20 Kasım 2012

, ,

İşgalin Tek İlâcı Direniştir

“Direniş de yok müzakere de”

Bu, Katar Emiri’nin Gazze Şeridi’ne yakın dönemde yaptığı ziyarette ettiği laf. Emir bu lafı Filistinlileri uzlaşmaya teşvik etmek için sarfetti. Lafın arkasındaki mana ise şuydu: direniş kampınız direnmiyor ve barış kampınız da müzakere etmiyor, o hâlde neden barış yapmıyorsunuz?

Katar Emiri neden uzlaşılması gerektiği, uzlaşmanın ne üzerine kurulacağı meselesini ise izah etmedi. Emir, ayrıca müzakere ya da barış istemeyen tarafın İsrail olmasına karşın, barış kampının neden müzakere etmediğine de açıklık getirmedi. Dahası direniş kampının direnişe son verdiğini Emir’in kulağına üfleyen kim? Bu lafın sebebi, Hamas’ın Müslüman Kardeşler çizgisinde olması ve bu kardeş örgütün önceliklerinin direniş ihtiva etmemesi mi? Emir’in kastettiği bu mudur?

Hatalı kimi dayanakları olan bu laf, tam da Arap devrimlerinin patlak vermesinden hemen sonra dile döküldü. Bu lafın amacı, Mısır, Tunus ve Libya gibi iktidardaki yöneticilerin devrildiği ülkelerde hâkim hâle gelen politik güçlerin Arap devrimlerinin batılı ve Arap destekçileri ile uyumlu politikaları benimsemelerini sağlamak. Bu destekçiler yeni tesis edilen iktidarların ülke içi meselelerle sınırlı kalmalarını istiyorlar.

“Direniş de yok müzakere de” lafı, Filistinlilerin, işgalin varlığını muhafaza edeceği ve onların tam da yaşanan devrimler yüzünden herhangi bir yardım beklememeleri varsayımına göre hareket etmeleri talebine işaret ediyor. Körfez’deki bir devletin yetkilisi yaşananları şakacı bir yaklaşımla karşılıyor ve Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Hamas lideri Halid Meşal’e ne söylemiş olabileceğine ilişkin şu tarz bir tahminde bulunuyor: “Geç bunları adamım. Mısır sokakları kitlelerce işgal edilirse, bizim buna gücümüz yetmez. Sen ne istiyorsun ki? Vazgeç artık. Ateşi kes ve efendine güven.”

Lübnan Dışişleri Bakanı Adnan Mansur, geçen gün Arap bakanlar toplantısında gayet yakışıksız duruyordu. Boykot ve direniş gibi, “modası geçmiş” kelimeleri kullanarak, toplantıdakileri bayağı bir öfkelendirdi. En uygun ve en moda kelimeleri ise Katar dışişleri bakanı sarfetti ve acziyet ifadesi olarak Filistinlilere şunları söyledi: “Mevcut yeteneklerimizin sınırlarını biliyoruz ve kesinlikle savaşa girmeme kararı alıyoruz.” Bu lafın ardından da Gazze Şeridi’nin kararlılığını desteklediğine ilişkin mecburen bir iki kelam etti.

“Direniş de yok müzakere de”. Bu laf, sadece mevcut acziyeti meşrulaştırmakla kalmıyor ayrıca iktidar mekanizmalarında belirli bir değişimi gerçekleştirmek gibi gerçek bir hedefe sahip olan Arap devrimlerinin sınırlandırılacağına işaret ediyor. Bu düşünce tarzı dâhilinde, örneğin Mısır’ın yegâne meselesi, Cemal Mübarek’in dinî ibadetleri yerine getirmemesi ya da sakal bırakmaması oluyor. Mısır’daki kitlesel gösterilerin ilk tehlikeli sonucu, sakallı da olsa ülkenin eski yöneticilerinin iktidar taklitlerine eşlik etmek oldu. Bir yandan ekonomi politikaları aynı kalıp İsrail ile ilişkiler ve ülkenin işgal altındaki Filistin halkı ile düşman arasında kurulu bulunan arabulucu rolü değişmezken, eski ahbapların yerini başkaları aldı.

“Direniş de yok müzakere de” lafının yandaşları çok kirli bir oyun oynuyorlar. Bunlar, başka fırsatlardan istifade etmenin aslî öncelik olduğuna inanıyorlar. Söz konusu kesimlerin pratikte herhangi bir direnişin mevzubahis olmadığını söylemelerinin nedeni, bu kesimlerin savaştan kaçmayı, direnişi reddetmeyi ve onu işgalin verili gerçeğine boyun eğdirmeyi seçmiş olmaları. Kendi duruşlarını müdafaa etmek için bunlar dinî ayrışmaları teşvik ediyorlar ve direniş güçlerinin kurtuluşu bir hedef olarak belirlemediğini iddia ederek, onları suçluyorlar.

Ama bu noktada Katar dışişleri bakanının Gazze konusunda aciz kaldıklarını söylemesini ve diğer yandan da her türlü silâh ve medya desteği ile diğer Körfez ülkeleri ile birlikte Suriye muhalefetine yardım etmelerini nasıl okumak gerekiyor?

Peki, bunlar Filistinlilerin de benzer bir desteğe ve ilgiye muhtaç olmadığına nasıl karar veriyorlar ve bizim gerçekten de bu türden bir desteğe Filistinlilerin muhtaç olmadığına inanmamızı nasıl bekleyebiliyorlar?

Suriye muhalefetine desteğe devam eden söz konusu ülkeleri aynı desteği Filistinlilere vermekten alıkoyan nedir?

Mücadeleye ilişkin köklü bir geçmişi bulunan bir halk nasıl oluyor da Körfez İşbirliği Konseyi devletleri, ABD ve sömürgeci Avrupa’nın teşkil ettiği kutsal ittifakla kurulan mevcut bağları meşrulaştırabiliyor? KİK devletlerinin kontrolünde bulunan akademik, bilimsel, diplomatik kurumlar ve medyada faal olan Filistinliler bu türden politikaları içlerine nasıl sindirebiliyorlar?

Filistin’de olup bitenler tek bir şeye şehadet ediyor: işgal sürüyor ve varlığını muhafaza ediyor, bu, direnişin de sürdüğü ve varlığını muhafaza ettiği anlamına geliyor. Direniş her gün her saat mevcut becerilerini ortaya koyuyor ve İsrail üzerinde daha fazla tesirde bulunma imkânlarını sınıyor.

Tüm bu direnişin tek bir alternatifi var, o da teslim olmak. “Direniş de yok müzakere de” diyenlerin ortaya koyduğu alternatife meyil göstermeye gerek yok, zira bu teslimiyetten başka bir anlam taşımıyor.

İbrahim Emin

0 Yorum: