29 Kasım 2012

, ,

Gazze’den Goma’ya Yeni Obama Doktrini


İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları hâlen devam ediyor. Ölü sayısı 100’ü aştı, altyapı imha edildi ve BM’ye bağlı yardım kurumları ne yapacaklarını bilmez hâldeler. 1950’den beri işgal altındaki Filistin’de faaliyet yürüten Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu (UNRWA) raporlarında genelde umutsuzluk hâkim. Kuruluş şu tespiti yapıyor:

“İsrail Hava Kuvvetleri’nin gece boyunca yaptığı saldırılar İsrail donanması tarafından desteklendi. Süregiden hava saldırıları bir kez daha militan grupların liderlerini, altyapıyı, güvenlik teçhizatını hedef aldı ancak aynı zamanda giderek artan ölçüde konutlar da hedefteydi. Bir saldırıda Dalu ailesine ait, içinde çok sayıda insanın barındığı, dört katlı bir bina hedef alındı. Binadaki aileler enkazın altında kaldılar. Bu saldırıda en az 11 kişi hayatını kaybetti, 20’den fazlası ise yaralandı. Aralarında kadınların, bebeklerin ve çocukların bulunduğu yaralı ve ölülerin tamamı sivildi. Bu herkese oldukça endişelendiren bir gelişme. Son 24 saat içinde sivil kayıplarda önemli oranda bir artış var.”

Gazze’deki İsrail hava saldırıları sadece UNRWA yerleşkelerini vurmakla kalmıyor, son saldırılardan birinde UNRWA’ye ait Kız Hazırlık Okulu’na giden dördüncü sınıf öğrencisi bir kız çocuğu da öldürüldü.

Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin doğu kesimindeki büyük bir şehir olan Goma’da bulunan BM misyonu tüm ikinci derece çalışanlarını bölgeden uzaklaştırdı. Şehri savunmak için geride, yeterli donanıma ve tecrübeye sahip olmayan Kongo askerleri ile arabulucular kaldı. Şehrin dış mahalleleri “M23” (23 Mart) Hareketi isimli bir isyancı grubunun elindeydi. Grup esas olarak Ruanda ordusunca destekleniyordu. Kuzey Kivus’un başkenti olan bu oldukça hayatî öneme sahip şehri almak için söz konusu grup hızlı bir manevra yaptı.

Kongo’da hâlihazırda yersiz yurtsuz 2,4 milyon insan var ayrıca 4,5 milyon insan da yeterli gıda temin edemiyor, beş yaşın altında bir milyon çocuk yetersiz beslenmeden mustarip. BM İnsanî Yardım İşleri Koordinasyonu’nun 19 Kasım’da ifade ettiğine göre:

“Goma içinde ve civarında, ayrıca Kivus’un diğer bölgelerinde yaşanan çatışmaların giderek yoğunlaşması Kongo’daki devasa insanî yardım ihtiyacını katbekat arttırıyor.”

BM Çocuk Fonu (UNICEF) ise şu uyarıyı yapıyor:

“Yeniden baş gösteren çatışmalar çocukları ve ailelerini epey riskli bir duruma sürükleyerek onları fiziksel zarara ve zihinsel yıkıma maruz bırakıyor.”

Tüm hafta sonu boyunca BM Güvenlik Konseyi, BM Arabuluculuk Faaliyetleri Genel Sekreter Başyardımcısı Hervé Ladsous’a kulak vererek acil bir oturum tertipledi. Konsey, Fransa’nın Goma ile ilgili kararını tartıştı. Karar, “M23’ün saldırılara yeniden başlamasını kınıyor ve saldırıların durdurulmasını talep ediyor”du. M23’ü silâhlandırmakla kalmayıp ayrıca onu komuta eden Ruanda ise bu kararın oylanması esnasında isteksizce el kaldırdı. 2010’da BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi kapsamlı bir rapor hazırladı. “DKC: İnsan Hakları İhlâllerinin Haritalandırılması, 1993-2003” isimli bu çalışma, Ruanda hükümetinin Kongo’da savaş suçları, insanlığa karşı işlenmiş suçlar ve hatta uygulanan jenositle ilişkisini ortaya koyuyordu. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Navi Pillay’in talep ettiği bu aleyhte rapor hiç mi hiç dikkate alınmadı. BM Güvenlik Konseyi’nin doğu Kongo ile ilgili yaptığı tartışmanın merkezinde söz konusu raporun durması gerekirken, rapor bir kenara atıldı.

BM’de ne Ruanda’nın ne de İsrail’in azarlanması mümkün. Birleşik Devletler’in müttefiki olan İsrail ve Ruanda’nın askerî maceralarına dönük her türden ciddi tartışmaya mani olacağı kesin. İsrail konusunda, ABD elçilerini BM’de İsrail ile ilgili dile getirilen herhangi bir eleştiriyi engellemelerini tembihleyen resmî bir doktrin (Negroponte Doktrini) var ortada. Ruanda hususunda böylesi bir ifade yok henüz ama ileride olmayacak diye bir şey yok. Bugün M23 Hareketi’nin eleştirilmesine izin veriliyor ancak hareketi destekleyen, Paul Kagame liderliğindeki Ruanda hükümetine tek laf ettirilmiyor.

Clinton yönetimi süresince Afrika’da Afrika rönesansının liderleri olarak üç isim tayin edildi: Uganda’da Yoweri Museveni, Eritre’de Isaias Afwerki ve Ruanda’da Kagame. Üç isim de kendi ülkelerinde berbat bir sicile sahiptiler. Kagame ve Museveni’nin Kongo’ya dönük müdahaleleri bu zulümle yüklü sicillerine eklendi. DRC’de haberleşme bakanı olan Lambert Mende’ye göre M23 “kurmaca bir güç”, esasında Kongo’ya saldıran, Kagame yönetimi altındaki Ruanda’dan başkası değil. Ancak hem İsrail hem de Ruanda, BM ve dolayısıyla “uluslararası toplum” tarafından her türden ciddi eleştiriden muaf tutulduklarından, ortada derin bir sessizlik hâkim.

BM misyonlarındaki dosyalar, yaşanan dehşet ve jenosit üzerine kurulu dille dolu. Paul Kagame, bir konuşmasında, Kongolulara kendi ülkesindeki bir yerli dili olan Kinyarwanda’ya ait bir kelimeye başvurarak, “İbicucu” dedi. İbicucu, “Kongolular siz birer hiçsiniz, işe yaramaz insanlarsınız” demekti. Bunun üzerine bir de tüm rahatlığı ile Kongoluların “yerlerinden yurtlarından sökülüp atılması”ndan söz etti.

Eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un oğlu, Kadima Partisi üyesi Gilad, 18 Kasım tarihinde Jerusalem Post gazetesine gönderdiği yazısında da jenoside dayalı bir zihin devrede: “Tüm Gazze’yi dümdüz edelim. Amerikalılar Hiroşima’da durmadılar, Japonlar yeterince hızlı bir biçimde teslim olmadılar, bu nedenle Amerika Nagasaki’yi de vurdu.” Bu türden yorumlar BM İnsan Hakları Konseyi’ndeki isimlerin kaşlarını kaldıracak cinsten. Ama konsey, NATO Libya’ya müdahale öncesinde epey gürültü kopartırken, mesele Goma ve Gazze olunca kılını kıpırdatmıyor. Goldstone Raporu’nun uygulanması için elinden geleni yapan ve Kongo’da Ruanda’nın yaptıklarına ilişkin 2010 tarihli raporu (hukuk danışmanı Mona Rişmavi ile birlikte) gündeme getiren Navi Pillay Goma ve Gazze konusunda hizaya getirilirken onun Libya ve Suriye konularında ateş püskürmesine izin veriliyor. Demek ki zulüm ABD dış politikası için faydalı ise ahlâk ve öfke sessizliğe gömülüyor.

19 Kasım’da BM Güvenlik Konseyi, Fas tasarısı Kasım 14’ten beri önlerinde olmasına karşın, Gazze ile ilgili tek bir adım bile atmadı. Rusya’nın BM’deki Daimî Temsilcisi Vitaly Churkin Konsey’i terk ettiğinde, ABD’nin inatçılığı yüzünden engellendiğini cümle âleme gösterme imkânı buldu. Filistin’in Daimî Gözlemcisi Riyad Mansur’un da ifade ettiği üzere, ABD direnç göstermeseydi BM bir karar çıkartacak ve böylelikle Gazze’ye dönük saldırılarına devam eden Tel Aviv’in tecrit edildiği resmî olarak gösterilmiş olacaktı. Bu arada BM Güvenlik Konseyi M23 ile ilgili kararını onayladı ama Kagame’ye baskı yapılmaması sonucuna ulaştı. BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun, Kagame ve DKC cumhurbaşkanı Joseph Kabila’ya uzlaşma çağrısı yaptı ve böylelikle M23’ün Ruanda desteği ile faaliyet yürüttüğünün açıktan kabul edildiğini göstermiş oldu. Ancak gene de Ruanda’yla ilgili herhangi bir yaptırım kararı alınmadı.

Obama’nın ikinci dönemi ABD’nin mevcut gücünün en berbat biçimde sergilenmesi ile açıldı: kendisine bağlı iki ülke, Ruanda ve İsrail komşularına karşı suç işliyor ve Birleşmiş Milletler bu iki ülke aleyhine hiçbir şey yapmıyor. Bangkok’ta kullandığı ifadelerle açıktan İsrail’e destek çıkan Obama dünyaya maskara oldu. Elbette “dünyada kendi sınırları dışında yurttaşlarının tepesine yağan füzeleri hoş görecek herhangi bir ülke yoktur” diyen Obama ABD menşeli insansız hava araçlarının bir tür “İHA diyarı” olarak anılabilecek Yemen’den Pakistan’a uzanan coğrafyada insanlara cehennem ateşi yaşattığını ve ülkesinin mahkeme kararı olmaksızın gerçekleştirilen suikastlar konusunda BM’nin verili konumunu ihlâl ettiğini ve ilkin İsrail’in Ahmed Cebari’yi yargısız infazla katlettiği için bu sürecin başladığını unutuyor. Hayat ne “resetleniyor” ne de ortada yeni bir liberalizm var. İHA saldırıları, ABD’nin elindeki hava gücüne ilişkin benzeri abartmalar, müttefiklerin körü körüne desteklenmesi ve yeni yeni ortaya çıkan çok kutuplulukla uzlaşmayı reddetme şeklinde özetlenebilecek Obama Doktrini bugün Gazze ve Goma’da iş başındadır.

Vijay Prashad
20 Kasım 2012

Kaynak

0 Yorum: