13 Haziran 2015

, ,

Omurga


"Yârin yanağından gayrı her şeyde hep beraber."
Figen Yüksekdağ, seçim sonuçlarının ardından Nâzım’ın bu dizesini anımsattı. Gelgelelim eşbaşkanın, “kadın kadındır, yâr babandır” diyen, “ortak mal olma özgürlüğümü elimden alamazsın” serzenişinde bulunan yoldaşlarını küstürmeye hakkı yok!
Özal, Çetin Altan’a soruyor: “Çetin, komünizm nedir?” Altan da cevap veriyor: “Komünizm kâinatla bir olmaktır. Siz doğmadan önce komünisttiniz, öldükten sonra da komünist olacaksınız.” Özal da diyor ki, “ha iyi o zaman!”
Komünizm, Alevilik, İslamcılık vs… Tüm ideolojik yönelimlerin bugünde, burada, budünyada ne olacağına dair derin bir tartışma var. Hepsi de politik düzeyde bu ülkeyi kuranların ideolojik-teorik kurgusuna çarpıp dağılmaya mecbur. “Omurga” imgesi bu minvalde kullanılıyor. Onların, o kurucuların bir “beyin” olduğu zımnen kabul ediliyor. “Omurgayız” denildiğinde, o beyinden gelen ve oraya giden sinirlerin kime ait olduğu da gizleniyor. Omurgayı teşkil ettiğini düşünen yapıya yönelik en ufak eleştirinin sinirleri zıplatması bu yüzden. Seçim öncesinde “HDP barajı geçer mi geçemez mi?”, seçim sonrasında “koalisyon nasıl olur?” tartışmaları, bu yapısal meseleleri gizlemek için yürütülüyor. Havaya fırlatılan taş kendisinin uçtuğunu zannediyor.
AKP’liler “omurga” oldukları vehmine kapılırken, parti esasında, Milli Görüş ve toplamda İslamî hareketin ne tür ödünler ve bedeller ödediğine dair bir fatura gibidir. Solun toplamda İslamcılaşma ve gericileşme üzerine kurulu saldırısı, muhtemelen “beynin” bir emrinin yerine getirilmesidir. Karın kasının zayıflatılması, omurların zedelenmesi yönünde bir çaba ortaya konulmaktadır. Seçim sonucunda sistem genel manada “fıtık” olmuştur. Şimdi mesele, cerrahi müdahale ya da geçici bir kuşak sarma ile durumu kurtarma meselesidir. HDP “istikrar” kelimesine sarıldığına göre, bu kuşağın bizatihi kendisi olmak istemektedir. İnşaat işçilerinin oyu oy olarak kalmak, o inşaatların HDP’li müteahhitlerinin devletle ve AKP’yle münasebeti sürmek zorundadır. Yeni yaşam, doğum öncesinden ve ölüm sonrasından gelen basıncın liberal manada dağıtılmasına dair cennet masalıdır.
Bu cennet masalı AKP için bitmiştir. Parti, refleks olarak, yukarıdan gelen emirler doğrultusunda, kendi omurgasını, onu bugüne getiren Kürd gerçeğini kırıp atmıştır. Eli-kolu olan Fethullahçıları da yitirdiğine göre, geriye boş bir patates çuvalı kalmış olmalıdır. Tayyip ise sadece kurucu beyinden gelen emirler doğrultusunda o çuvalı doldurma çabasındadır. Kürdî cemaatler, tarikatlar, dinamikler yoksa, İslamî hareket sudan çıkmış balıktır.
Kurucu beyin, küçük burjuva niteliktedir. Ağaların-paşaların nizamı, herkesi ve her şeyi kendisi önünde diz çöktürmeye, kendisine mecbur etmeye yazgılıdır. Küçük burjuvalık üzerinden bu burjuva-devlet kurgusuyla sahte, sözde paralellikler kuran kimi sol örgütlerin ilerleyişi, bu beynin emirleriyle uyumludur. Metafiziği, imanı, gaybı olmayan bir hareketin bugünün kölesi olması an meselesidir. İki yüz yıl önce Amerika’da kurulan dinî komünler Robert Owen gibi laiklerin kurduğu komünlerle kıyaslandığında, benzer bir sonuç elde edilir. İkincisi üç günde erimiş, birincisi bugün hâlâ varlığını muhafaza etmektedir.
“Burjuva-devlet” lafzında “burjuva” hem isim hem sıfattır, tıpkı “devletli-burjuvazi”deki “devlet” gibi. Mesele, bunların iç içeliğinin görülmemesi, kesişiminin ne tür sonuçlar doğurduğunun anlaşılmak istenmemesidir. Bugüne ve bugünde kul-köle olanın burjuva-devletin önceliğine ve sonralığına, hayatta kalmak adına, bağlanması kaçınılmazdır.
Dolayısıyla her türden ideolojinin bugünde, budünyada varlığı, öncenin ve sonranın disiplin ve kontrol altına alınmasını, parçalanıp etkisizleştirilmesini gerekli kılar. Örneğin Amerikan troçkizmine dair batıdaki tartışmalarda “bir tür Troçki’siz troçkizm” meselesi mevcuttur. William Bland yazdığı “Stalin” kitabında Troçki’yi asıl bu akımın öldürdüğünü iddia etmektedir. Bugün DSİP de dâhil anaakım troçkistlerin cümlesi, bu Troçki’siz troçkizmin ahvadıdır. Aynı yaklaşımın Marx’sız Marksizm ve Alisiz Alevilik türevleri de söz konusudur. Apo’suz Apoculuk da bu minvalde tartışılmayı beklemektedir. Tüm bu yaklaşımlar, ilgili isimler şahsında omurganın kırılmasını ve mevcut muktedirlere bağlanılmasını ifade ederler. Zira ana omurga varsa, o da devrimdir. Dolayısıyla arabayı atın önüne koyup, bugünde demokrasi mücadelesine bağlananların, “bu işçiler, halk, ezilenler geri. Bizim kuracağımız nizamı şimdiden düşünmemiz, bunları bugünde terbiye etmemiz gerek.” diyenlerin, devrimin demokrasisini bugünde katlettiklerini görmek gerekir.
Bugüne kul olmayla ilgili tartışma, Rojava’da ölen Amerikan ve İngiliz askerlerinin “şehit” kabul edilip edilmemesi meselesini de içerir. Bugün Amerikalı gazeteciler sahada yaptıkları röportajlarda “beni buraya hükümet yerleştirdi” diyen askerlerin sözlerini aktarmaktadırlar. Mesele demek ki Agit’in heykelinin yanına, Şubat ayında Kuzey Carolina’da öldürülen gençlerin katilleriyle ya da Phoenix Camii önünde silâhlı yürüyüş yapanlarla aynı zihniyetten isimlerin heykellerini koyup koymama meselesidir. Koymak neyi eksiltir neyi çoğaltır, ne getirir ne götürür, tartışma budur.
“Kurucu beyin”le küçük burjuvalık üzerinden belirli bir ortaklık ve yakınlık kurmak, sorunludur. Onun “yap” dediğini yaparak, belirli bir yer ve zamana sahip olacağını düşünmek esasen, yenilgidir. Ortaklık ve yakınlığın diyeti, önceye-sonraya ait ne varsa teslim etmek, bugünde yer ve zaman bulma noktasında, mevcut güç ilişkilerine bağlanmaktır.
“Aytaç Baran’ı kim öldürdü?” sorusunun ardını, yöresini buradan tartışmak gerekir. Her gördüğü sakallıyı “IŞİD’ci” olarak damgalamamızı kimin emrettiğini sorgulamak zorunludur. Bugüne, budünyaya yerleşirken, belirli bir yer ve zaman edinirken, nelerin feda edildiğine bakmak şarttır. Bugün bölgede Barzani, son seçimin de gösterdiği üzere, daha fazla etki ve nüfuza sahiptir. Yerleştiği boşluklar, su misali, kayayı paramparça edecek şiddettedir. Azadî Hareketi’ndeki bölünme belki de buradan okunmalıdır.
Baran'ın katili konusunda genel eğilim “polis, MİT ve AKP” derken, Demirtaş nedense “doğrudan Hizbullah’ı işaret etti. “Silâh bırakma çağrısı yapın” denildiğinde Demirtaş “biz değil Sayın Öcalan yapar” derken, Kandil “Ne Öcalan ne HDP, o karar bize ait” diyerek farklı bir çıkış gerçekleştirdi. Orduda bir eğilim, “biz sivil siyasetten çekildik. Diğer silâhlı güçse PKK. O da çekilsin” diyor. HDP’nin sivil siyaset ve demokrasi zokası olarak örgütlenmesini istiyor. Diğer yandan AKP’nin orduya yaptığı yatırımların sürmesi gerektiği söyleniyor. “Suriye’ye, dolaylı ya da dolaysız, gireriz ama hukukî güvence verilsin” deniliyor. Tayyip’in de “istikrar ve yatırımlar sürmeli” demesinin sebebi muhtemelen bu. Orduya mesaj veriyor. Baykal ve ardından Necdet Özel görüşmesi burayla ilişkili. Kendisine muhtaç olduklarını anımsatıyor. Önü sonu Osmanlı paşası olan kurucularla ideolojik-fikrî bir münasebet kuruyor.
Menderes döneminde ordunun “fukaralaşması” sonucu bir kısım askerin devrimcileştiğine, üst kademeninse darbe yaptığına tanık olundu. Bu dönemin o dönemle paralellik taşıyıp taşımadığını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Sonuçta HDP’yi desteklemiş Hürriyet gazetesi için “Türkiye hâlâ Türklerin!” Gazete, bölgede İsrail’in yeni varlığını desteklemeye dair varlık gerekçesine hâlâ bağlı.
Doğum ve ölüm arasında bir yer ve zaman bulmak… Doğum öncesinin ve ölüm sonrasının baskısı. Kendisini omurga olarak görenlerin bir bir büküldüğü, çözüldüğü bir moment bu. “Sosyalist hareketin omurgasıyız”, “Aleviliğin omurgasıyız”, “İslamcılığın omurgasıyız” diyen herkes dağılıyor. Bu dağılma, hayatta kalmaya ait emirler doğrultusunda, kurucu beyne biati dayatıyor. Küçük burjuva kurgu kendisine kul edeceği kitleler oluşturuyor. Arayış da, gerilim de bu minvalde. Türklükse egemenlere ait bir imge, bilgi ve simge olarak, hâlâ dimdik ve orada.
Eren Balkır
12 Haziran 2015

0 Yorum: