08 Haziran 2015

,

Fil Avı


Önce fili bir tuzağa düşürüyorlar. Siyah elbiseli adamlar sopalarla fili dövüyor. Ardından beyaz elbiseliler gelip onu kurtarıyor.

Fuat Avni’sinden Fethullah’ına belirli bir kesimin AKP ile bu türden bir ilişki içerisinde olduğunu söylemek mümkün mü? Bir yanımız faşizmle korkutulup liberalizme kul ediliyor olabilir mi?

Milletin belini incitmeden sömürmenin, düzene bağlamanın yollarını hep birlikte arıyor olabilirler mi? Aktör olduğumuzu sanırken, yönetmenin son kurgusunda figüran olduğumuzu görürsek ne olacak?

Önce Mersin’de sesi duyurulan, iki gün önce Amed’de şiddeti yaşatılan bombalar, bir terbiye ve entegrasyon operasyonunun parçası olabilirler mi? Seçimlerin devlet nizamı açısından hiçbir hükmünün olmadığı bir düzende bizim hâlâ seçimler denilen şurupla uyutuluyor olduğumuz söylenebilir mi? Seçimlerin bir hükmünün olduğuna inanmak kime yarar sağlıyor?

96’da kurulan seçim bloğunun mitinginde, o zaman aday olan Haluk Gerger kürsüde, “biz seçimlerin en geri politik mücadele aracı olduğunun bilincindeyiz.” diyordu. Bugüne, seçimlerin tek kurtuluş yolu, her şeyin tılsımı, sihirli asası olduğuna inandığımız günlere ne ara geldik? Bunda, o gün genç veya orta yaşlı olan şeflerin bugün yaşlanmış olmasının rolü nedir? Tekil birey şeflere indirgenmiş bir kolektif mücadele nereye gidebilir?

Bu açıdan arkadaşlarımızın çeşitli yazılarına tepki geliştiren, hemen Kürd’ün arkasına saklanan, derhal en pespaye liberali bile sahiplenen, “hep birlikte, çoğul çoğul çağıldıyoruz, barajı yıkıyoruz” diyene o barajın önünü-arkasını göstermeye çalışana “dikkatimi dağıtma” diye tepki gösteren dostlarımızın belirli ayıraçlarla, ölçülerle, bağlam dâhilinde düşünüp hareket etmesi gerekiyor, gerekecek.

* * *

Seçimin hemen ardından hâkim olan öforiyi bozmaya, pişmiş aşa su katmaya, neşeli havayı dağıtmaya hakkımız var mı? Yani bu anlamda HDP şahsında yaşanan zafer bir tuzak olabilir mi? Tersi, kötüyü, olumsuzu öne almak, tam da bu momentte gerekli mi? İnsanın en zayıf olduğu an, kendisini en güçlü hissettiği an olabilir mi?

Gezi zamanı Ankara’da bir forum kuruldu. Doğal olarak Ethem’in ismi verildi. Forumun içeriğine ve biçimine yönelik itirazlarımız ve eleştirilerimiz, verdiğimiz hesap[1] dâhilinde, açık[2]. O gün parkta toplananlara “Parkın ismini değiştirdik. Belediyedeki dostlarımızdan gerekli izinleri aldık” diyenler, bu yalanı gizleme yoluna gittiler. Sonra dediler ki, “parkın ismi değişmedi ama belediyeden parkın restorasyonu sözünü aldık.” Bunun da yalan olduğu anlaşıldı. Park hâlâ aynı izbe park. Bu arkadaşlara zorla kabul ettirdiğimiz, parkın ismini izin-mizin almadan değiştirme önerimiz gerçekleşti. Bir tabela astık. O tabelayı astığımız binanın yerinde bugün yeller esiyor. Biz hesap sorduk, hesap verdik; bunları yapanlar, belediyedeki samimi dostlarıyla birlikte, zerre hesap vermediler. Demek ki burjuvaziyle aşık atmak, aynı düzlemde, eşit olunduğu yanılsamasına kapılmak, çürümeyi dayatıyor. Demek ki bağımsızlık, proleterlik üç-beş cümleyi ezberlemiş olmakla, vehimlerle yaşamakla ilgili değil.

Mesele, parkın düzen kanalları içerisine alınması ve orada çözülmesi idi. Kafanın içerisinden bakıldığında görülmeyen buydu. Bu örnek, öznel bir gerekçe ile değil, genel bir bağlam dâhilinde veriliyor. Bugün o arkadaşlar, Soros vakfının “HDP barajı aşamazsa Türkiye için vahim sonuçlar doğar” sözünün altına imza atıyorlar, bu sözün “isabetli ve doğru” olduğunu söylüyorlar. “Sorosçu beklentinin sınıfsal anlam ve içeriğinin irdelenip tartışılması ayrı bir konu” diyorlar. Meselenin de ayrı olan o “konu” olduğunu görmüyorlar. Öte yandan Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” [17 Mart] diyene kadar neden HDP’ye destek açıklaması yapmadıklarının, bu güvensizliğin bir izahı da yok.[3] Hele ki 2006’da yaptıkları Soros eleştirisinin bugün karşılıksız kalmasını görmek çok acı. [“Soros azılı bir komünizm düşmanı ve liberalizm savunucusudur. (…) “Liberal vahşet için sınırsız özgürlük operasyonları” (…) “Bugün en büyük tehlike açık toplumun kendisi!”]

O gün parkın iç çekişmeler yüzünden tıkandığı noktada bir yürütme kurulu oluşturuldu. Kendisini parkın sahibi görenler, günahlarını başkalarına yükleyip kaçmak için fırsat kolluyorlardı. Bizi de çağırdılar. Tartıştık. Parkın sahipleri bizi yürütme kuruluna çağırma gerekçesini şu cümleyle izah ediyorlardı: “Biz size yol açarak size mani oluyoruz.” Bu, mealen şu anlama geliyordu: “eleştirilerinizi içeriyoruz, mas ediyoruz, hükümsüz kılıyoruz.” Arkadaşlar siyaseti sadece kelle toplamak ve saymak olarak bildikleri için, asıl olarak, bizim eleştirilerimizin kendilerinden kopartacaklarını, uzaklaştıracaklarını düşündükleri insanların sayısı ile ilgileniyorlardı, eleştirilerin anlamının, içeriğinin bir önemi yoktu. Bu mikro örnekten makro ölçeğe geçmek gerek. Söz konusu cümle egemen ideolojinin de düşünce tarzı. “Bu ideoloji de toplamda biz’lere yol açarak onlara mani oluyor mudur?” diye sormak gerek.

* * *

Çok alametler belirmişti. AKP, aday tercihleri ile Kürdistan’ı boşalttığının sinyalini vermişti. Mehmet Metiner bile İstanbul’dan adaydı. Kraldan fazla kralcı Abdurrahman Kurt gerilere itilmişti. Sonraki süreçte Ağrı, Mersin, Adana, Erzurum ve en son Amed’deki saldırılar, kalanların dışarı çıkartılması içindi. AKP, örgütlenmeden sorumlu adamını sadece Karadeniz’e kilitledi. Çeşitli aşiretlerle kurulan ilişkiler tek tek koptu. Sırrı Süreyya da son mülâkatlarından birinde AKP adaylarının boş olduğunu söylüyordu. Buna bir de AKP propagandasının önemli bir payandasının HDP olmasını da eklemek gerekti. 2002 seçimlerinde Cem Uzan’a aynı muamele yapılsa, mitinglerde sürekli dile dolansa, muhtemelen iktidar ortağıydı. Bugün Cem Uzan figür olarak içeriğini CHP’ye, biçimini HDP’ye bıraktı. Türkiye’nin önü açılmalıydı. Bu ülkeyi yıkıp yeni bir ülke kurmak isteyenleri, ülke ve iktidar ilişkilerine sızıp önemli yerleri ele geçirmeyi siyaset zanneden Fethullahçı akla örgütlediler. Yüksek siyasetin dehlizlerinde, pazarlık masalarında yitip gitmemizi istiyorlardı zira.

Bu noktada devreye Soros ve türevleri girip, “toplumun birliğe ihtiyacı var” emrini verdi. “İstikrar, demokrasi ve insan hakları” için HDP şarttı onlara göre. Medyasıyla, en son Mardin’de HDP’ye destek açıklayan Ahmet Özal’a kadar bir yığın kesimin partinin barajı aşmasını HDP’lilerden daha fazla istediği bir durum yaşandı. Erdoğan önce “ben başkanlığın tartışılmasını istiyorum sadece” dedi. En son konuşmasında da HDP’nin barajı geçtiği ön bilgisiyle, meclis içerisindeki aritmetiğin oluşumunu eleştirdi. Yani “%34 aldım, mecliste %60 küsura hâkim oldum. Ama sonra tam tersi oldu” diyor, iki gün sonra olacak seçimde benzer bir kaybın yaşanacağını ima ediyordu. Seçim hileleri, SEÇSİS üzerinden dönen tüm mavralar hükmünü yitirdi. Fuat Avniciler oradan akan ideolojik selde sürüklenip kıyıya vurdular. Bundan sonrasında atılacak adımlar tüm bu alametleri okumak suretiyle atılacak, bu kesin. Barajı geçmeye dair zafer sarhoşluğundan hemen çıkmak gerek, bu açık.

* * *

“Bizler, Erdoğan’a siyasal demokrasinin sınırlarını genişletmek, demokrasi mücadelesinin bir önemli aşaması tam da Erdoğan’ın nobranlığıyla hesaplaşmak olduğu için karşıyız. Erdoğan’a karşıyız, çünkü özgürlüklerin sınırsız ölçüde genişlemesinden yanayız.” diyor DSİP’liler seçimden önce. Üstelik çok değil, beş yıl önce miting kürsülerinden kendisine teşekkür eden adama… Burhan Kuzu’nun “Biz aslında 2010’da iktidar olduk” lafına binaen, o iktidar oluşa destek verenler bugün bu lafları ediyorlar. Bugün de tek dert, “nobranlık”. Ya bu oyunun ötesi, berisi, gerisi?

TDK “nobran” sözcüğünün anlamını “davranışı kaba, sert ve gönül kırıcı olan” olarak veriyor. DSİP’lilere göre, 2010’da kabalaşan, sertleşen ve kırıcılaşan Erdoğan artık sınırsız özgürlüklerin önünde engel. Artık bugün itibarıyla, Yüksekdağ’ın vurgusunda olduğu üzere, “sınırsız özgürlükler” kimin, neyin gürleşmesiyle ilgili, süreçte görülecek. Burjuvazinin, sermayenin, tekellerin, ülke içi Kemalist müesses nizamın gürleşmesine bel bağlamanın beli kıracağı kesin. Tayyip’in burnunu sürtmek için ne kadar eğildiğimizi önümüzdeki mücadele süreci gösterecek. Zaferin salt bu işleme ne ölçüde indirgenip indirgenmediğini hayat söyleyecek bizlere. Kürd’ün mücadelesi bizde mi çözülecek, biz mi Kürd’ün gerçek hamlesinde dağılacağız, hep birlikte göreceğiz.

Ama bugün görülmesi gereken şu: zafer Kürdlerin, DSİP ve onun türevlerinin değil. Dünyayı kendi kafasının içerisinde yaşayan, hayal âlemini politik zanneden, burjuva özneliğini tanrı gören, özne hâline bakınca burjuvadan da tanrıdan da kurtulduğu vehmine kapılan bireyler hiç değil.

İçinde patlayan bombayı, anlık, yerinde örgütlenmeyle bertaraf etmeyi bilen, bir şehri ilmek ilmek örülen direnişle kurtuluşa taşıyan, derin imanı ve yüce kavgasıyla o milletindir zafer.

Zafer, Amed’in orta yerinde kopan bacaklarına rağmen zafer işareti yapmayı bilenindir. Onun dışında kimse kendisine pay biçmesin, övünmesin, böbürlenmesin. Öğrensin, “[…] ‘Öcalan geçmişte kaldı, artık kenara çekilmeli’ diyorlar. Evet, sık sık ben de böyle düşünüyorum.” diyen Hollandalı gazeteci gibi akıl oyunlarıyla hareket etmesin, örgütlensin.[4]

Dolayısıyla; “bu ülkede zaten devrim oldu, mesele onu ilerletmektir.” diyen CHP’ci yaklaşıma benzer bir biçimde, “Kürdler devrim yaptı, mesele onu ilerletmektir” kolaycılığına eklemlenecek bir devrimcilik ve sosyalizm mücadelesinin tüm o cılız köklerini yitirmesi kaçınılmaz. Öğrenci olup mücadeleye girmekle, öğretmen olup öğretmenler odasında çekirdek çitlemek asla aynı şeyler değil. Bu durumda tüm mücadelenin ağaların-paşaların kurduğu bir binanın eşiğinde kurban edilmesi, oraya kapatılması tehlikeli. Yakın geleceğimizi tayin edecek soru ise şu: Kolektif mücadele mi yoksa o binanın koridorlarındaki muhabbetler mi öncümüz olacak?

Eren Balkır
7 Haziran 2015

Dipnotlar:
[1] “Barikata ve Ethem’e Hesap”, 18 Eylül 2013, İştirakî.

[2] “Kuru Sıkı Mantar Tabancası”, 20 Eylül 2013, İştirakî.

[3] Alınteri, “Neden HDP?”, 18 Mart 2015, Sendika.

[4] Frederike Geerdink, “HDP’nin Öcalan’la Arasına Mesafe Koyması Barışı Yokuşa Sürer”, 1 Haziran 2015, Diken.

0 Yorum: