Asya’da marksistler, birbirinden farklı toplumsal
bağlamlara sahip olan kıtada, devrim ve sosyalist inşa sorunlarına marksizmi
tatbik ederken bir dizi teorik ve pratik güçlükle karşılaştılar. Bu
toplumsal bağlamlar, on dokuzuncu yüzyıl ortalarından sonlarına kadar Marx tarafından
analiz edilen Avrupa bağlamından farklıydılar. İlk bakışta Marx’ın fikirlerinin
yirminci yüzyılın ilk yarısında Asya’da faaliyet yürüten devrimcilerle hiçbir
ilişkisi yokmuş gibi görünüyordu.
Marksizmin, Avrupa dâhil dünyanın diğer
bölgelerine nazaran, Asya’da daha büyük bir politik nüfuza sahip olması,
marksist geleneğin kendi tarihinde karşılaştığı tuhaflıklardan biridir. Rusya,
Çin, Kuzey Kore, Vietnam, Kamboçya ve Laos gibi Asya ülkelerinde marksizme
bağlı olduğunu ilân etmiş kimi politik partiler, başarılı devrimler yaptılar ya
da millî kurtuluş mücadeleleri ardından, hükümet oluşturabildiler. Asya’nın
diğer bölgelerinde, Endonezya, Malezya, Japonya, Hindistan ve Filipinler’de
marksist partiler ve hareketler, hükümet kurmamış olsalar da ülkelerindeki
politik ve entelektüel tarihe ciddî etkilerde bulunabildiler. Özetle,
marksizmin Asya’daki nüfuzu ve etkisi muazzam sonuçlar doğurmuştur.
Dolayısıyla, ömrünün tamamını on dokuzuncu yüzyılda
geçirmiş bir Alman aydınının fikirlerinin Asya’daki milyonlarca insanı nasıl
etkileyip harekete geçirebildiğini anlamadan, bölgenin tarihini kavramak
imkânsızdır. Gelgelelim, Asyalı marksistlerin politikaları ile Marx’ın fikirleri
arasındaki bu bağlantıyı anlamak kolay bir iş de değil. Böylesi bir çaba,
Asyalı marksistlerin Marx’ın ciltler dolusu, konu ile ilgili pek de tutarlılık
arz etmeyen yazılarından toplumsal analiz ve devrimci stratejiler çıkartmayı
nasıl başardıkları hususunda belli bir kanaate muhtaç. Ayrıca bu çaba, birçok
Asyalı marksistin Marx’ın içinde yaşadığı tarihsel dönemi ve toplumsal bağlamı
aşan fikirlerini evrensel geçerliliği haiz bir hakikî öz olarak kabul
etmelerine ilişkin bir değerlendirmeyi de gerektiriyor.
Marx’ın fikriyatındaki bu evrensel unsur nedir ve
Çinli Mao ile Vietnamlı Ho Chi Minh gibi Asya’da önde gelen marksistler, kendi
ülkelerindeki devrimi ve toplumsal inşayı ilerletirken bu unsuru nasıl
kullandılar?
Karl Marx [1818–83], özünde Avrupalı olan, önemli
ölçüde Avrupa’nın tarihsel bağlamı içinde yaşayan, ancak bir yandan da Antik
Elen’e dek uzanan Avrupalı entelektüel ve felsefî geleneği ile koyun koyuna
yaşayan bir isim. Nadiren görülen kimi çelişik tespitlere rağmen (Avineri,
1968: s. 151-2), Marx’ın Georg Hegel, Adam Smith ve David Ricardo gibi ilk
dönem Avrupalı düşünürlere yönelik eleştirileri ile kapitalizm analizi,
evrensel geçerliliği haiz bir tarih ve toplumsal değişim teorisi üretmiştir
(Marx, 1971: s. 20-2). Başka bir ifade ile onun teorisi, sadece Avrupa’daki
değil, tüm toplumların tarihsel gelişimine ait yasaları açığa çıkarmış, ancak
bu noktada özgül kimi tarihsel özellikler dikkate alınmamıştır.
Marx’ın tarih teorisini evrensel kılan, Çin,
Vietnam ve Endonezya gibi ülkedeki devrimciler tarafından kabul görülmesini
sağlayan nedir? Sorunun cevabı, Marx’ın tarih yönteminde ve kapitalizm
eleştirisinde saklı.
Marx’ın tarih yöntemi, yani “materyalist tarih anlayışı”,
toplumu biçimlendiren üretimin önceliği üzerinde durur. Üretim, Marx’a göre,
sadece üretim teknolojisini (emek araçlarını) değil, ayrıca sınıflar arası
ilişkiyi ve mücadeleyi de içerir. Bu materyalist perspektif, Avrupa kadar diğer
tüm bölgelere eş ölçüde uygulanabilir niteliktedir. Aynı şekilde, Marx’ın
kapitalizm eleştirisi, kapitalist sistemin küresel hâkimiyetine ilişkin kimi
cihanşümul tespitler ihtiva eder. Sosyalist gelecek anlayışı, işçi sınıfı
sömürüsüne cevaben giderek büyüyen kapitalist ile işçi arasındaki sınıfsal
gerilimlerle yüklü kapitalizmin kaçınılmaz olarak ortadan kalkması için yolu
açacak olan kapitalist sanayileşmenin dünya genelindeki gelişimi üzerinde
yükselir. Dolayısıyla Marx’ın tarih teorisi, güvenilir bir devrim teorisi
önerir; bu teori, bir ekonomik sistem olarak kapitalizmin uluslararası
potansiyelini ve kapitalizm koşullarında en aşırı biçimi ile zuhur eden
sınıflar mücadelesinin evrensel bir olgu olduğunu tespit eder.
Asyalı marksistler için çekici gelen, sanayileşme
ve sınıflar mücadelesi gibi kavramlar ile sosyalizmle ilişkili fikirlerdir.
Artık gerekli olan tek şey, yirminci yüzyılın başlarında önemli bir bölümü
henüz feodal aşamada olan ve çok az modern sanayiye sahip Asya için geçerli
kılmak adına Marx’ın fikirlerini geliştirmektir. Dahası, birçok Asya ülkesi
sömürge idaresi altındadır (Vietnam, Kamboçya, Laos, Endonezya, Filipinler,
Malaya, Hindistan, Burma) ya da sömürge güçlerinin müdahalesi yüzünden çile
çekmektedir (Çin ve Tayland). 1917 Rus Devrimi’nin marksist lideri Lenin, Asyalı
devrimciler için gerekli teorik katkıyı sunar. Lenin, sömürge karşıtı
devrimlere dünya devriminde önemli rol biçen emperyalizm teorisini geliştirir.
Rus lider, Avrupa’daki kapitalizmin genişlemeye mecbur olan bir aşamaya
geldiğini, onun yeni ucuz emek ve hammadde kaynaklarına, ayrıca yeni yatırım
alanları ile pazarlara muhtaç olduğunu tespit eder. Bu ihtiyacın giderilmesi,
ancak Avrupalı milletlerin yeni sömürgeler elde etmesine bağlıdır. Sömürge
temini için verilen mücadele, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında kapitalist
genişleme sürecinin bir parçası olarak cereyan eder. Lenin’in kanaatine göre,
Avrupa emperyalizminin genişlemesi ve ekonomik başarısı, Marx’ın öngörüsünün
aksine, Avrupa’daki sanayi işçilerinin neden devrim için ayaklanmadığının en
önemli gerekçesidir. Sömürgelerden sağlanan kârlarla Avrupa kapitalizmi, kendi
işçi sınıfını “satın alma”yı başarmış, onun hayat standartlarını geliştirmiş ve
böylelikle sınıfın sahip olduğu sosyalist devrim potansiyelini
etkisizleştirmiştir (Lenin, 1969; Knight, 1985).
Lenin’e göre, eğer emperyalizm uluslararası bir
ekonomik sistemse, sömürgelerden Avrupa’ya doğru kâr akışını kıran ya da
durduran ve böylelikle devrim olasılığını artıran sömürgelerdeki her türden
devrimci ayaklanma, uluslararası anti-emperyalist mücadelenin bir parçasıdır.
Sömürgelerdeki marksist-leninistlerin görevi,
milliyetçi hareketi sosyalist yöne çekmek, eğer mümkünse, ilgili hareketin
liderliğini ele geçirmektir. (Lenin, 1967; Carrèrre d’Encausse ve Schram, 1969:
s. 149-86; Pantsov, 2000).
Ho Chi Minh ve Mao Zedung gibi devrimcileri
etkileyen, işte bu olabildiğine güçlü anti-emperyalist temadır, zira Lenin’in
fikirleri, sadece toplumsal devrime değil, millî devrime de uygundur.
Milliyetçilikle toplumsal devrimin bu bileşimi, marksizmin Marx’ın on dokuzuncu
yüzyıl ortalarında analiz ettiği sanayileşmiş Avrupa bağlamından oldukça farklı
olan sömürge ve yarı-sömürge gerçekliğine uygun hâle gelmesini sağlar. Dar ve yerelleşmiş
birer milliyetçi mücadele olmaktan uzaklaşan sömürge karşıtı devrimler, artık
Lenin’in analizi üzerinden dünya devriminin bileşenleri olarak algılanma imkânı
bulurlar. Emperyalizme karşı uluslararası hareketin bir parçası olma fikri,
sömürgelerdeki birçok radikal milliyetçi liderin ideolojik olarak ikna olmasını
ve kendilerini marksist olarak tanımlamalarını sağlar. (Lenin, 1969; Knight,
1985).
Marx’ın ve Lenin’in Asyalı devrimcilere cazip
gelen fikirleri, Avrupa kapitalizminin ve Avrupa emperyalizminin uluslararası
sistemine dönük eleştiri üzerinden biçimlenir. Diğer yandan Marx’ın “Asyatik
üretim tarzı” ve bu tarzın dünya tarihinin gelişimindeki konumuna ilişkin
yazıları Asyalı marksistlerce büyük ölçüde göz ardı edilir (Marx, 1964). Bunun
iki nedeni vardır: ilk neden, Marx’ın analizinin “Asyatik” toplumları durağan
olarak betimliyormuş ve onların değişim için gerekli her türden içsel
mekanizmadan mahrumlarmış gibi görünmesidir. Bu yaklaşıma göre, değişim için
dışsal bir güce, örneğin Avrupa emperyalizmine ihtiyaç vardır, böylelikle
“Asyatik” toplumlar tarihsel tekdüzelikten kurtulacak ve dünya tarihinin ana
akımına duhul edeceklerdir. Emperyalizm, bu bakış açısına göre, Asyalı
toplumlarda olumlu bir rol oynayacaktır. Ancak bu yaklaşım, emperyalist güçlerin
sömürücü ve zalim tavırlarından nefret eden Asyalı devrimcilerce hiç hoş
karşılanmaz.
Marx’ın sözkonusu yazılarının göz ardı edilmesinin
diğer nedeni ise Stalin’in yirmilerin sonunda Sovyetler’de iktidara geldikten
sonra “Asyatik üretim tarzı”nın ortodoks marksizmin tarihsel şemasında yeri
olmadığına kanaat getirmesidir. Stalin’e göre, Avrupa’nın tarihsel tecrübesi
dünya tarihsel gelişimin ana modelini vermekte ve bugünde geleceği temsil
etmektedir. (Sawer, 1977; Dunn, 1982). Sovyetler tarafından tanınma ve onun
desteğini alma konusunda yanlış yapmamaya gayret eden Asya’daki marksist
partiler, sonuçta Marx’ın Asya ile ilgili yazılarını ret ya da göz ardı etmeye
mecbur olurlar. Bunun dışında, Asyalı marksistler, dünya tarihinin ana akımına
duhul etme hususunda genel bir arzu içindedirler. Bu arzunun sebebi,
sanayileşmeye ve modernleşmeye ilişkin tecrübeleri ve kazanımları paylaşma,
ayrıca sosyalizmin ve komünizmin geleceğine iştirak etme isteğidir. Dolayısıyla
sözkonusu partiler, Avrupa tarihine ait modelden tümüyle farklı bir tarihsel
mantığa sahip Asyalı toplumların özgüllüklerini dikkate almama günahına ortak
olurlar. Sonuç olarak bu partiler, Marx’ın Avrupa tarihi üzerinden formüle
ettiği tarih ve toplumsal değişim yasalarının Asya için geçerli olduğu fikrini
benimserler ve kendi toplumlarına ilişkin bir anlayışa kavuşmak amacıyla bu
yasaları kullanarak teorik ve pratik meselelerle uğraşmaya başlarlar.
Bu proje dâhilinde en başarılı isim olan Çin
devriminin lideri Mao Zedung, sadece 1949’da ülkesini devrime taşımakla kalmaz,
ayrıca önemli bir başarı sonucu Çin’de sosyalizmi inşa etmek gibi, Herkül
misali, bir yükün altına girer. Mao’nun marksizm yorumu ve devrimci stratejisi, çeşitli dönemlerde Nepal, Vietnam, Filipinler, Kamboçya, Hindistan ve Endonezya
gibi Asya ülkelerindeki marksistlere ilham verir. (Dirlik, vs., 1997).
Çoğunlukla “Mao Zedung Düşüncesi” olarak anılan
Mao’nun marksizmi, Asya marksizmindeki önemli bir aşamayı temsil eder. Zira o
marksizmi, emperyalist zulmü tecrübe eden feodal bir Asya ülkesinin somut
koşullarına, yani yirminci yüzyılın büyük bir bölümünde, Asya genelinde hüküm
süren koşullara tatbik eder.
Mao Zedung ve Marksizmin Çinlileştirilmesi
“Bir komünist marksist, enternasyonalisttir ancak tatbik
edilmeden önce marksizm millî bir biçim kazanmalıdır. Soyut marksizm diye bir
şey yoktur, sadece somut marksizm vardır. Biz, soyut olarak kullanılan marksizme
değil, millî bir biçim almış, Çin’de hüküm süren somut koşullar altında verilen
somut mücadeleye tatbik edilen marksizme marksizm diyoruz. Eğer büyük Çin
halkının bir parçası olan Çinli bir komünist, kendi halkına eti ve kanı ile
bağlı ise Çin’in özelliklerinden uzakta duran marksizm ile ilgili konuşmalar,
işte bu marksizm, boş bir soyutluktan başka bir şey değildir. Sonuç olarak
marksizmin Çinlileştirilmesi, yani marksizmin tüm görünümlerini Çin’in
özellikleri ile aşılamak, tüm partinin herhangi bir gecikmeye mahal vermeksizin
kavrayıp çözmesi gereken bir meseledir.”
[Mao, akt.: Schram, 1969: s. 172]
1938’de kaleme alınmış olan bu pasaj, Mao’nun
marksizmle ilgili görüşlerini özetler niteliktedir. Mao, Çin’in koşullarını
anlama gereğine vurgu yaparken, bir yandan da bir eylem rehberi olarak
marksizmde ısrar eder. Sınıfsal yapısı ve sınıflar mücadelesinin düzeyi dâhil,
“Çin’in fiilî durumu”nun kavranması konusunda gösterilen bu ısrar, Mao’yu
muazzam bir kütleye sahip köylü halkın devrimci potansiyelini tanımaya ve
Çin’in kırsal koşullarına uygun bir devrim stratejisi geliştirmeye sevk eder.
Çin’in kapitalist sanayileşme seviyesi ve bunun sonucunda ülkenin devrim için
gerekli işçi sınıfı kütlesinden mahrum oluşu karşısında en ufak bir şikâyette
bulunmaksızın Mao köylüleri örgütlemeye başlar. Onları 1927’de kurulan Kızıl
Ordu saflarına katar ve zekice bir yaklaşım geliştirerek, düşmanının stratejik
üstünlüğünü tanıyan, ancak öte yandan da onun zaaflarını taktiksel açıdan
istismar eden bir gerilla savaşı anlayışı formüle eder. Böylelikle köylüler ve
içinde yaşadıkları feodal koşullar, Mao’nun başarılı devrimci modelinin merkezi
hâline gelir.
Ancak böylesi yaklaşım ne ölçüde marksist
addedilebilir? Her şeyden önce Marx’ın yazılarına dönük geleneksel yorum,
köylülüğe ve “kırsal hayatın aptallığı”na yönelik inkârcı bir yaklaşım
içerisindedir (Marx, 1973: s. 71), ayrıca şehirlerde ve büyük kasabalarda
yerleşik olan sanayi proletaryasına vurgu yaparak, ancak onun sosyalist bir
devrime önderlik edeceğine ve onu ilerleteceğine inanır. Bu anlamda marksizmin
Çinlileştirilmesi anlayışına ilişkin olarak Mao’nun sözkonusu muammaya verdiği
cevabın farklı olduğu görülmektedir.
İlk olarak Mao, Marx’tan toplumların sınıflara
ayrıştığı, bu sınıflar arasındaki ekonomik eşitsizliğin mücadeleye yol açtığı,
böylelikle değişimin ve gelişmenin gerçekleştiği fikrini alır. Sınıf ve
sınıflar mücadelesine ilişkin bu anlayış Mao’nun fikriyatının merkezinde durur
ve Mao, bu anlayışın marksizmin evrensel yasalarından biri olarak kabul eder.
Her şeyden önce eğer tüm toplumlar sınıflardan müteşekkilse, bu tespiti, kendi
toplumunu kavrarken bir marksist devrimcinin sınıfsal analizi temel alması
gerektiği fikri izler. Ancak sınıfsal analiz, Mao’ya göre, bir yöntemdir; o,
Çin toplumundaki ekonomik eşitsizliğin yapısını keşfetme yoludur ve devrimci
olsun ya da olmasın, politik eylem potansiyelini ortaya çıkaran eşitsizliğin
genel ölçüsünü verir. Kendi yoldaşlarının aksine ona göre, sınıfsal analiz,
Çin’deki sınıfsal yapıyla ilgili özel bir anlayışa işaret etmez, bu anlayış,
işçi sınıfının en büyük ve en devrimci sınıf olduğu Avrupalı kapitalist
toplumlarına dönük Marx’ın analizi ile uyumlu bir anlayıştır. Mao’nun genel
kanaatine göre, eğer Çin toplumuna dönük sınıfsal bir analiz, köylülüğün
muazzam kütlesini ve devrimci potansiyelini açığa çıkardığı takdirde, bir
marksistin bu bilgi dışında hareket etmekten ve devrim için köylülerin sahip
oldukları kapasiteden faydalanacak stratejiler geliştirmekten başka bir şansı
yoktur.
İkinci ve ilki ile bağlantılı olarak Mao, bir
yandan Çin devrimi için köylülüğün sahip olduğu önemi kabul ederken, bir yandan
da köylülüğün işçi sınıfının liderliğine muhtaç olduğu inancından asla geri
adım atmaz. Kimi yorumculara göre, Mao’nun köylülere yönelik güveni, onun bir
köylü devrimcisi ve sonuçta kitap dışı bir marksist olduğunun delilidir.[1]
Ancak tüm bu görüşler, Mao’nun 1927’den 1934’e dek işçi sınıfı liderliğinde
köylüleri kazanmanın önemine sürekli vurgu yaptığı gerçeğini (Knight, 1997-98)
ve Mao’nun kendi araçlarına terk edilen köylülerin Çin devriminin sosyalist ve
modernleştirici hedefleri için dövüşecekleri ve bu hedefleri kavrayacakları
hususunda hiçbir yanılsamaya kapılmadığını göz ardı eder. Mao’nun fikrine göre,
köylülerin politik talepleri “dürüst memurlar ve iyi bir imparator” ile
sınırlıdır. (Schram, 1994: s. 171). Ayrıca köylüler, işçi sınıfının örgütsel
becerilerinden mahrumdurlar; Mao’nun sıklıkla şikâyet ettiği bir husus da
mecburiyet sonucu parti ve Kızıl Ordu’daki kimi örgütsel konumlara çok sayıda
köylünün yerleştirilmesi ardından ortaya çıkan sorunlardır. Demek ki işçi
sınıfı, Mao’nun Çin devrimine ilişkin genel fikriyatındaki aslî konumunu
muhafaza eder ve bunun kanıtı da onun marksizminden öğrendiği işçi sınıfına
dönük güvenidir. Mao’nun inancına göre bu, marksizmin evrensel boyutuna ait bir
özelliktir. Modernleştirici, sosyalist hedeflere sahip bir devrimin sınıflar
arası ne türden bir ittifaka sahne olacağının bir önemi yoktur, önemli olan, bu
ittifakın işçi sınıfı önderliğinde hareket etmesidir.
Üçüncü olarak Mao, marksizmden kendi düşüncesi ve
politikaları üzerinde önemli etkiler yaratan bir gelecek görüşü devşirir. Tüm
toplumların aynı tarihsel aşamalardan geçerek komünizme ulaşacağı öngörüsü ile
politik eylemin bu süreci kolaylaştırıp hızlandıracağı fikri, Mao’nun devrime
doğru yürüyüşünde ve 1949 sonrası gerçekleşen sosyalist inşada oldukça kararlı
bir duruş sergilemesine imkân vermiştir. Ancak Mao, Çin’deki tarihsel
gelişmenin özgül aşamasını kavrama noktasında bir kez daha Marx’ın tarih
teorisine başvurur. Böylelikle değişimin yönüne dair bir görüş sunan marksizmin
katkısı ile Mao, Çin’in özgül yapısı ile ilgili gerçek bilgi temelinde
oluşturulmuş strateji ve taktikler geliştirerek Çin’e yön vermeye çalışır.
Özelde Mao, Çin’de kapitalizmin oldukça geri olduğunu tespit eder ve bu nedenle
otuzlarda sosyalist devrimden bahis açmanın anlamsız olduğunu söyler. Ona göre
Çin bir “burjuva demokratik devrim”e doğru ilerlemektedir, 1921’de bu devrimin
liderliği burjuvaziden proletaryaya ve onun öncü partisi Çin Komünist
Partisi’ne geçmiştir. “Yeni Demokrasi” dönemi boyunca devrimin hedefleri
anti-feodal ve anti-emperyalisttir, dolayısıyla proletaryanın diğer devrimci ya
da potansiyel olarak devrimci olan sınıflarla, özelde sadece köylülükle değil,
ayrıca küçük burjuvazi ve burjuvaziyle ittifaklar kurmanın yollarını bulması
gerekmektedir. Ancak bu noktada proletarya, fiilî devrim aşamasında sınıfsal
ittifakların sınıf mücadelesinin hedefi hâline geldiği dönem boyunca Yeni
Demokrasi devriminin Çin’in sosyalist devrime doğru ilerlemesine imkân vereceği
anlayışından uzaklaşmamalıdır. (Knight, 1991).
Dördüncü olarak Mao, bir yandan marksizmin
enternasyonalist niteliğini kabul edip onaylarken, bir yandan da tüm açıklığı
ile bir Çin milliyetçisidir. Bu iki çelişkili temayı anti-emperyalist
devrimlerin kapitalizmin yıkımını koşullayacak ve sosyalist dünya nizamını
getirecek dünya devriminin birer parçası olduğuna ilişkin Lenin’in ısrarına
başvurarak uzlaştırır. Mao, Çinli marksistlerin enternasyonalist olduklarını
ama öte yandan da onların en acil görevlerinin emperyalizmin Çin’den sökülüp
atılması, ardından da Çin’i bağımsız bir millî devlet olarak inşa etmek
olduğunu ısrarla vurgular. Çin, enternasyonalist ölçekte sosyalizme ancak bu
sayede önemli bir katkıda bulunabilecektir. Japon emperyalizminin Çin’in
bekasını tehdit ettiği bir dönemde, 1938’de kaleme alınmış olan aşağıdaki
alıntı, Mao’nun milliyetçilikle enternasyonalizm arasındaki ilişkiye dair
konumunu açığa vuran tipik kimi ifadelerle yüklüdür:
“Enternasyonalist
olan bir komünist aynı zamanda vatansever olabilir mi? Biz olabileceği değil,
olması gerektiği düşüncesindeyiz. […] Dolayısıyla Çinli komünistler
vatanseverlikle enternasyonalizmi birleştirmelidirler. Bizler hem
enternasyonalist hem de vatanseveriz, şiarımız ise şudur: ‘Saldırganlara karşı
anavatanı savunmak için dövüşün.’ Bize göre yenilgiyi kabullenmek suçtur ve
direniş savaşında zafer için gayret göstermek kaçınılması mümkün olmayan bir
görevdir. Sadece anavatan müdafaasında dövüşerek saldırganı yenebilir ve millî
kurtuluşa ulaşabiliriz. Proletaryanın ve emekçi halkın kurtuluşu ancak millî
kurtuluşun temini ile mümkündür. Çin’in zaferi ve işgalci emperyalistlerin
yenilgisi diğer ülkelerdeki insanlara da katkı sunacaktır. Demek ki millî
kurtuluş savaşlarında zuhur eden vatanseverlik, enternasyonalizme uygun düşen
bir unsurdur.” (Mao, 1965: s. 196)
İleride göreceğimiz üzere milliyetçilik ve
enternasyonalizm, Ho Chi Minh’in marksizminde de merkezî konulardır. Bu iki
önemli Asyalı marksistin millî ve enternasyonalist hedefler noktasında hiçbir
çelişki görmemesi ve marksizm-leninizmin mantığına başvurmak suretiyle aradaki
açık gerilimleri uzlaştırmayı bilmeleri esasında oldukça öğreticidir. Ancak Mao
idaresindeki Çin devletinin ve Ho liderliğindeki Vietnam devletinin ortaya
koyduğu yaklaşımlar, milliyetçilik ile enternasyonalizm arasındaki gerilime
ilişkin getirilen çözümlerin gerçekte pek de yeterli olmadığını gösterir. Her
iki marksist de iktidara gelir gelmez ülkelerinin çıkarlarının ulvî olduğunu
düşünürler, diğer sosyalist ülkelerle ve birbirleri ile kimi çatışmalar içine
girerler. Bunun dışında, altmışların başlarında yaşanan Çin-Sovyet ayrışması,
Sovyetler liderliğindeki enternasyonalist birliğin sonuna ve Sovyetler’e sadık
sosyalist ülkelere yönelik Çin’in düşmanlığının ortaya çıkışına işaret eder. Bu
düşmanlık kimi zaman silâhlı çatışmaya dek varır.
Son olarak; Mao, marksizmin ister doğal ister
toplumsal olsun, gerçekliğin bilinmesini sağlayan doğa yasalarını ve kavramları
temin ettiği gerekçesi ile diyalektik materyalizme dönük derin bir ilgi ile
yaklaşır. 1936-37’de, devrimci faaliyetlerinin duraksadığı bir dönemde Mao,
marksist felsefe üzerine kaleme alınmış bir dizi Sovyet metnini inceler
(Knight, 1990). Ardından otuzların Sovyet felsefesinin ağır etkisini ele veren
bir dizi felsefî makale (Çelişki ve Pratik Üzerine) yazar. Bu makaleler,
Mao’nun Çin’in toplumsal gerçekliğini uygun bir biçimde kavrama noktasında
marksist felsefeden istifade etme niyetini ortaya koyar (Knight, 1997). Özelde
Mao, her şeyin aralarında mücadele olan çelişkilerden müteşekkil olduğunu
söyleyen felsefî düşünceye başvurur. Bu felsefî düşünce aracılığıyla Çin
toplumunun çelişkilerini inceleyip devrim davasına katkı sunacak yollar
üzerinden sözkonusu çelişkilerin çözülmesini sağlayacak politik ve askerî
stratejiler geliştirmeye çalışır (Mao, 1975: s. 311-47). Aynı şekilde Mao,
marksist felsefeden, marksizm klasiklerini dogmatik bir üslupla ele alıp onlara
sırtını vermek yerine, “gerçekler”i sorgulama eğilimini pekiştirecek bir
epistemoloji (bilgi teorisi) devşirir. (Mao, 1975: s. 295-309).
Dolayısıyla Mao, Avrupa bağlamından çıkmasına
karşın marksizmde Çin tarihi ve toplumu için uygun olan bir felsefe ve tarih
teorisi bulur. Avrupa ve Çin tarihleri sınıf ve başarılı tarihsel aşamalar gibi
kimi temel özellikleri paylaşır, bu durum ise dünya tarihinin aynılığına işaret
eder. Ancak belirli özellikler bağlamında Mao, Çin’in Avrupa’dan farklı olduğu
gerçeğini muhtemelen diğer birçok yoldaşından daha fazla kabul eder; onun tam
da ilgilendiği husus burasıdır, zira Çin ile ilgili ayrıntılandırılmış bilgi,
devrim ve sosyalist devrim için doğru stratejilerin formüle edilmesini
sağlayacaktır. Kırsal devrimde köylülere dönük vurgu, “kitle çizgisi” olarak
belirlenen örgütsel taktik, Büyük Atılım ve Kültür Devrimi gibi çoğunlukla
şiddetli ve yıkıcı olan büyük kampanyalar dâhilinde kitlelerin harekete
geçirilmesi gibi Çin marksizmini ayrıksı kılan kimi özellikler, Mao’nun
marksizmi Çin’in özgül koşullarına uyarlama hususunda gösterdiği ısrarın birer
ürünüdür. Ancak Mao, marksizmin evrensel bir tarih teorisi sunduğu görüşünü
asla terk etmez.
Öte yandan onun Çin tecrübesi dâhilinde yaptığı
uyarlamanın diğer Üçüncü Dünya ülkelerinde otomatik olarak yinelenmesi elbette
ki mümkün değildir. Mao’nun da kanaati de bu yöndedir. Latin Amerikalı
devrimcilerin ziyaretinde yaptığı uyarıda söylediği üzere Çin tecrübesi ona
göre başka bir yere mekanik olarak nakledilemez: “Herhangi bir yabancı ülkenin
tecrübesi yalnızca referans olarak hizmette bulunabilir, böylesi bir tecrübe
asla bir dogma olarak ele alınamaz. Marksizm-leninizmin evrensel hakikati ve
ülkelerinizin somut koşulları -her ikisi birden bütünleşmek zorundadır.” (Mao,
1977: s. 326).
Ho Chi Minh ve Vietnam Devrimi:
Vatanseverlik ve Proleter Enternasyonalizm
Vatanseverlik ve Proleter Enternasyonalizm
Ancak gene de Ho marksizme, özelde leninizme kimi
atıflarda bulunan çalışmalar kaleme alır ve marksizm-leninizmin genel teorik
ilkelerine sarsılmaz bir bağlılık içinde olduğunu gösterir. Mao’ya nazaran daha
az teorisyen olan Ho da Vietnam’daki devrimci mücadeleye, özelde ülkenin
sömürgecilik ve emperyalizme karşı verdiği mücadeleye marksist ilkeleri tatbik
etmenin ve uyarlamanın gerekliliği üzerinde durur. Marx’ın kapitalizm
eleştirisi temelinde Lenin’in getirdiği izahata yaslanan Ho, ülkesi üzerinde
uygulanan zulmün uluslararası emperyalist sistemin bir dışavurumu olduğu
gerçeğinin önemle altını çizer. Bu anlamda onun için marksizm-leninizm evrensel
önemi haiz bir teoridir; bu noktada mesele, devrim ve millî kurtuluş davasında
Vietnam koşullarına marksizmi uyarlamaktır.
Asimilasyon siyaseti güden Fransız sömürgeciliği
ve onun koşulladığı sömürge halkın Fransız değerlerini ve kültürünü sindirmesi
gerektiği inancının yaygınlık arz ettiği koşullarda Ho Chi Minh, devrimci ve
vatansever bir isim olarak siyasî hayatına başlar. 1910’ların sonunda ve
1920’lerin başında ilkin Fransa’da, ardından Sovyetler Birliği’nde yaşayan Ho,
Fransız Komünist Partisi’nin ve Sovyet marksizminin etkisi altına girerek
Komintern için faaliyet yürüten adanmış bir eylemci olur. Özellikle Lenin’in
emperyalizm görüşünden etkilenen Ho, Vietnam’da Fransız sömürgeciliğine karşı
mücadelenin uluslararası önemini zamanla kavrar, zira böylesi bir mücadele
dünyanın diğer bölgelerindeki sömürge karşıtı hareketlerin verdiği mücadelelere
de katkı sunacaktır. Lenin’in fikirlerinin etkisi altına girmesinin nedeni, bu
fikirlerin onun için önem arz eden iki ülkünün bileşimini gerçekleştirmiş
olmasıdır: milliyetçilik ve komünizm (Lacoutre, 1967).
Nihayetinde uzun bir aradan sonra ülkesine dönen
Ho, 1941’de toplumdaki çeşitli sınıfları ve grupları -köylüleri, orta
sınıfları, aydınları, milliyetçi örgütleri ve kitlesel dernekleri- kendine
çekmeyi başaran Vietminh’i (Vietnam’ın Bağımsızlığı için Devrimci Birlik)
kurar. Amaç, millî bağımsızlık ve ekonomik adalet mücadelesini desteklemektir.
Ancak Vietminh büyük ölçüde Hintçini Komünist Partisi’nin etkisi altındadır
(McAlister, 1969). Ho’nun birbirinden farklı toplumsal ve politik gruplardan
müteşekkil geniş bir koalisyon kurma, ardından da onun liderliğini ele geçirme
stratejisi, sömürgeleştirilmiş bir ülkenin sınıflarını ve toplumsal gruplarını
olumsuz yönde etkileyen sömürgeciliğe ilişkin leninist görüşü yansıtır. Ho’nun
kavrayışına göre, üstlenilmesi gereken görev, sömürgeciliğe karşı birleşik bir
cephe kurmak ve sonrasında da sosyalist devrimin kaçınılmaz menzili dâhilinde
sömürgecilik karşıtı mücadeleye önderlik etmek amacıyla bu cephenin liderliğini
ele geçirmektir.
2 Eylül 1945’te, Müttefiklerin Japonları mağlup
etmesi ardından Ho, kendi başkanlığında Demokratik Vietnam Cumhuriyeti’ni
kurar. Ho’nun bağımsız Vietnam’ını reddeden Fransa, askerî güç kullanarak
otoritesini yeniden tesis etmeye çalışır. Bu gerginlik, Birinci Hintçini
Savaşı’na yol açar. Savaş 1954’te Dien Bien Phu’da doruk noktasına ulaşır ve
Fransızların askerî açıdan mağlup olması ile sonuçlanır. Temmuz 1954’teki
Cenova barış görüşmeleri Fransız sömürgeciliğine son verir, ancak öte yandan da
genel seçimler sonrasında yeniden birleştirilmesi vaadi ile ülkeyi kuzey ve
güney olarak ikiye böler. Bu seçimler hiçbir vakit yapılmaz, zira ABD, Ho’nun
muzaffer olduğunu ve bu nedenle kendisine karşı direneceğini bilmektedir. Bu
gelişme, ABD’nin en büyük emperyalist güç olarak iştirak ettiği İkinci Hintçini
Savaşı’na yol açar. Ülkenin ikiye bölünmesi Ho’nun bağımsız ve birleşik Vietnam
hayalini suya düşürür, ancak o, 1969’da ölene dek bu hedefe ulaşmak için
mücadeleye devam eder.
Ho’nun politik fikriyatı ve eylemlerindeki temel
motivasyon kaynağının milliyetçilik olduğu açıktır. Ancak Mao gibi o da
enternasyonalist, marksist-leninist anlayış ile milliyetçilik arasında çelişki
olduğu düşüncesinde değildir. Ho, sosyalist enternasyonalizm ile milliyetçilik
arasındaki bileşimi bilindik leninist ifadelerle izah eder:
“Hem
millî kurtuluşta hem de sosyalist devrimde vatanseverlikle proleter
enternasyonalizm arasında sıkı bir birlik gerçekleşmek zorunda. Günümüzde millî
kurtuluş devrimi dünya proleter devriminin ayrılmaz parçasıdır; tam zafere
ulaşmaya mecbur ise millî kurtuluş devrimi sosyalist devrime doğru gelişme
kaydetmelidir.” (Ho, 1979: s. 184)
Mao gibi Ho da marksist sınıf anlayışını toplumsal
analizin ve geliştirilecek devrimci stratejilerin merkezî olarak görür.
Milliyetçiliğe görece daha yakın olmasına rağmen Ho’nun genel davası, Vietnam
toplumundaki çeşitli vatansever sınıfları “geniş bir cephe” altında
birleştirmektir; Mao gibi Ho da her türden sınıf güçleri koalisyonunun
liderliğinin işçi sınıfında olması hususunda ısrarcıdır. Ayrıca onun inancına göre
işçi sınıfı da Vietnam’ın özgül koşullarına marksizm-leninizmi yaratıcı bir
biçimde nasıl uygulanacağını bilen “gerçek bir parti”nin liderliği altında
olmalıdır. (a.g.e., s. 183). Bu
devrimci parti ise parti üyelerinin kültürel ve politik seviyesini yükseltmek
için sistematik marksizm-leninizm çalışmaları örgütlemelidir. (Ho, 1979: s.
66).
Ayrıca 1954 sonrası Kuzey Vietnam’daki Ho
hükümetinin politik adımları da Ho’nun saf anlamda milliyetçi olduğunu
göstermektedir. Zira onun temelde ilgilendiği husus, Vietnam toplumunu
sosyalist çizgide yeniden inşa etmektir. Bu noktada en göze çarpan örnek,
elliler boyunca çeşitli aşamalar dâhilinde yürürlüğe konulan toprak reformu ve
kırsal üretimin kolektivizasyonu programıdır. İlk aşamada bir yandan zengin
köylüler ve toprak ağalarına karşı sınıf mücadelesi yürütülürken, bir yandan da
kontrolü fukara ve orta büyüklükteki köylülüğün ellerine teslim edilen
karşılıklı yardımlaşma ekipleri oluşturulur. 1958’de Kuzey Vietnam’daki tarıma
elverişli toprağın önemli bir bölümü kolektifleştirilir (Wolf, 1971: s. 190-2;
Fall, 1967: s. 304-6).
Dış siyasette de Ho hükümeti, açıktan Sovyetler
Birliği liderliğindeki sosyalist kampın safında yer alır ve hem Sovyetlerden
hem de Çin’den yardım alır (Fall, 1967: s. 295). Fransız sömürgeciliğine karşı
zafer elde etmiş olmasına karşın Ho, marksizm-leninizme dönük ideolojik
inancını yitirmez. 1957’de ifade ettiği gibi onun için marksizm-leninizm,
Vietnam ve devrimi için büyük önemi haiz, eksiksiz ve âdil bir anti-emperyalist
millî devrim teorisidir. (Fall, 1967: s. 330).
Marksizmin Asya Koşullarına Tatbiki: Eleştirel Değerlendirme
Kapitalizm eleştirisi olarak on dokuzuncu yüzyılda
Avrupa’da ortaya çıkmış olmasına rağmen marksizmin yirminci yüzyılda feodal ve
sömürge Asya koşullarında ciddî etkileri olmuştur. Asyalı devrimciler marksizmi
coşkuyla benimsemişler, zira onlar marksizmde mustarip oldukları sınıfsal
baskıya ve sömürgeciliğe ilişkin gerekli çözümü ve izahı bulmuşlardır. En genel
düzeyde marksizm, tarih felsefesi ve toplumsal değişim teorisi olarak sözkonusu
devrimcilerin dünyasında özel bir konum edinmiştir. Ancak yürürlüğe konulacak
devrimci stratejilerin üretilmesi noktasında marksizmin genel ilkelerinin Asya
bağlamına uyarlanması zorunludur. Muhtemelen sözkonusu uyarlama çabası
açısından Asya’daki en başarılı devrimci lider, marksizmin her durumda Çin
devriminin özel yönlerine ve ihtiyaçlarına uygulanması gerektiği iddiasında
olan, Mao Zedung’dur. Mao’a göre, marksizmin evrensel ilkelerinin Çin’in somut
gerçekliği ile bütünleştirilmesi gayreti Çinlileşmiş bir marksizm üretecek, bu
marksizm, hem gerçek anlamda marksist hem de Çinli olacaktır.
Aynı şekilde Vietnamlı Ho Chi Minh de
marksist-leninist çözümü Vietnam’ın sömürge zulmüne ve feodal geriliğine
uyarlar. Ho, Vietnam milliyetçisi olması noktasında kendisi için büyük önem arz
ettiği üzere, ülkesinin toplumsal bileşkesinin, ayrıca tarihsel ilerleme
sürecinin, daha da önemlisi bir sömürge olarak kaderinin biricik olmadığını
düşünür. Vietnam’ın sorunları, kapitalizmin gelişmesindeki uluslararası bir
aşama olan emperyalizm üzerinden kavranabildiğinde ülke için etkili stratejiler
üretilebilecektir.
Ancak kendi ülkelerinde gerçekleşen devrimlere
liderlik etme hususunda başarıları aşikâr olan Mao ve Ho, Marx’ın sessiz
kaldığı bir proje olarak azgelişmiş bir ülkede sosyalizmi kurma bağlamında pek
de başarılı değildirler. Her iki isim de büyük ölçüde tarımsal kooperatifleşme,
sanayinin toplumsallaştırılması ve merkezî ekonomik planlama gibi Sovyetler’in
geleneksel stratejilerini tatbik etmişlerdir. Çin’de bu stratejiler, Mao’nun
politik ve ekonomik hedefler doğrultusunda Çinli kitlelerin geniş ölçekli
mobilizasyonuna dönük inancı aracılığıyla belli ölçüde değiştirilmiştir. Özelde
Mao, kitlelerin coşkusunun Çin’in sanayileşmesi için gerekli kıt maddî
kaynakları ikame edebileceğine inanmıştır. Köylülerin büyük komünler ve evlerin
arka bahçelerine konuşlandırılmış çelik fırınları gibi oldukça zayıf bir
içeriğe sahip sanayileşme çabaları dâhilinde örgütlendikleri, 1958-60 döneminin
Büyük Atılım’ında bu gibi teşebbüsler kimi felâketlere yol açmıştır. Bu türden
azimkâr kitle kampanyaları muazzam ekonomik ve toplumsal bozulmalara yol açmış,
insanlık tarihinin en büyük kıtlıklarından birine tanık olan ülkede otuz milyon
insan ölmüştür.
Gene de uygun koşullardan mahrum olmasına karşın
Mao ve Ho, kendi ülkelerinde sosyalist ve sanayileşmiş bir toplum inşa etme
noktasında önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Ancak sözkonusu liderlerin
vefatları, özellikle Sovyetler’in yeniden yapılanması ve ardından da yıkılması
ile Çin ve Vietnam’ın yeni liderleri, sosyalizmden çok kapitalizme yakın duran
bir tür ekonomik kalkınma modelini sert bir üslupla takip etmeye
başlamışlardır. Çin ve Vietnam komünist partileri, politik iktidarla ilgili
sahip oldukları katı anlayışı muhafaza ederlerken, bir yandan da ekonomilerini
kapitalist dış yatırıma ve ticarete açmışlar, geniş kapsamlı reformlara
girişmişlerdir: bu noktada devlet mülkiyetindeki kuruluşlar satılmış, komünler
dağıtılmış, kâr güdüsü yüreklendirilmiş, böylelikle geçmişteki sosyalist
ekonomilerin altı oyulup ilgili ekonomik yapılar dönüşüme mecbur edilmişlerdir.
Gerçekte Mao ve Ho sonrası Çin ve Vietnam’daki
ekonomik reformlar, evrensel geçerliliğe sahip, Avrupa kökenli bir teori olan
marksizmin Asya’nın feodal ve sömürge gerçekliğine uygulanabilir olup olmadığı
sorusunu gündeme getirmektedir. Bu noktada tereddütlü de olsa şöylesi bir
sonuca ulaşmak mümkün: marksizm Çin, Vietnam ve diğer Asya ülkelerindeki
devrimcilerin özlemlerini karşılayan bir teoridir.
Hem Mao hem de Ho marksizmi benimsemiş, onun temel
öncüllerine dayanan başarılı askerî ve politik stratejiler geliştirmişlerdir.
Ancak Çin ve Vietnam’daki sosyalist inşa ile ilgili kayıtlar dikkate
alındığında eldeki sonuç bir miktar bulanık bir miktar da olumsuzdur. İki ülke
de Marx’ın sosyalizme doğru başarılı bir geçiş için gerekli gördüğü hiçbir
şeye, yani gelişkin bir kapitalist ekonomiye, yaygın sanayileşmeye ve politik
bilince sahip, büyük bir işçi sınıfına sahip değildir. Bu önkoşulların
yokluğunda Mao’nun Çin’i ve Ho’nun Vietnam’ı sözkonusu önkoşulları politik
açıdan oluşturmaya çalışmış, kimi başarılar elde edilmiş, ancak sonuçta ortaya
baskıcı ve seçkinci bir üslupla hareket eden iki büyük bürokratik devlet
çıkmıştır.
O hâlde marksizmin
Asya’daki en büyük etkisi sosyalist inşa değil, devrim teorisi olarak
fiilîleşmiştir. Marksizm, kendi feodal ekonomilerini ve politik sistemlerini
alaşağı etme, ayrıca sömürge hâkimiyetine karşı meydan okuma noktasında Asyalı
marksistleri yüreklendirmiştir. Asyalı marksistlerin en acil arzusu millî
kurtuluş, modernleşme ve sosyalizmdir. Bu üç unsur da onları marksizmin evrensellik
iddiasını benimsemeye ve devrim davalarında marksizmin ilkelerini uygulamaya
itmiştir. Özetle Çin’de ve Vietnam’da devrimlerin başarısı ile Mao ve Ho’nun
liderlikleri, marksist teori ile devrimci pratik arasında oluşan bileşkenin
kudretini kanıtlamıştır.
Nick
Knight
[Kaynak:
Twentieth Century Marxism, Yayına
Hazırlayanlar: Daryl Glaser ve David M. Walker, Routledge, Londra ve New York,
2007, s. 141-153.]
Dipnot
[1] Bir akademisyene göre (Schwartz, 1951: s.
76-7) “Mao köyde bulduğu temel güçlerin tüm avantajlarından faydalanmak
amacıyla her türden teorik kanaati karşısına alıp sanayi proletaryasına sırtını
dönmeye hazır olduğunu göstermiştir.” Bir başka akademisyenin varsayımına göre
ise (Meisner, 1982: s. 99, 138, 225) Mao, “şehir proletaryasının devrimci
kapasitesine karşı güvensizdir ve köylülüğün “gerçek devrimci sınıf olduğuna
inanır.”
Kaynakça
Avineri, Shlomo (1968) The Social and Political Thought of Karl Marx, Cambridge: Cambridge
University Press.
Carrèrre d’Encausse, Hélène ve Stuart R. Schram
(1969) Marxism and Asia: An Introduction
with Readings, Londra: Allen Lane The Penguin Press.
Dirlik, Arif, Healy, Paul ve Knight, Nick (ed.)
(1997) Critical Perspectives on Mao
Zedong’s Thought, Atlantic Highlands, NJ: Humanities Press.
Dunn, Stephen P. (1982) The Fall and Rise of the Asiatic Mode of Production, Londra:
Routledge & Kegan Paul.
Fall, Bernard B. (ed.) (1967) Ho Chi Minh – On Revolution: Selected Writings, 1920–66. New York:
Frederick A. Praeger.
Ho Chi Minh (1979) Patriotism and Proletarian Internationalism, Hanoi: Foreign
Languages Publishing House.
Knight, Nick (1985) “Leninism, Stalinism and the
Comintern”, Colin Mackerras ve Nick Knight (ed.), Marxism in Asia içinde. Londra & Sidney: Croom Helm.
Knight, Nick (1990) (ed.) Mao Zedong on Dialectical Materialism: Writings on Philosophy,
1937, Armonk, NY: M.E. Sharpe.
Knight, Nick (1991) “Politics and Vision:
Historical Time and the Future in Mao Zedong’s Thought, 1936–1945”, Journal of Oriental Studies, 29 (2): s.
139–71.
Knight, Nick (1997) “The Laws of Dialectical
Materialism in Mao Zedong’s Thought: The Question of “Orthodoxy”, Arif Dirlik,
Paul Healy ve Nick Knight (ed.), Critical
Perspectives on Mao Zedong’s Thought içinde. Atlantic Highlands, NJ:
Humanities Press.
Knight, Nick (1997–98) “Mao Zedong and Working
Class Leadership of the Chinese Revolution, 1927–1930”, China Information, 12 (3): s. 28-45.
Lacoutre, Jean (1967) Ho Chi Minh, Harmondsworth: Penguin Books.
Lenin, V. I. (1967) Lenin on the National and Colonial Questions: Three Articles,
Pekin: Foreign Languages Press.
Lenin, V. I. (1969) Imperialism, The Highest Stage of Capitalism: A Popular Outline,
Pekin: Foreign Languages Press.
McAlister, John T. Jr (1969) Vietnam: The Origins of Revolution, New York: Alfred A. Knopf.
Mao Tse-tung (1965) Selected Works of Mao Tse-tung, Cilt II. Pekin: Foreign Languages
Press.
Mao (1975) Selected
Works of Mao Tse-tung, Cilt I. Pekin: Foreign Languages Press.
Mao Tse-tung (1977) Selected Works of Mao Tse-tung, Cilt V. Pekin: Foreign Languages
Press.
Marx, Karl (1964) (yayına hazırlayan ve giriş
bölümünü kaleme alan: E. J. Hobsbawm) Pre-Capitalist
Economic Formations, Londra: Lawrence and Wishart.
Marx, Karl (1971) A Contribution to the Critique of Political Economy, Londra:
Lawrence and Wishart.
Marx, Karl (1973) (yayına hazırlayan ve takdim
eden: David Fernbach) The Revolutions of
1848: Political Writings, Cilt 1. Harmondsworth: Penguin Books.
Meisner, Maurice (1982) Marxism, Maoism and Utopianism, Madison, WI: University of
Wisconsin Press.
Pantsov, Alexander (2000) The Bolsheviks and the Chinese Revolution, 1919–1927, Richmond:
Curzon Press.
Sawer, Marian (1977) Marxism and the Asiatic Mode of Production, Lahey: Martinus
Nijhoff.
Schram, Stuart R. (1969) The Political Thought of Mao Tse-tung, Harmondsworth: Penguin
Books.
Schram, Stuart R. (ed.) (1994) Mao’s Road to Power: Revolutionary Writings,
1912–1949, Cilt II: National
Revolution and Social Revolution, Aralık 1920-Haziran 1927. Armonk, NY:
M.E. Sharpe.
Schwartz, Benjamin I. (1951) Chinese Communism and the Rise of Mao, New York: Harper and Row.
Snow, Edgar (1972) Red Star over China, Harmondsworth: Penguin Books.
Wolf, Eric R. (1971) Peasant Wars of the Twentieth Century, Londra: Faber and Faber.
0 Yorum:
Yorum Gönder