Figen Yüksekdağ, seçim sonuçlarının ardından
Nâzım’ın bu dizesini anımsattı. Gelgelelim eşbaşkanın, “kadın kadındır, yâr
babandır” diyen, “ortak mal olma özgürlüğümü elimden alamazsın” serzenişinde
bulunan yoldaşlarını küstürmeye hakkı yok!
Özal, Çetin Altan’a soruyor: “Çetin, komünizm
nedir?” Altan da cevap veriyor: “Komünizm kâinatla bir olmaktır. Siz doğmadan
önce komünisttiniz, öldükten sonra da komünist olacaksınız.” Özal da diyor ki,
“ha iyi o zaman!”
Komünizm, Alevilik, İslamcılık vs… Tüm ideolojik
yönelimlerin bugünde, burada, budünyada ne olacağına dair derin bir tartışma
var. Hepsi de politik düzeyde bu ülkeyi kuranların ideolojik-teorik kurgusuna
çarpıp dağılmaya mecbur. “Omurga” imgesi bu minvalde kullanılıyor. Onların, o
kurucuların bir “beyin” olduğu zımnen kabul ediliyor. “Omurgayız” denildiğinde,
o beyinden gelen ve oraya giden sinirlerin kime ait olduğu da gizleniyor.
Omurgayı teşkil ettiğini düşünen yapıya yönelik en ufak eleştirinin sinirleri
zıplatması bu yüzden. Seçim öncesinde “HDP barajı geçer mi geçemez mi?”, seçim
sonrasında “koalisyon nasıl olur?” tartışmaları, bu yapısal meseleleri gizlemek
için yürütülüyor. Havaya fırlatılan taş kendisinin uçtuğunu zannediyor.
AKP’liler “omurga” oldukları vehmine kapılırken,
parti esasında, Milli Görüş ve toplamda İslamî hareketin ne tür ödünler ve
bedeller ödediğine dair bir fatura gibidir. Solun toplamda İslamcılaşma ve
gericileşme üzerine kurulu saldırısı, muhtemelen “beynin” bir emrinin yerine
getirilmesidir. Karın kasının zayıflatılması, omurların zedelenmesi yönünde bir
çaba ortaya konulmaktadır. Seçim sonucunda sistem genel manada “fıtık”
olmuştur. Şimdi mesele, cerrahi müdahale ya da geçici bir kuşak sarma ile
durumu kurtarma meselesidir. HDP “istikrar” kelimesine sarıldığına göre, bu
kuşağın bizatihi kendisi olmak istemektedir. İnşaat işçilerinin oyu oy olarak
kalmak, o inşaatların HDP’li müteahhitlerinin devletle ve AKP’yle münasebeti
sürmek zorundadır. Yeni yaşam, doğum öncesinden ve ölüm sonrasından gelen
basıncın liberal manada dağıtılmasına dair cennet masalıdır.
Bu cennet masalı AKP için bitmiştir. Parti,
refleks olarak, yukarıdan gelen emirler doğrultusunda, kendi omurgasını, onu
bugüne getiren Kürd gerçeğini kırıp atmıştır. Eli-kolu olan Fethullahçıları da
yitirdiğine göre, geriye boş bir patates çuvalı kalmış olmalıdır. Tayyip ise
sadece kurucu beyinden gelen emirler doğrultusunda o çuvalı doldurma
çabasındadır. Kürdî cemaatler, tarikatlar, dinamikler yoksa, İslamî hareket
sudan çıkmış balıktır.
Kurucu beyin, küçük burjuva niteliktedir.
Ağaların-paşaların nizamı, herkesi ve her şeyi kendisi önünde diz çöktürmeye,
kendisine mecbur etmeye yazgılıdır. Küçük burjuvalık üzerinden bu
burjuva-devlet kurgusuyla sahte, sözde paralellikler kuran kimi sol örgütlerin
ilerleyişi, bu beynin emirleriyle uyumludur. Metafiziği, imanı, gaybı olmayan
bir hareketin bugünün kölesi olması an meselesidir. İki yüz yıl önce Amerika’da
kurulan dinî komünler Robert Owen gibi laiklerin kurduğu komünlerle
kıyaslandığında, benzer bir sonuç elde edilir. İkincisi üç günde erimiş,
birincisi bugün hâlâ varlığını muhafaza etmektedir.
“Burjuva-devlet” lafzında “burjuva” hem isim hem
sıfattır, tıpkı “devletli-burjuvazi”deki “devlet” gibi. Mesele, bunların iç
içeliğinin görülmemesi, kesişiminin ne tür sonuçlar doğurduğunun anlaşılmak
istenmemesidir. Bugüne ve bugünde kul-köle olanın burjuva-devletin önceliğine
ve sonralığına, hayatta kalmak adına, bağlanması kaçınılmazdır.
Dolayısıyla her türden ideolojinin bugünde,
budünyada varlığı, öncenin ve sonranın disiplin ve kontrol altına alınmasını,
parçalanıp etkisizleştirilmesini gerekli kılar. Örneğin Amerikan troçkizmine
dair batıdaki tartışmalarda “bir tür Troçki’siz troçkizm” meselesi mevcuttur.
William Bland yazdığı “Stalin” kitabında Troçki’yi asıl bu akımın öldürdüğünü
iddia etmektedir. Bugün DSİP de dâhil anaakım troçkistlerin cümlesi, bu
Troçki’siz troçkizmin ahvadıdır. Aynı yaklaşımın Marx’sız Marksizm ve Alisiz
Alevilik türevleri de söz konusudur. Apo’suz Apoculuk da bu minvalde tartışılmayı
beklemektedir. Tüm bu yaklaşımlar, ilgili isimler şahsında omurganın
kırılmasını ve mevcut muktedirlere bağlanılmasını ifade ederler. Zira ana
omurga varsa, o da devrimdir. Dolayısıyla arabayı atın önüne koyup, bugünde
demokrasi mücadelesine bağlananların, “bu işçiler, halk, ezilenler geri. Bizim
kuracağımız nizamı şimdiden düşünmemiz, bunları bugünde terbiye etmemiz gerek.”
diyenlerin, devrimin demokrasisini bugünde katlettiklerini görmek gerekir.
Bugüne kul olmayla ilgili tartışma, Rojava’da ölen
Amerikan ve İngiliz askerlerinin “şehit” kabul edilip edilmemesi meselesini de
içerir. Bugün Amerikalı gazeteciler sahada yaptıkları röportajlarda “beni
buraya hükümet yerleştirdi” diyen askerlerin sözlerini aktarmaktadırlar. Mesele
demek ki Agit’in heykelinin yanına, Şubat ayında Kuzey Carolina’da öldürülen
gençlerin katilleriyle ya da Phoenix Camii önünde silâhlı yürüyüş yapanlarla
aynı zihniyetten isimlerin heykellerini koyup koymama meselesidir. Koymak neyi
eksiltir neyi çoğaltır, ne getirir ne götürür, tartışma budur.
“Kurucu beyin”le küçük burjuvalık üzerinden belirli
bir ortaklık ve yakınlık kurmak, sorunludur. Onun “yap” dediğini yaparak,
belirli bir yer ve zamana sahip olacağını düşünmek esasen, yenilgidir. Ortaklık
ve yakınlığın diyeti, önceye-sonraya ait ne varsa teslim etmek, bugünde yer ve
zaman bulma noktasında, mevcut güç ilişkilerine bağlanmaktır.
“Aytaç Baran’ı kim öldürdü?” sorusunun ardını,
yöresini buradan tartışmak gerekir. Her gördüğü sakallıyı “IŞİD’ci” olarak
damgalamamızı kimin emrettiğini sorgulamak zorunludur. Bugüne, budünyaya
yerleşirken, belirli bir yer ve zaman edinirken, nelerin feda edildiğine bakmak
şarttır. Bugün bölgede Barzani, son seçimin de gösterdiği üzere, daha fazla
etki ve nüfuza sahiptir. Yerleştiği boşluklar, su misali, kayayı paramparça
edecek şiddettedir. Azadî Hareketi’ndeki bölünme belki de buradan okunmalıdır.
Baran'ın katili konusunda genel eğilim “polis, MİT
ve AKP” derken, Demirtaş nedense “doğrudan Hizbullah’ı işaret etti. “Silâh
bırakma çağrısı yapın” denildiğinde Demirtaş “biz değil Sayın Öcalan yapar”
derken, Kandil “Ne Öcalan ne HDP, o karar bize ait” diyerek farklı bir çıkış
gerçekleştirdi. Orduda bir eğilim, “biz sivil siyasetten çekildik. Diğer silâhlı
güçse PKK. O da çekilsin” diyor. HDP’nin sivil siyaset ve demokrasi zokası
olarak örgütlenmesini istiyor. Diğer yandan AKP’nin orduya yaptığı yatırımların
sürmesi gerektiği söyleniyor. “Suriye’ye, dolaylı ya da dolaysız, gireriz ama
hukukî güvence verilsin” deniliyor. Tayyip’in de “istikrar ve yatırımlar
sürmeli” demesinin sebebi muhtemelen bu. Orduya mesaj veriyor. Baykal ve
ardından Necdet Özel görüşmesi burayla ilişkili. Kendisine muhtaç olduklarını
anımsatıyor. Önü sonu Osmanlı paşası olan kurucularla ideolojik-fikrî bir
münasebet kuruyor.
Menderes döneminde ordunun “fukaralaşması” sonucu
bir kısım askerin devrimcileştiğine, üst kademeninse darbe yaptığına tanık
olundu. Bu dönemin o dönemle paralellik taşıyıp taşımadığını önümüzdeki süreçte
göreceğiz. Sonuçta HDP’yi desteklemiş Hürriyet gazetesi için “Türkiye
hâlâ Türklerin!” Gazete, bölgede İsrail’in yeni varlığını desteklemeye dair
varlık gerekçesine hâlâ bağlı.
Doğum ve ölüm arasında bir
yer ve zaman bulmak… Doğum öncesinin ve ölüm sonrasının baskısı. Kendisini
omurga olarak görenlerin bir bir büküldüğü, çözüldüğü bir moment bu. “Sosyalist
hareketin omurgasıyız”, “Aleviliğin omurgasıyız”, “İslamcılığın omurgasıyız”
diyen herkes dağılıyor. Bu dağılma, hayatta kalmaya ait emirler doğrultusunda,
kurucu beyne biati dayatıyor. Küçük burjuva kurgu kendisine kul edeceği
kitleler oluşturuyor. Arayış da, gerilim de bu minvalde. Türklükse egemenlere
ait bir imge, bilgi ve simge olarak, hâlâ dimdik ve orada.
Eren Balkır
12 Haziran 2015
0 Yorum:
Yorum Gönder