18 Eylül 2013

,

Barikata ve Ethem’e Hesap


Birey: Burjuvazinin Tanrısı

Her söz, neyin nasıl olduğuna, olması gerektiğine ve olacağına ilişkindir ve bir vaattir. Her vaat ise eyleme yapılan bir çağrıdır.

Ama söz, kurgudur. Bir dünya-hikâyesi anlatır. Anlatısını hakikat kılacak araçlar kendisinin değildir. Toplumsalın kalemi, sözün kılıcından her daim keskindir. Sözün kurduğu ile hakikatin arasındaki açı, hem politik alanın imkânlarını hem de imkânsızlıklarını barındırır. Sözüne ve vaadine “âşık” olanlar, hakikatten uzaklaştıkları her bir adımda, çareyi daha büyük bir söz söylemekte bulurlar.

Kumarda yenilen “bah(i)si yükseltmek” zorundadır. Yalanlar büyür, düzenbazlıklar artar. Artık, var-olmayan, hakikat katına yükseltilir. Kendi hikâyesine hakikat derecesinde inananlar için, başkasının hikâyesi “batıldır”. Ama kendi hikâyelerini var-kılmanın yegâne aracı da pespaye bir iradecilik olur. Nesnelliğin duvarına çarpan bir iradecilik ise, döne dolaşa nesnelliğe teslim olur, ama bunu da inkâr eder. Çare, kendi eylemini yüceltmek ve başkasını eylemsizlikle suçlamaktır. Zira “yanlış hayat doğru yaşanmaz” (Adorno).

Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, söz ile eylemi arasında birlik vaat etmek, tanrı olmayı vaat etmektir. “Tanrı olmak” ise siyaset-dışıdır ve eni sonu teatral bir etkinliktir. Teolojik-Tanrı gücünü “yokluk”undan alırken, Tanrı-oyuncu seyircisine devamlı temaşa sunmalıdır. Bu seyirlikte herkes bir koltuk numarasına raptedilmişken, bütün sahne Tanrı-oyuncu’ya ait olduğundan, “alçalmanın” bir alt sınırı yoktur. Yeter ki bu oyun kurgusu üzerine yapılan anlaşma bozulmasın. Zira bir kere seyirciler kendi aralarında sohbet etmeye başladıklarında, sahnenin “büyü”sü ve Tanrı-oyuncunun “aura”sı yok oluverir. Seyirciler koltuklarından kalkmaya başladıklarında, toplumsal’ın kalemi Tanrı-oyuncu’yu çıplak bırakmaya başlamıştır artık. Kral çıplaksa, ortadan kaybolunmalıdır. Yoksa bütün düzenbazlıklar ve yalanlar, oyunlar ve oyunculuklar aşikâr olur. Kuraldır, ortadan kaybolmak ancak göze görünerek mümkündür. Son perdede iyice ön plana çıkılması bu yüzden zorunludur.

Bu anlatılanlar sol’a özgü değildir, ama sol içinde de örneklerini barındırır. Buradaki Tanrı-oyuncu, Tanrı-devrimci’dir. Kendi hakikatine yabancılaşmış, ama yabancı bir anlatıyı hakikatleştirmiş böylesi bir Tanrı-devrimci için kolektifin, mücadelenin, tarihin ve toplumun kendisinden öğrenilecek bir şey yoktur. Zira bütün bunların bilgisi “otomatik” olarak kendisindedir. Bu nedenle vaadi olan sözü ile icra ettiği eylemi arasında bir birlik olduğunu savlar. İlk ve en büyük yalanı budur. Nerede ve ne zaman “aktif” olarak direnilmesi gerektiğini bilen de odur, hangi durumda “kaçılması” gerektiğine karar veren de. Etkileşime ve iletişime kapalıdır, zira bunlar gereksizdir. Diyalojizmden anladığı tek şey, “pazarlık”tır. “Görüşme”ler ve “toplantı”lar hep kapalı kapılar ardındadır. Bütünün bilgisi kendisinde tecessüm ettiği için “birikim”e ihtiyaç yoktur. Bunun iki anlamı vardır: Yaparken hesap verme adabı edinmemiştir. Neyi niçin nasıl yaptığını kendine saklamayı ahlâksızca bulmaz. İkinci olarak da, tarihe ve topluma baktığında sadece kendisini görür. Bütün “birikim” “tarihin sonu”nu işaret edermiş gibi, onu işaret etmektedir. Baktığı her zamanda ve zeminde kendini görecektir. Tarihe ve topluma müracaatı yalnız kendini teyit içindir.

Müzisyenler için kuraldır: Etüt yaparken binlerce seyircinin önündeymiş gibi çalışır, binlerce kişinin önünde bir konsere çıktıklarında kimse yokmuş gibi çalarlar. Bir sanatçı (artist) olan Tanrı-devrimci de sadece “devrimi sahnelemek”te mahirleşir. Oysa mesele “sahneyi devrimcileştirmek”tir.

Devrimi Sahnelemek mi, Sahneyi Devrimcileştirmek mi?

Barikata ve Ethem’e hesap veriyoruz, bu yazının amacı budur. Ne sözümüzü mutlak eylem, ne de eylemimizi nihai söz kabul ediyor ne de ikisini mutlak varlığımızda “çakıştırdığımız” yalanını satıyoruz. Hesap vermemizin ve hesap sormamızın mantığı buradadır.

Hesap verme adabı olmayanlarsa, sözle eylem arasındaki açının nerede kapanıp nerede açıldığını hep kendilerinin bildiklerini düşünüyor olmalılar. Zira neyi niçin nasıl yaptığını hep sorduğumuz, ama hiç öğrenemediğimiz bir praksisin ifa edicileri, dün yaptıkları gibi bugün de, devrimcilerin önüne “yem” atıp, devrimcilere ve devrimciliğe küfretme zanaatlarını icra etmekteler. Buradaki eleştirimizi, okurun tartışmayı anlamasına yardımcı olacak kadar olgusal, ama meseleyi kavramasına izin verecek kadar da kuramsal koymak durumundayız. Bu nedenle muarrızımızın yaptığı gibi, olgusallığa boğulmadan, onu teşhîr etme yoluna gideceğiz.

Öncelikle, eğer ortada bir tartışma varsa, biz, bu tartışmayı üzerimize alınmadığımızı, bunun muhatabı olmadığımızı düşündüğümüzü belirtmeliyiz. Zira kuramsal olarak, bunun böyle olduğunu yazının ilerleyen kısımlarında ortaya koymaya çalışacağız. Fraksiyon’un “Beyaz Deri Siyah Maske” isimli yazısına neden cevap verdiğimiz sorulacak olursa, devrimci adab gereği, hesap vermeden ve hesap sormadan ortalarda dolaşan fırsatçı, reklâmcı, kariyerist, yalancı, düzenbaz ve ikbalperestleri, onları tanıdığımız kadarıyla teşhîr etmek içindir.

Devrimci Bir Bayrak: Ethem

Ankara Kolej’de bulunan Ethem Sarısülük Parkı / Yaşam Alanı ile kurulduğu günden beri eleştirel ve dayanışmacı bir ilişkimiz oldu. Parkın öncülüğünü üstlenen arkadaşların izin verdiği ölçüde, yürütmesinde dahî görevler üstlendik. Tek derdimiz, Ankara direnişinin kolektif bayrağı olan “Ethem”in yere düşmemesiydi. Biz, onun partisine üyeydik, onun yoldaşıydık, onun dirileceği, haşrolacağı mahşerin bugünden oluşması için verilecek kavganın basit neferleriydik. Sorumluluğumuz ve aidiyetimiz onunla ilgili ve ona dairdi.

Bugün söz konusu pratik içinde girilen ilişkiler sonucu maruz kaldığımız, ama aslında doğrudan muhatabı olmadığımız bir karalamaya cevap üretmek zorunda hissediyoruz kendimizi. Zira forum pratiği içinde yan yana düştüğümüz bazı likidasyon meraklılarının ipliğini hem kuramsal olarak hem de hayatın içinden örneklerle pazara çıkarmak zamanımızın görevi olmuştur.

Fraksiyonistler Neden Bu Kadar Öfkeli?

Süreç içinde suyun başını tutma yarışında çeşitli öznel dertlerle öne fırlamış bir ekipti fraksiyonistler. İnternet âlemi üzerinden sanal bir “kitle” kurmuşlardı ve o “kitle”nin yarattığı yanılsama ile, kendilerini “örgüt” olarak takdim ediyorlardı. Peki bu sanal örgüt, bugün neden bu kadar öfkeli? Burjuvaziye ve devlete yönelmeyen, bileylenmeyen bu öfke, neden bize yöneliyor?

Biz, tek tek ve bütün olarak, Haziran direnişi süresince tanıştık fraksiyonistlerle. Şahıs olarak tanıyorduk, ama örgüt olduklarını bilmiyorduk. Zihin dünyalarına tabiî giremediğimizden ve edebiyat sosu, gazı bol yazılardan başka bir şey üretmediklerinden, örgüt olmaya bu direnişte karar verip vermediklerinden de haberdar değiliz. Direniş günlerinde yoldaşlarımız, kişisel varoluşlarına ait sınırları bilerek, kimi yerde onları zorlayarak, başkalarını sürece örgütleyerek, barikatta veya gerisinde, direnişte yer aldılar. 

Sonra arka sokaklarda boş duvarlara “fraksiyon” yazılaması yapıldığını gördük. Dedik ki, “o duvarlar devrimci örgütlerin, siz niye yazılama yaptınız?” Onlar da “siz de yapın” diye cevap verdiler. Biz de “reklâm yapmak doğru değil, bugün yazılama hakkı halkın, sonra devrimci örgütlerindir, onlara düşer.” İlk burada kızdılar.

Sonra bir yazı yazdılar. Sürecin, direnişin niteliğe dair bir dönüşümü emrettiğini düşündüğümüzden, fraksiyonda çıkan bu yazının anlamsız ve yanlış olduğunu söyledik. Bunu, kolektif bir tartışma düzlemine, yazılı olarak iletmiştik aslında. Herkes bu süreci teorik ve politik bir tartışmanın konusu yapmalıydı. Sonuçta direniş süreci hiç yaşanmamış gibi yapılamazdı. Dolayısıyla fraksiyonistlere, “milleti, her şeyin özü, niteliği, sırrı bizde, şimdi nicelikle uğraşalım diye kandırmanın ve buradan kendini pazarlamanın anlamı yoktur” denildi. Bu yazı sonrası, 20 Haziran’da fraksiyonistlerin “kent mimarîsi”ne dair merakları üzerinden bulup kurdukları park forumu dâhilinde oluşturulan mahalle çalışmasına girdik. Söz konusu eleştirimize dönük öfke bu çalışmada yankısını buldu. Arkadaşlar, “ağanın pohunun üstüne poh” istemediklerinden, “beni nasıl nesnelleştirip eleştirirsin” kibriyle, gerildiler ve karşı saldırıya geçtiler.

Biz, o süreçte park forumunun fazla solcu olduğu, eski ve yeni solcuların tartışma platformuna döndüğü, böyle giderse, direnişteki halkla temasın kesileceği yönündeki kanaatlerimizi ilettik. Bu amaçla, parkın halklaşması doğrultusunda mahalle çalışmasına girdik ve bir mahallede film gösterimlerine dayalı başka bir pratik önerisinde bulunduk. Saldırı, tam da bu noktada gündeme geldi. Fraksiyonistler, konunun tartışılmasına izin vermeden, çalışma önerimizi yaptırmamak için uğraştılar.

İkinci öfke dalgası, arkadaşların sitelerinde ve forumda birlikte iş yürüttükleri bir ismin Ethem Sarısülük’e ve devrimcilere küfreden yazısına ve forum pratiğine dönük yaptığımız eleştirinin ardından geldi. Arkadaşlar, meseleyi şahsîleştirmek ve tartışmayı boğmak için gerekli adımları attılar. Bizim kaleme aldığımız yazılar, özelde forum pratiğini, genelde geri çekilen direnişi ileri itme amacını güdüyordu. Bu aşamada, Ankara’daki forumları ortaklaştıracak bir gazete önerisini sunan bir arkadaşımızın dışlanması gündeme geldi. Bunun üzerine hukuk ve ahlâk gereği, biz de fraksiyonistlerle bir toplantı kararı aldık ve eleştirilerimizi onların aksine, yüzlerine yaptık. Kendilerinin uyguladığı yöntemi ahlâk ve politika dışı buluyorduk. Zira fraksiyonistler, çıkan yazılar üzerinden bizi düşman etmek için Alınteri çevresine, “bunlar size küfrediyorlar, Ethem’in hatırasını sömürdüğünüzü söylüyorlar” diye tezvirata ve dedikoduya başvuruyorlardı. Sonrasında aslında “devrimcilere küfrediyorlar”daki “devrimciler”in kendileri olduğunu öğrendik. Oysa devrimciye küfredilmez, ama devrimcicilik eleştirilirdi.

Devrimcicilik, gerçek devrimcilerin koltuğu altına girip kendi bireysel fantezilerini gerçekleştirmeye çalışmaktı. Bizim, forum yapılacağına dair aldığımız duyum üzerine verdiğimiz ilk tepki, neden o parkın forum için tercih edilmiş olduğu sorusunu sormak oldu. Zira kaygımız, “halk hareketliliği”ni ya da “mahalleli”yi foruma dâhil edememenin, forumun kalıcı etkiler bırakmakta aciz kalacağına ilişkindi. Forumu örgütleme fikrini ortaya atan başlıca “özne”lerden fraksiyonist arkadaşların bu soruya verdikleri cevap, alayla karışık başka bir soru idi: “Solcular halk değil mi?”

Takip eden günlerde gerçekleşen forumlarda çeşitli komisyonlar çalışmaya başlamış ve farklı etkinlikler yapılagelmişti. Biz, bu süreçte daha çok, zorunlu olarak “pasif bir katılımcı” şeklinde, forumdaki yerimizi aldık. Bunun ilk nedenlerinden biri, forum pratiğini hem yerel hem de ulusal bağlamda idrak etmeye dönük bir tecessüs idiyse, bir diğeri de parkta etkin rol oynayan arkadaşların kendi çevrelerine “rol dağıtmalarıydı”. Bu süreçte dahî kendi sorularımızı ve görüşlerimizi arkadaşlarımızdan esirgemedikse de, karşılık olarak alay ve hafifseme gördük. Yine de bu süreçte parkın artalanında çeşitli etkinliklerle parka yönelik mahallî desteği arttırmaya girişmekten geri durmadık.

Sonrasında bu arkadaşlar, teorik ve politik tartışmasını yürütmeden, bu sürece kimseyi dâhil etmeden kurdukları Ethem Sarısülük Yaşam Alanı’nın bekçileri edasıyla, çeşitli hamleler yaptılar. Bugün park forumunun parkın isminin değiştirilmesinden ibaret olduğunu söyleyen arkadaşlar, herkesten habersiz, belediyeyle görüşmeler yürüttüler ve bir forumda, belediyenin parkın ismini değiştirmeyi kabul ettiğini ve 17 Temmuz günü açılış yapılacağını herkese ilân ettiler. Ancak bu yalandı. 17 Temmuz geçti ve kimseye ne hesap ne de bir izahat verildi.

Yürütmeme Kurulu

Temmuz sonuna doğru muhtemelen “içeride” belirli sancılar yaşandı. Parkın isminin değiştirilmesi vaadi boşa düşmüştü. Ama öte yandan, parkta pratik faaliyet yürüten atölyeler vardı. Bu atölyeler, doğal olarak Kaldıraç, EHP ve Devrimci Proletarya gibi siyasî yapılar eliyle yürüyordu. “İçerisi”, parkın iplerinin bu atölyelerin eline geçeceği kaygısıyla, fason bir yürütme kurulu oluşturma kararı aldı. O güne dek park faaliyetinin emekçisi ve neferi olmak dışında öznel bir derdimiz olmamasına rağmen, o faaliyetin dışında tutulan bizler, bir biçimde, bu yürütme kuruluna çağrıldık. Aslında farkında olmadan, sessizce gerçekleştirilen bir tasfiye işleminin figüranları oluyorduk.

Bu “figüran” hâlimizle gene de temel derdimiz, aslî vurgumuz, parkın kendine kapalı, solcu bir mekândan çıkıp, Ankara direnişine, onun oluşturduğu kolektif pratiğe ait bir mevzi, karargâh olabilmesi ve forumun da özellikle Kızılay hedefine kilitlenen, direniş sürecinde ve özellikle Ethem’in cenazesini kaldıran on binlere açılması yönündeydi.

Fraksiyonistler ise bu türden sözlü müdahalelerimizin hepsini susuş kumkuması ya da şahsî saldırılarla etkisizleştirdiler. Görünürde, “Ethem’in CHP’ci, ulusalcı hatta yâr olmasına mani oluyoruz” derlerken, aslında, özünde “onu kimseye yâr etmeyeceğiz” demiş oluyorlardı. İlk cümle, bir bahaneden ibaretti. Çünkü ne biz ne de yukarıda ismi zikredilen örgütler ulusalcıydı.

Babanın Mektubu

Alınteri’nin Ethem’le rabıtası ve muhabbeti elbette ki doğaldır, ancak fraksiyonistlerin Ethem’in hatırası ile ilişkisi son dönemde yaptıkları ile teşhîr olmuştur. Ethem’in babasının yazdığı mektup, Alınteri’nin sitesinde yayınlanmışken, fraksiyonistler, mektuba kendi sitelerinde yer vermişler ve sitenin linkini, artık hiçbir ilişkileri bulunmayan Ethem Sarısülük Parkı’nın facebook sayfasında paylaşmışlardır. Tüm ilişkileri de bu minvalde cereyan etmiştir. Parktaki bütün forumlar, arkadaşların reklâmı ile açılıp onların reklâmı ile kapanmıştır. Forumun güdükleşmesinin nedenlerinin burada aranması gerekir.

Devrimcilik konusunda herkese ders veren bu arkadaşlar, park forumu ve yürütme ile ilişkileri kalmamasına karşın, yürütmenin haberi olmaksızın, 14 Eylül günü özel mesajlaşma ile, parkta gezici başka bir ekibe forum yapma izni vermektedir. Oysa o tarihte parkta forum yapılacak, gelenler 21’ndeki konser ve 23’ündeki mahkeme konusunda bilgilendirilip örgütlenecekti. Tek bir kişi, kimseye hesap vermeden, herkesten habersiz bu süreci baltalamıştır. Üç aydır tek bir devrimci pratik ortaya koyduklarına tanık olmadığımız bu arkadaşların cümle âleme devrimcilik dersleri vermesi tuhaftır.

Devrimcicilik

Bu yapılan, devrimcilik değil, devrimciciliktir. Devrimcilik, bir kimlik içinde dondurulup özel odalarda kalıplanmıştır ve pazarda satılmaktadır. Kimlik olarak devrimcicilik, Marksizm dışı bir yerden kendisini kurmaktadır. Üstelik bu kuruluş, liberal bir içerikle gerçekleştirilmektedir. Bahsi geçen yazıda Marksizm değil, liberalizm vardır. Ayrıca yazı aslında likidasyona, tasfiyeye yönelik bir çağrıdır. Yani örtük olarak bizim üzerimizden “devrimciler” denilen toplama seslenilmekte ve onlara “bize gelin” denmektedir. Bu çağrı, var olan devrimci örgütleri dağıtma amaçlıdır. Daha önce belirttiğimiz üzere, “devrimci özne inşa ediyorum” diyen fraksiyonistler, dolayısıyla bu ülkede devrimci öznenin bulunmadığını da söylemiş olmaktadırlar.

Arkadaşlar, devrimci özne inşası dâhilinde, arayıp tarayıp bir park bulmuşlar, o park üzerinden tepeden, diğer oluşan Ankara forumlarına bir üst örgüt dayatmışlar. Diğer forumlar da akılsız, yani örgütsüz olmadığından, bu süreç akamete uğramış, sonuçta Ethem Sarısülük Yaşam Alanı’nın diğer forumlarla, dolayısıyla forumlara kapatılan Ankara direnişiyle ilişkisi doğalında kesilmiştir.

İlk gün fraksiyonistlerin değil, aslında Ethem’in çağrıcısı olduğu forumda yüzlerce insan vardır. O kadar insanın forumla ve parkla ilişkileri de küçük burjuva bir solculuk pratiği üzerinden kesilmiştir. Bizim naçiz müdahalelerimiz ve eleştirilerimiz, şahsî öfke ve teori/politika dışı karalamalarla savuşturulmuştur. Dolayısıyla Ethem’in ruhu da terk etmiştir parkı. Yaşam alanı, “ölü ruhlar”ın, geçmiş birikimin asla giremediği bir yerdir artık. Forumların belirli bir kısmı gibi, park forumu maalesef Ankara direnişini ileri itecek bir mevzi olma imkânını yitirmiş, Haziran direnişinin kolektivize ettiği, birleştirdiği kitleyi dağıtan, öğüten bir niteliğe bürünmüştür.

Halkın Tokadı

Haziran direnişi, bir anlamda halkın, kendisini görmeyen, ona tepeden bakan, onu sürece örgütlemeyen, kendisini araçsallaştıran, küçük gören, ilericilik teranesiyle hep geri kabul eden sola da atılmış bir tokattır. Fraksiyonistler, bu tespitlerimizi çıkınlarındaki “halkçılık” eleştirileriyle savuşturmuşlardır.

Parkta kitlenin azalması ve halkla ilişkilerin kesilmesi üzerine, 17 Temmuz’dan, yani arkadaşların parkın resmî açılış yapılacağını duyurdukları tarihten dört gün önce, “parkta Grup Yorum konseri yapalım” önerisi, “kitle buraya sığmaz, yapılmasın, zaten parkın ismi değişmedi, açılış yalan oldu” cevabı alınmıştır. Ama bu gerçek, nedense, foruma gelenlerle hiçbir şekilde paylaşılmamıştır.

Devrimci Kolektivizm vs. Devrimcici Liberalizm

Direniş sürecinde kazanan halktır, forumlarda galebe çalansa bir tür solculuktur. Solculuk, ancak özel insanların, özel odalarda ürettiği pratikler için uğraşan, özel olana işaret eden bir ideolojidir. Yani bu Marksizm dışı solculuk, devrimcilik satarken, devrimcilik denilen şeyi tartışmadan kaçırıyor, onun kitlelerce paylaşılmasına mani oluyordur.

Devrimcilik satmak, ahlâkî ve hukukî bir zafiyete işaret eder. Sadece kendisini gören ve sürekli kendisini gösterme gayretinde olan bireyin bu satış işleminde başrol oynaması kaçınılmazdır. Satış işlemi, doğalında, ahlâk ve hukuka dair sınırların bireyin çıkarlarına göre çekilmesini beraberinde getirecektir. Yalan olduğunu bile bile, bir arkadaşımızın kız kardeşini polis saldırısı altındaki alanda bırakıp kaçtığını bir yazıda dile dökmek, tam da bu küçük burjuva pespayeliğin ve terbiyesizliğin ürünüdür. Üstelik o kız kardeşimizin o alanda yüzlerce yoldaşı vardır, bilinmesi, içinde olunması ve görülmesi gereken budur. Yazar, arkadaşımızı aşağılayayım derken, kadını, kız kardeşini küçük göreyim derken direnişin içindeki kolektif iradeyi küçük görmektedir. Kendini büyük göstermek için bunların tek kalemde harcanması, kellelerine kılıç vurulması, bu ruh hâlinin doğal bir sonucudur. Direniş ve forum sürecinde akıllı telefonlarıyla gazetecilik pratiği içinde olan fraksiyonistlerin, bu pratiği en süzme devrimcilik olarak pazarlamaları, ancak bu ahlâk ve hukuk zafiyetiyle izah edilebilir. Söz konusu gazetecilik pratiği, kolektif direniş pratiği içinde değerli ve anlamlıdır, onun dışına çıkıp pratiğe çöreklenmeye, kendisine uygun parseli aşırmaya çalıştığında, tehlikelidir.

Biz, kimsenin kişisel planda direniş sürecine ne kattığını tartmayız. Böylesi bir tartı ve alınan mikyas, bireyci-liberal bir nitelik arz edecektir her zaman. Kişilerin tüm zaafları, eksikleri ile sürece dâhil oluşuna saygı duymak, kolektif ve örgütsel olanı ileri itmektir esas olan. Temelde her tür kimlikçiliğe ve onun dar, kapalı, kendinden menkul biçimi olan, “gençlik faşizmi”ne, yani insanları kişisel bedensel sınırları üzerinden devrimciliğin dışına atma girişimlerine itiraz etmemizin nedeni de budur.

Sahte Tanrılara Karşı Allah!

Söz ve eylem sadece tanrıda çakışır, kendisinde çakıştığını söyleyen, sahte tanrıdır ve yalan söylüyordur. Biz, söz ve eylem satmak yerine, herkesi o söz ve eyleme katma derdindeyiz. Bu noktada söz ve eylemi kendisine kapatan, onu özel odalara hapseden, parça parça pazarlayan, satın almayanları “pazar”dan kovanlara da öfkeliyiz. “Mazlumların asimetrik yayıncılığı” bunu emreder. O pazar dağıtılacaktır.

Bizi bahane ederek kaleme alınan yazı, mazlumları kafasız ilân etmek ve kılmak derdindedir. Dolayısıyla, artık nesnel olarak fraksiyonistlerin Marksizm-Leninizmle hiçbir teorik ve pratik ilişkilerinin kalmadığı görülmektedir. Bu ilişkiyi kesmelerinin nedeni de liberal bir yerden, mazlumları avlamak içindir. Marksizm, artık satılabilecek bir şey değildir, onlara göre. Okudukları tiyatro kitaplarından edindikleri oyunculuk ve rol yapma bilgileri, bir zamanlar nostaljik bir şey olarak, kırıntı düzeyinde kendilerinde kalmış Marksist birikimin yerini almıştır.

Marksizm, sömürülen-mazlum halk kütlelerinin dışında oluşur, ama aynı zamanda o, halk kütlelerine ait devrimci bir sigortadır. Bir kimlik olarak müdafaa edilmesi ve pazarlanması elbette sorunludur, ama sağda solda pazılarını göstermeye meraklı ve bu sayede genç mahalle kızlarını tavlamaya düşkün, sürekli poz kesen delikanlıların kaprislerine de kurban edilemez.

Sağda solda ve kendi internet imkânları dâhilinde bize yönelik karalama kampanyası başlatmış olan, kibirle, devletin rolünü üstlenerek, “İştirakî’nin alanını daraltacağım” diye yiğitlenen fraksiyonistlere son söz olarak şu söylenebilir: “Mösyö küçük burjuvazi, önce siz ateş ediniz!”

İştirakî
18 Eylül 2013

0 Yorum: