Direniyorsan, kavga ediyorsan, Kur’an konuşur, Peygamber yürür içinde, damarlarında. Diz çökenler direnenlere “şeytan” der, tekfir eder, varsın etsin.
Küfür, “gizlemek, sırlamak” demek, bize esrar, sırlar değil, bir kâse bade, yani şarap değil, abdest alacağımız, bir gufra kan lâzım!
Gufra: Arapça bir avuçta biriktirilecek su miktarı. Gufran için şart
olan bu…
Sonra hatırla, perdeleri yırtıp Kâbe’ye uzanan sokağa dökülen mustazafları. Kâbe kapısında kim neyi koruyordu, sen bugün neyi koruyorsun? Sana neyin bekçiliğini yaptırıyorlar, bir bak.
Aklın, vicdanın neye
mümin, neye teslim. Kıyasla, koruduklarını müşriklerin Peygamber’den
koruduklarıyla. Korudukların, bugün Mekke’de bir gökdelenin müştemilatı.
Korurken korktuğunu, korktukça koruduklarını senden çalanlara kul olduğunu
anla.
Derler ki, “antikapitalistlik İslam’da zaten var, ne
gerek bu sıfata”. Hayır, zaten yok. Hiç olmadı. Hindistan’da, Mısır’da,
Türkiye’de, orada burada İngilizlerin yazdırdığı bir İslam, bir Kur’an nasıl
içerebilir kapitalizm düşmanlığını. Hiçbir ideoloji, “zaten” antikapitalist
değil. Antiemperyalist değil. Savaş alanına adım atarsa ancak… O adımda kudret
Allah’ındır. Kavga, Allah’ı yoldaş kılmakla anlamlıdır. Eğer Kur’an, eğer
Allah, eğer Peygamber’se korunmak istenen, sömürü ve zulme karşı çıkmakla
mümkün korumak. Onların varlığı bu kavgada tanımlı. Gerisi, dünya malına
boğulmuş üç beş hocanın anlattığı masal.
Fethullah, TV kanalında, zenginliğin erdemlerinden,
güzelliklerinden bahsediyor. “Anarşikliğe, başıbozukluğa düşmeyin” diye emir
veriyor. Onun bu emri Peygamber’in karşısına çıkanların bir talimatı. O Allah’a
değil, devletin eline teslim ettiği “İslam” isimli puta iman ediyor.
Emperyalistlerin teknesinde karılmış çamurdan bir put bu. Kanma.
Roboski’den Reyhanlı’ya bir zulümdür yaşanan. Bu zulme
sessiz kalmak, aklı, vicdanı Allah’tan kaçırıp putların gölgesine saklamak.
Günün yaver gitmesi, üç kuruş kazanman, yarını kurtardığını sanman, hep
imansızlıktan; doğanın talihini, hayırlı güçlerini safında zannetmekten.
“Muktedire tek laf etmeyeceğim” akdini satarak geçinme şerefsizliği sana artık
yeter. Dili kekeç, derisi kara, ruhu yaralı bir Afrikalının günde beş kez
yankılanan sesinden de mi utanmıyorsun?
Artık yeter Osmanlı güzellemeleri. Ecdadını kılıçtan
geçirmiş sultanlara methiyeler düzmek, artık yeter. Yaşamak için padişah
kılıçlarına, altın sikkelere sığınan bir din, olmaz olsun. Çorbamız kaynasın
diye inandığımız yalanları ayetlerle örten bir din hakikatin çığlığı değildir.
Olsa olsa harem duvarlarına yazılan dedikodu, savaş haritalarına düşülen bir
im, tac baştan ayrılmasın diye sarılan bir yular. Seyyid Kutub’un sözüne
şerhle, “Osmanlı, İslam’a karşı Batı’nın koruması”. Bakma Avrupa içlerindeki
camilere, tekkelere. Bizans’ın dirilişi, Vatikan mollalarının intikamı…
Çorbamıza doğradığımız ekmekte hayvan gibi bir kamyon
kasasına yüklenmiş, kazada “telef” olmuş Kürd işçilerin, o kadınların kanı var.
Hangi sure örter bu hakikati.
Yanına kırdığımız soğanda zulüm ordularının kırdığı
kolun acısı var. Hangi secde unutturur parçalanan yanımızı.
İçtiğimiz suda dozer izleri, AVM’ye sokulmayan işçinin
teri. Hangi oruç hatırlatır bize onu.
Oruç, secde, sure bekçiliği, muhafızlığı, bunların
arkasındaki hakikat hilafına gerçekleşiyor. Sanıyoruz ki müstekbir, alkolsüz
bir gençliği İslam için istiyor. Salih amel üzre hareket ediyor ve bizim
iyiliğimizi düşünüyor. Oysa o, hepimizi, tepeden, tek bir beden olarak görüyor,
tekbir getiriyor ve o bedeni kapitalistlere, emperyalistlere nasıl uşak
edeceğinin hesabını yapıyor. Güce ve şatafata kanan gözlerde iman dolu kalp
susuyor. O tekbire aldanıyor ve bir olmak şöyle dursun, paramparça olan
bedenleri, aileleri, değerleri, imanı suskunlukla seyrediyor. Selânikli bir
paşanın kurduğu bedene ruh üflemek İslamî zannediliyor. Birlenen bedende ilk
Ergenekon darbesinde sinen paşaların korkaklığı, Amerikan-İsrail uşaklarının
kaypak ruhu var artık. Bu beden ruhlanırken ruhumuz yok edilecek, ruh
bedenlenirken bedenimiz satılığa çıkartılacak; AKP bu.
Demek ki ruhun bu bedene, bedenin bu ruha aç. Bu kadar
“büyük birlik” nidaları, bu kadar tekbir, daha fazla lime lime olalım diye.
İstiklal’de üç kişi görüp saldıran, onları dağıtan kuduz köpekler gibi iktidar.
Toplum neye lâyıksa öyle yönetiliyor.
Ülkenin adı da değişti dolayısıyla: Türkiye
Büyükşehir Belediyesi, sermayenin yolunu temizliyor. Okçular Tekkesi’ni
İstanbul’un fethi yıldönümünde açıyor, ama aslında dert okçuluk değil, okun
meydanını, Okmeydanı’nı ranta açmak. Emlâk spekülasyonları ile iktisadî
canlılık görüntüsü verilmeye çalışılıyor. İçki yasağı ile avamın sokak arası
muhabbetleri ana alkol ve fuhuş yatağına bağlanıyor. Uluslararası tekellere
yuva olsun diye kuşların yuvaları yıkılıyor, ağaçlar kesiliyor. Onca İslam,
onca Osmanlı edebiyatı göz boyaması, illüzyon.
Allah’tan yana saf tuttuğu için çorbasının kaynadığını
zannedenler, tüm bu olan biteni sadece seyrediyorlar. Ne emeğine, ne ekmeğine,
ne namusuna sahip çıkabiliyorlar. Ankara’daki namus bekçiliği, bu ülkede neden
zinanın meşru ve yasal olduğunu sorgulamıyor meselâ. Faizin, ribanın hayatı
yönetmesine tek kelime etmiyor. Necip Fazıl’a atıfla diyorlar ki, “gerçek
özgürlük hakka teslimiyettir.” Burada hak sözcüğünün Hakk ile zerre rabıtası
yok. Teslim olduklarını, kul ettiklerini söyledikleri “hak”, örtülü ödenekten,
dağıtılan cülus bahşişinden kendisine düşen hak. Hâk-i pây-i hümayuna yüz
sürmek. Hakk’ı unutup yağma ve sömürüdeki paya kul olmak. Bunlara düşen zillet
bu…
Evet, sömürücülerin, zalimlerin çıkarlarını kendi
çıkarınla birleyen, sana sözümüz. Önden gidip ganimet avına çıkacaksın, uçkurun
çözülecek, dünyanın kahrını çektiğin günleri gene dünyaya ödeteceksin. Fırsat
bu fırsat, efendilerin “git” dediği yere gidip, dünyalığını biriktireceksin.
Dünyanın Allah’ı yok mu, o kuşların, ağaçların, bombaladığın insanların, şehrin
kıyısına ittiğin fukaranın intikamını sen ne zannediyorsun?
Okçular Tekkesi’nde eğitimde nişan için bir taş
kullanılırmış. Bugün şehirde o nedenle “Nişantaşı” diye bir semt var.
Beyoğlu’nu yağmaya gelen efendilerinden biri, bir inşaat şirketi sahibi, “emlâk
değeri bakımından Beyoğlu Nişantaşı’nı geçti” diyor. Sen de zannediyorsun ki
ecdadının unutulmuş bir sporu diriliyor. Güçlenen, inşaat rantiyesinin
kasaları. Ecdadını tüm bu yağmaya kenar süsü kılmak, haysiyetine dokunmuyor
olabilir mi?
Okçular Tekkesi’ni II. Beyazid kurmuş. Fuzuli kaleme
aldığı “Beng-ü Bade” isimli mesnevisinde Beyazid ile Şah İsmail’i kıyaslamış.
Bengi, yani esrarı bade, yani şarapla savaştırmış. Kazanan, Şah İsmail’in
temsili olan bade olmuş. Oysa kazanan beng. Beng sofraları. Kendini bengi
zanneden zengin işretleri. Bize ise ne beng, ne bade, abdest için bir avuç kan
lâzım. Bu sömürü, bu zulmün anladığı başka bir dil yok!
Sen, ABD ve İsrail’in dostluğunu, müttefikliğini
imanın şartı kılabilirsin. Bil ki, orada Allah yok. İktidarın nimetleri
aldatmasın seni, mühürlemesin yüreğini, gözlerini. Var zannettiğin, üç beş put.
İlk kılıç darbesinde devrilecek şekilsiz, ruhsuz kâfir icadları. Bugünün yarını
da var ve yarın senin bugününe karşı anbean kılıcını bilemekte. Duy çeliğin
soğuğunu. Dinle Habeşli Bilâl’in çığlığını. Bugünün Bedir Savaşı’nda safını
belli et. Ne zafer sarhoşluğu ile tepeyi boşaltan okçu ol ne de Süfyan’ın altın
ve ipek yüklü kervanına takılsın gözün. Diz çökersen, ABD’nin, İsrail’in
tanrısını Allah bilirsin, ayağa kalkar, küffar ordusuna karşı çıkarsan Allah’ı
bulursun; dilinde Kur’an çağlar, damarında Muhammed yürür. Ol cihadı unutma,
unutma ki Allah da seni unutmasın.
Eren Balkır
29 Mayıs 2013
0 Yorum:
Yorum Gönder