere
karartma uyguluyor, zira Putin diğer dünya liderleri arasında saygı gören ve
terörizmin yayılmasını durdurmak için her türden gayreti ortaya koyan bir
arabulucu olarak görünüyor. Elbette bu, Putin’in medyada takdim edilen yeni
Hitler portresiyle hiç örtüşmüyor, bu nedenle medya söz konusu müzakereleri hiç
haber yapmıyor.
ABD ve Rusya arasındaki farklılıkların giderilmesi
mümkün değil. Washington ulus-devlet sistemini sona erdirmek ve yeni bir dünya
düzeni kurmak, Putin ise ulusal egemenliği, kendi kaderini tayin hakkını ve
çokkutupluluğu korumak istiyor. Rusya ile ABD arasındaki çatışmanın temeli bu.
Putin, tekkutuplu küresel düzene itiraz ediyor ve ABD müdahalesine,
manipülasyonuna ve saldırganlığına direnebilen bir koalisyon kurmaya çalışıyor.
Bu, basit bir iş değil, dolayısıyla ciddi bir ihtiyatı da gerekli kılıyor. Putin,
ABD denilen Golyat’a karşı koyacak gerekli kaynağa sahip değil, bu nedenle
hamlelerini doğru yapmak, büyük ölçüde, bugün de yaptığı biçimiyle, elini
göstermeden işini görmek zorunda.
Son birkaç aydır Putin, Suriye’deki ana oyuncuların
hepsiyle toplantılar düzenledi ve krizin çözülmesiyle ilgili olarak önemli bir
yol katetti. Meselenin kilitlendiği nokta ise Esad’ın başkan kalıp kalmayacağı.
Suudi Arabistan, Türkiye ve ABD kalmamasını istiyor. Putin ise birkaç sebepten
ötürü buna karşı çıkıyor. İlk sebep, onun ihanet ediyormuş gibi görünüp
güvenilir bir ortak olarak itibarının derinlemesine zarar görmesini istememesi.
İkinci sebep, uluslararası hukukla ilgisi olmayan ve ileride gerçekleşebilecek
bir darbede kendisine karşı kullanılabilecek “rejim değişikliği” doktrinini
kabullenmesinin mümkün olmaması. Libya, Irak, Afganistan ve şimdilerde Yemen’de
görüldüğü üzere, yabancı liderlerin kimin “meşru” kimin “gayrimeşru” olduğunu
belirlemesine izin vermek felakete davetiye çıkartmak demek. Son sebepse şu:
sonuçta Esad gitse bile, Putin’in Washington’ın bu kadar önemli bir meselede bu
denli kolay bir zafer kazanmasına izin vermesi mümkün değil.
Peki perde gerisinde neler oluyor?
Haziran ayında Putin, Suudi Prensi ve Savunma Bakanı
Muhammed bin Salman’la St. Petersburg’da bir araya geldi ve bölgede terörizmle
mücadele etmek için bir koalisyon kurulması amacıyla “uluslararası bir hukuk
çerçevesi” üzerinde çalışılmaya başlandı. Kısa bir süre sonra muhalefet
gruplarının liderleri ile Suudi Arabistan, Türkiye, Suriye, Irak ve İran’dan
üst düzey subaylarla bir araya geldi. Bu toplantıların amacı ise 30 Haziran
2012’de tasdik edilen Cenevre bildirisini uygulamak:
“Hükümet
ve muhalefet üyelerini içeren ve karşılıklı rıza temelinde oluşturulması
gereken, tam yetkili yönetim yetkilerini haiz geçici bir yönetimin teşkil
edilmesi.
Suriye
toplumunun tüm grup ve kesimlerinin anlamlı bir ulusal diyalog sürecine
katılımı.
Anayasal
düzenin ve hukuk sisteminin gözden geçirilmesi.
Teşkil
edilen yeni kurum ve görevler için serbest ve adil çokpartili seçimler.”
Gördüğünüz üzere, Cenevre “Esad gidiyor mu kalıyor
mu?” sorusuna, o aslî meseleye çözüm sunmuyor. İlgili soru tam olarak
cevaplanmıyor. Verilecek cevap, “geçici yönetim”in bileşimine ve ileride
yapılacak seçimlerin sonucuna bağlı.
Putin’in de böylesi bir sonuç istediği açık. İki gün
önce Lavrov da bunu net olarak ifade etti zaten:
“Daha
önce söylediğim gibi, Rusya ve Suudi Arabistan 30 Haziran 2012 Cenevre
bildirisinin tüm ilkelerini, özellikle Suriye ordusu dâhil hükümet kurumlarının
korunması ihtiyacını destekliyor. Suriye ordusunun teröristlere karşı verilecek
etkin mücadeleye katılmasının gerçekten de önemli olduğu kanaatindeyim.
Daha
önce de ifade ettiğim üzere, krizin çözülmesi konusunda benzer bir konumda
olsak da aramızda farklar var, bu farklardan biri de Esad’ın kaderiyle ilgili.
Biz, geçiş dönemi ve politik reformların parametreleri dâhil, çözüme ait tüm
meselelerin bizzat Suriyelilerce halledilmesi gerektiği inancındayız. Cenevre
bildirisinden de görüleceği üzere, bu meselelerin tüm muhalif kesimler ve
hükümet arasındaki konsensüs aracılığıyla çözüme kavuşturulması gerekir.”
Bu ifadeden Putin’in gerçekte ne istediğini anlamak
mümkün. Putin’in arzusu, “Irak benzeri bir kâbus senaryosundan kaçınmak için
“Suriye ordusu dâhil, hükümet kurumlarının korunması.” (Bremer orduyu
dağıttıktan sonra Irak’ta yaşananları hatırlayalım.) Öte yandan Putin,
nihayetinde Moskova’nın kapısına dayanacak teröristlerin gelişme alanı olarak
iş görecek paramparça edilmiş bir cehennem çukuruna yol açma ihtimali bulunan
bir iktidar boşluğunun oluşmamasını istiyor. Bu boşluk sadece Washington’un
amaçlarına hizmet eder, Rusya’nın değil.
Ayrıca “geçici yönetim” ve “serbest, adil çokpartili
seçimler” üzerine kurulu toplam düşünce Putin’e onun Esad’ı okkanın altına
atıyormuş gibi görünmesine neden olmaksızın ondan uzaklaşma imkânı sunuyor.
Bazıları bu tespiti eleştirip, “ne yani, Putin dostunu
ve müttefikini satıyor mu?” diye sorabilir. Ama bu, tam olarak doğru değil.
Putin bu noktada iki zıt şeyi aynı anda dengelemeye çalışıyor. O bir yandan
müttefikine verdiği taahhüdü yerine getiriyor bir yandan da Suudi Arabistan’ın
suyuna giderek onun düşmanlıkları sona erdirme noktasında kendisine yardım
etmesini kabule zorluyor. Evet, burada mesele biraz üç parçaya ayrılıyormuş
gibi ama Putin’in başka bir seçeneği var mı? O ya alelacele anlaşmaya varacak
ya da kapıyı yüzlerine çarpma fırsatını elinde tutacak.
Peki ama neden?
Çünkü Washington anlaşma istemiyor. Onun tek arzusu
savaş. Washington, bir arabulucu olarak Putin galip gelirse, Suriye’yi
parçalayıp Ortadoğu haritasını yeniden çizme hedefine ulaşamaz. Şu şekilde
ifade etmek de mümkün: Eğer Putin Suudi Arabistan’ı yanına çekerse, o vakit
cihadî grupların para kaynaklarının önemli bir kısmı kuruyacak, Irak ve Kürd
güçlerinin yardım ettikleri Suriye Ordusu da savaş alanında büyük bir başarı
kazanacak ve IŞİD yok edilecek.
Bu, Washington’ın çıkarına mı?
Hayır. Esad koltuğunu kaybetse bile Cenevre sürecine
göre bir sonraki cumhurbaşkanının ABD’nin seçtiği bir maşa olması pek mümkün
değil, bu kişi büyük olasılıkla Suriye halkının çoğunluğunun desteklediği biri
olacak. Washington’ın böylesi bir fikirden hoşlanmadığını söylemeye bile gerek
yok.
Planın tek kusuru, Putin’in elini daha çabuk tutmasını
gerekli kılıyor olması. ABD çoktan Ankara’dan Türkiye’deki İncirlik Üssü’nden
insansız hava saldırıları ve bombardımanlarına başlamak için gerekli yeşil
ışığı aldı bile ki bu, çatışmanın birkaç hafta ve ay içerisinde yoğunlaşacağı
anlamına geliyor. Recep Tayyip Erdoğan, ABD’nin yürüttüğü hava saldırılarını
Suriye’nin kuzeyinden toprak çalıp burayı “güvenli bölge” ilân etmek için bir
kılıf olarak kullanıyor. 11 Ağustos tarihli International Business Times’taki
yazıdan bu konuyla ilgili epey bir şey bulmak mümkün:
“Skype aracılığıyla International Business Times’a
konuşan, Kuzey Suriye’de savaşan iki askerin bildirdiği kadarıyla, Pazartesi
öğleden sonra ülkede IŞİD’den arındırılmış ‘güvenli bölge’ oluşturmayla ilgili
ABD-Türkiye ortak girişiminin ilk aşamasını gerçekleştirmek için bir grup
Türkmen savaşçı Suriye’nin Azez kasabasına geldi. Türkiye’den gelen ve Babul
Selam sınır kapısından geçip Suriye’ye giren, içinde savaşçı taşıyan tanklar
Azez’e girdi. Bu, Nusret Cephesi’nin çekilmesini sağlayan IŞİD’in Marea kasabasında
saldırı düzenlemesine neden oldu.
İsyancılardan birinin dediğine göre, “başta herkes
tanklarda Türk askerleri olduğunu sandı ama içindekiler Türkmen’di.
IBTimes’a Salı günü röportaj veren askerler Türkiye’de
eğitim almışlar ve ülkedeki en büyük ılımlı muhalif isyancı koalisyonu
içerisindeler. Hâlen savaşta oldukları için isimlerini saklı tutuyorlar.
Ülkedeki isyancı gruplar arasında kurulan ittifaklarda yaşanan değişimlere
bağlı olarak isimlerini açık etmiyorlar, zira birilerinin isimlerini
kayıtlardan tespit edip kendilerinden intikam alabileceğini düşünüyorlar.
Komutan olan askerlerden biri, kısa süre önce başkent Ankara’da Türk
hükümetiyle yapılan görüşmelere katılmış. Toplantı, Suriye’nin kuzeyinde
güvenli bir bölge oluşturulmasını amaçlayan Türkiye-ABD planı ile ilgiliymiş.”
[“Turkey, US, Syrian ISIS-Free Safe Zone: Turkmen Brigades Move Into Syria,
Al-Nusra Moves Out, Soldiers Say”, -Türkiye, ABD, IŞİD’den Arındırılmış Güvenli
Bölge: Askerlerin İfadesine Göre, “Türkmen Tugayları Suriye İçine Girdi,
El-Nusra Bölgeden Çıktı” IBT]
Ne yani, içi Türkiye’nin eğitip silâhlandırdığı asker
dolu Türk tankları Suriye sınırını geçip burada belki de Halep dâhil belirli
bir bölgeyi temizleyecek ve ele geçirecek öyle mi?
Bu, bana biraz işgalmiş gibi geldi, peki ya size?
Sözün özü: Eğer Washington’ın Suriye’yi parçalayıp onu
teröristlerin gelişme imkânı bulacağı bir alana dönüştürmesine mani olmak
istiyorsa, Putin’in elini çabuk tutup Suudileri yanına çekmesi, katliama son
vermesi ve Cenevre bildirisini uygulaması şart.
Bu, kolay olmayacak elbette ama en azından onun doğru
yolda olduğu görülüyor.
Mike Whitney
14 Ağustos 2015
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder