17 Ocak 2010

,

Sosyalizm İçin Cidal


Türkiye’nin mazlum işçi ve köylülerine,

1.

Ancak sermaye, para tahakkümünün devrilmesi ve yalnız sosyalizm inkılâbının bütün cihana yayılması, sana tam ve sağlam bir hürriyet verecektir. Sen ancak, sermayedarların, toprak sahiplerinin, paşa ve ağalarının nüfuz ve tahakkümünü yıktığın ve bütün kuvvetinle sosyalizm inkılâbını kendi memleketinde müdafaa ve neşrettiğin takdirde, beynelmilel inkılâbın ilerlemesine yardım etmiş olursun.

2.

Türk, Müslüman, ecnebi, her ne olursa olsun, büyük veya küçük sermayedar ve zenginlerle birlik ve ittifak yapma!

3.

Beynelmilel cihangirlik ve emperyalizme elinden geldiği kadar karşı dur. Memleketin içinde hiçbir bölük ecnebi kalmasın.

İngiliz ve Fransız emperyalistlerine ve onların yardımcısı, yardağı olan Yunan Ordusu’na bir karış verme. Onlara hiçbir demiryolu, hiçbir fabrika, hiçbir liman, iskele terk etme. Ecnebi madrabazlarının, senin kanını emen bölüklerin memlekette dolaşmasına karşı dur.

4.

Fransa, İngiltere, Amerika emperyalistlerinin yapacağı sulhtan sakın ve bil ki, onların isteyecekleri tazminat ve eski borçlara dair ortaya koyacakları hesaplar, senin belini bükecek ve elinde avucunda ne varsa hepsini kaybedecektir.

5.

İnkılâp düşmanlarıyla uzlaşmaya razı olan ikiyüzlü ihanetlere ve Fransızlar tarafına geçmeyi yahut onlarla beraber diğer devletlere karşı “millî muharebe” açmayı kabul ve müdafaa eden riyakâr dolandırıcılara el verme. Memleketini yeniden emperyalist muharebesine sokmaktan ve ana toprağını yeniden siperlerle, tranşelerle sardırarak bağrını yırtmaktan hazer et. Kendi galibiyetleriyle İngiltere ve Fransa’da inkılâbı durdurmaya ve Alman, Macar inkılâbını da semeresiz bırakmaya kasteden Lloyd George’lara ve Clemenceau’lara yardım etme.

6.

Sermayedarlar, generaller, papazlar ve mutaassıp mollalarla birlikte işçi halka karşı giden ve Rusya İşçi Halk Cumhuriyeti’ni yıkarak onun yerine zenginler, sermayedarlar cumhuriyetini veya daha doğrusu Çarlar devletini kurmak isteyenlerden kaç! Bunlar, bütün dünya işçi halkını kesip doğradıktan sonra şimdilik kendilerine meyil gösteren ikiyüzlü sosyalistleri dahi çiğneyip geçecek ve sermayedarların, çiftlik ağalarının tapındıkları müstebit padişahın, kralın, çarın tahtını ensene bindirecektir.

7.

Emperyalist hükümetlerin bugün milletimiz ve hukukumuz üzerine taarruz eden ordularına karşı muharebeye kalk! Fransızların parayla satın alarak üzerimize yolladıkları bütün alçak kuvvetlere silâh çek!

Fakir işçi halk,

Silâhını eline al! Tüfek atmasını biliyorsan, silâhını temiz tut. Atmasını bilmiyorsan, gizli talim bölüklerine git, yazıl.

8.

Fakir işçi halk!

Elindeki tüfeği yalnız üstümüze yürüyen düşmana değil, cihad ve inkılâp meydanından kaçarak halka ihanet edenlere ve sermayedarların, zenginlerin işine faide getirenlere atmaktan çekinme!

9.

İnkılâp cephesini ve arkadaşlarımızın kendi aralarında verdikleri kardeş sözünü tutmalarını teşvik et ve onlara bu yolda örnek için kendi emniyetli, imanlı arkadaşlarını zalimlere karşı duran müdafaa çetelerine gönder. İnkılâpçıların bugün yapacakları iş, gelecekteki Türkiye Kızılordusu’nun kuvvetli temelini kuracaktır.

10.

Fakir ve zahmetkâr yoldaş!

İyi bil ki, büyük zenginler, müstebit paşalar ve ağaların keselerinde Fransız ve İngilizlerden aldıkları pek çok altınları vardır. Onlar bu altınla, sana karşı kuvvet hazırlamaya, seni ezmeye çalışıyorlar. Fukara halkın işine, onun kurduğu ve kuracağı hükümete karşı duranları kurşuna diz. İşçi ve köylü meclislerine karşı her el kaldırana on kurşunla cevap ver.

11.

Fakir ve mazlum Türk rençperi! Sabrettiğin yetişir! Umum dünya inkılâbının arifesindesin. Kendi hakkını alacağın zamanda kalk. Kendini göster. Türkiye’nin zulüm ve kahır içinde yaşayan diğer halklarına elini uzat. İşçi ve köylü meclislerini, kendi hükümranlık ve saltanatını kur.

Rusya’da işçi kardeşlerin hükümeti ele aldı. Fakat şunu da bil ki, sen daha galip değilsin. Türkiye’de burjuvazinin, zenginlerin gözleri, Fransız, İngiliz kasasından ümidini kesmedi. Düşman son derece şeytan ve kuvvetli.

12.

Ey Türkiye’nin mazlum işçi ve köylüleri!

Evvelahir bir şeyi hatırından çıkarma:

Avrupa ve Türkiye’deki bütün sermayedarlar, zenginler, paşalar, ağalar, papaz ve mutaassıp mollalar, büyük zabitler Türkiye’de hükmettikçe sermaye ve para esirliği ortadan kalkmaz ve işçi köylü halkı kendi devlet ve hâkimiyetine nail olamaz.

Haydi eline silâhı al. Bütün dünya fakir ve mazlum işçilerinin başladıkları sosyalizm cihadında ileri saflara yollan!

Mustafa Suphi

16 Ocak 2010

, ,

Marksizm ve Asya


Mao Zedong, Ho Chi Minh ve Marksizmin “Evrenselliği”

Asya’da marksistler, birbirinden farklı toplumsal bağlamlara sahip olan kıtada, devrim ve sosyalist inşa sorunlarına marksizmi tatbik ederken bir dizi teorik ve pratik güçlükle karşılaştılar. Bu toplumsal bağlamlar, on dokuzuncu yüzyıl ortalarından sonlarına kadar Marx tarafından analiz edilen Avrupa bağlamından farklıydılar. İlk bakışta Marx’ın fikirlerinin yirminci yüzyılın ilk yarısında Asya’da faaliyet yürüten devrimcilerle hiçbir ilişkisi yokmuş gibi görünüyordu.
Marksizmin, Avrupa dâhil dünyanın diğer bölgelerine nazaran, Asya’da daha büyük bir politik nüfuza sahip olması, marksist geleneğin kendi tarihinde karşılaştığı tuhaflıklardan biridir. Rusya, Çin, Kuzey Kore, Vietnam, Kamboçya ve Laos gibi Asya ülkelerinde marksizme bağlı olduğunu ilân etmiş kimi politik partiler, başarılı devrimler yaptılar ya da millî kurtuluş mücadeleleri ardından, hükümet oluşturabildiler. Asya’nın diğer bölgelerinde, Endonezya, Malezya, Japonya, Hindistan ve Filipinler’de marksist partiler ve hareketler, hükümet kurmamış olsalar da ülkelerindeki politik ve entelektüel tarihe ciddî etkilerde bulunabildiler. Özetle, marksizmin Asya’daki nüfuzu ve etkisi muazzam sonuçlar doğurmuştur.
Dolayısıyla, ömrünün tamamını on dokuzuncu yüzyılda geçirmiş bir Alman aydınının fikirlerinin Asya’daki milyonlarca insanı nasıl etkileyip harekete geçirebildiğini anlamadan, bölgenin tarihini kavramak imkânsızdır. Gelgelelim, Asyalı marksistlerin politikaları ile Marx’ın fikirleri arasındaki bu bağlantıyı anlamak kolay bir iş de değil. Böylesi bir çaba, Asyalı marksistlerin Marx’ın ciltler dolusu, konu ile ilgili pek de tutarlılık arz etmeyen yazılarından toplumsal analiz ve devrimci stratejiler çıkartmayı nasıl başardıkları hususunda belli bir kanaate muhtaç. Ayrıca bu çaba, birçok Asyalı marksistin Marx’ın içinde yaşadığı tarihsel dönemi ve toplumsal bağlamı aşan fikirlerini evrensel geçerliliği haiz bir hakikî öz olarak kabul etmelerine ilişkin bir değerlendirmeyi de gerektiriyor.
Marx’ın fikriyatındaki bu evrensel unsur nedir ve Çinli Mao ile Vietnamlı Ho Chi Minh gibi Asya’da önde gelen marksistler, kendi ülkelerindeki devrimi ve toplumsal inşayı ilerletirken bu unsuru nasıl kullandılar?
Karl Marx [1818–83], özünde Avrupalı olan, önemli ölçüde Avrupa’nın tarihsel bağlamı içinde yaşayan, ancak bir yandan da Antik Elen’e dek uzanan Avrupalı entelektüel ve felsefî geleneği ile koyun koyuna yaşayan bir isim. Nadiren görülen kimi çelişik tespitlere rağmen (Avineri, 1968: s. 151-2), Marx’ın Georg Hegel, Adam Smith ve David Ricardo gibi ilk dönem Avrupalı düşünürlere yönelik eleştirileri ile kapitalizm analizi, evrensel geçerliliği haiz bir tarih ve toplumsal değişim teorisi üretmiştir (Marx, 1971: s. 20-2). Başka bir ifade ile onun teorisi, sadece Avrupa’daki değil, tüm toplumların tarihsel gelişimine ait yasaları açığa çıkarmış, ancak bu noktada özgül kimi tarihsel özellikler dikkate alınmamıştır.
Marx’ın tarih teorisini evrensel kılan, Çin, Vietnam ve Endonezya gibi ülkedeki devrimciler tarafından kabul görülmesini sağlayan nedir? Sorunun cevabı, Marx’ın tarih yönteminde ve kapitalizm eleştirisinde saklı. 
Marx’ın tarih yöntemi, yani “materyalist tarih anlayışı”, toplumu biçimlendiren üretimin önceliği üzerinde durur. Üretim, Marx’a göre, sadece üretim teknolojisini (emek araçlarını) değil, ayrıca sınıflar arası ilişkiyi ve mücadeleyi de içerir. Bu materyalist perspektif, Avrupa kadar diğer tüm bölgelere eş ölçüde uygulanabilir niteliktedir. Aynı şekilde, Marx’ın kapitalizm eleştirisi, kapitalist sistemin küresel hâkimiyetine ilişkin kimi cihanşümul tespitler ihtiva eder. Sosyalist gelecek anlayışı, işçi sınıfı sömürüsüne cevaben giderek büyüyen kapitalist ile işçi arasındaki sınıfsal gerilimlerle yüklü kapitalizmin kaçınılmaz olarak ortadan kalkması için yolu açacak olan kapitalist sanayileşmenin dünya genelindeki gelişimi üzerinde yükselir. Dolayısıyla Marx’ın tarih teorisi, güvenilir bir devrim teorisi önerir; bu teori, bir ekonomik sistem olarak kapitalizmin uluslararası potansiyelini ve kapitalizm koşullarında en aşırı biçimi ile zuhur eden sınıflar mücadelesinin evrensel bir olgu olduğunu tespit eder.
Asyalı marksistler için çekici gelen, sanayileşme ve sınıflar mücadelesi gibi kavramlar ile sosyalizmle ilişkili fikirlerdir. Artık gerekli olan tek şey, yirminci yüzyılın başlarında önemli bir bölümü henüz feodal aşamada olan ve çok az modern sanayiye sahip Asya için geçerli kılmak adına Marx’ın fikirlerini geliştirmektir. Dahası, birçok Asya ülkesi sömürge idaresi altındadır (Vietnam, Kamboçya, Laos, Endonezya, Filipinler, Malaya, Hindistan, Burma) ya da sömürge güçlerinin müdahalesi yüzünden çile çekmektedir (Çin ve Tayland). 1917 Rus Devrimi’nin marksist lideri Lenin, Asyalı devrimciler için gerekli teorik katkıyı sunar. Lenin, sömürge karşıtı devrimlere dünya devriminde önemli rol biçen emperyalizm teorisini geliştirir. Rus lider, Avrupa’daki kapitalizmin genişlemeye mecbur olan bir aşamaya geldiğini, onun yeni ucuz emek ve hammadde kaynaklarına, ayrıca yeni yatırım alanları ile pazarlara muhtaç olduğunu tespit eder. Bu ihtiyacın giderilmesi, ancak Avrupalı milletlerin yeni sömürgeler elde etmesine bağlıdır. Sömürge temini için verilen mücadele, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında kapitalist genişleme sürecinin bir parçası olarak cereyan eder. Lenin’in kanaatine göre, Avrupa emperyalizminin genişlemesi ve ekonomik başarısı, Marx’ın öngörüsünün aksine, Avrupa’daki sanayi işçilerinin neden devrim için ayaklanmadığının en önemli gerekçesidir. Sömürgelerden sağlanan kârlarla Avrupa kapitalizmi, kendi işçi sınıfını “satın alma”yı başarmış, onun hayat standartlarını geliştirmiş ve böylelikle sınıfın sahip olduğu sosyalist devrim potansiyelini etkisizleştirmiştir (Lenin, 1969; Knight, 1985).
Lenin’e göre, eğer emperyalizm uluslararası bir ekonomik sistemse, sömürgelerden Avrupa’ya doğru kâr akışını kıran ya da durduran ve böylelikle devrim olasılığını artıran sömürgelerdeki her türden devrimci ayaklanma, uluslararası anti-emperyalist mücadelenin bir parçasıdır.
Sömürgelerdeki marksist-leninistlerin görevi, milliyetçi hareketi sosyalist yöne çekmek, eğer mümkünse, ilgili hareketin liderliğini ele geçirmektir. (Lenin, 1967; Carrèrre d’Encausse ve Schram, 1969: s. 149-86; Pantsov, 2000).
Ho Chi Minh ve Mao Zedong gibi devrimcileri etkileyen, işte bu olabildiğine güçlü anti-emperyalist temadır, zira Lenin’in fikirleri, sadece toplumsal devrime değil, millî devrime de uygundur. Milliyetçilikle toplumsal devrimin bu bileşimi, marksizmin Marx’ın on dokuzuncu yüzyıl ortalarında analiz ettiği sanayileşmiş Avrupa bağlamından oldukça farklı olan sömürge ve yarı-sömürge gerçekliğine uygun hâle gelmesini sağlar. Dar ve yerelleşmiş birer milliyetçi mücadele olmaktan uzaklaşan sömürge karşıtı devrimler, artık Lenin’in analizi üzerinden dünya devriminin bileşenleri olarak algılanma imkânı bulurlar. Emperyalizme karşı uluslararası hareketin bir parçası olma fikri, sömürgelerdeki birçok radikal milliyetçi liderin ideolojik olarak ikna olmasını ve kendilerini marksist olarak tanımlamalarını sağlar. (Lenin, 1969; Knight, 1985).
Marx’ın ve Lenin’in Asyalı devrimcilere cazip gelen fikirleri, Avrupa kapitalizminin ve Avrupa emperyalizminin uluslararası sistemine dönük eleştiri üzerinden biçimlenir. Diğer yandan Marx’ın “Asyatik üretim tarzı” ve bu tarzın dünya tarihinin gelişimindeki konumuna ilişkin yazıları Asyalı marksistlerce büyük ölçüde göz ardı edilir (Marx, 1964). Bunun iki nedeni vardır: ilk neden, Marx’ın analizinin “Asyatik” toplumları durağan olarak betimliyormuş ve onların değişim için gerekli her türden içsel mekanizmadan mahrumlarmış gibi görünmesidir. Bu yaklaşıma göre, değişim için dışsal bir güce, örneğin Avrupa emperyalizmine ihtiyaç vardır, böylelikle “Asyatik” toplumlar tarihsel tekdüzelikten kurtulacak ve dünya tarihinin ana akımına duhul edeceklerdir. Emperyalizm, bu bakış açısına göre, Asyalı toplumlarda olumlu bir rol oynayacaktır. Ancak bu yaklaşım, emperyalist güçlerin sömürücü ve zalim tavırlarından nefret eden Asyalı devrimcilerce hiç hoş karşılanmaz.
Marx’ın sözkonusu yazılarının göz ardı edilmesinin diğer nedeni ise Stalin’in yirmilerin sonunda Sovyetler’de iktidara geldikten sonra “Asyatik üretim tarzı”nın ortodoks marksizmin tarihsel şemasında yeri olmadığına kanaat getirmesidir. Stalin’e göre, Avrupa’nın tarihsel tecrübesi dünya tarihsel gelişimin ana modelini vermekte ve bugünde geleceği temsil etmektedir. (Sawer, 1977; Dunn, 1982). Sovyetler tarafından tanınma ve onun desteğini alma konusunda yanlış yapmamaya gayret eden Asya’daki marksist partiler, sonuçta Marx’ın Asya ile ilgili yazılarını ret ya da göz ardı etmeye mecbur olurlar. Bunun dışında, Asyalı marksistler, dünya tarihinin ana akımına duhul etme hususunda genel bir arzu içindedirler. Bu arzunun sebebi, sanayileşmeye ve modernleşmeye ilişkin tecrübeleri ve kazanımları paylaşma, ayrıca sosyalizmin ve komünizmin geleceğine iştirak etme isteğidir. Dolayısıyla sözkonusu partiler, Avrupa tarihine ait modelden tümüyle farklı bir tarihsel mantığa sahip Asyalı toplumların özgüllüklerini dikkate almama günahına ortak olurlar. Sonuç olarak bu partiler, Marx’ın Avrupa tarihi üzerinden formüle ettiği tarih ve toplumsal değişim yasalarının Asya için geçerli olduğu fikrini benimserler ve kendi toplumlarına ilişkin bir anlayışa kavuşmak amacıyla bu yasaları kullanarak teorik ve pratik meselelerle uğraşmaya başlarlar.
Bu proje dâhilinde en başarılı isim olan Çin devriminin lideri Mao Zedong, sadece 1949’da ülkesini devrime taşımakla kalmaz, ayrıca önemli bir başarı sonucu Çin’de sosyalizmi inşa etmek gibi, Herkül misali, bir yükün altına girer. Mao’nun marksizm yorumu ve devrimci stratejisi, çeşitli dönemlerde Nepal, Vietnam, Filipinler, Kamboçya, Hindistan ve Endonezya gibi Asya ülkelerindeki marksistlere ilham verir. (Dirlik, vs., 1997).
Çoğunlukla “Mao Zedong Düşüncesi” olarak anılan Mao’nun marksizmi, Asya marksizmindeki önemli bir aşamayı temsil eder. Zira o marksizmi, emperyalist zulmü tecrübe eden feodal bir Asya ülkesinin somut koşullarına, yani yirminci yüzyılın büyük bir bölümünde, Asya genelinde hüküm süren koşullara tatbik eder.

Mao Zedong ve Marksizmin Çinlileştirilmesi

“Bir komünist marksist, enternasyonalisttir ancak tatbik edilmeden önce marksizm millî bir biçim kazanmalıdır. Soyut marksizm diye bir şey yoktur, sadece somut marksizm vardır. Biz, soyut olarak kullanılan marksizme değil, millî bir biçim almış, Çin’de hüküm süren somut koşullar altında verilen somut mücadeleye tatbik edilen marksizme marksizm diyoruz. Eğer büyük Çin halkının bir parçası olan Çinli bir komünist, kendi halkına eti ve kanı ile bağlı ise Çin’in özelliklerinden uzakta duran marksizm ile ilgili konuşmalar, işte bu marksizm, boş bir soyutluktan başka bir şey değildir. Sonuç olarak marksizmin Çinlileştirilmesi, yani marksizmin tüm görünümlerini Çin’in özellikleri ile aşılamak, tüm partinin herhangi bir gecikmeye mahal vermeksizin kavrayıp çözmesi gereken bir meseledir.”
[Mao, akt.: Schram, 1969: s. 172]
1938’de kaleme alınmış olan bu pasaj, Mao’nun marksizmle ilgili görüşlerini özetler niteliktedir. Mao, Çin’in koşullarını anlama gereğine vurgu yaparken, bir yandan da bir eylem rehberi olarak marksizmde ısrar eder. Sınıfsal yapısı ve sınıflar mücadelesinin düzeyi dâhil, “Çin’in fiilî durumu”nun kavranması konusunda gösterilen bu ısrar, Mao’yu muazzam bir kütleye sahip köylü halkın devrimci potansiyelini tanımaya ve Çin’in kırsal koşullarına uygun bir devrim stratejisi geliştirmeye sevk eder. Çin’in kapitalist sanayileşme seviyesi ve bunun sonucunda ülkenin devrim için gerekli işçi sınıfı kütlesinden mahrum oluşu karşısında en ufak bir şikâyette bulunmaksızın Mao köylüleri örgütlemeye başlar. Onları 1927’de kurulan Kızıl Ordu saflarına katar ve zekice bir yaklaşım geliştirerek, düşmanının stratejik üstünlüğünü tanıyan, ancak öte yandan da onun zaaflarını taktiksel açıdan istismar eden bir gerilla savaşı anlayışı formüle eder. Böylelikle köylüler ve içinde yaşadıkları feodal koşullar, Mao’nun başarılı devrimci modelinin merkezi hâline gelir.
Ancak böylesi yaklaşım ne ölçüde marksist addedilebilir? Her şeyden önce Marx’ın yazılarına dönük geleneksel yorum, köylülüğe ve “kırsal hayatın aptallığı”na yönelik inkârcı bir yaklaşım içerisindedir (Marx, 1973: s. 71), ayrıca şehirlerde ve büyük kasabalarda yerleşik olan sanayi proletaryasına vurgu yaparak, ancak onun sosyalist bir devrime önderlik edeceğine ve onu ilerleteceğine inanır. Bu anlamda marksizmin Çinlileştirilmesi anlayışına ilişkin olarak Mao’nun sözkonusu muammaya verdiği cevabın farklı olduğu görülmektedir.
İlk olarak Mao, Marx’tan toplumların sınıflara ayrıştığı, bu sınıflar arasındaki ekonomik eşitsizliğin mücadeleye yol açtığı, böylelikle değişimin ve gelişmenin gerçekleştiği fikrini alır. Sınıf ve sınıflar mücadelesine ilişkin bu anlayış Mao’nun fikriyatının merkezinde durur ve Mao, bu anlayışın marksizmin evrensel yasalarından biri olarak kabul eder. Her şeyden önce eğer tüm toplumlar sınıflardan müteşekkilse, bu tespiti, kendi toplumunu kavrarken bir marksist devrimcinin sınıfsal analizi temel alması gerektiği fikri izler. Ancak sınıfsal analiz, Mao’ya göre, bir yöntemdir; o, Çin toplumundaki ekonomik eşitsizliğin yapısını keşfetme yoludur ve devrimci olsun ya da olmasın, politik eylem potansiyelini ortaya çıkaran eşitsizliğin genel ölçüsünü verir. Kendi yoldaşlarının aksine ona göre, sınıfsal analiz, Çin’deki sınıfsal yapıyla ilgili özel bir anlayışa işaret etmez, bu anlayış, işçi sınıfının en büyük ve en devrimci sınıf olduğu Avrupalı kapitalist toplumlarına dönük Marx’ın analizi ile uyumlu bir anlayıştır. Mao’nun genel kanaatine göre, eğer Çin toplumuna dönük sınıfsal bir analiz, köylülüğün muazzam kütlesini ve devrimci potansiyelini açığa çıkardığı takdirde, bir marksistin bu bilgi dışında hareket etmekten ve devrim için köylülerin sahip oldukları kapasiteden faydalanacak stratejiler geliştirmekten başka bir şansı yoktur.
İkinci ve ilki ile bağlantılı olarak Mao, bir yandan Çin devrimi için köylülüğün sahip olduğu önemi kabul ederken, bir yandan da köylülüğün işçi sınıfının liderliğine muhtaç olduğu inancından asla geri adım atmaz. Kimi yorumculara göre, Mao’nun köylülere yönelik güveni, onun bir köylü devrimcisi ve sonuçta kitap dışı bir marksist olduğunun delilidir.[1] Ancak tüm bu görüşler, Mao’nun 1927’den 1934’e dek işçi sınıfı liderliğinde köylüleri kazanmanın önemine sürekli vurgu yaptığı gerçeğini (Knight, 1997-98) ve Mao’nun kendi araçlarına terk edilen köylülerin Çin devriminin sosyalist ve modernleştirici hedefleri için dövüşecekleri ve bu hedefleri kavrayacakları hususunda hiçbir yanılsamaya kapılmadığını göz ardı eder. Mao’nun fikrine göre, köylülerin politik talepleri “dürüst memurlar ve iyi bir imparator” ile sınırlıdır. (Schram, 1994: s. 171). Ayrıca köylüler, işçi sınıfının örgütsel becerilerinden mahrumdurlar; Mao’nun sıklıkla şikâyet ettiği bir husus da mecburiyet sonucu parti ve Kızıl Ordu’daki kimi örgütsel konumlara çok sayıda köylünün yerleştirilmesi ardından ortaya çıkan sorunlardır. Demek ki işçi sınıfı, Mao’nun Çin devrimine ilişkin genel fikriyatındaki aslî konumunu muhafaza eder ve bunun kanıtı da onun marksizminden öğrendiği işçi sınıfına dönük güvenidir. Mao’nun inancına göre bu, marksizmin evrensel boyutuna ait bir özelliktir. Modernleştirici, sosyalist hedeflere sahip bir devrimin sınıflar arası ne türden bir ittifaka sahne olacağının bir önemi yoktur, önemli olan, bu ittifakın işçi sınıfı önderliğinde hareket etmesidir.
Üçüncü olarak Mao, marksizmden kendi düşüncesi ve politikaları üzerinde önemli etkiler yaratan bir gelecek görüşü devşirir. Tüm toplumların aynı tarihsel aşamalardan geçerek komünizme ulaşacağı öngörüsü ile politik eylemin bu süreci kolaylaştırıp hızlandıracağı fikri, Mao’nun devrime doğru yürüyüşünde ve 1949 sonrası gerçekleşen sosyalist inşada oldukça kararlı bir duruş sergilemesine imkân vermiştir. Ancak Mao, Çin’deki tarihsel gelişmenin özgül aşamasını kavrama noktasında bir kez daha Marx’ın tarih teorisine başvurur. Böylelikle değişimin yönüne dair bir görüş sunan marksizmin katkısı ile Mao, Çin’in özgül yapısı ile ilgili gerçek bilgi temelinde oluşturulmuş strateji ve taktikler geliştirerek Çin’e yön vermeye çalışır. Özelde Mao, Çin’de kapitalizmin oldukça geri olduğunu tespit eder ve bu nedenle otuzlarda sosyalist devrimden bahis açmanın anlamsız olduğunu söyler. Ona göre Çin bir “burjuva demokratik devrim”e doğru ilerlemektedir, 1921’de bu devrimin liderliği burjuvaziden proletaryaya ve onun öncü partisi Çin Komünist Partisi’ne geçmiştir. “Yeni Demokrasi” dönemi boyunca devrimin hedefleri anti-feodal ve anti-emperyalisttir, dolayısıyla proletaryanın diğer devrimci ya da potansiyel olarak devrimci olan sınıflarla, özelde sadece köylülükle değil, ayrıca küçük burjuvazi ve burjuvaziyle ittifaklar kurmanın yollarını bulması gerekmektedir. Ancak bu noktada proletarya, fiilî devrim aşamasında sınıfsal ittifakların sınıf mücadelesinin hedefi hâline geldiği dönem boyunca Yeni Demokrasi devriminin Çin’in sosyalist devrime doğru ilerlemesine imkân vereceği anlayışından uzaklaşmamalıdır. (Knight, 1991).
Dördüncü olarak Mao, bir yandan marksizmin enternasyonalist niteliğini kabul edip onaylarken, bir yandan da tüm açıklığı ile bir Çin milliyetçisidir. Bu iki çelişkili temayı anti-emperyalist devrimlerin kapitalizmin yıkımını koşullayacak ve sosyalist dünya nizamını getirecek dünya devriminin birer parçası olduğuna ilişkin Lenin’in ısrarına başvurarak uzlaştırır. Mao, Çinli marksistlerin enternasyonalist olduklarını ama öte yandan da onların en acil görevlerinin emperyalizmin Çin’den sökülüp atılması, ardından da Çin’i bağımsız bir millî devlet olarak inşa etmek olduğunu ısrarla vurgular. Çin, enternasyonalist ölçekte sosyalizme ancak bu sayede önemli bir katkıda bulunabilecektir. Japon emperyalizminin Çin’in bekasını tehdit ettiği bir dönemde, 1938’de kaleme alınmış olan aşağıdaki alıntı, Mao’nun milliyetçilikle enternasyonalizm arasındaki ilişkiye dair konumunu açığa vuran tipik kimi ifadelerle yüklüdür:
“Enternasyonalist olan bir komünist aynı zamanda vatansever olabilir mi? Biz olabileceği değil, olması gerektiği düşüncesindeyiz. […] Dolayısıyla Çinli komünistler vatanseverlikle enternasyonalizmi birleştirmelidirler. Bizler hem enternasyonalist hem de vatanseveriz, şiarımız ise şudur: ‘Saldırganlara karşı anavatanı savunmak için dövüşün.’ Bize göre yenilgiyi kabullenmek suçtur ve direniş savaşında zafer için gayret göstermek kaçınılması mümkün olmayan bir görevdir. Sadece anavatan müdafaasında dövüşerek saldırganı yenebilir ve millî kurtuluşa ulaşabiliriz. Proletaryanın ve emekçi halkın kurtuluşu ancak millî kurtuluşun temini ile mümkündür. Çin’in zaferi ve işgalci emperyalistlerin yenilgisi diğer ülkelerdeki insanlara da katkı sunacaktır. Demek ki millî kurtuluş savaşlarında zuhur eden vatanseverlik, enternasyonalizme uygun düşen bir unsurdur.” (Mao, 1965: s. 196)
İleride göreceğimiz üzere milliyetçilik ve enternasyonalizm, Ho Chi Minh’in marksizminde de merkezî konulardır. Bu iki önemli Asyalı marksistin millî ve enternasyonalist hedefler noktasında hiçbir çelişki görmemesi ve marksizm-leninizmin mantığına başvurmak suretiyle aradaki açık gerilimleri uzlaştırmayı bilmeleri esasında oldukça öğreticidir. Ancak Mao idaresindeki Çin devletinin ve Ho liderliğindeki Vietnam devletinin ortaya koyduğu yaklaşımlar, milliyetçilik ile enternasyonalizm arasındaki gerilime ilişkin getirilen çözümlerin gerçekte pek de yeterli olmadığını gösterir. Her iki marksist de iktidara gelir gelmez ülkelerinin çıkarlarının ulvî olduğunu düşünürler, diğer sosyalist ülkelerle ve birbirleri ile kimi çatışmalar içine girerler. Bunun dışında, altmışların başlarında yaşanan Çin-Sovyet ayrışması, Sovyetler liderliğindeki enternasyonalist birliğin sonuna ve Sovyetler’e sadık sosyalist ülkelere yönelik Çin’in düşmanlığının ortaya çıkışına işaret eder. Bu düşmanlık kimi zaman silâhlı çatışmaya dek varır.
Son olarak; Mao, marksizmin ister doğal ister toplumsal olsun, gerçekliğin bilinmesini sağlayan doğa yasalarını ve kavramları temin ettiği gerekçesi ile diyalektik materyalizme dönük derin bir ilgi ile yaklaşır. 1936-37’de, devrimci faaliyetlerinin duraksadığı bir dönemde Mao, marksist felsefe üzerine kaleme alınmış bir dizi Sovyet metnini inceler (Knight, 1990). Ardından otuzların Sovyet felsefesinin ağır etkisini ele veren bir dizi felsefî makale (Çelişki ve Pratik Üzerine) yazar. Bu makaleler, Mao’nun Çin’in toplumsal gerçekliğini uygun bir biçimde kavrama noktasında marksist felsefeden istifade etme niyetini ortaya koyar (Knight, 1997). Özelde Mao, her şeyin aralarında mücadele olan çelişkilerden müteşekkil olduğunu söyleyen felsefî düşünceye başvurur. Bu felsefî düşünce aracılığıyla Çin toplumunun çelişkilerini inceleyip devrim davasına katkı sunacak yollar üzerinden sözkonusu çelişkilerin çözülmesini sağlayacak politik ve askerî stratejiler geliştirmeye çalışır (Mao, 1975: s. 311-47). Aynı şekilde Mao, marksist felsefeden, marksizm klasiklerini dogmatik bir üslupla ele alıp onlara sırtını vermek yerine, “gerçekler”i sorgulama eğilimini pekiştirecek bir epistemoloji (bilgi teorisi) devşirir. (Mao, 1975: s. 295-309).
Dolayısıyla Mao, Avrupa bağlamından çıkmasına karşın marksizmde Çin tarihi ve toplumu için uygun olan bir felsefe ve tarih teorisi bulur. Avrupa ve Çin tarihleri sınıf ve başarılı tarihsel aşamalar gibi kimi temel özellikleri paylaşır, bu durum ise dünya tarihinin aynılığına işaret eder. Ancak belirli özellikler bağlamında Mao, Çin’in Avrupa’dan farklı olduğu gerçeğini muhtemelen diğer birçok yoldaşından daha fazla kabul eder; onun tam da ilgilendiği husus burasıdır, zira Çin ile ilgili ayrıntılandırılmış bilgi, devrim ve sosyalist devrim için doğru stratejilerin formüle edilmesini sağlayacaktır. Kırsal devrimde köylülere dönük vurgu, “kitle çizgisi” olarak belirlenen örgütsel taktik, Büyük Atılım ve Kültür Devrimi gibi çoğunlukla şiddetli ve yıkıcı olan büyük kampanyalar dâhilinde kitlelerin harekete geçirilmesi gibi Çin marksizmini ayrıksı kılan kimi özellikler, Mao’nun marksizmi Çin’in özgül koşullarına uyarlama hususunda gösterdiği ısrarın birer ürünüdür. Ancak Mao, marksizmin evrensel bir tarih teorisi sunduğu görüşünü asla terk etmez.
Öte yandan onun Çin tecrübesi dâhilinde yaptığı uyarlamanın diğer Üçüncü Dünya ülkelerinde otomatik olarak yinelenmesi elbette ki mümkün değildir. Mao’nun da kanaati de bu yöndedir. Latin Amerikalı devrimcilerin ziyaretinde yaptığı uyarıda söylediği üzere Çin tecrübesi ona göre başka bir yere mekanik olarak nakledilemez: “Herhangi bir yabancı ülkenin tecrübesi yalnızca referans olarak hizmette bulunabilir, böylesi bir tecrübe asla bir dogma olarak ele alınamaz. Marksizm-leninizmin evrensel hakikati ve ülkelerinizin somut koşulları -her ikisi birden bütünleşmek zorundadır.” (Mao, 1977: s. 326).
Ho Chi Minh ve Vietnam Devrimi:
Vatanseverlik ve Proleter Enternasyonalizm


Mao gibi Vietnamlı Ho Chi Minh’in de [1890-1969] marksizm-leninizmin hakikati konusunda herhangi bir şüphesi yoktur, ancak o da Mao gibi, belki de ondan daha fazla, milliyetçiliğin güdümündedir. Ho’nun marksizm-leninizme dönük bağlılığı, Vietnam’ın sömürgecilik ve emperyalizmden kurtuluşunu gerçekleştirmenin önemi ile ilgilidir. Ho, bu sonuca ulaşmak için tüm politik becerilerini ve enerjisini davaya teksif eder. Bu sebeple o, marksizm-leninizmin teorik boyutlarına dönük ayrıntılı ve incelikli bir çalışma yapma noktasında Mao’dan görece daha az çaba sarf etmiştir.
Ancak gene de Ho marksizme, özelde leninizme kimi atıflarda bulunan çalışmalar kaleme alır ve marksizm-leninizmin genel teorik ilkelerine sarsılmaz bir bağlılık içinde olduğunu gösterir. Mao’ya nazaran daha az teorisyen olan Ho da Vietnam’daki devrimci mücadeleye, özelde ülkenin sömürgecilik ve emperyalizme karşı verdiği mücadeleye marksist ilkeleri tatbik etmenin ve uyarlamanın gerekliliği üzerinde durur. Marx’ın kapitalizm eleştirisi temelinde Lenin’in getirdiği izahata yaslanan Ho, ülkesi üzerinde uygulanan zulmün uluslararası emperyalist sistemin bir dışavurumu olduğu gerçeğinin önemle altını çizer. Bu anlamda onun için marksizm-leninizm evrensel önemi haiz bir teoridir; bu noktada mesele, devrim ve millî kurtuluş davasında Vietnam koşullarına marksizmi uyarlamaktır.
Asimilasyon siyaseti güden Fransız sömürgeciliği ve onun koşulladığı sömürge halkın Fransız değerlerini ve kültürünü sindirmesi gerektiği inancının yaygınlık arz ettiği koşullarda Ho Chi Minh, devrimci ve vatansever bir isim olarak siyasî hayatına başlar. 1910’ların sonunda ve 1920’lerin başında ilkin Fransa’da, ardından Sovyetler Birliği’nde yaşayan Ho, Fransız Komünist Partisi’nin ve Sovyet marksizminin etkisi altına girerek Komintern için faaliyet yürüten adanmış bir eylemci olur. Özellikle Lenin’in emperyalizm görüşünden etkilenen Ho, Vietnam’da Fransız sömürgeciliğine karşı mücadelenin uluslararası önemini zamanla kavrar, zira böylesi bir mücadele dünyanın diğer bölgelerindeki sömürge karşıtı hareketlerin verdiği mücadelelere de katkı sunacaktır. Lenin’in fikirlerinin etkisi altına girmesinin nedeni, bu fikirlerin onun için önem arz eden iki ülkünün bileşimini gerçekleştirmiş olmasıdır: milliyetçilik ve komünizm (Lacoutre, 1967).
Nihayetinde uzun bir aradan sonra ülkesine dönen Ho, 1941’de toplumdaki çeşitli sınıfları ve grupları -köylüleri, orta sınıfları, aydınları, milliyetçi örgütleri ve kitlesel dernekleri- kendine çekmeyi başaran Vietminh’i (Vietnam’ın Bağımsızlığı için Devrimci Birlik) kurar. Amaç, millî bağımsızlık ve ekonomik adalet mücadelesini desteklemektir. Ancak Vietminh büyük ölçüde Hintçini Komünist Partisi’nin etkisi altındadır (McAlister, 1969). Ho’nun birbirinden farklı toplumsal ve politik gruplardan müteşekkil geniş bir koalisyon kurma, ardından da onun liderliğini ele geçirme stratejisi, sömürgeleştirilmiş bir ülkenin sınıflarını ve toplumsal gruplarını olumsuz yönde etkileyen sömürgeciliğe ilişkin leninist görüşü yansıtır. Ho’nun kavrayışına göre, üstlenilmesi gereken görev, sömürgeciliğe karşı birleşik bir cephe kurmak ve sonrasında da sosyalist devrimin kaçınılmaz menzili dâhilinde sömürgecilik karşıtı mücadeleye önderlik etmek amacıyla bu cephenin liderliğini ele geçirmektir.
2 Eylül 1945’te, Müttefiklerin Japonları mağlup etmesi ardından Ho, kendi başkanlığında Demokratik Vietnam Cumhuriyeti’ni kurar. Ho’nun bağımsız Vietnam’ını reddeden Fransa, askerî güç kullanarak otoritesini yeniden tesis etmeye çalışır. Bu gerginlik, Birinci Hintçini Savaşı’na yol açar. Savaş 1954’te Dien Bien Phu’da doruk noktasına ulaşır ve Fransızların askerî açıdan mağlup olması ile sonuçlanır. Temmuz 1954’teki Cenova barış görüşmeleri Fransız sömürgeciliğine son verir, ancak öte yandan da genel seçimler sonrasında yeniden birleştirilmesi vaadi ile ülkeyi kuzey ve güney olarak ikiye böler. Bu seçimler hiçbir vakit yapılmaz, zira ABD, Ho’nun muzaffer olduğunu ve bu nedenle kendisine karşı direneceğini bilmektedir. Bu gelişme, ABD’nin en büyük emperyalist güç olarak iştirak ettiği İkinci Hintçini Savaşı’na yol açar. Ülkenin ikiye bölünmesi Ho’nun bağımsız ve birleşik Vietnam hayalini suya düşürür, ancak o, 1969’da ölene dek bu hedefe ulaşmak için mücadeleye devam eder.
Ho’nun politik fikriyatı ve eylemlerindeki temel motivasyon kaynağının milliyetçilik olduğu açıktır. Ancak Mao gibi o da enternasyonalist, marksist-leninist anlayış ile milliyetçilik arasında çelişki olduğu düşüncesinde değildir. Ho, sosyalist enternasyonalizm ile milliyetçilik arasındaki bileşimi bilindik leninist ifadelerle izah eder:
“Hem millî kurtuluşta hem de sosyalist devrimde vatanseverlikle proleter enternasyonalizm arasında sıkı bir birlik gerçekleşmek zorunda. Günümüzde millî kurtuluş devrimi dünya proleter devriminin ayrılmaz parçasıdır; tam zafere ulaşmaya mecbur ise millî kurtuluş devrimi sosyalist devrime doğru gelişme kaydetmelidir.” (Ho, 1979: s. 184)
Mao gibi Ho da marksist sınıf anlayışını toplumsal analizin ve geliştirilecek devrimci stratejilerin merkezî olarak görür. Milliyetçiliğe görece daha yakın olmasına rağmen Ho’nun genel davası, Vietnam toplumundaki çeşitli vatansever sınıfları “geniş bir cephe” altında birleştirmektir; Mao gibi Ho da her türden sınıf güçleri koalisyonunun liderliğinin işçi sınıfında olması hususunda ısrarcıdır. Ayrıca onun inancına göre işçi sınıfı da Vietnam’ın özgül koşullarına marksizm-leninizmi yaratıcı bir biçimde nasıl uygulanacağını bilen “gerçek bir parti”nin liderliği altında olmalıdır. (a.g.e., s. 183). Bu devrimci parti ise parti üyelerinin kültürel ve politik seviyesini yükseltmek için sistematik marksizm-leninizm çalışmaları örgütlemelidir. (Ho, 1979: s. 66).
Ayrıca 1954 sonrası Kuzey Vietnam’daki Ho hükümetinin politik adımları da Ho’nun saf anlamda milliyetçi olduğunu göstermektedir. Zira onun temelde ilgilendiği husus, Vietnam toplumunu sosyalist çizgide yeniden inşa etmektir. Bu noktada en göze çarpan örnek, elliler boyunca çeşitli aşamalar dâhilinde yürürlüğe konulan toprak reformu ve kırsal üretimin kolektivizasyonu programıdır. İlk aşamada bir yandan zengin köylüler ve toprak ağalarına karşı sınıf mücadelesi yürütülürken, bir yandan da kontrolü fukara ve orta büyüklükteki köylülüğün ellerine teslim edilen karşılıklı yardımlaşma ekipleri oluşturulur. 1958’de Kuzey Vietnam’daki tarıma elverişli toprağın önemli bir bölümü kolektifleştirilir (Wolf, 1971: s. 190-2; Fall, 1967: s. 304-6).
Dış siyasette de Ho hükümeti, açıktan Sovyetler Birliği liderliğindeki sosyalist kampın safında yer alır ve hem Sovyetlerden hem de Çin’den yardım alır (Fall, 1967: s. 295). Fransız sömürgeciliğine karşı zafer elde etmiş olmasına karşın Ho, marksizm-leninizme dönük ideolojik inancını yitirmez. 1957’de ifade ettiği gibi onun için marksizm-leninizm, Vietnam ve devrimi için büyük önemi haiz, eksiksiz ve âdil bir anti-emperyalist millî devrim teorisidir. (Fall, 1967: s. 330).
Marksizmin Asya Koşullarına Tatbiki: Eleştirel Değerlendirme
Kapitalizm eleştirisi olarak on dokuzuncu yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmış olmasına rağmen marksizmin yirminci yüzyılda feodal ve sömürge Asya koşullarında ciddî etkileri olmuştur. Asyalı devrimciler marksizmi coşkuyla benimsemişler, zira onlar marksizmde mustarip oldukları sınıfsal baskıya ve sömürgeciliğe ilişkin gerekli çözümü ve izahı bulmuşlardır. En genel düzeyde marksizm, tarih felsefesi ve toplumsal değişim teorisi olarak sözkonusu devrimcilerin dünyasında özel bir konum edinmiştir. Ancak yürürlüğe konulacak devrimci stratejilerin üretilmesi noktasında marksizmin genel ilkelerinin Asya bağlamına uyarlanması zorunludur. Muhtemelen sözkonusu uyarlama çabası açısından Asya’daki en başarılı devrimci lider, marksizmin her durumda Çin devriminin özel yönlerine ve ihtiyaçlarına uygulanması gerektiği iddiasında olan, Mao Zedong’dur. Mao’a göre, marksizmin evrensel ilkelerinin Çin’in somut gerçekliği ile bütünleştirilmesi gayreti Çinlileşmiş bir marksizm üretecek, bu marksizm, hem gerçek anlamda marksist hem de Çinli olacaktır.
Aynı şekilde Vietnamlı Ho Chi Minh de marksist-leninist çözümü Vietnam’ın sömürge zulmüne ve feodal geriliğine uyarlar. Ho, Vietnam milliyetçisi olması noktasında kendisi için büyük önem arz ettiği üzere, ülkesinin toplumsal bileşkesinin, ayrıca tarihsel ilerleme sürecinin, daha da önemlisi bir sömürge olarak kaderinin biricik olmadığını düşünür. Vietnam’ın sorunları, kapitalizmin gelişmesindeki uluslararası bir aşama olan emperyalizm üzerinden kavranabildiğinde ülke için etkili stratejiler üretilebilecektir.
Ancak kendi ülkelerinde gerçekleşen devrimlere liderlik etme hususunda başarıları aşikâr olan Mao ve Ho, Marx’ın sessiz kaldığı bir proje olarak azgelişmiş bir ülkede sosyalizmi kurma bağlamında pek de başarılı değildirler. Her iki isim de büyük ölçüde tarımsal kooperatifleşme, sanayinin toplumsallaştırılması ve merkezî ekonomik planlama gibi Sovyetler’in geleneksel stratejilerini tatbik etmişlerdir. Çin’de bu stratejiler, Mao’nun politik ve ekonomik hedefler doğrultusunda Çinli kitlelerin geniş ölçekli mobilizasyonuna dönük inancı aracılığıyla belli ölçüde değiştirilmiştir. Özelde Mao, kitlelerin coşkusunun Çin’in sanayileşmesi için gerekli kıt maddî kaynakları ikame edebileceğine inanmıştır. Köylülerin büyük komünler ve evlerin arka bahçelerine konuşlandırılmış çelik fırınları gibi oldukça zayıf bir içeriğe sahip sanayileşme çabaları dâhilinde örgütlendikleri, 1958-60 döneminin Büyük Atılım’ında bu gibi teşebbüsler kimi felâketlere yol açmıştır. Bu türden azimkâr kitle kampanyaları muazzam ekonomik ve toplumsal bozulmalara yol açmış, insanlık tarihinin en büyük kıtlıklarından birine tanık olan ülkede otuz milyon insan ölmüştür.
Gene de uygun koşullardan mahrum olmasına karşın Mao ve Ho, kendi ülkelerinde sosyalist ve sanayileşmiş bir toplum inşa etme noktasında önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Ancak sözkonusu liderlerin vefatları, özellikle Sovyetler’in yeniden yapılanması ve ardından da yıkılması ile Çin ve Vietnam’ın yeni liderleri, sosyalizmden çok kapitalizme yakın duran bir tür ekonomik kalkınma modelini sert bir üslupla takip etmeye başlamışlardır. Çin ve Vietnam komünist partileri, politik iktidarla ilgili sahip oldukları katı anlayışı muhafaza ederlerken, bir yandan da ekonomilerini kapitalist dış yatırıma ve ticarete açmışlar, geniş kapsamlı reformlara girişmişlerdir: bu noktada devlet mülkiyetindeki kuruluşlar satılmış, komünler dağıtılmış, kâr güdüsü yüreklendirilmiş, böylelikle geçmişteki sosyalist ekonomilerin altı oyulup ilgili ekonomik yapılar dönüşüme mecbur edilmişlerdir.
Gerçekte Mao ve Ho sonrası Çin ve Vietnam’daki ekonomik reformlar, evrensel geçerliliğe sahip, Avrupa kökenli bir teori olan marksizmin Asya’nın feodal ve sömürge gerçekliğine uygulanabilir olup olmadığı sorusunu gündeme getirmektedir. Bu noktada tereddütlü de olsa şöylesi bir sonuca ulaşmak mümkün: marksizm Çin, Vietnam ve diğer Asya ülkelerindeki devrimcilerin özlemlerini karşılayan bir teoridir.
Hem Mao hem de Ho marksizmi benimsemiş, onun temel öncüllerine dayanan başarılı askerî ve politik stratejiler geliştirmişlerdir. Ancak Çin ve Vietnam’daki sosyalist inşa ile ilgili kayıtlar dikkate alındığında eldeki sonuç bir miktar bulanık bir miktar da olumsuzdur. İki ülke de Marx’ın sosyalizme doğru başarılı bir geçiş için gerekli gördüğü hiçbir şeye, yani gelişkin bir kapitalist ekonomiye, yaygın sanayileşmeye ve politik bilince sahip, büyük bir işçi sınıfına sahip değildir. Bu önkoşulların yokluğunda Mao’nun Çin’i ve Ho’nun Vietnam’ı sözkonusu önkoşulları politik açıdan oluşturmaya çalışmış, kimi başarılar elde edilmiş, ancak sonuçta ortaya baskıcı ve seçkinci bir üslupla hareket eden iki büyük bürokratik devlet çıkmıştır.
O hâlde marksizmin Asya’daki en büyük etkisi sosyalist inşa değil, devrim teorisi olarak fiilîleşmiştir. Marksizm, kendi feodal ekonomilerini ve politik sistemlerini alaşağı etme, ayrıca sömürge hâkimiyetine karşı meydan okuma noktasında Asyalı marksistleri yüreklendirmiştir. Asyalı marksistlerin en acil arzusu millî kurtuluş, modernleşme ve sosyalizmdir. Bu üç unsur da onları marksizmin evrensellik iddiasını benimsemeye ve devrim davalarında marksizmin ilkelerini uygulamaya itmiştir. Özetle Çin’de ve Vietnam’da devrimlerin başarısı ile Mao ve Ho’nun liderlikleri, marksist teori ile devrimci pratik arasında oluşan bileşkenin kudretini kanıtlamıştır.
Nick Knight
[Kaynak: Twentieth Century Marxism, Yayına Hazırlayanlar: Daryl Glaser ve David M. Walker, Routledge, Londra ve New York, 2007, s. 141-153.]
Dipnot
[1] Bir akademisyene göre (Schwartz, 1951: s. 76-7) “Mao köyde bulduğu temel güçlerin tüm avantajlarından faydalanmak amacıyla her türden teorik kanaati karşısına alıp sanayi proletaryasına sırtını dönmeye hazır olduğunu göstermiştir.” Bir başka akademisyenin varsayımına göre ise (Meisner, 1982: s. 99, 138, 225) Mao, “şehir proletaryasının devrimci kapasitesine karşı güvensizdir ve köylülüğün “gerçek devrimci sınıf olduğuna inanır.”
Kaynakça
Avineri, Shlomo (1968) The Social and Political Thought of Karl Marx, Cambridge: Cambridge University Press.
Carrèrre d’Encausse, Hélène ve Stuart R. Schram (1969) Marxism and Asia: An Introduction with Readings, Londra: Allen Lane The Penguin Press.
Dirlik, Arif, Healy, Paul ve Knight, Nick (ed.) (1997) Critical Perspectives on Mao Zedong’s Thought, Atlantic Highlands, NJ: Humanities Press.
Dunn, Stephen P. (1982) The Fall and Rise of the Asiatic Mode of Production, Londra: Routledge & Kegan Paul.
Fall, Bernard B. (ed.) (1967) Ho Chi Minh – On Revolution: Selected Writings, 1920–66. New York: Frederick A. Praeger.
Ho Chi Minh (1979) Patriotism and Proletarian Internationalism, Hanoi: Foreign Languages Publishing House.
Knight, Nick (1985) “Leninism, Stalinism and the Comintern”, Colin Mackerras ve Nick Knight (ed.), Marxism in Asia içinde. Londra & Sidney: Croom Helm.
Knight, Nick (1990) (ed.) Mao Zedong on Dialectical Materialism: Writings on Philosophy, 1937, Armonk, NY: M.E. Sharpe.
Knight, Nick (1991) “Politics and Vision: Historical Time and the Future in Mao Zedong’s Thought, 1936–1945”, Journal of Oriental Studies, 29 (2): s. 139–71.
Knight, Nick (1997) “The Laws of Dialectical Materialism in Mao Zedong’s Thought: The Question of “Orthodoxy”, Arif Dirlik, Paul Healy ve Nick Knight (ed.), Critical Perspectives on Mao Zedong’s Thought içinde. Atlantic Highlands, NJ: Humanities Press.
Knight, Nick (1997–98) “Mao Zedong and Working Class Leadership of the Chinese Revolution, 1927–1930”, China Information, 12 (3): s. 28-45.
Lacoutre, Jean (1967) Ho Chi Minh, Harmondsworth: Penguin Books.
Lenin, V. I. (1967) Lenin on the National and Colonial Questions: Three Articles, Pekin: Foreign Languages Press.
Lenin, V. I. (1969) Imperialism, The Highest Stage of Capitalism: A Popular Outline, Pekin: Foreign Languages Press.
McAlister, John T. Jr (1969) Vietnam: The Origins of Revolution, New York: Alfred A. Knopf.
Mao Tse-tung (1965) Selected Works of Mao Tse-tung, Cilt II. Pekin: Foreign Languages Press.
Mao (1975) Selected Works of Mao Tse-tung, Cilt I. Pekin: Foreign Languages Press.
Mao Tse-tung (1977) Selected Works of Mao Tse-tung, Cilt V. Pekin: Foreign Languages Press.
Marx, Karl (1964) (yayına hazırlayan ve giriş bölümünü kaleme alan: E. J. Hobsbawm) Pre-Capitalist Economic Formations, Londra: Lawrence and Wishart.
Marx, Karl (1971) A Contribution to the Critique of Political Economy, Londra: Lawrence and Wishart.
Marx, Karl (1973) (yayına hazırlayan ve takdim eden: David Fernbach) The Revolutions of 1848: Political Writings, Cilt 1. Harmondsworth: Penguin Books.
Meisner, Maurice (1982) Marxism, Maoism and Utopianism, Madison, WI: University of Wisconsin Press.
Pantsov, Alexander (2000) The Bolsheviks and the Chinese Revolution, 1919–1927, Richmond: Curzon Press.
Sawer, Marian (1977) Marxism and the Asiatic Mode of Production, Lahey: Martinus Nijhoff.
Schram, Stuart R. (1969) The Political Thought of Mao Tse-tung, Harmondsworth: Penguin Books.
Schram, Stuart R. (ed.) (1994) Mao’s Road to Power: Revolutionary Writings, 1912–1949, Cilt II: National Revolution and Social Revolution, Aralık 1920-Haziran 1927. Armonk, NY: M.E. Sharpe.
Schwartz, Benjamin I. (1951) Chinese Communism and the Rise of Mao, New York: Harper and Row.
Snow, Edgar (1972) Red Star over China, Harmondsworth: Penguin Books.
Wolf, Eric R. (1971) Peasant Wars of the Twentieth Century, Londra: Faber and Faber.

15 Aralık 2009

,

İran Gilan Sovyet Cumhuriyeti

İran Anayasa Devrimi [1905-11] üzerine çalışma yapmış tarihçilerin ekseriyeti, dönemin “sosyal demokratlar”ının fiiliyatta sosyalizm istediklerini varsayarlar. Niteliksel açıdan burjuvaziden uzak, toprak ağaları ve seçkinlerden müteşekkil bir “anayasal” hükümetle yüzleşen tarihçiler, gerçekte burjuva demokratik devrimin halkçı müdafileridirler.[1] Himmet Partisi’ne mensup sosyal demokratlar, hattâ kuzeyli Azerî kışkırtıcılar bile, Rus Azerbaycan’ında sosyalizm istememektedirler. İranlı sosyal demokratlar, Transkafkas muadillerinin katkısı ile İran’da cengelî hareketini içine alıp, Bakû Kurultayı’na, oradan İran Gilan Cumhuriyeti’ne [1920-1921] ve ötesine dek uzanan bir halkçılık geleneği teşkil ederler.

Birinci Doğu Halkları Kurultayı, sözkonusu siyasetin yeniden tasdiki noktasında önemli bir dönüm noktasıdır. Kurultay, İran devriminin kaderine dönük farklı fikirlere sahip İran komünist hareketinin iki tarafının çarpışmasına tanık olur. Çatışma, İran’da devrimin millî mi yoksa burjuva demokratik mi olacağı ile ilgilidir. Lenin, bu hususta Türkistan modeline dayanan bir proleter ve askerî devrim önermekte ve böylesi bir devrimin gerçekleşeceğine inanmaktadır. İran komünist hareketinin iki tarafı arasındaki ilk ayrışma, 1920’lerin başında Türkistan’da gerçekleşir. Bu aşamada, yereldeki bolşeviklerin Avrupamerkezciliği galebe çalar.

O günden itibaren esas mesele, 1915 Sonbahar’ında İran devrim sürecini yeniden başlatıp, Haziran 1920’de kuzey İran’da bir sovyet cumhuriyeti kuran, anti-emperyalist ve halkçı Gilanlı sosyal-demokratlar, yani cengelîlerle işbirliği kurup kurmamakla ilgilidir. Solun tüm siyaseti çöker; Bakû Kurultayı’nda devrim güzergâhı Moskova’nın katkısı, hattâ inisiyatifi ile değiştirilir. Bir kez daha İran devrimi millîleşir ve burjuva demokratik bir nitelik arz etmeye başlar, ardından Moskova İran milliyetçiliği ile tekrar uzlaşır. Gilan’daki devrimin tam kalbinde devrimciler yereldeki güçlerin hâkimiyetine dönük sovyetlerin saygı gösterdiğine ilişkin kimi ifadelere ve İran toplumunun içinden geçtiği tarihsel aşamanın komünistlerce kabullenildiğine tanık olurlar.

Göçmen Proleterler

[…] Sınır hattının ötesindeki ve yakınındaki köylerde, kasabalarda, mezarlıklarda ve mezar taşlarında tek bir insanın ismi görülür. Bunların hepsi kadın isimleri; sanki o kadınların şehri.

[Zeynelabidin Maragehi, İbrahim Beyk’in Seyahatnamesi]

Atlar, kediler ve köpekler dövülüyor, Astrahan’da polisler İranlıları dövüyorlar. Bunları kendi gözlerimle gördüm.

[Maksim Gorki, Çocukluğum]

Yüzlerce yıldır İran köylülüğü, hukukun olmadığı İran’daki hükümet sisteminin bir kurbanıdır. Doğu despotizmi olarak bilinen böylesi bir hükümet biçimi altında köylü, ekonomik sömürü ve politik zulüm piramidinin en altındadır. En üretken ama öte yandan da en güçsüz sınıf olan İran köylülüğü, yereldeki validen toprak ağasının kâhyalarına kadar herkese rüşvet ve vergi vermek zorundadır. Mal ithalatının doğurduğu korkunç sonuçlarla birlikte el sanatlarındaki üretimin düşmesine yaygın ve çarpık vergilendirmenin eşlik ettiği on dokuzuncu yüzyılda durum daha da kötüleşir. İthal mallara dönük talep ciddî oranda artarken, hammadde talebi azalır. İthalat giderleri pamuk, afyon ve ipek gibi ihracat ürünleri ile karşılanır. Bu, ne İran’daki üretim ilişkilerinde ne de sistemde herhangi bir gelişmeye yol açmayan tarımın ticarîleşmesi ile sonuçlanır. İhracat ürünleri üretiminin etkileri gıda maddelerinde enflasyona ve çarpık üretime yol açar.

Aynı zamanda el sanatlarındaki çöküş, nüfusun artmasına karşın piyasadaki emek arzında bir artışa yol açar. Ücretler düşer. Son tahlilde on dokuzuncu yüzyıl sürecinde emekteki artış, ücretlerdeki azalma ve artan vergiler, zanaatkârların iş aramak için köyleri terk etmelerine neden olur. Buna ek olarak on dokuzuncu yüzyıl sonunda kraliyet arazileri özelleştirilir ve bu da köylülüğün yaşadığı sömürüyü katmerler.

Toprak ağaları kraldan bile daha fazla kazanmaktadırlar. Köylüler ve zanaatkârlar Hindistan’a, Kuzey Afrika’ya, Türkiye’ye ve özellikle Rus imparatorluğunun güney bölgelerine, Transkafkasya ve Orta Asya’ya göç ederler.[2]

İran ekonomisi çökerken Transkafkasya ekonomik büyümeye tanık olmaktadır. On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde demiryolları inşa edilir, açılan kuyulardan petrol çıkartılır ve genel anlamda kapitalizm ciddî bir gelişme kaydeder. Ortaya çıkan işgücü talebini İranlılar karşılarlar. Büyük ölçüde İran Azerbaycan’ının kuzeybatı bölgesinden gelen İranlı göçmenlerin sınıf karakteri süreci belirler. İranlı köylüler ve zanaatkârlar, güney “Rusya”da bile kimi işler bulurlar.[3] İran sermayesini etkileyen diğer husus da Kafkas ekonomisidir. Bakû’nün yerlisi solcu bir İranlı komünist olan Mir Cevad Cevadzade’nin (sonrasında Cafer Pişevari’nin) hatıratında belirttiği üzere, 1917’nin sonunda şehirde elli bin üzerinde İranlı proleter olmayan insan mevcuttur.[4] Ancak Kafkaslardaki İranlıların büyük bölümünün ücretli işçi olduğunu bugün itibariyle güvenle söylemek mümkündür. Bu işçiler, Bakû’deki petrol sanayinde, bakır madenlerinde ve Hazar Denizi civarındaki limanlarda çalışmaktadırlar. Aralarında kanal kazma işinde çalışanlar da vardır. Ancak İranlı sanayi işçilerinin sayısı gerçekten de azdır; 1905’teki rakamlara bakıldığında, güney Rusya’daki İranlıların sayısı beş yüz bini bulmakta[5], bunların önemli bir bölümü tarımda çalışmaktadır.

Adalet Partisi: Sınıf Bilinçsiz Sınıf

Eski İran’ın son şahı, büyük İran cumhuriyetinin kurtarıcı adayı, Ahmed Mirza.

[Bayrak-i Adalet, 14 Temmuz 1917]

Yirminci yüzyılın başında Rus yetkililerin İranlılara ait kaydettiği pasaport sayısı bir milyon iki yüz bindir. Bunlar içinde Rus imparatorluğunu seyahat edenlerin beş yüz bini orada kalır ve iş bulur. Dolayısıyla İran komünizmi ilk tarihsel tecrübelerini İran bölgesinde değil, Kafkaslarda ve belli ölçüde de Türkistan’da yaşamıştır.

İranlı sanayi proletaryası sayıca azdır ve politik açıdan yeterince gelişkin değildir. 1905-07 Rus devrimi öncesi Bakû’deki petrol sahalarında çalışan İranlı işçilerin sayısı on bindir.[6] 1915’te yerli işçilerin tutuklanmaları ve savaş nedeniyle zorunlu askere alınmaları ardından İranlı işçiler toplam işgücünde yaklaşık yüzde otuzluk bir paya sahip olurlar.[7] İranlılar, başkalarının pek kolayca kabullenemeyeceği koşullarda çalışmaktadırlar[8], bu da yereldeki işçilerin ekonomik mücadelelerini sabote etmektedir. İranlı işçiler düşük ücretlere kanidirler. Onlar vasıfsız işçiler kitlesini meydana getirmektedirler. Bunların sahip oldukları ekonomik özlem, onların politik gelişmelerinin önündeki aslî engeli teşkil etmektedir. Bu işçilerin toplaştıkları yerler, Bakû bölgesindeki Sabunçi ve Balakhani’dir.

O günlerde Bakû, işçilerin etnik kökenleri temelinde derinden parçalanmış durumdadır. O yılların Bakû’sü üzerine yapılan çalışmalara öncülük eden Ronald G. Suny’nin de belirttiği üzere, şehirdeki genel eğilim, milliyetin işçi sınıfındaki statü farklılaşmalarında rol sahip olmasıdır. Milliyetler üzerinden oluşan düşmanlıklar, sosyal demokratların arzuladıkları birleşmeden çok işçi sınıfı arasında gerilimlere ve dağılmalara yol açan toplumsal ve ekonomik karşıtlıkları perçinler.[9]

Diğer önemli bir husus da yereldeki Azerîlerin yanında İranlıların en pasif işçiler olmalarıdır. Menşevik devrimci Eva Broido, 1904-05’teki İranlı işçilerin içinde yaşadıkları koşulları şu şekilde tarif eder:

“Önümüzdeki en temel güçlük, İranlıların beş parasız olduklarını güçbelâ fark ediyor olmaları gerçeğidir. İranlılar, Bakû için bile son derece sağlıksız olan, petrol sahalarının ortasındaki barakalarda ikamet ediyorlar. Sürekli bir aradalar ve dış dünyadan tümüyle tecrit edilmiş hâlde yaşıyorlar. İranlıların ekseriyeti ailelerini geride bırakmış, iş aramak için Bakû’ye gelmiş ve eve dönmek için hasretle yanıp tutuşuyor. Genizlerinden gelen sesleriyle bitmek tükenmek bilmeyen tekdüze ve nostaljik ağıtlar söyleyerek petrol kuyularındaki telâşsız işlerine eşlik ediyor ya da boş saatlerini geçiriyor. Söyledikleri şarkı, yaşadıkları o zor ve keyifsiz hayatı, ayrıca uzak vatanlarına duydukları hasretle Doğu’nun inatçı mistisizmini yansıtıyor gibi.”[10]

Suny’nin varsayımına göre Bakû’de Müslümanlar, sahip oldukları köylü arka planları sebebiyle en az politik ve en az devrimci olan kesimdir. Buna karşın onlar, diğer işçilerin yürüttükleri genel grevlere kitle hâlinde katılırlar. 1904’te gerçekleştirilen Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) ikinci kongresinde partinin Bakû komitesi ile işbirliğine giden, büyük çoğunluğu Azerbaycanlı olan Himmet (“İrade”) adında bir grup oluşturulur. Himmet, milliyet ya da etnisite temelinde değil, ancak bölgesel temelde parti kolu oluşturabileceğini söyleyen bolşeviklerin altın kuralına istisna teşkil eden bir örgütlenmedir.

Himmet’i kuran Azerî aydınların RSDİP (Bolşevik) ile bağları mevcuttur. Bu aydınlar aynı isimle bir gazete yayımlarlar ve gazetenin ilk sayısından itibaren İranlılar arasında sosyal demokrat örgütler kurmayı amaçlayan ajitasyon çalışması yapmaya başlarlar.[11] Ancak Himmet liderlerinin belli bir bölümünün bolşevik olmaması sebebiyle, örgüt RSDİP(B)’den kısmen özerktir. Bütün olarak Himmet’in özerkliği, Azerî ve İranlı işçilerin azgelişmiş sınıf bilinci ile ilgilidir. 1905’te gruba RSDİP(B)’den iki isim katılır ve bu kişiler sonradan partide kilit bir konuma yükselirler: Neriman Necefoğlu Nerimanov ve Meşhedi Azizbeyoğlu Azizbekov. RSDİP(B)’nin etkisi aynı zamanda Himmet’in üyesi olan partililerce sağlanır. Daha üst seviyede ise ikili arasındaki teması sağlayan, önde gelen bir bolşevik sima olan P. A. Çaparidze ve muhtemelen de Joseph Stalin’dir. Rusya’da 1905-07 devriminin patlak vermesiyle Himmet çar rejimi tarafından bastırılır. İlgili dönemin ardından Transkafkasya’da geriye çok az insan kalır.[12]

Parti, Şubat Devrimi’nin zaferini takiben, Nisan 1917’de yeniden dirilir. Neriman Nerimanov liderliği üstlenir, partinin üst konumlarına Azizbekov, D. Bünyatzade, S. İsrafilbekov ve A. Sultanov gibi tanıdık devrimciler getirilir.[13] Aynı dönemde Esadullah Gaffarzade liderliğinde İran’da başka bir politik parti kurulur. Bakû politikasının genel bağlamı dâhilinde şehirdeki işçiler arasındaki etnik parçalılık, kurumsal farklılaşma ve Adalet Partisi ismindeki bu partinin İran’daki faaliyeti tarafından perçinlenir. Dönem, parti kuruluşu için elverişlidir. Ancak bir göçmen cemaati olarak İranlıların parti ile birlikte taze bir güç buldukları pek de iddia edilemez. Aksine Rus imparatorluğundaki devrimci gelişmeler onları görece daha fazla etkiler. İranlıların politik bilinci hâlâ yeterli ölçüde gelişkin değildir.

1917 Mayıs’ına kurulan parti, aynı yılın Haziran’ında, Azerî dilinde Adalet Bayrağı isminde bir gazete çıkarmaya başlar. Haziran-Eylül arası dönemde beş sayı çıkartılır. Gazete Rus Geçici Hükümeti’ni İranlılara takdim eder ve üyelerinin fotoğraflarını yayımlar. Ancak öte yandan Lenin’in iktidarın alınması gerektiğini söylediği Nisan Tezleri gazete tarafından görmezden gelinir. Gazete, ayrıca Kafkas halklarının millî kahramanı Şeyh Şamil’i de göklere çıkartır. Sonrasında gazete, Ahmet Şah’ı gelecekteki İran cumhuriyetinin lideri olarak önerir.

Adalet Partisi’nin en dikkat çeken yönü, halkçılıktır. Adalet Bayrağı, Tahran’daki Cuma İmamı’na övgüler düzer ve İslâm’ın sosyal demokrasi için en iyi arka planı temin ettiğini iddia eder. Parti kuruluşunu Kur’an ayetleri ile ilân eder ve ilahi vahye dayandığını söyler. Ancak Adalet’in halkçılığındaki tek yön de bu değildir. 1917’nin sonunda parti İran’daki panislamist partiyi içine alır ve ardından 1919’da İran’daki “sosyal demokrat” yığınları örgütlemek için kurulmuş olan Demokrat Parti’nin Bakû kolu partiye katılır.

Toprak meselesi ile ilgili bir dizi tartışmada Adalet Partililer hem İran’daki hem de Rusya’daki kararlara dönük ilgilerini ifade ederler. Adalet Bayrağı’nın iddiasına göre İslam zulmün uzlaşmaz düşmanıdır, bu nedenle İslamî öğretilerin gölgesi ve İran halkının geçmişe ait fikirlerinde İranlılar için sosyal demokratik topluma dair uygun bir arka plan mevcuttur.[14] Adalet Partisi’ne göre sosyal demokrat bir parti, işçilerin, köylülerin ve küçük burjuvazinin çıkarlarını savunmalıdır.[15]

Bakû’de bolşevik iktidar Nisan 1918’e dek kurulmaz. Ekim Devrimi patlak verince Bakûlü bolşevikler hâlâ iktidarı ele geçirmekle meşguldürler. Her ne kadar politik alana hâkimler ve şehir sovyetinin liderliğini ellerinde tutuyorlarsa da bolşevikler politik iktidarı henüz tam anlamıyla ele geçirebilmiş değildirler. Sovyette farklı politik partiler mevcuttur ve bunlar birbirinden farklı çıkarları temsil etmektedirler; sovyetin hem şehirdeki Duma’da hem de Halk Örgütleri Yürütme Komitesi’nde düşmanları vardır. Bolşevik devriminin ardından politik güçler arası diziliş ve genel eğilim değişince komünistler, Ermeni ve Azerî milliyetçileriyle iktidarı paylaşmak ve bu hususta onlarla rekabet içine girmek zorunda kalırlar. Zamanla ortaya yeni politik güçler çıkar.

Bakû’de Adalet Partisi, düşük katılımlı bir dizi miting düzenler ve çoğunlukla İran konsolosluğu ile bir dizi ciddî çatışma içine girer. Zira Tahran hükümeti, partinin lideri Gaffarzade’nin faaliyetlerinden haberdardır. Ancak bütüne bakıldığında ilgili dönemde hem Adalet’in hem de Himmet’in faaliyetlerini şehirdeki RSDİP(B)’nin şemsiyesi altında, gizli olarak sürdürebildiği görülmektedir. Mart ve Kasım 1917 arasındaki dönem boyunca Himmet, kısmen sağda bir konum alır. Adalet Partisi’nin ve İranlı işçilerin azgelişmişliği dikkate alındığında bolşeviklerle kurulan bağlantının hata olmadığı görülmelidir.

Adalet Bayrağı’nın üçüncü sayısından itibaren parti, kendisini İran Sosyal-Demokrat İşçi Partisi (Adalet) olarak takdim eder; gazete ilk sayfasında, hem Azerîce hem de Rusça olarak, “tüm ülkelerin proleterleri, birleşin!” şiarına yer verir. Öte yandan, özellikle Mart 1918 sonundaki Bakû iç savaşı süresince gösterdiği eylemsizlik dikkate alındığında, Adalet Partisi’nin sahip olduğu özerkliğin keyfini çıkarttığı söylenebilir.

1918 Şubat’ının sonunda Bakû sovyet güçleri ile şehrin dışındaki Lenkoran’da konuşlanmış Müslüman milliyetçiler arasında çatışma yaşanır. Çatışmanın kaçınılmaz olarak Bakû’nün dışına yayılacağı açıktır. İlk kıvılcım, 30 Mart’ta Sovyet güçlerinin Müslüman Bölüğü’nü silâhsızlandırma gayreti ve sözkonusu bölüğün silâhsızlanmaya itiraz etmesi ile çakılır. Coşkusu had safhada olan Müslümanlar, sovyet birliklerine ara sıra ateş açarlar. Bolşevikler cevap olarak örgütlenip savaşa girerler. Sürpriz bir hareketle Ermeni milliyetçiler son ânda sovyet birliklerine katılmaya karar verirler. Bu karar pek de beklenmeyen bir şey değildir, zira Müslümanlar savaştan muzaffer çıktıkları takdirde, millî husumete binaen, savaş sonunda çanların Ermeniler için çalacağı kesindir. Savaş 31 Mart sabahında başlar. Müslümanlar geri püskürtülürler, Taşnaklar milliyetçi bir kindarlıkla intikam almaya başlarlar. Nihayetinde Bakû’deki iç savaşın millî niteliği tüm çıplaklığı ile su yüzüne çıkar. Tarihte “Mart Günleri” olarak bilinen savaş süresince İranlı işçiler edilgen bir tavır takınırlar. Katliamın bitmesini beklerler ve sahip oldukları Müslüman politik partisi kimliği ile savaşta taraf olamayacaklarını anlarlar. İranlılardaki edilgenliğin nedeninin bolşeviklerin talimatı olması imkânsızdır, zira Himmet savaşa doğrudan dâhil olmuştur.

“Mart Günleri”nin ardından bolşevikler iktidara gelirler ve Nisan 1918’de ünlü Bakû Komünü’nü kurarlar. Bakû’deki Müslüman milliyetçi parti Musavat (Eşitlik) şehirden kovulur ve mülteci olarak Gence’ye (Elizavetpol) yerleşir. Sonrasında Bakû Sovyeti’ndeki Müslümanların yegâne sesi Müslüman Sosyalist Büro olur. Büro, Adalet, Himmet ve Ruhullah Ahundzade liderliğindeki Müslüman Sol Sosyal Demokrat bir örgüt olan Akıncı’dan medya gelir.[16]

Kısa bir süre sonra Komün iki cephede krizle yüzleşir. Haziran sonunda Osmanlı ordusu Transkafkasya’ya doğru harekete geçmiştir. İkinci sorun ise Sovyet iktidarını genişleme gayreti için bolşeviklere muhtaç kılan o dayanılmaz koşullardır. İlgili dönemde Bakû, iki ayrı cephede, hem şehir içinde karşı devrimci güçlere hem de dış güce karşı savaşmaktadır. Aynı zamanda iki yabancı güç, Britanya ve Almanya, şehrin kontrolü için rekabet hâlindedir. Türklerin de arzusu Bakû’yü almaktır. İngilizler Bakû’ye girmek için kuzey İran’daki Gilan şehrinde uygun bekleyip fırsat kollamaktadırlar. Bolşevikler, kuşatma altındaki Bakû’ye Britanya güçlerini davet etmeme noktasında kararlıdırlar, ancak kaçınılmaz olarak yenilirler ve sovyetteki konumlarından istifa ederler.[17]

Osmanlılar 15 Eylül 1918’de Bakû’yü esir alırlar ve Azerî dostları Ermenilerden intikamlarını alıp “Mart Günleri”ni telâfi ederler. Söylenenlere göre birçok Adalet Partili de bu saldırılarda hayatlarını yitirir.[18]

Adalet Partisi: Yerelcilik ve Enternasyonalizm Arasındaki Yüzey

Osmanlıların Bakû işgali oldukça kısa sürer. Osmanlılar şehri terk edince geride bir milliyetçi hükümet de kalmaz. Türklerin hâlihazırda şehri kuşatma aşamasında olduğu dönemde büyük bölümü Musavat Partisi üyelerinden oluşan Azerî milliyetçileri bir araya gelerek, sovyetlere karşı mücadele etmek için “İslâm Ordusu” kurarlar. Şehirde Musavatçı “Müslüman Millî Konseyi”, Türklerin yüreklendirmesi ve onayı ile Azerbaycan Cumhuriyeti’ni kurar. Türkler şehri terk ettiklerinde Britanya, bir dizi önemsiz eleştirinin ardından, Azerîlerin cumhuriyetinin sınırlı bir kudret sahibi ve katı biçimde kontrol altında olmasının kendileri için avantajlı olacağını anlar. Britanya 17 Kasım 1918’de Bakû’ye girer ve Türklerden boşalan yerlere yerleşir. Azerbaycanlı milliyetçiler ve onların lideri Fatih Ali Han Khoiski Britanya’yı sıcak karşılar. Diğer sol sosyalistlerle birlikte kargaşa hâlindeki Adalet Partililer, yarı legal politik faaliyet yöntemlerini kabullenmek durumunda kalırlar. Ancak bolşevikler ve ötekiler “Bakû Komitesi”ni hızla örgütlemeyi becerirler. Bu aşamada Bakû şehrindeki işgücünün yarısını teşkil eden, geçmişte fazla temsil edilmemiş ve hattâ o güne dek görmezden gelinmiş olan Müslüman işçiler arasında tutamak noktaları bulmak gayesi ile daha fazla gayret sarfederler. Bu görev, bolşeviklerin müttefikleri olan Adalet Partisi’ne ve Himmet’e verilir.[19] 1919’un başında Bakû’deki bolşevik örgütlerin üye sayısı üç bini bulmaktadır ve bunların üçte ikisi işçidir.[20]

O günden itibaren Anastas Mikoyan liderliğindeki Bakûlü Rus bolşevikleri, Himmet ve Adalet Partisi’nin eskisi gibi bir özerk konuma sahip oluşlarına izin verme fikrini terse çevirmeyi düşünmeye başlarlar. Buradaki vurgu, Bakû’deki farklı milliyetleri birbirine bağlayan Müslümanlar arasındaki çalışmayla ilgilidir. Bu noktada bolşeviklerin şehirdeki komünist siyasete hükmetme ve yereldeki devrimcileri arkaplana atma gayreti içine girmeleri kaçınılmazmış gibi görünmektedir. Ancak asıl mesele bu değildir. Esas korkuyu Himmet ve Adalet yaşamaktadır.

İlk planda Mikoyan, Himmet Partisi’ndeki ayrışmayı körükler. Ayrışma, Temmuz 1919’da gerçekleşir. Azerî tarihçi Dzh. B. Guliyev’e göre Adalet Partisi’ne dokunulmaz. Guliyev’in de tespit ettiği üzere, Bakû Komitesi bu İranlı gruba görece daha az saygı duymaktadır, zira parti çok az sınıf bilincine sahiptir ve örgütsel açıdan zayıftır.[21] Adalet Partisi birçok hücresini Himmet ile paylaşmış, nihayetinde Merkez Komite’nin liderliği Himmet lideri Bünyatzade’nin eline geçmiştir. Mikoyan’ın gayretleri tüm sol politik güçlerin birliğini amaçlamaktadır ve bu doğrultuda o, sözkonusu güçlerin milliyetçi yönlerine kimi tavizler vermek zorunda kalır. Bir yandan Bakû Komitesi’ndeki arkadaşlarının oybirliği ile kendisine yönelik desteğini muhafaza etmeye çalışırken bir yandan da Tiflis’i karşısına alıp yereldeki partinin “Kafkasya sovyetinden Azerbaycan sovyetine” şiarını değiştirir ve Tiflis Kavkraikom’unu (Kavkazkii-Krayevoyo-Komitet, Kafkas Bölge Komitesi) ayaklar altına alır.[22] Azerbaycanlı komünistler, Himmet üyeleri, bir Transkafkas federasyonunun kendi toplumlarındaki politikada sahip oldukları rollerinin azalması gerektiğine inanmalıdırlar. Adalet Partisi ilgili meselede Himmet’i destekler görünür. Mikoyan, Bakû’deki tüm solu merkezîleştirip birleştirdiği takdirde bu gelişmenin Transkafkasya’nın birliği pahasına gerçekleşmesi gerektiğine, en azından bir süreliğine, inanır.

Kavkraikom Gürcü bolşeviklerin hükmü altındadır, Mikoyan onlarla girdiği tartışmada yenilir. Bu nedenle Transkafkasya Komiserliği merkezinin bulunduğu Moskova ve Astrakhan ile doğrudan bağlantı kurar. Ancak davasını gütmezden önce Mikoyan, Azerbaycan’da örgütsel özerkliğe muhtaç olan Himmetçilerle görüşmek zorunda kalır. Merkezle ve yereldeki komünistlerle de ilişki kurar. Mayıs 1919’un başında tek Azerbaycan Komünist Partisi fikrini ortaya atar.[23]

Mikoyan, Bakû’deki komünist liderin gayretleri aynı zamanda bölgedeki iktidarı ele geçirme yönünde yürütülen hazırlıkların bir parçasıdır. Lenin’e yazdığı bir mektupta partili işçilerin, özellikle Müslümanların gönderilmesini ve parti yazınının Rusça, Ermenice ve Azerice olmasını hususiyetle talep eder.[24]

27-28 Mayıs’ta Kavkraikom, Sergo Orjonikidze liderliğinde bir toplantı yapar, Orjonikidze toplantıda Mikoyan’ın argümanındaki sağlamlık karşısında ikna olarak bağımsız Gürcü ve Ermeni cumhuriyetleri için yeşil ışık yakar. Orjonikidze, bölgede silâhlı bir ayaklanma önerisi ile ilgili olarak Moskova’daki Merkezî Komite’yi de bilgilendirir. Toplantı, sovyet federalizmi temelinde üç cumhuriyetin Rus Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu ile birleşmesi yönünde bir karar alır.

Her hâlükarda Mikoyan, tam olmasa da, umduğunu bulmuştur. Temmuz 1919’da Himmet özerk Azerbaycan Komünist Partisi olarak kabul görürse de sınırlı bölgesel yetkilere sahip olacaktır. Azerbaycan ise sözüm ona bağımsız bir sovyet cumhuriyeti olarak tanınır.[25]

Kavkraikom, Bakû’nün kendi yetki alanından çıkmasına istemez, zira şehrin özerk durumunun diğer milliyetlere de örnek teşkil edeceğinden kaygılanılmaktadır. Ayrıca Himmet ve Adalet de tatmin edici bir konumda değildir. Himmet esas olarak Azerîler üzerinde yükselmek niyetindedir; Adalet’ten istenen ise İranlı göçmenler örgütü olarak kalmasıdır. İsimlerini Rus Komünist Partisi (Bolşevik) olarak değiştiren Bakûlü bolşevikler tüm diğer milliyetleri kabullenir. Adalet Himmet’in konumunu, ondaki Müslüman dayanışmasını destekler, ancak asıl önemli mesele aralarındaki örgütsel yakınlık ve Himmet’in Adalet liderliği üzerindeki etkisidir. Ekim sonunda her iki örgüt de bolşeviklerin tertiplediği toplantıya katılmayı reddeder. Sözkonusu toplantıda ayaklanma planları yapılacaktır.[26]

Ancak henüz Mart 1919’da, Bakû’deki sol politik örgütle konferansının ardından Adalet liderliği Himmet’çilerin eline geçer. Sonrasında Adalet, “İran Komünist Partisi (Adalet) ismi altında, RKP(B) ve Himmet ile birlikte bir dizi bildiri yayımlar. Ayrıca parti, Himmet gibi, bolşeviklerin programını kabul eder.

Kasım’da Müslüman örgütleri Bakû Komitesi tarafından çağrısı yapılmış, RKP(B) ile birleşmeyi tartışacak olan konferansı boykot ederler. Tadeusz Sviyetoçovski’nin varsayımına göre, “bu, Azerbaycanlı komünistlerin partilerinin millî kimliğini savunma çabalarının en üst noktasıdır.” Yazar ek olarak bolşeviklerin bu aşamada yerel güçlere aldırmadığını, Himmet ve Adalet taraftarlarını tek tek örgütlediğini söyler.[27] Ardından Moskova, Ocak 1920’de, tüm milliyetler için Azerbaycan’da tek parti olması kararını alır. “Himmet” ismi bölgesel ve millî koşulları ifade edecek biçimde “Azerbaycanlı” ismi ile değiştirilir.[28] İhtilaf, Şubat 1920’deki Azerbaycan Komünist Partisi kuruluş kongresine dek sürer.

Alabildiğine güçlü olan birleşmeye dönük direnç, Himmet ve Adalet liderliği arasında hüküm sürmektedir. Birleşme sanıldığından daha kolay gerçekleşir. Güliyev’e göre, bu grupların örgütsel çalışmaları berbat bir durumdadır. Adalet hücreleri bu süre zarfında hiçbir miting düzenleyemezler, hattâ üye kaybına uğrarlar.[29] İddiaya göre, Adalet’in Azerbaycan’da bağımsız İran komünist partisi olarak korunması fikri partinin Himmet’e destek olması sebebiyle, 1919 sonunda, terk edilir.[30] Oysa bu iddia gerçeği gözden kaçırmaktadır; esasında Adalet İranlı olmaktan çok Azerbaycanlı ve Rus’tur. 1920’ye dek, üç yıllık tarihinde parti İran ile doğru düzgün bir ilişki kuramamıştır.

Aralık 1919’da, RKP(B) konferansında, Sovyet bölgesindeki tüm millî örgütlerin dağıtılmasına ve bölgesel altbölümleri düzeyinde komünist parti ile birleştirilmesine karar verilir. Ancak Azerîler ve İranlılar için sorun, 11 Şubat 1920’de toplanan Azerbaycan Komünist Partisi kuruluş kongresine dek çözülmeden kalır. Kongrede Adalet ve Himmet temsilcilerinin sayısı oldukça fazladır. Adalet’in, Himmet’in ve RKP(B)’nin Bakû’den otuzar temsilcisi vardır. Diğer altmış delege, bölgelerdeki Himmet yanlısı komünist örgütlerden gelmektedir. Bu sayede Himmetçilerden ve Adaletçilerden oluşan çoğunluk, konferansın sonuçlarını belirleme imkânı bulur. 1919’daki tartışmalar yeniden su yüzüne çıkar.

Transkafkasya’da üç ayrı görüş ağır basmaktadır. İlki, Azerbaycan Komünist Partisi’nin sadece yereldeki Azerî komünistlerden oluşması yönündedir. Bu, ağırlıkla Himmetçilerin argümanıdır. İkinci görüşün sahibi Mikoyan ve destekçilerine göre Azerbaycan’daki tüm komünistler birleşmeli ve bölgesel temelde bir komünist parti kurmalıdırlar. Tiflis merkezli Kavkraikom’un ortaya attığı üçüncü görüş ise diğer iki görüşe ve esas olarak Azerbaycanlı bir partinin kurulmasına kökten itiraz eder.[31]

Ancak yereldeki dinamiklerin kongrede ezici çoğunluğa sahip olması, onların Rus bolşeviklerinin Bakû’deki siyasete hükmetme niyetlerinin olmadığı güvencesini vermelerini sağlar. Nihayetinde kongre, tüm sol politik örgütlerin Azerbaycan Komünist Partisi (Bolşevik) bayrağı altında birleşmesi yönünde bir karar çıkartır. Bu sonuç üzerine Himmet, Adalet ve RKP(B) birleşir. Ayrıca kongre, Himmet ve Adalet komitelerinin dağıtılmasını da kararlaştırır, ancak birleşik bir Bakû Komitesi oluşturulana dek bu komitelerin çalışmalarına devam etmelerine izin verilir.[32]

Adalet’in Bakû’deki hikâyesinde ikinci aşama, temelde radikalleşme ve proleterleşme ile ilgilidir. Ancak daha da önemlisi, bu süreçte, yerelde egemen olma fikri İranlı komünistlerin aklına bir biçimde yerleşir. İran devrimi sahnesine çıkmaları az çok kimi önemli sonuçlar doğurur ve bu adım onların Gilan’daki İranlı devrimcileri anlamalarına yardım eder. Ama esas mesele bu değildir. Bakû Kurultayı’na dek Gilan’daki komünist siyasete ilham veren, aslolarak Türkistan deneyimidir.

İran’ın Devrimci Partisi: İlk Çarpışma

İyi bir pratik işçi ama teorik açıdan zayıf.

[Haydar Han ile ilgili olarak Avenir Avisalumoviç Hanukayev]

Esasında babası Müslüman ama talihsizlik şu ki annesi Ermeni.

[Sultanzade ile ilgili olarak Mihail Pavloviç (Veltman)]

İran işçi sınıfını temsil ettiğini iddia eden ve onu harekete geçirmeyi amaçlayan tek parti Adalet Partisi değildir. Bugüne dek politik savaş alanlarının moloz yığınları altında kalmış başka bir radikal politik parti daha mevcuttur: bu partinin lideri, tarihe Ekim Devrimi kahramanı olarak geçen Haydar Tariverdiyev’dir (bilinen ismiyle Haydar Han Emmioğlu). Sovyet ve Sovyet yanlısı kaynaklar onu daima ortodoks bir bolşevik olarak takdim etseler de bu, pek uygun bir etiket değildir.

Haydar Han, 1880’de İran Azerbaycan’ında dünyaya gelir. Zengin bir ailenin evladı olan Haydar çok küçük yaşta Kafkaslara göç eder. Gence ve Tiflis’te mühendislik okur ve burada Makharadze, Orjonikidze ve hattâ Stalin gibi ünlü devrimcilerle dostluklar kurar. 1898’de RSDİP’e katılır.[33] Haydar esas olarak bomba yapmak ve kullanmak gibi uzmanlıkları olan Gürcü devrim okulunun bir mezunudur.

Tiflis Politeknik’ten mezuniyeti ardından mühendis olarak çalışmak üzere Meşhed’e gider ve burada küçük bir güç istasyonu kurar. Meşhed’de sosyal demokrat bir hücre oluşturmak için kolları sıvar, ancak başarısız olur. Hatıratında halkın başındaki ham liderlerden ve onların sosyalizm fikirlerini kavrayamadıklarından söz eder. [34] Bu gelişme üzerine İran toplumunun öznel koşulları Haydar için önem arz etmeye başlar.

1904’te Haydar Tahran’a gider ve burada devrimci faaliyet için görece daha olgun bir ortam bulur. Kendi ifadesine göre ilk sosyal demokrat örgütler burada kurulmuş hâldedir. Ana faaliyeti 1905 sonunda alevlenmiş Anayasa Devrimi’ni destekleme yönündedir. Genel kanaate göre bu dönemde Haydar terörist faaliyetlere iştirak etmiştir. Tarihçiler, onun 1907’de başbakan Atabek’e yönelik suikastta parmağı olduğu düşüncesindedirler. Bu olay üzerine tutuklanır, ancak bir süre sonra serbest bırakılır.

Dahası söylenenlere göre 1908’de Haydar, darbe yapıp anayasacıları ezen Muhammed Ali Şah’a yönelik suikastı da tertiplemiştir. İlgili dönemde Haydar Bakû’ye gider ve burada şahın ordusuna karşı bir tutum sergilemekte olan Tebrizlilerin desteği ile örgütsel çalışma yürütür. Kısa zaman sonra Tebriz’e giderek burada bomba yapımı ve kullanımında öne çıkan bir isim olur.

1909’da Tahran’ın fethinde rol alan ve Muhammed Ali Şah’ı defeden devrimcilere eşlik eder. Anayasa Devrimi’nin ikinci dönemi başladığında Haydar Demokrat Parti’nin oluşumunda fiilî olarak çalışır. O perde gerisindedir ve partinin örgüt adamı olarak çalışmaktadır. Ancak Haydar bu süreçte sayısız düşman edinir. 1911’in başında Behbahani isimli sağcı bir din adamına yönelik suikastın ardından sürgüne gönderilir. Haydar da bu sürgünde Kafkaslar ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gider.[35]

Birinci Dünya Savaşı başladığında İran siyasetindeki en radikal sima olarak Haydar Han diğer devrimcilerden farklı bir tavır içine girmez. Berlin’e gider ve Rusya ile Britanya karşıtı Merkezî Kuvvetler’le işbirliği kurar. 1915’in sonunda radikal milliyetçiler (“Göçmenler”) Tahran’ı tahliye ettiğinde destekçilerine şu bildiriyi gönderir:

“Tahran’daki merkezî hükümet İngiliz-Rus tehditlerinden kurtuldu, sözkonusu güçlerin İran’a dost olan elçilikleri Tahran’ı terk etti ama düşman olanlar orada kaldılar, gerçek vatanseverler de Tahran’dan kaçtılar, İran hükümetinin kendi payına bir hareket içine girmesi ülkenin bağımsızlığını muhafaza etmesi için artık tek bir ümit bile yok. […]

İranlı vatanseverler komitesi, gecikmeksizin, millî güçleri Tahran’a saldırmak üzere devrimci bayrak altında harekete geçirmenin, kuzey ve güney eyaletlerinin düşman işgaline karşı ayaklanıp ülkeyi kurtarmalarının gerekli olduğu hükmüne varıyor. Alman temsilcilerle birleşerek hareket etmek zorunluymuş gibi görünüyor. Genç Şah’ın kendisine ihanet eden çevresinden kurtarılması gerekiyor.”[36]

1915’in sonunda İran’ın önemli bir bölümü Britanya, Rus ve Osmanlı ordularının işgali altındadır. Aralarında radikal Demokrat Partililerin de olduğu İranlı milliyetçiler eski ve hâkim emperyalistlerin İran’ından kurtulmak için Merkezî Kuvvetler’in safını tutarlar. İran, cephede giderek ilerlemekte olan Rus ordusunun tehdidi altındayken radikaller Tahran’ı tahliye ederler ve 1917’nin başlarından beri Ruslara karşı mücadele ettikleri batıya doğru harekete geçerler. Haydar on bin kişilik güçlü bir İran ordusu kurmak için Almanlardan para ve silâh desteği talep eder. Almanlar Haydar’ın talebini karşıla(ya)mazlar, zira Haydar’ın en önemli talebi, kuracağı gücün tam anlamıyla bağımsız olmasıdır. Bu Almanların pek hoşuna gitmez.[37]

Kısa süre sonra Haydar Berlin’den ayrılıp Rusya’ya geçer. Bildiğimiz kadarıyla 1918’de Stalin yönetimindeki Milliyetler Komiserliği’nde çalışır. Görevi, milletlerarası propagandadır. Kasım’da Müslüman Komünist Örgütleri Merkezî Bürosu’nun örgütlenme çalışmalarına katılır.[38]

Birinci Dünya Savaşı süresince Demokrat Parti büyük güç kaybeder. Liderlerinin önemli bölümü İstanbul ve Berlin’e sürgün edilir. Bolşevik devriminin ardından parti politik sahnede yeniden yer almak ister ancak tüm göçmenlerin İran’a henüz dönmediği koşullarda bir politik örgütün alelacele kurulmasının uygun olup olmadığına ilişkin tartışmalar parti içinde ayrışmaya yol açar. Yeniden örgütlenmek isteyenler “Teşkilîler”, karşı çıkanlar ise “Zedd-i Teşkilîler” ismi altında ayrışırlar. Teşkilîler tartışmayı kazanırlar ve Britanya yanlısı siyasetçiler olarak siyaset sahnesine girerler.[39]

Demokrat Parti’nin sol kanatı 1919’da yeniden örgütlenir. Demokrat Parti lideri Süleyman Mirza İskenderî Tahran’da sol kanat mensuplarını Zedd-i Teşkilî adı altında toplarken, diğer bir lider Hasan Takizade de Berlin’de Encümen-i İnkilabîye Dünya (“Dünya Devrimci Derneği”) ismi altında gizli bir örgüt kurar. Bu dernek Jön-Türkleri ve radikal Almanları içinde barındırır. İngiliz kaynaklı bir rapora göre örgütün üssü Bern’dedir, Cenova, Lozan, İstanbul, Kafkaslar ve Bakû’de de kolları mevcuttur. Rivayete göre derneğin üyeleri arasında Haydar Han gibi önemli simalar da vardır.[40] 1920 Şubat’ında The Times, Takizade’nin ve yoldaşlarının “kızıl” planlar yapmakta olan Alman ajanları ile işbirliği kurduklarını iddia eder. Genel kanaate göre derneğin İranlı üyeleri Rus devrim okuluna mensup demokratlardır.[41]

1919’da Haydar Han’ı İran Devrimci Partisi’nin temsilcisi olarak buluruz. Görünüşe göre 1917’den itibaren Haydar Han Adalet’e alternatif bir parti kurma gayreti içindedir. 1919’da da Adalet Partisi temsilciliğinin bulunduğu Petrograd’da Haydar, Berlin’deki Takizade ve sol demokratlarla temasta olan İran Devrimci Partisi’ni temsil ettiği iddiasındadır.[42] 1919’da çeşitli mitinglere katılmak ve Rusya’da ikamet eden İranlılar için yardım faaliyetleri düzenlemek dışında pek bir şey yapmaz. Bir yandan da Sovyet edebiyatını Farsçaya çevirmekle uğraşır.[43] Ancak kısa bir süre sonra, 1920 senesinin başında “Kızıl Doğu” isimli propaganda treni ile Türkistan’a gelir. Beraberinde Leon Trotsky’nin bir emri vardır.[44] “Kızıl Doğu”nun politik komiseri Lenin’in özel görevlisi Georgii İvanoviç Safarov’dur.[45] Türkistan’da, aralarında İranlıların da olduğu çok sayıda Müslüman’ın mücadele kazanılması günün en öncelikli ödevidir ve bu ödevi de Haydar üstlenir.[46]

Bu esnada Bakû’de Adalet Partililer kendilerini yutmak için çalışan yereldeki RKP(B) ile mücadele ettiği dönemde Türkistan Sovyeti ve İran komünist siyaseti arasındaki temas noktası olarak benzer bir sorunu yaşamaktadır. Kısacası sorun, Türkistan’daki önde gelen bolşeviklerin Avrupamerkezciliği ile ilgilidir. Bolşevikler Doğu devrimine karşı ilgisizdirler ve bölgedeki siyasete hükmetmektedirler. Bölgedeki siyaset zamanla yereldeki bolşevikleri geri addeden Rusların hâkimiyetine geçer. Safarov, sözkonusu durumu şu şekilde izah eder:

“Türkistan’daki Rus devriminin sömürgeci bir nitelik arz etmesi kaçınılmaz bir durumdu. Türkistan işçi sınıfı sayıca azdı ve ne bir lidere ne programa ne partiye ne de devrimci bir geleneğe sahipti. Bu nedenle o, sömürgeciliğe has sömürüye karşı belli bir tepki ortaya koyamadı. Çar sömürgeciliği idaresi altındaki Türkistan’da sanayi proletaryası olma imtiyazı Ruslara aitti. Dolayısıyla proletarya diktatörlüğü, kendine has biçimde sömürgeci bir özellik kazandı.”[47]

Türkistan’da demokratlar 1917’den itibaren bolşeviklerden ve Adalet Partililerden bağımsız olarak örgütlenirler. Genel anlamda İran’daki muadillerine göre daha radikal olan bir sosyal demokrasi türünü benimser. Partinin her iki hizbi de İran’da toprak reformu talep eder. Bir taraf toprak ağalarına tazminat ödenmesine itiraz eder, diğer taraf ise tazminatın ödenmesi gerektiğini düşünür.[48]

Bir yandan Haydar, demokratları toparlayıp onları Sovyet iktidarına bağlı olacak İran Devrimci Partisi bayrağı altında toplamak için uğraşırken, bir yandan da onların 1921’de daha açık hâle gelecek olan millî ve demokratik devrim programının ideolojik açıdan benimsemelerini sağlamaya çalışır. Bu sebeple, İranlı demokratlara millî bir eğilim içindeki kimi bildiriler yazar.[49]

Haydar’ın fikirlerini ifşa eden bir belge, 1920’in başlarında Zhizn’ Natsional’nostei (Milliyetlerin Hayatı) dergisinde yayımlanır. Himmet Partisi lideri Efendiyev imzalı bu makale, Rus bolşevik liderlerinin avrupamerkezciliğine karşı bir dizi itiraz geliştirmektedir. Özünde yazarın derdi, bolşeviklerin İran’ı etkisi altına almaya başlayan devrimci dalgalara daha fazla dikkat göstermesi gerektiğini anlatmaktır. Niteliksel açıdan İran devrimi millî ve demokrattır, dolayısıyla dünya devriminin bütünleyici bir parçasıdır. Bolşevikler Doğu’daki devrimi inkâr etmeyi göze alamazlar. Bu argüman, dünya devrimi ile ilgili tartışmaya dönük bir katkı iken daha genel bağlamda sadece yereldeki devrimcilerin konumunu kabul etme değil, ayrıca Doğu’daki devrimin millî ve demokratik niteliğinin kabullenilmesine dönük bir taleptir. Sözkonusu makalenin sonunda Efendiyev, tüm fikirlerinin İranlı devrimci Haydar Han tarafından paylaşıldığını söyler.[50]

Türkistan’daki Adalet Partisi örgütleri ilgili dönemde taze bir güç edinirler. Azerbaycan’da olduğu gibi Türkistan’da da tüm radikal örgütler birleşip Türkistan Komünist Partisi’ni meydana getirirler. Ocak 1920’de RKP(B) ile dostane bir biçimde yaşadığı çelişkiden kurtulan Adalet Partisi aynı hedef doğrultusunda Türkistan’a kendi adamlarını gönderir. Bu isimler arasında en bilineni, Rus bolşevik Avetis Mikailyan Moskova’ya vardıktan sonra Kafkaslar’daki ve Türkistan’daki Adalet Partisi örgütleri ile birlikte çalışmakla görevlendirilir.[51]

Mikailyan’ın zihniyeti, içerideki bir yabancının, misal Londra, Berlin ve Paris caddelerinde gezen bir kişinin zihniyeti gibidir. Mikailyan’ın babası Sultan (soyadı Sultanoviç’tir.) bir Müslüman’dır; bir Hristiyan ismi olan Avetis Mikailyan’ın nereden geldiği bilinmemektedir. Muhtemelen annesi Ermeni’dir.[52] Temelde sözkonusu dönemde Mikailyan’ın İran için önerisi, Lenin’in Moskova ve Petrograd için sunduğu öneri ile aynıdır. Gayesi bolşevik devrimi kopya etmektir, ikiyüzlü radikalizmi dışarlıklı oluşunun bir parçasıdır. Türkistan’a Mikailyan ismi ile gelir ve Sovinterprop’a (Uluslararası Propaganda Sovyeti) katılır; ismini önce Sultanzade, ardından da Avetis Sultanoviç Sultanzade olarak değiştirir. Şovenist bir Rus grubunun kendi devrimi için mücadele ettiği Türkistan’da Mikailyan, İran devrimi için en mükemmel modeli bulur. (Bundan sonra Mikailyan Sultanzade olarak anılacak.)

Sultanzade Rus devriminin bir öğrencisidir. O sözkonusu devrimi İran’da tekrarlamaya çalışır ve bu noktada eski Adalet Partililer ve Haydar Han’la çelişkiye düşer. Haydar’a karşı mücadelesinde Sultanzade, bolşeviklerin avrupamerkezci yaklaşımlarının desteğini görür. Sonradan açığa çıktığı üzere Sultanzade’nin aklında dünya devrimi Kızıl Ordu’nun yeni bölgeler işgal etmesiyle genişleyen Rus iç savaşında somutlaşmıştır. Onda devrim, askerî niteliğe sahip proleter bir devrimdir ve Türkistan’da da devrim bu şekilde olmalıdır. 1920 öncesinde Sultanzade’nin İran komünist hareketine ilişkin meselelere karıştığına dair hiçbir işaret yoktur. Kuzeyden gelerek Türkistan’da yaklaşan İran devrimi için mükemmel bir model bulur. O Stalin’den önce stalinisttir.

Gerçekte İran ayaklanması bu anlamda Rus iç savaşının başka bir aşaması olmalı, yani Kızıl Ordu Bakû ve Türkistan’da yerleşik olan İran proletaryasının diktatörlüğünü kurması için müdahale etmelidir. Dolayısıyla Sultanzade, o güne dek İran yerelliğindeki hareketler, özellikle ülkenin kuzeyindeki cengelî hareketi için gerekli koşulu sağlamış olan bölgesel ayrılıkçılık unsurunu İran komünist siyaseti ile tanıştırır. İran Komünist Partisi (Bolşevik)’in, bolşeviklerin programını kopya etme gerçeğine rağmen Sultanzade, ilk kez İran toplumuna federalizmi tek bir kuşku duymaksızın önerir.

Diğer yandan Haydar başarılı bir diplomat olarak hem İran Devrimci Partisi hem de Adalet Partisi lehine konuşur.[53] Kısa bir süre sonra her iki taraf zıtlaşır, kimi dolaplar çevrilir ve aradaki farklılıklar çözülmeden bırakılır. Nisan 1920’de Türkistan’da İranlı komünistler konferansı toplanır. Bu dönemde Sultanzade ilk savaşı kazanır. Konferans, yaklaşan İran devrimine hem proleter hem de askerî bir nitelik bahşeden bir dizi kararı benimser. Konferans, İran Kızıl Ordu’sunun kurulmasını da kararlaştırır.[54]

Aynı dönemde Türkistan’daki yetkililer de bölgelerindeki Demokrat Parti’nin mevcudiyetine hoşgörü gösterme kararı alırlar. Parti içinde hizipleşmeyi körükleyip bir tarafın Adalet Partisi ile birleşmesini sağlarlar. Dahası bir türlü toplanamayan birinci Komintern kongresinde sol demokratlara temsil edilme sözü verilir.[55] Adalet Partisi kendisini resmen tasfiye eder ve bölgedeki komünist partilerle birleşir. Gerçekte ise partinin bölgedeki örgütleri 1920 sonuna dek faaliyetlerini sürdürürler.[56]

Bu süreçte Haydar Han, Bakû Kurultayı’nda yeniden ortaya çıkıp İKP(B)’nin liderliğini ele geçireceği Eylül 1920’ye dek İran komünist siyasetinin dışında tutulur. Öncesinde Haydar Han’ın aynı yılın Haziran ayında Gilan’da toplanan birinci parti kongresine katılması bile mümkün olamamıştır. [57]

Cengelî Hareketi ve İran Gilan Sovyet Cumhuriyeti

Çalıp çırpan bir baron o.

[A. Mikailyan’ın Küçük Han ile ilgili değerlendirmesi]

Küçük Han seçkin bir kişiliktir.

[M. Pavloviç]

Cengelî hareketi, İran’daki Britiş ve Rus emperyalizminin hâkimiyetine karşı bir dizi politik gücün ayaklandığı 1915 sonunda, millî isyanların yaygınlaştığı bir dönemde, Gilan’da doğar. Mirza Küçük Han liderliğindeki hareket Rus hattının gerisinde faaliyetlerine başlar, bu dönemde milliyetçiler Tahran’ı tahliye etmiş, İtilaf Devletleri ordularına karşı savaşmak için Almanlarla Osmanlıların yardımı ile bir ordu kurulmuştur. Bilinen isimleri ile “Göçmenler”, 1917 başına dek Rus ordusu ile batı İran’da ve Mezopotamya’da savaşırlar. Hareketleri tam anlamıyla milliyetçi bir niteliğe sahiptir.

Ancak cengelî hareketi Rus ve Britanya ordularının tüm tahripkâr saldırılarından kurtulmayı başarır. Göçmenler’in aksine bu hareket esas olarak İran bölgesindeki askerî işgalle ilgileniyor olsa da, Gilan’da kapsamlı bir toprak reformu gerçekleştirir. Anti-emperyalist bir cephe olarak cengelî hareketi Kafkas bolşeviklerinden Rus karşıtı ahund’lara (din âlimlerine) kadar uzanan politik güçler arasında oluşmuş bir bileşimin ürünüdür.

Bolşevik devriminin ardından, 1918’in başında cengelîler cumhuriyetçiliğe meylederler; Tahran’ı ele geçirme çabaları başarısız olur. İran toplumu derinlemesine parçalanmıştır ve ülkenin geri kalanı bu tarz bir eyleme hazır değildir. Güney İran Britanya işgali altındadır, kuzey bölgesi ise kısa süre sonra Rusların eline geçer. Kuzeybatı İran ise Osmanlıların elindedir. Cengelîlerin tarım politikalarını etkileyen önemli bir unsur da İran’ın parçalanmışlığıdır. Sözkonusu dönemde cengelîler, Tahran’ı ele geçirmedikçe toprak reformunun imkânsız olduğu sonucuna ulaşırlar. Bu tespit, Gilan cumhuriyetinin hayatta kaldığı süre boyunca sol İranlı komünistler arasında hoşnutsuzluk tohumlarının ekilmesine neden olur. Cengelîler, aynı ânda hem emperyalizme karşı savaşmayı hem de sınıf mücadelesi vermeyi başaramazlar.[58]

Kısa süre sonra Britanya ordusu, ilgili sahneye giriş yapar. 1918’de, cengelîlerin destekçileri olan Almanlar ve Osmanlılar I. Dünya Savaşı’nda yenilirler ve cengelî hareketi sağ kanada, İngilizlere ve Kazaklara teslimiyet ile sonuçlanacak olan bir iç çatışma dönemine girer. Çöküş süreci 1919’da başlar. Bu dönem süresince cengelîler hem Gilan’da hem de Bakû’de bolşeviklerle iyi ilişkiler kurarlar. 1919’da Adalet Partisi’nin taze bir güce kavuştuğu 1919’da cengelîler de Gilan’daki faaliyetlerini yoğunlaştırırlar. Aynı dönemde hayatta kalan cengelî liderleri eyalette radikal sosyalist örgütler kurarlar. 1919’un sonunda Kızıl Ordu’nun İran bölgesine ulaşması kaçınılmaz bir sonuç olarak gerçekleşir.[59]

28 Nisan 1920’de Bakû’yü ele geçirmiş olan bolşevikler 18 Mayıs’ta Gilan’a girerler ve Gilan’ın ana limanı Enzeli ile Reşt’ten İngilizleri kovarlar. Kısa süre sonra, 5 Haziran’da cengelîlerle bolşevikler arasında görüşmeler başlar; görüşmeler sonunda cengelîler bölgede Sovyet cumhuriyeti ilân ederler. İlgili güçler arasındaki ittifak koşulları ilk başta her yönüyle kabul edilir. Cengelîler bir yandan bolşeviklerle bir yandan da Sultanzade liderliğindeki Adalet Partisi ile görüşmektedir. Her şeyden önce bolşevik devrimi sonrası Sovyetler’in siyaseti İran’ın egemenliğine saygı üzerine kuruludur. Lenin, batı emperyalizmini zayıflatıp dünya devriminin gelişimini kolaylaştıracak İran burjuva milliyetçiliği ile uzlaşma arzusundadır.[60]

Adalet Partililerin gösterdikleri ilgiye bağlı olarak onlar da İran Anayasa Devrimi’nden 1920’ye dek uzanan süre zarfında İran’ın egemenliğine saygı gösterirler. Kafkaslılar, cengelîler dâhil tüm İranlı devrimci güçlere destek verirler. Ancak Adalet Partisi’nin liderliği artık o eski sosyal demokratların elinde değildir. Sultanzade gibi İran meselelerine karşı ilgisiz olan bir dizi yeni isim başa geçmiştir. Cengelîlerle bolşevikler arasındaki görüşmelerde cengelîler, komünist tedbirlerin Gilan’da alelacele uygulanamayacağı tespitini yaparak bu yönde bir karar alırlar.[61] Ancak eğilim olarak İKP(B), Sovyet siyasetini ve Transkafkasyalı sosyal demokrasi geleneğini karşısına alırlar.

İlk başlarda komünistler cengelîleri desteklerler ve Küçük Han’ı İranlıların “hürriyet müdafisi” olarak selâmlarlar.[62] Ancak Haziran 1920’de İKP(B)’nin Enzeli’de toplanan birinci kongresinde hâkim güç, beklenildiği üzere, Türkistanlı İranlılar ve Kafkasya’daki sol kanat mensuplarıdır.[63] Haydar Han ile İran Devrimci Partisi toplantıdan dışlanır ve Türkistan delegelerinin başı olan Sultanzade kongreye hükmeder. Aslolarak o ve Azerî sağ kolu Mehmed Quli Alihanov hitap eder delegelere. Kongre, Sultanzade liderliğindeki sol kanat Adalet Partililerin aşırı radikal bildirileri ile süreci bir biçimde dizginlemeye çalışan Sovyet temsilcileri Victor İvanoviç Naneyşvili ile Baturbey Lokmanoğlu Obuk (Abukov) arasında bir rekabete sahne olur.

Sunduğu raporda Sultanzade, İran’da devrimci durumun mevcut olmadığını söyler. Ancak gene de İran’daki Britanya idaresine ve şah hükümetine karşı devrimcilerin yürüttükleri mücadeleye toprak ağalarına karşı bir kampanyanın da eşlik etmesini önerir. Büyük ihtimalle Sultanzade, komünist reformların sömürülen köylülüğe devrimci bir güç katacağına ve Bakû’deki İran proletaryasının da devrime önderlik edeceğine inanmaktadır.[64]

Azerbaycan Komünist Partisi Merkez Komitesi temsilcisi Naneyşvili karşıt bir argüman geliştirir. Ona göre millî devrimi desteklemek komünistlerin öncelikli görevidir. Komünist bir devrim için zaman uygun değildir. Görüşünü desteklemek amacıyla Naneyşvili, 1905’te gerçekleşen ve Lenin’in demokratik halk devrimi değil, toplumsal bir devrim olduğunu söylediği birinci Rus Devrimi’ne atıfta bulunur. İran köylüsü yeterince gelişkin değildir ve devrime önderlik edebilecek yegâne örgütlü güç ise İran burjuvazisidir. İran sanayi proletaryasından mahrumdur, bolşeviklerin mücadelelerini tecrübe etmiş Kafkasya ve Türkistan’daki İranlı işçiler ise sayıca çok azdır ve devrime önderlik edebilecek yeterli düzeyde bir sosyo-politik örgütlülüğe sahip değildir.[65] Sultanzade’ye göre daha fazla muhalif olan diğer bir isim ise toprak ağaları ile işbirliğine gitmeyi arzulamakta olan Abukov’dur. Bu amaçla Abukov, cengelîlerin radikalizmine karşı komünistleri ikaz eder:

“Özel bir dikkate mazhar olabilecek yegâne şey, İran bölgesindeki Küçük Han ve sovyet iktidarının oluşmasıdır. Ancak eğer bugün burjuvazi Britanya’ya karşı ayaklanmıyorsa ve Küçük Han’ı desteklemiyorsa bunun nedeni, büyük bir hata ile İran’da bir sovyet iktidarının tesis edilmiş olmasıdır.”[66]

Dolayısıyla, ironik biçimde bolşevik devrimin acil endişeleri, hem kongre kararlarına uluslararası bir nitelik kazandırır hem de Rus bolşeviklerinin desteği ile Doğu’daki komünist hareketin üzerinde hâkimiyet kurmuş olan Avrupamerkezci komünistlerin, yani sol komünistlerin ellerini zayıflatır. Rus imparatorluğunda millet meselesine dönük yaklaşımları ile bolşeviklerin İran gibi yarı-sömürge ülkelere dönük yaklaşımları farklıdır. Kongre komünistlerin Britanya emperyalizmine ve onların kontrolündeki şah hükümetine karşı mücadele etmeleri kararını alır. Diğer kararlar arasında Sovyet Rusya safında dünya kapitalizmine karşı mücadele etmek”, bu dava uğruna tüm unsurları desteklemek, köylülerle işçiler arasında ajitasyon faaliyeti yürütüp onları eyleme geçirmek ve sınıf mücadelesi ile “iktidarın ve toprağın” ele geçirileceği güne dek komünist örgütler inşa etmektir.[67] Kongre sonunda Sultanzade, Ağazade, Cevadzade (Peşevari), Alihanov gibi sol komünistler merkez komiteye seçilirler.[68]

Ancak sol kanat uslanmaz. Sultanzade daha ileri gider ve İKP için RKP(B)’nin programını benimser.[69] 19 Temmuz 1920’de Komintern’in ikinci kongresine iştirak eder ve burada, İran’da komünist devrim ile ilgili argümanlarını tekrarlar. Lenin, Gilan Cumhuriyeti’nin ilân edildiği gün Millet ve Sömürge Meseleleri Üzerine Ön Tezler başlıklı çalışmasını takdim eder. Lenin, sömürge dünyasındaki burjuva demokratik devrimlerin desteklenmesi önerisinde bulunur. Ancak Hindistanlı komünist M. N. Roy’un itirazı sonucu kongre, millî kurtuluş hareketleri arasında ayrım yapma kararı alır. Lenin, “burjuva demokratik” tabirini “millî devrimci” ile değiştirmeyi önerir. Bu sayede Lenin, koyunları keçilerden ayırmaya çalışır. Sadece “sömürülen köylülüğü ve kitleleri devrimci bir ruh içinde eğitme ve örgütleme işini engellemeyen” kurtuluş hareketlerinin desteklenmesini önerir.[70] Ancak Lenin ekler: “Şüphesiz ki her türden devrimci hareket yalnızca millî bir devrim olabilir, zira geri kalmış ülkelerdeki halk kitlelerinin ezici çoğunluğu burjuva kapitalist ilişkileri temsil eder.” Lenin’in bu tespiti göz ardı edilir. Ancak tartışmaların nihaî sonucunda kongre kararı sol komünistlerin yaklaşımına uygun olarak biçimlenir.

Tartışmalara katılan Sultanzade, öne sürdüğü tezinde İKP(B) programında sunduğu argümanı tekrarlar. İddiasına göre ticaret kapitalizmi 1870’lerden itibaren Doğu’da gelişme imkânı bulmuştur. Hâkim sınıflar arasında yoğun bir çatışma ortamı oluşmuştur. Büyük toprak ağaları sömürgecilerin safında iken şehir burjuvazisi ülke içine yönelik müdahalelere muhalif olagelmiştir. Bu, her ne kadar millî karaktere sahip olsa da, burjuvazinin zayıflığına borçlu olarak, kaçınılmaz biçimde sosyalist aşamaya geçecek bir devrim için büyük bir imkân sunmaktadır.[71]

Elde ettiği başarılar karşısında çılgına dönen Sultanzade, argümanını kongrenin 28 Temmuz’daki beşinci oturumunda da tekrarlar. Bu sefer belli bir hüsnükuruntu ile eklediği kimi değişiklikleri gerçekleştirme cesaretini bulur kendisinde. Sözlerine “feodal ya da yarı-feodal” ülkelerde sovyetler kurma önerisi ile başlar. Bu konuşmasında sözkonusu ülkelerin 1870’lerden beri ticaret sermayesinin hükmü altında olduklarını söyler. Aynı zamanda sömürgecilik ona göre millî sanayinin gelişimini ciddî anlamda kösteklemiştir. Sultanzade, hâkim sınıflarla ilgili bu sözleri sarf ederken, toprak ağalarından bahis açmaktan alabildiğine kaçınır. Üstü kapalı olarak İran’daki hâkim sınıfların tüccarlarla burjuvazi olduğunu ve bunların emperyalizme karşıt yönde hareket ettiklerini iddia eder. Devamında Sultanzade, mevcut olduğu iddiasındaki devrimci durumun millî aşamadan sosyalist aşamaya geçmekte olan bir devrime imkân hazırladığı ile ilgili tespitini tekrarlar.[72]

Sultanzade’nin arzusu, İran’da komünist devrimin hemen gerçekleşmesi yönündedir. Bakû Kurultayı’ndan beri o, komünist devrimin proleter mi yoksa proletarya liderliğindeki bir köylü devrimi mi olacağına ilişkin çerçeve arasında salınıp durmuştur. Fikriyatında ne bir özgünlüğe ne de bağımsızlığa yer vardır. Bu noktada resmî Sovyet tarihçisi Pokrovski’nin yaklaşımı ile bir karşılaştırma yapmak mümkündür. Pokrovski, Rusya’nın 1870’ler öncesi uzun süre ticaret sermayesinin hâkimiyeti altında olduğu iddiasındadır.[73] Görüldüğü üzere bolşeviklerin hâlihazırda kendi devrimlerini tarihsel düzlemde gerekçelendirme noktasında sorun yaşadıkları yerde Sultanzade, bu devrimi İran’da tekrarlamak niyetindedir.

1920 yılı boyunca Komintern’deki argümanlarını desteklemek adına Sultanzade, Stalin idaresindeki Sovyet Milliyetler Komiserliği yayın organı Milletlerin Hayatı dergisinde bir dizi makale yayımlar. Bu makalelerde o tüm öteki politik partilerin meşruiyetine itiraz eder ve beklenebileceği üzere üye sayısı on bini bulduğu iddia edilen komünist partiyi yegâne meşru ve halkçı politik parti olarak selâmlar. Sultanzade’nin karşı çıktığı diğer bir çevre de sosyal demokratlardır. O, 1920 başında Tahran hükümetine karşı isyan etmiş olan Muhammed Kiyabani liderliğinde Azerî komünistlere zulmetmiş ve öldürmüş olan Tebrizli demokratlara karşı oldukça hoşgörülü bir tutum sergiler. Tebriz olayını ilk kez Haziran’da toplanan birinci İKP(B) kongresinde duymuştur. Görünüşe göre onun asıl derdi, Tebrizli demokratlar yerine komünistlerle işbirliğine gitmiş olan cengelîlerledir.[74]

Lenin’in ricasıyla Sultanzade, sonrasında Rus yoldaşı Mihail Pavloviç (Veltman) ile birlikte Ağustos 1920’de başka bir tez üretir. Bu sefer kimi çelişkiler ihtiva eden yaklaşımını ve fikrini değiştirir. Hareketin esas görevleri, İran’dan İngilizlerin kovulması ve şah hükümetinin devrilmesi olarak belirlenir. Aynı zamanda İKP(B) toprak ağalarının elindeki toprak mülkiyetinin tasfiyesi ve köylülere toprakların dağıtılması yönünde çalışmalıdır. Komünist parti bu üç hedef doğrultusunda çalışan “tüm devrimci unsurları” destekler.

Pavloviç ve Sultanzade’ye göre İran’da “komünist tarımın hızla gerçekleşmesi” imkânsızdır, ancak onlar gene de sovyetleştirilmiş bir İran önerisinden vazgeçmezler. Ana talepleri, partinin devrimin liderliğini ele geçirmesi ve işçilerle köylüleri devlet aygıtını üstlenmeleri için hazırlaması noktasında İKP(B)’nin (silâh, para ve insan gücü bakımından) destekleyecek yegâne unsurun Sovyetler olması yönündedir. Bir kez daha bu iki isim, Kızıl Ordu’nun yardımıyla İran’da askerî bir devrimin gerçekleşmesi önerisinde bulunurlar.[75]

Komintern’in ikinci kongresi Lenin’in siyaseti dışında bir karar almış olmasına karşın, kongrede duydukları Sultanzade’ye kâfi gelmiştir. Lenin’den “sadece devrimci millî hareketler”in destekleneceğini duymuştur. Ayrıca Roy’un tezi de devrimci hareketin liderliğinin acilen ele geçirilmesine imkân vermektedir. Tartışmanın sonucu üzerine Sultanzade, üç gün sonra, 31 Temmuz’da, kimi Bakûlü bolşeviklerin onayı ile komünist bir darbenin gerçekleştiği Gilan’a yönelik pratik çıkarımlarını aktarır.[76] Sultanzade’nin cengelî hareketi (hattâ İKP(B)) tarihine dönük cehaleti, onun darbeyi meşru görmesi için gerekli ideolojik zemini sunar.

4 Ağustos’ta Tiflis’te yayımlanan Slovo gazetesi, Gilan’daki yeni komünist hükümetin resmî bildirisine yer verir. Bildiride şu değerlendirme yer alır: “Küçük Han’ın geçici hükümeti, İran devrimci hareketine başarıyla önderlik edemediğini ve emekçi kitlelerin ihtiyaçlarını karşılayamadığını göstermiştir.”[77] sonrasında İKP(B) üyeleri ve sol kanat cengelîlerin lideri İhsanullah Han, “İran Geçici Devrimci İran Komitesi”ni kurarlar.[78]

Ormana çekilen cengelîler boş durmazlar. Küçük Han, Sovyet dışişleri komiseri Çiçerin’le buluşmak üzere Moskova’ya bir heyet gönderir. Devrimci kadrolara, darbenin liderlerine, Gürcü bolşevik Budu Mdivani’ye, Haydar Han’a ve hattâ Lenin’e bir dizi açık mektup yazar. Bu çabaları 1921’ye dek hiçbir sonuç vermez.

Kısa süre sonra Geçici Devrimci Komite Gilan’da savaş komünizmine dayalı bir rejim tesis eder. Toprak reformunu gerçekleştirmeye çalışır, ancak başarısız olur. Toprak ağalarına karşı yürütülen askerî mücadele bozgunla sonuçlanır. Gilan cephesi bütünüyle çöker. Sovyet tarihçilerinin iddiasına göre, yeni rejim halka, özellikle köylülüğe yabancıdır.[79] Esasında sol her konuda başarısızdır. Bakû Kurultayı sonrası, partinin eski merkez komitesi dağıtıldığında üyelerinden Avenir Hanukayev bu hususu RKP(B) merkez komitesi ile Komintern Yürütme Komitesi’ne rapor eder:

“İran’da hangi siyasetin yürütüleceğinin bir türlü anlaşılamaması, eski merkez komitesinin yaptığı çalışmaların karakteristik bir özelliğidir. Müslümanların dinî hisleri hor görülmüştür (bir mollanın evine genelev açılmış, Allah’ın varlığı mitinglerde inkâr edilmiştir vs.). Eski toprak ağalarından toprak almış olan yeni sahipler aracılığıyla köylülerin sırtındaki vergi yükü iki katına çıkmıştır. Bu borcu ödemek için köylü, çoğunlukla elinde kalan son ineği de satmak zorunda kalmış, şah hükümetinin yönetimi altında yaşanandan farklı bir gelişme olmamıştır. İKP merkez komitesi İran’daki devrimin, Rusya’da uygulamaya konulan ilkelerden tümüyle farklı ilkelere dayanması gerektiği anlayışından uzak durmuştur. İran’da devrim, İngilizleri ülkeden kovma ihtiyacıyla değil, yarı-feodal bir ülkede sosyalist bir nizam tesis etme türünden yanılsamalarla birlikte ilerlemiştir.

Bu süreçte köylülük bizden ürkmüş, çiftlik işçileri bizi hiç anlamamış ve nüfuzumuzdan çıkmıştır. Esas olarak küçük tüccarları ve köylüleri etkileyen ‘burjuvazinin mallarına el konulması’ olarak nitelediğimiz tedbir, Doğu’da küçük ve hattâ orta burjuvazinin etkisizleştirilmesi amaçlı Doğu siyasetimize muhalif bir seyir izlemiş, eski toprak ağalarından köylülerden vergi toplama (hattâ bu vergilerin dayatılması) noktasında ilkesiz biçimde istifade edilmesi, nihayetinde kitlelerin gözünde bizim değerimizi düşürmüştür.”[80]

Birinci Doğu Halkları Kurultayı (Büyük Şölen)

O bir gezinti, bir gösteri ve bir şölendi. Asyalı proleterlerin toplantısı olarak o akıl almazdı.

[H. G. Wells, Russia in the Shadows (Gölgeler Altındaki Rusya), 1920]

1-8 Eylül 1920’de Bakû’de toplanan Birinci Doğu Halkları Kurultayı, ciddî ve önemli bir politik toplantıdan ziyade bir dizi halkın iştirak ettiği bir geçit töreni olarak dikkatleri üzerine çeker. Dönemi için bolşeviklere sempati duyanlar, Alfred Rosmer gibi profesyonel devrimciler ve H. G. Wells gibi dost gezginler bu tarz ciddî meseleleri kavrama noktasında sahip oldukları Avrupamerkezci yaklaşımlarını terk edemezler.[81] Britanya İmparatorluğu’nun muhafızları gibi bolşeviklerin devrimci önerilerini tehdit olarak görenler ise kurultayın önemsizliğine ilişkin çeşitli hikâyeler yazarlar.[82]

Ancak bu tarihsel olay, bolşevik devrimi tarihindeki kimi önemli noktalara işaret eder. Gerçekte o, Gilan Cumhuriyeti’ne dönük dolaylı hiçbir ifade taşımaz. Stephen White’ın tespitine göre, Bakû Kurultayı, Komintern’in ikinci kongresinde alınan kararların yeniden onaylanması ile ilgilidir.[83] Bir şekilde kurultay, aynı meselelerin ikinci kez tartışılmasından ibarettir, ancak bu sefer, özellikle Doğulu katılımcılar bağlamında, kurultay bileşimi diğerine nazaran farklıdır. Doğu devrimi ile ilgili tartışmalara katılmış olup Komintern’in ikinci kongresi dışında tutulmuş olan Doğulu devrimciler sahne alarak millet ve sömürge meseleleriyle ilgili o büyük tartışmayı tekrarlarlar. Muhtemelen Doğu devrimcileri arasındaki en önemli grup, 1920’nin başından beri Doğu’nun meseleleri ile uğraşmakta olan Haydar Han liderliğindeki İranlıları da içeren Türkistanlılar grubudur. Bu grup, Rus proleter güçleri ile ilişkilere dönük şikâyetleri iletmek için kurultaya katılır. Zhizn’ Natsional’nostei, Türkistan’daki Rus işçi sınıfının hâkimiyeti ve sınıf mücadelesiyle ilgili katı formüle dönük itirazlarına dayalı görüşlerini tam anlamıyla henüz iletmemiştir. Ama gene de sözkonusu grup kurultaya katılıp Doğu’nun devrimci potansiyelinin dünya devrimi için vazgeçilmez olduğu tespitlerini ısrarla vurgular.[84]

Gizlilikten kurtulup dünya sahnesine yeniden çıkan Haydar Han ve destekçileri şikâyetlerini kurultaya iletirler. Sovyet iktidarına bağlanma ve İran’da millî devrimi teşvik etme olarak özetlenebilecek çifte görev doğrultusunda Haydar Han, millet ve sömürge meseleleriyle ilgili leninist görüşler üzerinde durur. Bu sebeple Haydar Han’ın Bakû’deki mevcudiyeti, göz ardı edilip parçalanmış olan leninizmin yeniden otorite tesis edişi olarak görülebilir.

Kurultayda (birkaç Persli ile birlikte) sayıları 192 olan İranlılar Türklerden sonra en büyük ikinci grupturlar.[85] Haydar zamanla gösteriyi ele geçirir ve tartışma sürecinde hâkim bir konuma gelir. Haydar Han kurultayda iki özel mesele hakkında sözler sarf eder. İlk meseleyle ilgili olarak İran devriminden ve Sovyet desteğine dönük talepten söz eden Haydar Han, İranlıların devrimlerini kendi başlarına başarmaları gerektiği önerisinde bulunur. Ancak garip olan şu ki o, aynı zamanda komünist bir devrimi savunmaktadır. Haydar Han’ın aklında İran’ın egemenliğine saygı duyulduğu ölçüde devrimin doğasının komünist kalacağı vardır. Dünya halklarının sınıflara göre bölündüğü tespiti ardından Batı emperyalizmini şiddetle eleştirir. Devamında dünyadaki devrimci durumla ilgili tespitlerini sıralar ve son olarak kuzey İran’daki Sovyet rejiminin Tahran’da planladığı yürüyüşten bahseder.[86]

Kurultayın beşinci gününde Haydar Han platforma tekrar çıkar ve milliyetçi bir konuşma yapar:

“Eğer İranlılar İngilizler tarafından yalnız bırakılacak olurlarsa, evlerini düzene sokup kendileri için yeterli üretim yaparak sanat ve edebiyat gibi alanlarda kendilerini yetiştirecek yeterli ölçüde boş zaman bulurlar. Böylelikle onlar, komünist dünya için bir kale ve Rusya ile Doğu arasındaki birlik için gerekli bağ olabilirler.”[87]

Konuşmaları ile Haydar Han, sadece İranlı milliyetçilerin değil, Gilan’daki rejimin politikaları karşısında hayal kırıklığına uğramış hatırı sayılır miktardaki İranlı komünistin de desteğini almaya çalışır. Görünüşe göre o sözkonusu desteği alır. Ancak bu destek kimi dertlerden ve çatışmalardan da mahrum değildir. Kurultay devam ederken sahne gerisinde iki komünist hizip yazınsal düzeyde boğaz boğaza gelir. Haydar Han’ın İran Devrimci Partisi ile Adalet Partisi arasında cereyan eden çatışma parti sınırlarını aşar ve önemli sayıdaki Adalet Partiliyi Haydar Han’ın yanına çeker. Kurultayda kimi Adalet Partililer Haydar Han’ı desteklemeye başlarlar ve bu süreçte “fanatik solcu inançlar”ı ile bilinen Ağayev Kardeşler’in gazabından kurtulmayı başaramazlar.[88]

Nihayetinde çatışma Haydar’ın lehine sonuçlanır. Bakû Kurultayı ile ilgili bir İngiliz raporuna göre Bakû’de İran Merkez Komitesi” kurulur.[89] Muhtemelen bu, Haziran 1920’de birinci parti kongresinde oluşturulmuş olan İKP Merkez Komitesi’nin alternatifidir.

Komünist isyancılar grubunun sayısı 121’dir. İranlı delegelerden oluşan bu hayli güçlü grup 4 Eylül’de bir araya gelip parti merkez komitesi aleyhinde bir karar çıkartır. Haydar Han’ın konuşmaları sonrası (eski Tebrizli sosyal demokrat) Arşavir Çilingiryan ve diğerlerinin teşkil ettiği isyancılar grubu eski merkez komitesine karşı bir dizi suçlamada bulunur; bu suçlamalarda Gilan’da köylülere yabancılaşıldığından, çok sayıda işçinin partiden kovulduğundan ve cengelîlerden kopulması sürecinde yaşanan hoşnutsuzluklardan bahsedilir. Toplantıda, merkez komitenin dağıtılmasına ve incelemede bulunması için bir komisyonun kurulmasına, yeni bir kongrenin toplanması için toplantı katılımcıları arasından geçici bir ekibin çıkartılmasına ve seçilecek olan merkez komitenin tam yetkiyle donatılıp İKP(B) kongresini toplamasına karar verilir.[90]

İranlı komünistlerin isyanı, esasında daha kapsamlı bir hoşnutsuzluğun yansımasıdır. Aynı dönemde aralarında Muhammed Ahundov (Ahundzade) gibi Adalet Partililerin bulunduğu yirmi bir kişilik bir grup Bakû Kurultayı’na Sovyetler’in Doğu’daki yaklaşımlarına eleştirel yaklaşan bir karar sunarlar. Bir yandan delegeler, yereldeki devrimcileri iktidardan uzak tuttukları için Rusları eleştirirlerken, bir yandan da Doğu devriminin esas olarak burjuva demokratik ve anti-emperyalist karakterde olması gerektiği iddiasında bulunurlar.[91]

Yeni merkez komitenin oluşumu sonrası yeni gelenler diğer milliyetlere mensup delegelerin desteği ile Moskova’ya temsilci gönderirler. Amaçları Lenin ile buluşmak ve ileriki aşamada yürütülecek politik eylemlerle ilgili talimatlar almaktır. Ahundzade’nin iddiasına göre hastalığına rağmen Lenin kendilerini huzuruna kabul etmiş ve (kendisi Adalet Partili olmasına karşın) Haydar Han hizbinin ortaya attığı argümanları yinelemiştir. Lenin, hayal kırıklığına uğramış olan komünistlerin hislerini paylaşmıştır. Ahundzade’nin söylediğine göre kendisi Bakû’ye Lenin ile birlikte Stalin’den önce varır, bu, Komintern’in onayını alan bir ziyarettir. Gayretleri sonucunda merkez komitenin üçte ikisi görevlerini bırakır ve yerlerini yeni bir merkez komite oluşturmak için bir araya gelmiş olan Haydar taraftarları alır.[92] Kurultayın diğer bir katılımcısına göre parti, merkez komitenin yeniden seçilmesi gerektiği kararına varmıştır. Sonuç olarak 11 Eylül’de Haydar Han partinin genel sekreteri olarak seçilir.[93]

Hem Haydar Han hem de Sultanzade kurultay sonunda o ünlü Eylem ve Propaganda Konseyi’nde görev alırlar. Konsey üyelerinin seçilmesi ile, tek başına kalan bir isim İran devriminin konumunu şu şekilde ifade eder: “İran sözkonusu olunca her şey kuraldışı işliyor!”[94] Elbette bu isim, İranlı komünistler arasındaki iç mücadeleye de işaret eder.

Ancak Haydar ve Sultanzade farklı kaderlere sahiptir. Sultanzade Orta, Asya gezisine çıkan “Kızıl Doğu” isimli propaganda treninde Haydar’ın yerini alır, Haydar ise Bakû Kurultayı başkanlık heyetine seçilir. Elbette İKP(B) ve İran Devrimci Partisi’nin dışında duran cengelî delegeleri de kurultaya katılırlar. Sovyet tarihçisi G. Z. Sorkin’e göre, kurultayda dokuz İranlı devrimci hazır bulunur.[95] Kaynaklara göre sözkonusu devrimciler, kurultayın örgütleyicisi ve Haydar’ı destekleyen bir isim olan “Sergo” Orjonikidze’ye başvururlar, ancak bir kez daha bu tip faaliyetler İKP(B)’nin muhalifi değil, rakibi olarak değerlendirilir. Cengelîler, kendi devrimlerine Sovyetler’in yardım etmesini ve Komintern’in bu devrimi tanımasını talep ederler.[96] Bu süreçte cengelî delegeleri oldukça faaldirler. 28 Ekim 1920’de Tiflis’te yayımlanan Slovo gazetesinin bildirdiğine göre, Bakû’de Küçük Han’ın, biri Lenin’e, diğeri Azerbaycan Devrimci Komitesi’ne yazılmış olan iki mektubu mevcuttur. Bu mektuplarda Küçük Han komünistleri imanları zayıf, hain ve İran işçi sınıfı karşısında suçlu ilân eder.[97]

Özel görevle Moskova’ya gönderilmiş olan cengelî heyeti, aynı zamanda kurultay başkanlık heyetine de bir mektup gönderirler. Gilan’dan gelen İKP(B) delegelerinin İran devriminin gerçek temsilcileri olmadıklarını bir kez daha söylerler. Kurultaya devrimin sorunlarını izah edemezler ve bu sebeple kimi yanlış anlamalara yol açarlar. Cengelîler, devamında, devrim sorunlarıyla uğraşacak birleşik bir komisyonun kurulmasını önerirler. Bu bağlamda, İran Doğu devriminin genel bütünlüğünde istisnaî bir yer işgal ettiğinden onunla ilgili tartışma da özel bir dikkatle ele alınmalıdır. Öneriye göre bu komisyon, kurultaydaki bazı delegelerden meydana gelmeli ve elde ettiği sonuçlar başkanlık heyetine sunulmalıdır.[98]

17 Eylül 1920’de Eylem ve Propaganda Konseyi başkanlık heyeti bir bildiri yayımlar:

“İran’daki konumumuz dâhilinde, ‘Sosyalist Cumhuriyet’ ilân etmekle etkisiz bir siyaset yürütmüş olanlarla bugüne dek uzlaşma içinde olduk. […] Görünüşte “komünist” olan kimi tedbirlerin ilkel bir düzeyde tatbiki, açıktan bir dizi yağma ile sonuçlanmış, bu tedbirler İran halkı ile kimi çatışmaların oluşmasını koşullamış ve İngilizlerin konumu ile şah hükümetinin siyasetini güçlendirmiştir.”[99]

Sonuçta tüm bu gelişmeleri Bakû’den gelen uzlaşmacı bir dizi girişim izler. 21 Ekim’de Slovo gazetesinin tespitine göre, Bakû’deki bolşevik çevrelerin genel fikri “İran’daki Sovyet siyasetinin ortaya koyduğu hataların yeniden düzeltilmesi gerektiği”ne dönüktür. Derginin diğer bir değerlendirmesine göre, Küçük Han’ı komünistlerle yeniden bir araya getirmek için ona bir delege gönderilir: “Bolşevikler Küçük Han’sız bir hiç olduklarını çok iyi bilmektedirler.” Sözkonusu yazıya göre bu uzlaştırma gayretinin arkasındaki itici güç Eylem ve Propaganda Konseyi’dir. Dergi ayrıca şu bilgiyi aktarır: “Küçük Han, Sovyet temsilcilerinin ve İran Komünist Partisi merkez komitesinin görevlerini tüm samimiyetleri ile yerine getirecekleri güvencesi vermedikçe görüşme yapmayı reddediyor.”[100] Küçük Han, talep ettiği güvenceleri almak zorundadır. O yüzünü bir kez daha komünistlere dönmüştür.

Kurultay Sonu

Komünizmin politik açıdan eğitimsiz liderlerinin yardımdan mahrum oluşları, uzun vadede üyelerin eksikliklerinin marksist yönden tam anlamıyla eğitilmiş Rus yoldaşlarca giderilmesine muhtaçtır.

[Sultanzade ve diğer isimlerle ilgili olarak Avenir Hanukayev]

Bakû Kurultayı süresince ve sonrasında Sultanzade ciddî bir politik mücadele yürütmüştür. 3 Eylül’de Bakû’de çıkan Kommunist dergisinde bir makale yayımlar ve eski görüşlerini yineler.[101] Ancak kısa zamanda uslanır. İki merkez komitesinin 25-26 Ekim 1920 tarihinde toplanan bileşik oturumunda, Eylem ve Propaganda Konseyi temsilcilerinin huzurunda, Sultanzade, İran’da komünizme doğru hızlı bir geçişin imkânsız olduğunu söyler. Fikrini iyice izah etme ihtiyacı duyduğu noktada şu tespiti yapar: “Şiarımız, köylü devrimi ve toprağın köylü mülkiyetinde olmasıdır. Bu, tüm devrim aşamalarına doğru tedricî geçişi ifade eder.” Ancak bu yaklaşım, ne Haydar Han’ı ne de Sovyetler’i tatmin eder.[102]

Eski merkez komite, fonları Sovyetler tarafından kesilmesine karşın, boyun eğmez ve kendisini dağıtmaz.[103] Politik iktidar mücadelesine devam etmesine rağmen Sultanzade, yavaştan ideolojik düzlemde yumuşamaya başlar. Gerçekte o stalinist ve oportünist kampa yönelik, birbiriyle uyumsuz iki kampanya yürütür. Giderek Lenin’in siyasetine yakınlaşır, ancak bu konuda adımları çok yavaştır. İlkin politik cephede uzlaşmaz bir solcu olarak görünür, Haydar Han ile cengelî hareketine karşı çıkar. 15 Ekim’de Bakû’de çıkan Kommunist dergisinde “İran’daki Olaylar” başlıklı bir makale yayımlar ve orada “Sovyet Rusya ile İngiliz provokatif propagandasının birlikteliğinin imkânsız oluşu nedeniyle Küçük Han’ın “burjuva sınıfından tecrit edilmesi” gerektiğini, dolayısıyla onun sahneyi terk etmesinin zorunlu olduğunu söyler. Makalesinin sonuna doğru Sultanzade açıktan şu değerlendirmeyi yapar: “Dünya ölçeğinde sınıf mücadelesinin sert yaşandığı bu dönemde, ekonomik gelişme düzeyine bakılmaksızın söylenebilir ki İran asla bir istisna olarak görülemez.”[104] Eski merkez komite aynı gün bir araya gelerek Eylem ve Propaganda Konseyi’nin kendisi ile ilgili olarak aldığı azil kararının yasadışı ve şaibeli olduğunu söyleyen bir belge kaleme alır.[105] Beş gün sonra ise sözkonusu belge onaylanır ve İKP(B)’nin talimatı ile o güne dek kendisine destek vermiş olan Kafkas Bürosu’ndan (Kavburo) maddî yardım talebinde bulunulur. Aynı zamanda alınan karar uyarınca, Sultanzade’nin görevine iade edilmesi için Moskova’ya ricada bulunulacak, bu olumlu bir sonuç verecek olursa ilgili konuda Komintern’e başvurulacaktır. Kararın altında, aralarında Alihanov, Cevadzade, Behram Ağayev ve tabiî ki Sultanzade’nin imzaları vardır.[106] Ertesi gün eski merkez komite Sultanzade’nin raporuna dayanan başka bir karar alır; bu kararda şu tespite yer verilir: “Komünist ajitasyon sebebiyle toprak ağalarının giderek karşı çıktıkları Küçük Han’a bolşeviklerle ittifak giderek daha fazla yük olmaya başlamıştır.” Ayrıca “Küçük Han bu sınıflar (burjuvazi ve toprak ağalığı) arasındaki tüm etkilerini yitirmiştir.” Ancak gene de karar şu tespitle sonuçlanır:

“İran gerçekliğinde komünist ilkelerin saf anlamda, alelacele somutlandığı ve küçük burjuva unsurların İran’daki politik hayatında uzun süre önemli roller oynayacakları koşullarda partimiz taktiklerini burjuva demokrasisinin tüm aşamalarından geçme esasına göre belirlemeli, geri kalmış bir ülkede komünizme ancak bu yolla varılacağına inanmalıdır.”[107]

Böylelikle Sultanzade küçük burjuvazinin gücüne başvurur. Sonrasında bu yaklaşım, 24 Aralık 1920’de Zhizn’ Natsional’nostei sayfalarına da yansır. Dergide Sultanzade, İran devrimi ile ilgili “tartışma”ya katkı olsun diye yeni bir tez öne sürer. Yazısında, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki toplumsal devrimlerin millî demokratik devrimleri takip etmesi gerektiği tespitinin yanlış olduğunu bir kez daha söyler. Zira burjuvazi bu ülkelerde uyduruk bir bağımsızlıkla yetinecektir. Ancak Sultanzade’nin çıkardığı sonuç, Gilan devrimi deneyimine dönük hayal kırıklığını ve teslimiyetini yansıtmaktadır. Sultanzade, proletaryanın kolektif bir evrensel bilinçten mahrum, köylülüğün ise cahil olduğu koşullarda toplumsal devrimin küçük burjuvaziye dayanması gerektiği sonucuna ulaşır. Toplumsal devrim sürecinde, burjuvazinin millî demokratik devrim davasını sürdürememesi karşısında proleter bir liderliğe sahip olan komünistler, sonuçta proletarya ile bütünleşmelidirler.[108]

Ayrıca Sultanzade bir asgarî program hazırlar. Sözkonusu program, 12 Kasım 1920’de Bakû’deki Kommunist, 14 Ocak 1921’de ise Moskova’da çıkan Pravda sayfalarında yer bulur. “Komünist Parti merkez komitesine bir rica” olarak kaleme alınmış olan bu belgede yazarın temel iddiası şudur: “İran gibi geri kalmış ülkelerde komünistler aşırı gelişkin kapitalist Avrupa’daki ülkelerde ortaya konulacak taleplere benzer talepler ortaya atamazlar. Burada (İran’da) zemin toplumsal düzenin inşası için hazırlanmalıdır.”[109] Ancak bu kadarı da kâfi gelmez ona. 1921’de Sultanzade diğer isimlerle birlikte Komintern üçüncü kongresi için Doğu meselesi üzerine ön tezler hazırlar. Bu sefer o, Lenin’in siyasetini idrak etmeye çalışır fakat oldukça komik bir üslupla: “Hâkim devletin bağımlı devletle ilişkisi tam da fabrika sahibi ile işçileri arasındaki ilişkiye benzer.” Böylelikle Sultanzade ideolojik açıdan sağcılığın zirvesine ulaşır.[110] Sultanzade liderliğindeki sol komünistler, iktidar mücadelelerine gene de devam ederler. Komintern’in üçüncü kongresinde Pişevari (Cevadzade) program dışı bir konuşma yapar ve Haydar Han liderliğindeki İKP(B)’yi toprak ağalarının partisi olmakla suçlar.[111] Aynı kongrede Sultanzade ve diğer isimler Komintern’in Doğu Komisyonu Yürütme Komitesi’ne cengelî hareketi ile ilgili nihaî kararlarını içeren bir rapor sunar. En sonunda millî kurtuluş hareketlerini tanımalarına karşın Küçük Han onlara göre ne “burjuva ne de küçük burjuva bir unsur”dur. Küçük Han bir tür lorddur:

“Bir yıllık deneyimin ardından bizim sadece Küçük Han değil, ne olursa olsun tüm hanlara yönelik destekle ilgili fikrimiz tümüyle olumsuzdur. İran’da bunlardan çok vardır: Horasan’da Salar Hudan, Mazanderan’da Seyfullah Han, Karadağ’da Arşat Han, Kürdistan’da Semitko ve son olarak Gilan’da Küçük Han. Bunlar sadece İran’ın kuzey eyaletleri, güneyde sayıları daha fazla. Hepsi silâhlı ve hırsızlıkla geçinen yüzlerce atlı adamları var bunların.”[112]

Diğer yandan Haydar Han’ın kaderi tümüyle farklı bir seyir izler. Moskova için İran Tahran hükümeti demektir ve Bakû Kurultayı’ndan hemen sonra anlaşma imzalanması için diplomatik görüşmeler başlar. Bu sayede Bakû Kurultayı, Sovyet siyasetinde devrimci bir öğretiden reel-politiğe doğru bir kaymanın yaşanmasına sebep olur. Ancak Haydar Han Tahran’la uzlaşmaz. 25 Ocak 1921’de bir grup Kafkaslı bolşevikle toplantı düzenler. Bu toplantıda şaha karşı mücadelenin sürmesi kararı alınır. Haydar Han’ın mücadeleyi sürdürebilmesi için Türkistan’dan gelecek insan gücüne ve desteğe ihtiyacı vardır. Pavloviç’in Şubat’ta yazdığına göre “Doğu halkları Eylem ve Propaganda Konseyi üyesi ve konseyin örgütlenme bölümü sorumlusu Haydar Han liderliğindeki bir grup İranlı devrimci, şaha karşı silâhlı mücadelenin verili durum dâhilinde zarurî olduğuna karar verir.”[113] Haydar Han’ın Kafkaslı destekçileri arasında eski Himmet Partisi lideri, yeni dönemin Azerbaycan Devrimci Komitesi başkanı Neriman Nerimanov ve elbette Anayasa Devrimi günlerinden beri İran devrimi için çalışmış ve 1915’ten beri cengelîler arasında ajitasyon faaliyeti yürütmüş olan Gürcü Orjonikidze bulunmaktadır.[114] Bu ve diğer isimler, Bakû ile Tiflis’te Moskova’ya karşı gelirler ve sonuna dek İran devrimini desteklerler. 1921 sonunda Lenin hepsini kendince azarlar.[115]

Haydar Han, yeni merkez komitede etrafına burjuva milliyetçilerinden ve eski spekülatörlerden oluşan bir çeteyi toplamakla suçlanır. Pavloviç’e göre, eylemlerinin hesabını vermesi için Haydar Han’ın Moskova’ya çağrılmasının nedeni budur. Ancak Moskova’nın muhtemelen ilgilendiği husus, Haydar Han’ın İran devrimi ile bağlantılı radikal faaliyetleridir. O, İKP(B) ile cengelîleri uzlaştırmaya çalışmış, onlarla İran Gilan Sovyet Cumhuriyeti’nin sonuna dek süren devrimci bir ittifak kurmuştur. Ayrıca Haydar Han, Şubat 1921’de darbe yapan Rıza Han idaresindeki Tahran hükümetine karşı mücadele etmiştir. O bir kez daha Moskova’ya karşı çıkmıştır.

Teşekkür

Brian Pearce ve Ralph Young bu makalenin ilk versiyonunu okuyup zenginleştirdiler. John Riddell beni Rus arşivleri konusunda yönlendirdi. Alexei Gusev ve Alexei Zverev Rusya’daki araştırmalarda bana yardım ettiler. Simon Pirani Moskova’da benim için araştırma yaptı. Müteveffa Moisei Persits, bana 1990 tarihli makalesinin düzeltilmiş kopyasını gönderdi. Vladimir Leonidoviç Genis kitabının bir kopyasını okuma şansını verdi. Bayan Bettina Eberhardt, Bayan Dr. Martina Trümper ve Bayan Feri Hamani’nin destekleri olmaksızın bu çalışma tamamlanamazdı. Hepsine borçluyum.

Peyman Deylemi

[Kaynak: Reformers and Revolutionaries in Modern Iran: New Perspectives of the Iranian Left, Yayına Hazırlayan: Stephanie Cronin, RoutledgeCurzon, 2004, s. 85-117.]

Dipnotlar:
[1] Bu konuda Hınçak ve Taşnak partilerinden çıkmış bir avuç, kafası karışık aydın grubu istisna teşkil eder. Bu aydınlar Tebriz’de birkaç proleter hücresi oluştururlar ve bir de fabrika grevi örgütlerler. Bu grubun dokuzu İranlıdır. Bkz.: S. L. Ağayev ve V. N. Plastum, “Spornye voprosy sotsial-demokraticheskogo dvizhenia v Irane v 1905-1911 gg.”, N. A. Nuznetsova (yayına hz.) Iran, istoriia i sovremennost’ içinde (Moskova: 1983), s. 15-24.

[2] Bkz.: A. Seyf, “Despotism and the peasantry in Iran in the nineteenth century: an overview”, IRAN Sayı: XXXI (1993): s. 137-47; “Nineteenth century agricultural development in Iran: a note”, Middle Eastern Studies Sayı: 28(3) (Temmuz 1992): s. 577-87; Eqtesad-e Iran dar Qarn-e Nouzdahom (Tahran: 1994).

[3] Hacı Zeynelabidin Maragehi, Siahatnameh-ye Ebrahim Beykyayına hz. M. A. Sepanlu (Tahran: 1985), s. 18-26.

[4] Cafer Pişevari, Tarihçeyi Hizbi Adalet (Tahran: 1980), s. 28.

[5] Bkz.: N. K. Belova, “Ob otkhodnichestve iz severo-zapadnogo Irana v konte XIXnachale XX veka”, Voprosy Istorii, Sayı: 10 (Ekim 1956): 112-20.

[6] N. K. Belova, “Le ‘Parti Social-Democrate’ d’Iran”, G. Haupt ve M. Roberieux (yayına hz.) La Deuxième Internationale et l’Orient içinde (Paris: 1967), s. 117. Bu güney Rusya’daki İranlı işçilere radikal bir rol veren bir tür savunma örneğidir.

[7] Z. Z. Abdulayev, “Bourgeoisie and working class, 1900s”, Charles Issawi (yayına hz.) The Economic History of Iran, 1800-1914 içinde (Şikago, IL: University of Chicago Press, 1971), s. 51.

[8] Pişevari, Tarihçe, s. 14-15.

[9] Ronald G. Suny, The Baku Commune, 1917-1918: Class and Nationality in the Russian Revolution (Princeton, NJ: Princeton University Press, 1972), s. 13-14.

[10] Eva Broido, Memoirs of a Revolutionary (Londra: Oxford University Press, 1967), s. 71.

[11] Himmet’in İran’a dönük ilgisi için bkz.: A. M. Agahi, Rasprostranenie idei Marksizma-Leninizma v Irane (Bakû: 1961), s. 24-6.

[12] Bkz.: T. Sviyetoçovski, Russian Azerbaijan, 1905-1920: The Shaping of National Identity in a Muslim Community (Cambridge, MA: Cambridge University Press, 1985), s. 51-6. Himmet meselesi ile daha özgül bir çalışma için bkz: T. Sviyetoçovski, “The Himmat Party: socialism and the national question in Russian Azerbaijan, 1904-1920”, Cahiers du Monde russe et soviétique XIX (1978): s. 119-42.

[13] Sviyetoçovski, “The Himmat Party”, s. 124.

[14] Bayrak-i Adalet, Sayı: 3 (14 Temmuz 1917), s. 6-7.

[15] Bayrak-i Adalet, Sayı: 1 (10 Haziran 1917), s. 1.

[16] Sviyetoçovski, Russian Azerbaijan, s. 118-19 ve s. 224-7.

[17] Suny, The Baku Commune, s. 259-325; F. Kazemzadeh, The Struggle for Transcaucasia (1917–1921) (New York: Philosophical Library, 1951), s. 136-9. Britanya’nın Bakû ile ilgili amacı için bkz.: A. H. Arslanyan, “Dunsterville’s adventure: a reappraisal”, International Journal of Middle East Studies, Sayı: 12 (1980): 199-216 ve Brian Pearce, “Dunsterforce and the defence of Baku, Aug.-Sept. 1918”, Revolutionary Russia, Sayı: 10 (1) (1997): s. 55-71; ayrıca bkz.: Richard Pipes, The Formation of the Soviet Union: Communism and Nationalism, 1917–1923 (Cambridge, MA: Harvard University Press, 1954), s. 199-204.

[18] V. N. Plastun, “Uchastie Iranskikh trudyashchikhsia v grazhdanskoi voine v Rossi”, Narody Azii i Afriki, Sayı: 2 (1972): s. 57.

[19] Pipes, The Formation of the Soviet Union, s. 218.

[20] Sviyetoçovski, Russian Azerbaijan, s. 166.

[21] Dzh. B. Guliyev, Bor’ba Kommunisticheskoi Partii za osyshchestvlenie Leninskoi natsional’noi politiki v Azerbaidzhane (Bakû: 1970), s. 412.

[22] Bkz.: Stephen Blank, “Bolshevik organisational development in early Soviet Transcaucasia: autonomy versus centralisation, 1918-1924”, R. G. Suny (yayına hz.) Transcaucasia: Nationalism and Social Change içinde (Ann Arbor, MI: University of Michigan Press, 1983), s. 315.

[23] Sviyetoçovski, “The Himmat Party”, s. 128.

[24] Blank, “Bolshevik organisational development”, s. 316.

[25] Sviyetoçovski, Russian Azerbaijan, s. 169.

[26] Ya. Ratgautzer, Bor’ba Sovetskogo Azerbaidzhana (Bakû: 1928), s. 61.

[27] Sviyetoçovski, Russian Azerbaijan, s. 170.

[28] Blank, “Bolshevik organisational development”, s. 326.

[29] Guliyev, Bor’ba Kommunisticheskoi Partii, s. 430.

[30] Sviyetoçovski, Russian Azerbaijan, s. 171.

[31] Bkz.: M.S. İskenderov, Dzh. B. Guliyev ve A.Keziyev, Istoriia Kommunistcheskoi Partii Azerbaidzhana (Bakû: 1958), s. 343-50.

[32] Z. A. Guseyinov (yayına hz.), Bor’ba za pobedy sovetskoi vlasti v Azerbaidzhane, 1918-1920: dokumenty i materialy (Bakû: 1967), s. 411-12.

[33] M. A. Tari-verdy ve A. I. Mageramov (Şam), “Khaidar-Khan Amu-ugly”, Narody Azii i Afriki, Sayı: 5 (1971): s. 85-6; Ali Emirkızı, “Haidar Amu-ughly”, Donya, Sayı: XI (4) (1971): s. 89-90; Rıza Rusta, “Zendegi ve Fa’aliyeti Yeki az Derakşantarin Merdani İnqilabiye İran”, Donya, Sayı: III (4) (1962): s. 60-1.

[34] Haydar’ın hatıratı şu eserde mevcuttur: A. İqbal-Aştiyani, “Haydar Han Emioğlu”, Yadegar, Sayı: III (5) (Aralık 1946-Ocak 1947): s. 68.

[35] E. Ra’in, Haydar Han Emioğlu (Tahran: 1976), s. 23-199; R. Rızazade-Malik, Çekideyi İnqilab, Haydar Han Emioğlu (Tahran: 1973), s. 3-213; R. Re’isnia, Haydar Emioğlu dar Gozar az Tufanha (Tahran: 1980), s. 8-198.

[36] Bildiri Haydar’ın Hacı İsmail Emirkızı’na yazdığı telgrafta yer almaktadır. (Berlin’den Kirmanşah’a), 25 Kasım 1915, A34170, Politisches Archiv des Auswärtigen Amts, Bonn (bundan sonra AA).

[37] Bkz.: 25 Mart 1916 tarihli A7910 kodlu belge, AA.

[38] Tari-verdi ve Mageramov, “Haydar Han”, s. 88.

[39] Demokrat Parti’deki ayrışma bugüne dek karanlıkta kalmıştır. En açık izahat şu çalışmada bulunabilir: George Ducrocq, “La politique du governement des soviet en Perse”, Revue du Monde Musulman, LII (Aralık 1922). Ayrıca bkz.: Malikül Şuara Bahar, Tarik-i Muktesar-i Ahzab-i Siyasî, Cilt: I. İnqiraz-i Kaçariye (Tahran: 1944).

[40] Bkz.: askerî istihbarat müdürünün genelgesi, 28 Haziran 1919, FO248/1261, Kamusal Arşiv Bürosu, Londra (bundan sonra KAB).

[41] “Red World Plot, Moslem Hordes to be Roused”, The Times, Sayı: 3, Şubat 1920.

[42] Emirkızı, “Haydar Emmioğlu”, s. 93.

[43] R.G. Hayrettinov, “Iranskie internatsionalisty v Sovetskoi Rossii (1918-1920)”, Narody Azii i Afrki, Sayı: 6 (1977): s. 12-20.

[44] Vladimir Genis, Krasnaia Persiia: Bol’sheviki v Giliane, 1920-1921 – dokumental’-naia Khronika (Moskova: 2000), s. 122.

[45] Ali Şamida, Azadlıq Qahramanı, Haydar Emmioğlu (Bakû: 1972), s. 72; Şerif Oğlu, “Poezd Krasnogo Vostoka”, Zhizn’ Natsional’nostei, Sayı: 4 (61), 1 Şubat 1920.

[46] Bkz.: A. M. Matveyev, “‘Velikii Oktiabr” i uchastie vikhodtsev iz stran Vostoka v kommunisticheskom dvizhenii v Srednei Azii”, Narody Azii i Afriki, Sayı: 2 (1969): 64-71.

[47] Akt.: H. Carrère d’Encausse ve S. Schram, Marxism and Asia (Londra: Allen Lane, 1969), s. 32.

[48] Bkz.: V. N. Plastun, “Iranskie revoliutsionnye organizatsii v Turkestane (1920 g.)”, Narody Azii i Afriki, Sayı: 5 (1979): s. 28.

[49] Haydar’ın diğer bir bildirisini başka bir yerde aktarmıştım: Pejman Daylemi, “The Bolsheviks and the Jangali Revolutionary Movement, 1915-1920”, Cahiers du Monde russe et soviétique, Sayı: XXXI(1) (Ocak-Mart 1990): s. 53.

[50] S. M. Efendiyev, “Revoliutsionnye perspektivy v Persii”, Zhizn’ Natsional’nostei, Sayı: 2 (59), 11 Ocak 1920.

[51] Moisei Persits, A Shamefaced Intervention: The Soviet Intervention in Iran, 1920-1921 (Moskova: 1999), s. 18.

[52] V. Genis, Krasnaia Persiia, s. 121-2.

[53] Bkz.: V. G. Razina, “Iranskie revoliutsionnery v Turkestane v period grazhdanskoi voiny”, Materialy po Vostoku içinde (Taşkent: 1966), s. 63-4.

[54] Plastun, “Iranskie revoliutsionnye”, s. 22-4.

[55] A.g.e., s. 28-9.

[56] A.g.e., s. 26.

[57] Rousta, “Zendegi”, s. 69.

[58] Bkz.: Nationalism and Communism in Iran: The Case of Gilan, 1915-1921 isimli doktora tezim (Manchester: University of Manchester, 1994), s. 24-167.

[59] Cengelîlerin bolşeviklerle ilişkileri için bkz.: Pejman Daylemi, “The Bolshevik revolution and the genesis of communism in Iran, 1917-1920”, Central Asian Survey, Sayı: 11 (3) (1992): s. 51-82.

[60] Pejman Daylemi, “Bravin in Tehran and the origins of Soviet policy in Iran”, Revolutionary Russia, Sayı: 12 (2) (Aralık 1999): s. 63-82.

[61] S. L. Ağayev ve V. N. Plastun, “Iz istorii razrabotki programmy i taktiki Iranskoi Kommunisticheskoi Partii v 1920-1921 gg.”, Narody Azii i Afriki, Sayı: 3 (1976): s. 32.

[62] Beyraq-e Edalat, Sayı:23, Mayıs 1920.

[63] Bkz.: Taki Şahin (İbrahimov), Peydayesh-e Hezb-e Kommonist-e Iran (Tahran: 1981), s. 192.

[64] “Pervyi S”ezd Persidskikh Kommunistov Partii ‘Adalet’”, Kommunisticheskii Internatsional, Sayı: 13 (Eylül 1920): st. 2891.

[65] A.g.e.; ayrıca bkz.: Ağayev ve Plastun, “Iz istorii razrabotki”, s. 32.

[66] “Pervyi S”ezd”, st. 2892.

[67] A.g.e., st. 2891-2.

[68] Şahin, Peydaş-i Hizb, s. 193-5.

[69] Ağayev ve Plastun, “Iz istorii razrabotki”, s. 32-4.

[70] Bkz.: Fernando Claudin, The Communist Movement from Comintern to Cominform (Harmondsworth: Penguin, 1975), s. 261-5.

[71] John Riddell (yayına hz.), The Communist International in Lenin’s Time: Proceedings and Documents of the Second Congress, 1920 (New York: Pathfinder, 1991), Cilt: II, s. 856-8.

[72] A.g.e., Cilt: I, s. 237-9.

[73] Bkz.: George M. Enteen, The Soviet Scholar-Bureaucrat M.N. Pokrovsky and the Society of Marxist Historians (Pensilvanya: Pensilvanya Devlet Üniversitesi Yayınları, 1978); John Barber, Soviet Historians in Crisis, 1928-1932 (Londra: Macmillan, 1981).

[74] Sultanzade, “Revoliutsionnoe dvizhenie v Persii”, Zhizn’ Natsional’nostei (I. Kısım) Sayı: 28 (85), 16 Eylül 1920; (II. Kısım) Sayı: 29 (86), 24 Eylül 1920; ve (III. Kısım) Sayı: 30 (87), 1 Ekim 1920.

[75] F.P.-5402, 0.1, d.117, l.1-2, Gosudarstvennyi arkhiv Rossiskoi Federatsii, Moskova (bundan sonra GARF).

[76] Sultanzade, Persiia (Moskova: 1924), s. 87.

[77] Slovo, 4 Ağustos 1920.

[78] A.g.e., 10 Ağustos 1920.

[79] Irandust (Vladimir Osetrov), “Voprosy Gilanskoi revoliutsii”, Istorik Marksist, Sayı: 5 (1927): s. 139-41.

[80] F. R.-5402, 0.1, d.519, l.1-3 ob., GARF.

[81] Bkz.: Alfred Rosmer, Moscou sous Lénine (Paris: 1970), s. 143-53; H. G. Wells, Russia in the Shadows (Londra: 1920), s. 79-82, akt.: Stephen White, “Communism and the East: the Baku Congress, 1920”, Slavic Review (Eylül 1974): s. 492. Türkçesi: İştiraki.

[82] İki örnek için bkz.: “Information concerning the Baku conference”, L/ps/18/C/203, Hindistan Bürosu Kütüphanesi ve Arşivi, Londra (bundan sonra HBK) ve “Bolshevik propaganda activities in Baku”, 4 Şubat 1921, FO248/1282, PRO.

[83] White, “Communism and the East”, s. 493.

[84] Carrère d’Encausse ve Schram, Marxism and Asia, s. 32-3.

[85] Edith Ybert-Chabrier, “Les délégués au Premier Congrès des Peuples d’Orient, Bakou (1er–8 Septembre 1920)”, Cahiers du Monde russe et soviétique, Sayı: XXVI (1) (Ocak-Mart 1985): s. 23-4.

[86] N. S. Fatemi, Diplomatic History of Iran, 1917-1923 (New York: Russel F. Moore, 1952), s. 169-71.

[87] A.g.e., s. 171-2.

[88] N. Fethi, Azadiye Gomnam (Tahran: 1954), s. 94. Ağayev biraderlerle ilgili bir tarif için bkz.: Anastas Mikoyan, Dorogoi bor’bi (Moskova, 1971), s. 333.

[89] Bahsi geçen Hindistan Bürosu raporu için bkz.: “Information concerning the Baku conference”, s. 13.

[90] F.R.-5402, 0.1, d.32,, l.1-2, GARF.

[91] Bkz.: John Riddell (ed.), To See the Dawn – Baku, 1920: First Congress of the Peoples of the East (New York: Pathfinder, 1993), s. 292-302.

[92] S. B. Ahundzade, “Hatıratı Refiq Sirus Behram (Mirza Muhammed Akundzade)”, Donya, Sayı: IV (1-2) (1973): s. 76.

[93] Emirkızı, “Haydar Emmioğlu”, s. 95.

[94] Brian Pearce (çev.), Congress of the Peoples of the East: Baku, September 1920 (Londra: New Park, 1977), s. 151-2.

[95] G. Z. Sorkin, Pervyi S”ezd Narodov Vostoka (Moskova: 1961), s. 21.

[96] Mir Ahmed Madani’nin Hatıratı, Mir Hamid Madani’yle ilgili olarak (yayımlanmamış).

[97] Slovo, (Tiflis) Sayı: 245 (28 Ekim 1920), Almanca çevirisi: IV Ps 1399/20, KW: 144, AA.

[98] İbrahim Fakhrayi, Serdar-i Cengel (Tahran: 1982), s. 289-90.

[99] S. L. Ağayev ve V. N. Plastun, “The communist and national liberation movement in Iran in the 1920s”, R. A. Uliyanovski (yayına hz.) The Comintern and the East: A Critique of the Critique içinde (Moskova: 1978), s. 289.

[100] Slovo, (Tiflis) Sayı: 239 (21 Ekim 1920), Almanca çevirisi: IV Ps 1323/20, KW: 141, AA.

[101] Bkz.: Edith Ybert-Chabrier, Le premier congrès des peuples de l’orient (Bakou, 1–8 Septembre 1920) (Paris: EHESS, 1984), s. 122.

[102] M. A. Persits, “O programmnikh ustanovkakh pervykh kommunistov Irana, yun’1920-sentiabr’1921 g.”, Bor’ba za sotsial’nyi progress na Vostaka içinde (Moskova: 1990), s. 92-3.

[103] F. P. -5402, 0.1, d.160, l.1–9 ob., GARF.

[104] Kommunist (Bakû), 15 Ekim 1920.

[105] F.P.-5402, 0.1, d.508, l.1–1 ob., GARF.

[106] F.P.-5402, 0.1, d.508, l.2–2 ob., GARF.

[107] F.R.-5402, 0.1, d.508, l.3–9, GARF.

[108] Sultanzade, “Razvitie Kommunisticheskogo dvizheniia i taktika imperialisticheskoi burzhuazii na Vostoke”, Zhizn’ Natsional’nostei, 24 Aralık 1920, s. 2.

[109] Pravda, 14 Ocak 1921.

[110] Bkz.: Narody Dal’nego Vostoka, Sayı: 3 (1921).

[111] Pişevari’nin konuşmasına şuradan ulaşmak mümkündür: Biulletin’ tret’ego kongressa Kommunisticheskogo Internatsionala, Sayı: 7, Moskova, 3 Temmuz 1921, s. 140, 145.

[112] F.R.-5402, 0.1, d.524, l.1–2, GARF.

[113] Bkz.: F.P.-5402, 0.1, d.180, l.9–8 ob., GARF.

[114] A.g.e.

[115] Daylemi, Nationalism and Communism in Iran, s. 498-508.