Bu
makale, İşçi Enternasyonal Ağı (WIN) tarafından yakın zamanda düzenlenen
çevrimiçi toplantıda Nepal’den aktivistler ve diğer katılımcılarla yapılan
tartışmalara dayanmaktadır.
* * *
8
Eylül’de, STK’lar, sosyal medya fenomenleri ve tanınmış internet kullanıcıları
tarafından yapılan eylem çağrılarının ardından, Nepal’in başkenti Katmandu’da
kitlesel protestolar patlak verdi. Anlaşılan o ki gösterileri, hükümetin, 2023
tarihli Yüksek Mahkeme talimatına uyarınca, şikâyetlerin ulaşacağı adres için
Nepal’e özel bir irtibat noktası belirlemedikleri ve bu düzlemde kendilerini
kayıt altına aldırmadıkları gerekçesiyle aldığı, ABD merkezli birkaç sosyal
medya platformunun hizmetlerini askıya alma kararı tetikledi.
Nepal
hükümetinin, özel işletmelerin ülke genelinde iş kurmaları için artık yerleşik
normlar halini alan sürelerin son tarihlerini periyodik olarak uzatması
ardından, yerel düzenlemeleri görmezden gelmeye devam eden bu uygulamaların
hizmetleri engellenmeye başlandı. Devletin bu bahsedilen adımı, hassas bir
noktaya dokundu. Birçokları onu, zaten gizli bir hoşnutsuzlukla dolu bir ülke
için bardağı taşıran son damla olarak değerlendirdi.
Kısa
süre sonra ortaya konulan tepkilerin, dijital hak ve özgürlüklere yönelik baskı
olarak algılanan bir hükümet önleminin boyutlarını aştıkları görüldü. 8 Eylül’de
polis müdahalesi sırasında protestocuların ölümünün ardından öfkeli
göstericiler, ertesi gün parlamento ve Yüksek Mahkeme de dâhil olmak üzere,
ülke genelindeki birçok hükümet binasını yakıp kül etti. Kitlesel vandalizm
yaşanırken, birçok politikacının evi, lüks oteller, araba galerileri ve özel
ofisler de ateşe verildi.
9
Eylül’de Başbakan K. P. Oli’nin istifasıyla hükümet devrildi ve Nepal Ordusu, siyasi
ağırlığa sahip tek güç olarak sahneye çıktı. Bu noktada, yoğun çatışmaların yaşandığı
koşullarda “Z Kuşağı” (1997-2012 yılları arasında doğanlar), hızla şiddete mesafe
koydu. İstenmeyen unsurların içeri girdiğini ve hareketin yönünü değiştirdiğini
iddia ettiler. Anarşi olarak yansıtılmaya başlanan şeyden kendilerini ayırmak
için aceleci bir hamleyle bazı “Z Kuşağı” aktivistleri, rejim değişikliğini
gerçekleştirmeye dair hiçbir niyetleri olmadığını ilan ettiler. Eşzamanlı
olarak, 10 Eylül’de ABD’ye ait bir oyun uygulaması olan Discord’da yapılan
gayrı resmi bir anketle bir sonraki başbakanı seçmek için bir girişimde
bulunuldu. Eski Yüksek Mahkeme Baş Yargıcı Suşila Karki, “Z Kuşağı”nın popüler
tercihi olarak öne çıktı.
11
Eylül’de Genelkurmay Başkanı, hükümet karşıtı protestolar sırasında öne çıkan
kişileri davet etti. Bu noktada, “Z Kuşağı” içerisinde çatlaklar ve çatışmalar açığa
çıkmaya başladı. Müzakerelere davet edilenler arasında Hami Nepal gibi batıdan fonlanan
STK’lar ve sosyal medyada yoğun bir şekilde yer alan kimi başka benzeri gruplar
bulunuyordu. İşin tuhaf yanı şu ki, Hami Nepal'in yüzü, eski bir DJ olan, OMG isimli
gece kulübünün sahibi Sudan Gurung, “Z Kuşağı” olarak nitelendirilemeyecek
kadar yaşlıydı.
Tartışmalı
geçen müzakere süreci ve lobicilik faaliyetleri, hoşnutsuzluğa yol açtı. Kendilerini
dışlanmış hisseden kimi isimler, çıkar gruplarının hareketi rayından
çıkardığını ve geçici hükümetin “Z Kuşağı” liderlerine danışmadığını iddia
etmeye başladılar. Geçici Başbakan Karki ve kabinesinin, Eylül ayındaki
protestolarla ilgili soruşturmalara onay vermesi, Maitighar’da (Katmandu) daha
fazla protesto yapılmasına izin verilmemesi gibi müteakip adımlarla birlikte,
kendilerini “Z Kuşağı” lideri olarak ilan eden kimi isimler hareketten koptular.
“Z
Kuşağı”nın Kimliği ve Çıkarı: Bir Ayaklanmanın Anatomisi
Kitlelerin
8 Eylül’deki polis cinayetlerine tepki olarak yaptıkları şiddet eylemleri,
rejimin çöküşünü hızlandırdı. Ancak bugün artık Eylül ayaklanması konusunda kanıksanan
hikâyede, hareketin şiddete yönelmesinin sadece bir tahrik ve art niyet üzerinden
izah edildiğini görmek gerekiyor. Artık bu momenti kimse sahiplenmek istemiyor.
Birçok
kişi, bebeğin yıkandığı banyo suyuyla birlikte bebeği de çöpe atıyor: bu
anlamda genel değerlendirmelerde, protestocuların amorf kitlesinin sesi
işitilmiyor. 8 Eylül’de güvenlik görevlileriyle yaşanan ve giderek tırmanan
çatışmalarda elit okul ve kolejlerden gelen gençler geri çekilirken, yoksul “Z
Kuşağı”nın sesine kimse kulak vermiyor.
Bu
alt sınıfa mensup “Z Kuşağı”, zenginliğe ve kayırmacılığa dair simgelerin
yanında iktidara ve imtiyazlara savaş açtı. Sokak denilen cenk meydanına bu yüzden
indi. Nepal’in alt sınıfı sokaklara dökülürken, dehşete kapılmış olan elit “Z
Kuşağı”, oturma odalarının rahatlığında sosyal medyalarında sahte isimlerle
açtıkları sohbet odalarına saklandı.
Nepal’de
son dönemde yükselen dip dalgayı oluşturan kimlikler, eylemler, programlar ve
gündemlerle ilgili bir değerlendirmede bulunabilmek için, Eylül ayındaki
ayaklanmanın anatomisine daha yakından bakmak, ayrıca genelde “Z Kuşağı” torbası
içine atılan farklı yaş gruplarını eleştirel bir incelemeye tabi tutmak
gerekiyor.
Ayaklanma
sırasında özel olarak belirli kamu kurumları hedef alındı. Belirli bir kuşağa
mensup siyasetçilere saldırıldı. Bu da ayaklanmada gerici güçlerin rol
oynadığına dair bazı değerlendirmelerin yapılmasına neden oldu. Bu tür
görüşlerin tümüyle temelsiz olmadığını söylemek gerekiyor.
Çok
partili sistem ve monarşi sonrası federal demokrasi döneminde siyasetçiler,
halkın öfkesinin orantısız yükünü çekerken, Nepal’de kral baştayken kullanılan pançayat
sisteminde (1960-1990) görevde olan siyasetçiler ve başbakanlar, bu saldırıdan
kurtuldu. Dahası, hapisteki bir monarşist siyasetçi, ayaklanma sırasında büyük
kalabalıkların hapishanelere saldırması sonucu, hapisten kaçmayı başardı. Bu
türden gelişmelerin altında, öfkeli “Z Kuşağı”nın yarattığı dalgaya binip, geçmişte
halk mücadeleleriyle inşa edilmiş olan federal demokrasi yapısını yıkmak
umuduyla hareket eden monarşistlerin, anti-federalistlerin ve Hindu
üstünlükçülerinin imzası olduğu net bir biçimde görülüyor. Monarşinin 2008’deki
çöküşünden bu yana yaygınlaşan siyasi istikrarsızlığın, monarşi yanlılarına
yeniden toparlanmaları ve monarşiye dönüş için hak iddia etmeleri için bolca
fırsat sağlaması göz önüne alındığında, bu bahsini ettiğimiz ihtimalin güçlü
olduğunu söyleyebiliriz.
Monarşi
yanlısı mitingler 2025’in başlarında gündeme geldi; bunlardan biri de, dört
aydan biraz daha uzun bir süre önce Mayıs ayında gerçekleşen Katmandu’daki
büyük mitingdi. Dolayısıyla, Eylül ayaklanması sırasındaki hedeflerin çoğunun,
monarşiye meydan okuyan kurum ve kişilerden oluşması tesadüf değil.
Ancak
gene de “şiddet eylemlerinin tümünün arkasında iktidara aç monarşistlerin ve
anti-federalistlerin entrikaları vardır” denilemez. Protestocular arasında,
Katmandu’ya komşu bölgelerden gelen çok sayıda öfkeli emekçi kitlenin de
bulunduğu görülüyor. Bunların büyük kısmı, çok düşük ücret alan, gayrı resmi
işlerde köle gibi çalışan, şehre yeni göç etmiş gençler. Şehirlerdeki bu alt
sınıfın önemli bir kısmı, istikrarlı bir gelir akışının garanti olmadığı çok
sayıda geçici işe ve geçici işe yöneldi; bu da sürekli dış göçü ve sürekli daha
iyi iş arayışını körükledi. Özellikle, Nepal kentlerindeki emekçi kitleleri,
düşük ücretli ev işlerinde (dokuma, örgü, nakış), temizlik işlerinde, seyyar
satıcılıkta, otellerde temizlik ve yemek pişirme işlerinde vb. güvencesiz bir
şekilde çalışan kesimler oluşturuyor. Birçoğunun eline yakın dönemde, iş ve eğlence
amacıyla bir cep telefonu geçti. Vlog ve video çekimleri, boş zamanlarının
büyük bir bölümünü kaplamış durumda, Instagram paylaşımları, aşırı gerçek
gösteri dünyasındaki durumlarına ve imajlarına dair daha güçlü bir algıyı
aşıladı. Ancak bu durum, İngilizce bilen, toplumun gündemine daha fazla hâkim
olan kentli orta sınıflar için pek geçerli değil.
“Z
Kuşağı”, dijital âlemle ilişki konusunda ciddi farklılıklarla ve derin bir
uçurumla tanımlı. Bu, ilgili kuşağın içerisindeki sınıfsal konumların
farklılığını ortaya koyuyor. Dolayısıyla, ülkenin orta sınıfları ile geçimlik
köylüler ve topraksız işçilerden oluşan emekçi kitleler arasındaki farkı tespit
etmek zor değil.
Son
on yılda internet bağlantısı nüfusun yarısından fazlasını kapsayacak şekilde,
hızla genişledi, ancak bu durum, dijital teknoloji ve bilgi birikimine, oyun
uygulamalarına ve sosyal medya platformlarına eşit erişimi güvence altına
almadı. Büyük çoğunluk, ülkenin kentli elitlerinin gösterişli tüketimine,
kendine has yaşam tarzlarına damga vuran şık akıllı telefonlara, çok sayıda
indirilmiş uygulamaya ve kolayca şarj edilebilir veri paketlerine sahip değil.
Birçok Nepalli için sosyal medya erişiminin ulaştığı en uç nokta, WhatsApp ve
Facebook.
Nepal’in
kent merkezli orta sınıfları, çok çeşitli sosyal medya platformları, şık
elektronik cihazlar, pahalı arabalar, çok sayıda e-cüzdan, gelişen kafe kültürü
ve Katmandu, Lalitpur, Pohara gibi şehirlerdeki gece hayatı gibi tüketimlerine
yansıyan çok daha yüksek satın alma güçleriyle karakterize edilir.
Şehirlerin
değişen manzarası, orta sınıf gençliğinin değişen yaşam tarzlarını da
desteklemektedir. Günümüzde büyük şehirlerde, modernize edilmiş ofis ortamları
sunan kafeler, damakları dünya mutfağından lezzetlerle buluşturan lüks
restoranlar, büyük showroom’lar, devasa mağazalar, çok sayıda lüks butik ve beş
yıldızlı otellerle dolu olduğunu görmek alışılmadık bir durum değildir. Dahası,
turist sayısındaki artış yanında yüksek gelir getiren, ranta dayalı ekonomi,
mülk edinme imkânına sahip bir grup orta sınıfa fayda sağlamıştır. Orta sınıf
söz konusu olduğunda, uluslararası kuruluşların ve STK’ların Nepal halkına
dolar cinsinden ödeme yaparak kiraları ve kentsel yaşamın diğer maliyetlerini
artırması, artık kanıksanmış bir durum.
Değişen
yaşam standartları, yurtdışındaki Nepal vatandaşlarından gelen istikrarlı para
transferleriyle de bağlantılıdır. Ülke içindeki çok sınırlı iş fırsatları,
hanelerin dörtte üçünden fazlasının para transferlerine bağımlı hale gelmesine
neden olmuştur. Birçok durumda, bu yurt içi para transferleri, tüm haneler için
refah ve daha yüksek satın alma gücü getirmiştir. Para transferlerinin önemi,
ülkenin gayri safi yurtiçi hâsılasına (GSYİH) yansımıştır. 2023 itibarıyla ülkeye
yapılan para transferinin toplam tutarı 11 milyar doları bulmuş, bu anlamda yurtdışından
gelen para transferlerinin GSYİH içerisindeki payı %26,6’ya ulaşmıştır. Bu para
transferlerinin bir kısmı, daha iyi ücretli, beyaz yakalı işlerde çalışan
Nepallileri içerse de, aslan payı, köylerden düşük ücretli mavi yakalı işlerde
çalışmak üzere, yurtdışına taşınan çok sayıda gençten gelen para
transferlerinden oluşmaktadır.
Genel
olarak yurtdışındaki Nepallilerden gelen para transferlerinin artmasıyla
birlikte, ülke, orta sınıflarda sayısal bir büyümeye tanık oldu. Nepal, hem
belirgin bir alt orta sınıfa hem de ekonomik olarak daha istikrarlı bir üst
orta sınıfa sahip. Bununla birlikte, para transferi, göründüğü kadar parlak bir
hikâye değil. Öncelikle, alt orta sınıf, genellikle kendisini Nepal’in emekçi
yoksulları arasına geri itebilecek ekonomik yıkımdan bir kaza, bir hastalık
veya tıbbi komplikasyon kadar uzakta. Ayrıca, iş için göç eden Nepalli
gençlerin büyük bir kısmının yolsuzluk uygulamalarına yakıt sağladığı ve
memleketlerindeki ailelerini geçindirmek için yurtdışında sömürü oranı epey
yüksek işlerde çalıştıkları da herkesin bildiği bir sır.
Daha
da önemlisi, “sonradan görmelik” yanında sosyal medyaya düzenli olarak maruz
kalma, lüks yaşam tarzlarına ve son teknolojinin sunduğu imkânlara erişim
özlemlerini körükledi. Ancak Nepal gençliği, küreselleşmiş dünyanın diğer
bölgelerindeki dünyayı dolaşan akranlarına kıyasla keskin bir yoksunluk
hissinden kaçamıyor. Sürekli çevrimiçi olan Nepal gençliği, çevrimdışı
dünyalarıyla çelişen zıt gerçeklerle tekrar tekrar karşı karşıya kalıyor; bu
gerçeklik, yerine getirilmemiş ilerleme, büyüme ve refah vaatleriyle
gölgeleniyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, bürokratların ve politikacıların
yolsuzluklarının periyodik olarak ifşa edilmesi, gençler arasında artan bir
huzursuzluğu besledi. Demek ki, Nepal’de iktidarı deviren protestolar, farklı
kesimler ve sınıflarda görülen somut hoşnutsuzlukların bir karışımının bir
neticesi.
Covid-19
pandemisinin ardından ciddi bir durgunlukla karşı karşıya kalan bir ülke için
saatli bomba, kelimenin tam anlamıyla, tıkır tıkır işliyor. Mevcut ekonomik
durgunluk, düşük tarımsal ve endüstriyel üretim, azalan döviz rezervleri,
yüksek enflasyon ve gençler için iş fırsatlarının eksikliği, bu sürece
damgasını vuruyor. Gençler, bunun sonucunda çoğunlukla komşu ülkelerdeki düşük
ücretli çalışan yoksulların saflarına katılmak üzere, büyük sayılarda yurtdışına
göç ediyor. Genel işsizlik, 2022-2023’te %12,6 iken, yirmi dört yaşın
altındakiler arasında bu oran, şaşırtıcı bir şekilde %22,7’ye çıktı. Ekonomik
zorluklar, 2023 protestoları gibi, durgunluktan ağır etkilenen tefeci
mağdurları, çiftçiler ve okul öğretmenlerinin sokak gösterilerini dönem dönem
körükledi.
Ülkenin
durgunluktan “kurtulması”, daha önceki çarpık ekonomik kalkınma nedeniyle
karmaşık bir hal aldı. Oysa tuhaf olan şu ki Nepal, önemli stratejik kaynaklara
sahip; bunlar arasında muazzam hidroelektrik potansiyeli, geniş ormanlar,
biyolojik çeşitlilik ve hatta önemli ama gelişmemiş mineral yatakları bulunmaktadır.
Ayrıca, ülke, nispeten yakın ilişkilere sahip olduğu Hindistan ve Çin arasında
önemli bir jeostratejik konumda bulunuyor. Örneğin Hindistan, Nepal ile açık
bir sınır paylaşıyor. Ancak bu avantajlara rağmen, Nepal ekonomisi, büyük
ölçüde geleneksel tarım biçimlerine, göçmen işçi dövizlerine, ayrıca dönemsel
yükselişlere ve krizlere tabi olan bir turizm sektörüne bağımlı olmaya devam
etmektedir.
Son
yıllarda Dünya Bankası tarafından alt-orta gelirli bir ekonomi olarak
gösterilen Nepal, içeride belirgin bir gelir eşitsizliğiyle maluldür; bu,
monarşi sonrası rejimlere yönelik hayal kırıklığını aktif olarak körükleyen,
rahatsız edici bir gerçekliktir. 1995-1996 ve 2022-2023 yılları arasında en
yoksul yüzde 20’nin kişi başına düşen geliri 2.020 rupiden 61.335 rupiye
yükselirken, aynı dönemde en zengin yüzde 20'nin geliri 19.325 rupiden 259.867 rupiye
yükseldi. Dahası, ekonomik sıkıntı eşitsiz bir şekilde dağıldı. Bununla
birlikte, ekonomik sorunlar farklı etkileri tetiklese de, bir yandan da kitlesel
hoşnutsuzluğun farklı biçimleri için gerekli yolu açtı. “Z Kuşağı”nın
başlattığı gösteriler ve eylemler, halkın gelişmeye ve hesap verebilirliğe dair
özlemlerini gündeme getirmeleri sebebiyle hızla dikkat çektiler. Mevcut siyasal
sistem, emekçi kitlelerin yaygın sömürüsünü ve orta sınıflarda giderek
derinleşen yabancılaşmayı hızlandırdığı için başlıca hedef haline geldi.
Ketlenmiş
Devrim: Parlamenter Demokrasinin Çıkmazı
Mevcut
bağlamda, “yeni Nepal” için gerekli yapının kurulacağına dair iddiaların pek
güven vermediğini söylemek gerekiyor. Öncelikle bugün atılan adımların yeni
olmadıkları görülmeli. Yepyeni bir Nepal inşa etme çabalarının başlangıcı, daha
uzun ve daha önemli bir tarihe sahip. 2008’de resmen yürürlükten kaldırılana
dek monarşi ülkede 240 yıl hüküm sürmüştü. Hayatta kalan son Hindu krallığıydı.
Var olduğu sürece monarşi, Brahma rahiplerinin inşa ettiği Hindu geleneklerine
sıkı sıkıya bağlıydı ve bunları aktif olarak yayıyordu. Nepal’da halk, kutsal
bir statüye sahip olduğunu iddia eden kralların ortaklığında ve gözetiminde
sömürülüyor, zulme uğruyordu.
Yirminci
yüzyılın başlarında, Şah hanedanlığı dönemindeki baskıcı monarşi yönetimi dönem
dönem sorgulamalara maruz kaldı. Örneğin 1990’da, “Jana Andolan” olarak bilinen
ve haftalarca süren, tüm ülkeyi kuşatan protestoların ardından, dönemin Kralı
Birendra, halkın demokrasi taleplerine boyun eğmek zorunda kalmıştı. Nepal
Kongresi ve çeşitli “sol” partilerin önderlik ettiği hareket, çok partili
parlamenter sisteme sahip anayasal monarşi dönemini başlattı. Bu sistem,
sarayın on yıllardır iktidarı elinde tutmasına imkân tanıyan eski partisiz Pançayat
sisteminin yerini aldı.
Bundan
sonra işler yolunda gitmedi. Demokrasi için mücadele eden siyasi partiler
arasındaki birliğin, kısa sürede patlak veren sert kavgalar sebebiyle kırılgan
olduğu görüldü, bu da istikrarsız koalisyon hükümetlerine ve sık sık yaşanan liderlik
değişikliklerine yol açtı. Skandallar ve idari yetersizlikler, kitleleri hayal
kırıklığına sürükledi.
Doksanların
ortalarından 2006’ya kadar uzanan dönemde Nepal’de, bilhassa kırsal alanlarda,
monarşi karşıtı, toplum ile ekonomide radikal bir dönüşüm talep eden, uzlaşmaz
ve dirençli bir mücadele açığa çıktı. 2004 yılına gelindiğinde, Himalaya’daki
krallığın birkaç şehri haricinde, Maoistlerin önderliğindeki devrimci güçler,
Nepal’in büyük kısmını kontrol altına aldılar. Bu güçler, köylerde, yaygın kast
baskısı ve cinsiyet ayrımcılığıyla mücadele kampanyalarına öncülük eden, halk
hükümetine ve halk mahkemelerine dayanan, paralel bir yönetim kurdular. Bu halk
savaşı sürecinde, büyük toprak sahiplerinin toprakları da çeşitli yerlerde ele
geçirilerek yoksul köylüler ve topraksızlar arasında yeniden dağıtıldı.
Bununla
birlikte, söz konusu on yıl kendi açmazını yarattı. Bir yandan, büyük bir ordu
tarafından desteklenen monarşi, seçilmiş parlamentoyu küçümsemeye devam etti.
Diğer yandan, Maoistler, hükümete karşı güçlü bir gerilla savaşı yürüttüler,
kırsalda paralel bir idari yapı kurdular ve köylü tabanlarını düzen yanlısı
kent merkezlerini kuşatacak şekilde genişlettiler. Yedi büyük parlamento
partisini içeren Yedi Parti İttifakı’nın kurulmasının ardından, hükümet ve
Maoistler arasındaki mücadele sürdü, hem ittifak hem de Maoistler, sırasıyla
monarşiyi iktidarın devri konusunda müzakerelerle ilgili sıkıştırmaya
çalıştılar. Yoğunlaşan iç savaşa tepki olarak, dönemin kralı Gyanendra, krizden
politikacıları sorumlu tuttu ve Nisan 2006’da iktidarı ele geçirmek için
seçilmiş parlamentoyu feshetti. “Jana Andolan II” olarak adlandırılan kitlesel
protestolar, kralı geri çekilmeye zorladı.
Uzun
soluklu bir halk savaşını sürdürmenin zorluklarını dile getiren ve Halk
Kurtuluş Ordusu’nun sadık ordu teşkilatı tarafından korunan monarşiye karşı
cepheden bir saldırıda ne kadar başarılı olacağından şüphe duyan Nepal Komünist
Partisi (Maoist Merkez) / NKP liderliğindeki Maoistler, sonunda müzakere
masasına çekildi. Karar, on yıl süren savaş sırasında bildirilen çok sayıda
ölümün ve kaybın ardından alındı. NKP, 21 Kasım 2006’da hükümetle Kapsamlı
Barış Anlaşması’nı imzaladı. Monarşinin kaderi ve Nepal’in geleceği konusunda
karar verecek bir Kurucu Meclis kurulması yönündeki kritik taleple ilgili
varılan uzlaşının ardından NKP, iç savaşı durdurmayı kabul etti. Buna karşılık,
Maoistlerin disiplinli kadro tabanı olan Halk Kurtuluş Ordusu, rehabilite edilip
Nepal Ordusu’yla bütünleştirilmesini esas alan bir anlayış üzerinden
silahlarını teslim ederek BM tarafından izlenen kamplara yerleşti. Bu arada
Maoist liderler, ana akım siyasete katılarak, Nepal kırsalında paralel yönetim
amaçlı kurdukları ağları dağıttılar. Geçici bir anayasa, kralı yetkilerinin
çoğundan mahrum bıraktı ve Nepal’in laik bir devlet olduğunu duyurdu.
İki
yıl sonra, Nisan 2008’de yapılan Kurucu Meclis seçimleri, Maoistlerin Meclis’te
çoğunluk olmalarını sağladı. 28 Mayıs’ta meclis, monarşinin kaldırılması ve
kralın mülklerinin millileştirilmesi yönünde karar aldı. Nepal’in federal
demokratik bir cumhuriyet olduğu duyuruldu. Ancak, Kurucu Meclis’teki diğer
siyasi partiler, kendi yerleşik kitle tabanlarını ve belirli çıkar gruplarını
temsil ettiklerinden, uzun süreli bir çıkmaz ortaya çıktı; bu da Maoist Halk
Kurtuluş Ordusu’nun Nepal Ordusu içerisinde özümsenmesine mani oldu.
Gerçekte,
devrimci mücadelenin iki temel başarısı olan halk ordusu ve paralel yönetim
(devrimci bir özyönetim organı) bu süreçte epey yıprandı. Sonraki yıllarda,
Maoistlerin kırsal kesimdeki destek tabanı küçüldü; kadro tabanı da, Halk
Kurtuluş Ordusu’nun özümsenmesi ile ilgili olarak yürütülen uzun müzakere
süreci ve Nepal için vaat edilen özgürleştirici Anayasa’nın oluşturulamaması sebebiyle,
giderek hayal kırıklığına uğradı. Görev süresi iki yıl uzatılmasına rağmen,
Kurucu Meclis, dört yıl sonra bile yeni cumhuriyet için bir anayasa hazırlayamadı.
Yeni Kurucu Meclis seçimlerinde ikinci sıraya gerileyen Maoistler küçüldüler.
Çeşitli seçim ittifaklarının aracılık ettiği ve sonraki birkaç yıl içinde hızla
çöktüğü bir pazarlık dönemi yaşandı. Mevcut istikrarsızlık, 17 yıldan biraz
daha uzun bir süre içerisinde (Nisan 2008’den Ağustos 2025’e kadar uzanan
süreçte) ülkenin 15 başbakan görmüş olması gerçeğinde de karşılık buldu.
Bu
yaygın siyasi istikrarsızlık, yalnızca siyasi ayrışmadaki derin ideolojik
farklılıklarla iç içe geçmemişti. Bu, devrimci güçlerin burjuva temsili siyaset
sistemi içerisinde erimesiyle şekillenen bir trajediydi ki bu konuya ileride
tekrar döneceğiz.
Benzer
şekilde, Nepal’in siyasi sorunları da Batı emperyalizminin, bölgesel güç
bloklarının (özellikle Hindistan) ve Rastriya Svayamsevak Sang (Ulusal Gönüllü
Birliği -RSS) tarafından desteklenen Hinducu sağ kanadın sinsi müdahaleleriyle
bağlantılıdır.
ABD
ve müttefikleri, Nepal gibi önemli bir sol kütleye sahip olan ülkelerde siyasi
sonuçları etkilemek için uzun zamandır yumuşak güç kullanıyor. Günümüz
bağlamında, bu yumuşak güç, Batılı büyükelçiliklerin ve uluslararası bağışçı
kuruluşların Nepal’deki STK’lara aktardıkları parada karşılık buluyor. Bu para,
ülkenin kalkınma ve yönetim modelinin kapitalizmi desteklemesi, ülkedeki siyasi
ve ekonomik durgunluk koşullarında emperyalizmin rolünün küçümsenmesi için
akıtılıyor.
Hindistan
da Nepal üzerinde belirgin bir etkiye sahip. Bölgedeki stratejik çıkarlarını
korumak için, Hindistan devleti bünyesinde bir biri ardı sıra iş başına gelen hükümetler,
diplomatik baskı, abluka vb. yöntemlere başvurarak, Nepal’i Hindistan’ın kendi “nüfuz
alanları”ndan biri haline getirmeye çalıştılar. Dahası, Hindistan’da Hindu sağcılar,
eski monarşinin garanti altına aldığı Hindu siyasi hâkimiyetini yeniden tesis
etme yönünde kurnazca bir girişimde bulunarak, Nepal’de yeni kurulan cumhuriyet
için bilinçli olarak siyasi krizleri körüklediler.
RSS’ye
göre Nepal, Hindu Raştra (Hindu Ulusu) medeniyet projesinin önemli bir
parçasıydı. Buna paralel olarak, dini kurumlar, kültürel ağlar ve siyasi açıdan
anlayışlı devlet adamları aracılığıyla RSS, Nepal’de nüfuz kazanmaya çalıştı.
Genç Nepalliler arasında yaygın olan mevcut hayal kırıklığı göz önüne
alındığında, bu girişimler kendilerini geliştirecek kanallar buldular.
Son
zamanlarda Hinducu güçler, Hindistan’ın otoriter, mezhepçi politikaları
doğrultusunda Nepal’in bir Hindu devleti olarak yeniden kurulması için daha
kolay destek buldular. Genelde bu girişim, monarşiyi “gerçek” Nepal kimliğinin
koruyucusu olarak görüyor, gösteriyor. Federal cumhuriyette yaşanan yolsuzlukları
ise laiklikteki “etkisizliğin” kanıtı olarak sunuyor.
Yukarıda
belirtilen zorluklara rağmen, 2008’den bu yana önemli başarılar elde edildi.
Elektrik ve yol gibi altyapı ve hizmetlerdeki eşitsiz gelişmelere rağmen,
insanların bu imkânlara erişimi, önceki on yıllara kıyasla istikrarlı bir
şekilde arttı. Ülke, 2008’deki yaklaşık %25,4’ü bulan yoksulluk seviyesinden
2024 yılına kadar %4’e ciddi bir düşüşe tanıklık etti. Mutlak yoksulluğu
azaltmak amacıyla 2008-2009’dan bu yana yaşlı vatandaşlar, Dalitler, bekâr
kadınlar ve engelli bireyler için aylık ödenekler gibi çok sayıda sosyal koruma
programı uygulamaya konuldu. Nihayet 2015’te yeni bir anayasa da yürürlüğe
girdi. Temel amacı göz önüne alındığında, Anayasa, yakın zamana kadar monarşi
tarafından korunan ve desteklenen eski rejime karşı hiç de küçümsenmeyecek bir
başarıyı temsil ediyordu.
2015
Anayasası’nın genel çerçevesi, eski Hindu devleti altındaki merkezi otoriter
yönetimden, Nepal toplumunun daha fazla demokratikleşmesine kendini adamış
laik, federal tarzda bir cumhuriyete geçişi garanti altına aldı. Yedi ayrı
idari bölgeden kaynaklanan farklı yerel ihtiyaçları ve zorlukları hesaba katan
bir sistemi getirdi. Dahası, 2015 Anayasası, Nepal toplumundaki, çoğu tarihsel
olarak dışlanmış ve vatandaşlık, temsil ve katılım konularında kavga vermek
zorunda kalmış çok sayıda grubu içeren zorlu müzakereler neticesinde dikkatle
yapılandırılmış bir metindi.
Bunların
yanı sıra, monarşi sonrası dönemdeki diğer önemli başarıları da göz ardı etmemek
gerek. Örneğin, yaygın kast sistemi ve Brahmanların siyasi ve sosyo-kültürel
yaşamdaki hâkimiyetiyle karakterize edilen bir ülkede, 2008’deki Kurucu Meclis
seçimlerinden bu yana, Dalit bakanların orantılı temsil yoluyla yönetime
girmeleri dikkat çekici bir gelişmedir. Buna karşılık, partileri yasaklayıp
iktidarı krala bağlayan Pançayat sisteminde (1960-1990), bakanlık görevlerinde
yalnızca çok az sayıda Dalit görev almıştı ki bunlar da esas olarak bakan yardımcılığı
veya eyalet bakanlığı görevleri üstlenmişti. Çok partili parlamenter sistemin
ardından gelen dönemde (1990-2002), atanan 336 kabine bakanından hiçbiri Dalit
toplumundan değildi. Tam tersine, monarşi sonrası dönemde Dalitlerin kabine
bakanı olarak atandığına şahit olundu. Bununla birlikte, 2012 sonrası kurulan
Yerel Yönetimler’de Dalitlerin oranlarında görülen düşüş, sınırlı katılımları
konusunda endişelere yol açtı.
Şüphesiz,
monarşinin yıkılışı muazzam bir başarıydı. Bu noktada temsili sistem
aracılığıyla yeni bir toplumun yaratılabileceği varsayılmıştı. Ülke, temsili
demokrasinin hâkim olduğu modelin çerçevesini çizdiği bir anayasa hazırlama
sürecine girdi, bu da devrimci ihtimalleri ve sonuçları bir biçimde ketledi.
Bir zamanlar devrimci mücadelenin öncüsü olan Maoistler ve diğer sol oluşumlar,
temsili sistem tarafından yutuldular. Bunlar, iktidar olmanın ve ayrıcalıklara
kavuşmanın döşediği tuzaklara düştüler. Bugün halkın geneli, bu örgütleri yolsuzluk
denilen bataklıkta debelenen oportünist yapılar olarak görüyor.
Ateş
olmayan yerden duman çıkmaz. Nepal’de halkın çoğunluğunun yoksulluk içinde yaşarken
önemli solcu liderlerin gösterişli bir hayat sürmeye başladıkları gerçeği göz
önüne alındığında, sol partilerin yüzleştikleri itibar kaybı, beklenen bir gelişmedir.
Dahası, Nepal’de sol partilerin taban hareketlerini zayıflattıkları, neoliberal
ekonomik politikaların yerleşmesini kolaylaştıran çeşitli hükümet önlemlerini
benimsedikleri gerçeği dikkate alındığında, ülkeyi sosyalist manada yeniden
yapılandıracaklarına dair iddialarının içi boş ve temelsiz oldukları
görülmektedir.
Maya John
14 Ekim 2025
Kaynak







