II
Komintern’in
1920’de gerçekleşen ikinci kongresinde tartışılan en önemli konulardan biri de
Sovyet hareketinin kapitalist olmayan ülkelerde örgütlenmesi meselesiydi. Lenin,
bu ülkelerde işçi olmasa da buralarda köylü veya emekçi sovyetlerinin
kurulabileceğini söylüyor, “Sovyet Rusya’nın yardımını alan, etkili propaganda
faaliyeti yürüttüğü bu türden ülkelerin kapitalist gelişme aşamasına girmeden,
doğrudan sosyalizm aşamasına geçiş yapabilmesi mümkündür” diye ekliyordu.[22]
Zinovyev’in
de ifade ettiği biçimiyle, “uzun süre her ülkenin kapitalizm aşamasından
geçmesi gerektiği, büyük fabrikaların kurulup işçilerin şehirlerde
yoğunlaşmasının şart olduğu, ancak bu sayede sosyalizm meselesinin gündeme
gelebileceği üzerinde durulmuştu. Artık bu şekilde düşünülmüyordu. Rusya gibi
bir başka ülke de kapitalizmin zincirlerinden koptuğu, işçilerin proleter
devrimi gündemlerine aldığı andan itibaren Çin, Hindistan, Türkiye, İran ve
Ermenistan’ın da doğrudan sosyalist düzen için mücadele etmeye
başlayabilirlerdi.”[23]
Bunlar,
esasen iyimser görüşlerdi. Zamanla fazla iyimserlik yüklü oldukları görüldü.
Zira bir süre sonra yerli halkın toplumsal ve kültürel geleneklerinin ağırlıklı
bir yere sahip olmasına izin verilmedi. Eylül 1920’de Bakû’de toplanan Doğu
Halkları Kurultayı, bu geleneklerin önemli olduğuna dair kimi kanıtlar sundu.
Bir raporda ifade edildiği biçimiyle, “Birçok hararetli konuşma yapılırken, bu
konuşmaların etkisi Müslüman temsilcilerin dışarı çıkıp namaz kılmalarıyla
birlikte kırılıyordu.”[24]
Kurultayda
İngiliz ve Fransız emperyalizmine saldıran konuşmalar yapıldı. Ancak kurultaya
hâkim olan görüş, yalınkat milliyetçilikti. Sovyetler’in görüşlerine yönelik
şüphelerini dile getiren delegeler, esasen politik ve kültürel meselelerine
dışarıdan “müdahale” edilmesini istemiyorlardı.[25] Aslında bu delegelerin
önemli bir bölümü, ticari çıkarları peşinden Bakû’ye gelmişti. Kurultay
sürecinde birçok şüphe edilen delege ve alenen spekülatörlük yapan kişiler
kentten kovuldular.[26]
Doğu
ülkelerinde radikal partilerin doğrudan sosyalist bir düzeni inşa etmek için
kolları sıvamaları karşısında karşılaşacakları olası güçlükler konusunda
gösterilebilecek bir diğer kanıt da “Gilan olayı”ydı.
Hazar
Denizi kıyısındaki Enzeli limanı, 18 Mayıs 1920 günü Kızıl Ordu’nun eline
geçti. İngiliz-Hint askerlerinin bulunduğu garnizonun kaçması üzerine Gilan
bölgesinde bulunan, limana yakın olan Reşt kenti de komünistlerin hâkimiyetine
girdi. 4 Temmuz günü cumhuriyet ilan edildi, İranlı demokrat Küçük Han’ın
liderliğine geçici devrimci hükümet kuruldu. Hükümet üyeleri, “komiser”
unvanını taşımaya başladılar.[27]
Ancak
Halkın Dışişleri Bakanlığı’nın raporunda aktarıldığı biçimiyle, “bölgede
komünist hâkimiyetini tesis etme girişimi başarılı sonuçlara yol açmadı.” Din
karşıtı propaganda ve toprak sahiplerinin mülklerine el konulması üzerine
hükümet desteğini yitirdi. Din karşıtı propaganda, halk nezdinde yaygın bir
öfkeyle karşılandı. Köylüler, kendilerine verilen toprakları almayı
reddettiler.[28]
“İran
Komünist Partisi’nin yeni seçilen merkez komitesi, Gilan’da yürürlüğe konulan
komünist politikanın yanlış olduğunu ortaya koyduktan sonra İran’da devrimin
burjuva aşamasından geçmek zorunda olduğuna dair bir kararı kabul etti.”[29]
Ocak 1921’de Adalet ismini taşıyan İran komünist partisinin görevlerini ve
sosyo-ekonomik durumu ele alan tezler benimsendi. Bu tezlere göre parti,
“komünist tedbirlerin hemen uygulanması kararından uzak durmalı”, “İran’da
komünizmin böylesine erken bir vakitte ortaya çıkmasının imkânsız olduğunu
kabul etmeli”ydi. Tezleri hazırlayanlar, dini ve kültürel önyargıların gücünü
görüyorlardı.
Gilan
olayı, bir yandan da “Rus hâkimiyeti tehdidini yeniden gündeme getirmiş, bu da
İngiliz karşıtı hareketi zayıflatmıştı.” Artık Rusya’nın her türden askeri
müdahalesinin devrimci harekete zarar vermekten başka bir sonucu olmayacağına
inanılıyordu. Bu noktada parti, esas olarak proletaryadan orta burjuvaziye, tüm
sınıfların desteğini güvence altına alacak çalışmalara yoğunlaşmalı, küçük
burjuvazi ile aydınların çıkarlarını temsil eden partilerle işbirliğinin
yollarını aramalıydı.[30]
Safarov’un
yorumuna göre, Küçük Han’ın desteği, sadece dünya emperyalizmin hayrına olan
gerçek güç ilişkilerine fazla önem atfetme, güç ilişkilerinin komünistlerin
lehinde olduğu vehmine kapılma yanılgısı üzerinden değerlendirildi. İşçi
sınıfının örgütsel yapısının zayıf olduğu koşullarda, “devrimci maceracılık”tan
uzak durulmalıydı. Artık Doğu ülkeleri için, dini, kabilevi ve kültürel
önyargıların gücünü muhafaza edeceği “uzun bir geçiş dönemi”nin veya bir NEP
döneminin gerekli olduğu düşünülmekteydi.[31]
Pravda’nın 10
Ekim 1920 tarihli nüshasına yazdığı yazıda Stalin de geri kalmış ülkelerdeki
komünistleri kendi halklarından kopmalarına neden olacak, kendi ifadesiyle,
“geri kalmış kitleleri hemen komünistleştirme hedefiyle gerçekleştirilen süvari
baskınları türü politikalar uygulamamaları” konusunda uyardı.
Bu
süreçte iç savaş süresince kapalı olan pazarların açılmasına izin verildi.
Ticaret teşvik edildi. Zenginlere bile ait olsa, mülkiyet haklarına saygı
duyuldu. Devletin el koyduğu camiler cemaatlerine teslim edildi. Şeriat
mahkemeleri ve dini okullar yeniden açıldı.[32] Stalin’in ifadesiyle,
“sosyalizme geçiş denilen zor ama imkânsız olmayan görevi ifa edebilmek için
halkların ekonomik koşullarının, tarihsel geçmişinin, yaşam tarzının ve
kültürünün tüm özel yönleri dikkate alınmalı”ydı.[33]
Roy’un
aktardığı kadarıyla, “İkinci Kongre’nin yapıldığı dönemde ‘sömürge ve yarı
sömürge ülkeler’ teriminin kapsadığı bölgelerdeki ve halklardaki farklılıkları
anlayabilen insan sayısı çok azdı.” Zinovyev, “kapsamlı bir aydınlatma
çalışması”nın yürütülmesi gerektiğini düşünüyor, bu noktada işçi sınıfı
hareketi ile yerelliklerdeki komünist partilerin gelişimine vurgu
yapıyordu.[34]
Komintern’in
Üçüncü Kongre’sinde bu görevler geri plana atıldı, daha çok ulusal demokrat
hareketin gelişimine odaklanıldı. Bu noktada, ilk elden kimi önemli ve çarpıcı
başarılar elde edildi. Ancak güçlü olan kültürel gelenek, bu yeni ve görünüşe
göre daha gerçekçi olan hedefe ulaşma konusunda atılan adımları sekteye
uğrattı.
Bu
politikalara şüpheyle yaklaşanlar da vardı. Bazıları, Sovyet liderlerinin
niyetinin Doğu halklarını kendi taktiksel amaçları için kullanmak olduğunu
düşünüyor, bilinçten yoksun bir yaklaşım üzerinden, bu liderleri önceki Çarlık
sömürgecileri gibi görmeye devam ediyorlardı.
Bakû
Kurultayı’nda konuşan bir delege liderlerle ilgili şikâyetini şu şekilde dile
getirmekteydi: “Biz Türkistan halkı olarak Zinovyev yoldaşı da Radek yoldaşı
da, devrimin diğer liderlerini de bugüne dek hiç görmedik.” Liderlerin
Türkistan’a gelip bölgedeki ajanlarının kitleleri Sovyet iktidarından
kopartacak işler yaptığını görmesini isteyen delege, sözlerine şöyle devam
ediyordu: “Şu karşı-devrimcilerinizi alın başımızdan! […] Bugün komünizm
maskesiyle iş tutan sömürgecilerinizi alın götürün!” Bu sözler, kurultaydaki
delegelerin başlattığı alkış tufanıyla karşılandı.
Özünde
bunlar, ciddiye alınması gereken görüşlerdi. Kapanış konuşmasında Zinovyev
delegelere, yerelde komünist adını taşımayı hak etmediğini ortaya koymuş olan
temsilcilerin görevlerinden uzaklaştıracakları güvencesi verdi. Ardından
Zinovyev, “Eskiden büyük güçlere yönelik duyulan güvensizlik, kasti bir
yaklaşım olmadan, yarım yamalak bir bilinçle, yeni Sovyet devletiyle kurulacak
ilişkilere de yönlendirilmektedir” dedi.[35]
Birinci
Orta Asya Müslüman Komünistleri Kongresi delegelerinden biri, yaptığı konuşmada
şu şikâyetini dile getiriyordu: “Yerelliklerde halk, eskinin imtiyazlı
sınıfların halkı küçük gören yaklaşımlarına halen daha tahammül etmek zorunda
kalıyorlar. Ezenlerin zihniyetini bir şekilde muhafaza eden komünistler, halka
bu şekilde yaklaşıyorlar, Müslümanları kendi tebaaları olarak görüyorlar.”
Rus
Komünist Partisi’nin onuncu kongresinde Safarov, proletarya diktatörlüğünden
yana olan ama Kırgız ve Özbek gibi halklar sanayi proletaryasından yoksun
olduğu için, bu diktatörlüğe ait kurumların sadece Rusların elinde olması
gerektiğine inanan birçok Rus komünisti bulunduğunu söylüyordu. Safarov’a göre,
“yerelliklerde kendilerine yabancı olan bir ideolojinin etkisi altında olan çok
sayıda yoldaş” mevcuttu.[36]
Sovyetler’in
kontrolü dışında kalan uzak diyarlarda asıl sorun, Ekim Devrimi’ni despotizme
ve yabancı kontrolüne karşı elde edilmiş bir zafer olarak gören ama bu devrimin
sosyalist niteliğini göz ardı eden yaklaşımdı. Aynı dönemde Hintli devrimciler
de “Rus Devrimi’nin idealleri ve Marksizmin ilkeleri konusunda net bir anlayışa
sahip değillerdi. Bunlar, esas olarak devrime salt milliyetçi zeminde
örgütlenmişlerdi.”[37] Hintli devrimciler, “Sovyet Rusya’dan yana duruyorlardı
ama Sovyetler’deki yönetim tarzının ideolojik yönüne ilgi duymaya
başladıklarını söylemek yanlış olur. Esasında bu devrimciler Sovyet hükümetinin
ideolojisine düşmandı.”[38]
Hintli
devrimcilere göre, Rusya’nın Asya’da bulunan, emperyalist hâkimiyetten kurtulup
hızla kalkınan topraklarındaki Çar idaresini Hindistan’daki İngiliz idaresine
benzetiyorlardı.[39] Buna karşın, “Hintli liderler, devrim ve sosyalizmi
ülkelerine yabancı unsurlar olarak görüyorlardı.” İlk Hintli sosyalistler, bu
aşamada Marksizme dair yüzeysel bilgilerini sınama imkânı buldular. Bu Hintli
devrimcilerden birinin babası Lenin’i “Allah’ın iradesine aracılık eden bir
araç” olarak görüyordu. Marksist külliyata ulaşmak pek mümkün değildi.
Bolşevikler,
“uzlaşma nedir bilmeyen antiemperyalistler” olarak görülüyorlardı. O dönemde
Hintli komünistlerin yargılandığı dava, yargılanan sosyalistlerden birine, sözde
bağlı olduğu öğreti konusunda fikirlerini netleştirme imkânı sundu.[40]
Sovyet
Rusya ve Marksist öğretiye dair bu türden kanaatler, doğalında komünist
partilerin ve işçi hareketinin gelişimine mani oldu. Komintern’in dördüncü
kongresine sunduğu raporda Zinovyev, Hindistan’da başarıya ulaşan yoldaşların
önemli sonuçlar elde ettiğini duyuruyordu. Rapor, aynı zamanda Türkiye, Çin ve
Mısır’da belirli bir güce sahip komünist hücrelerin oluştuğu bilgisini
veriyordu.[41]
Ama
bu süreçte, ikinci kongrede Doğu sorununa teorik açıdan yaklaşanlar meseleyi
pratik düzleminde ele almaya başlamışlardı.[42] Bir yandan da komünist
hareketle ilişkili partilerin Doğu’da yeterli bir düzeyde bulunmadıkları tespit
edilmekteydi.
Dördüncü
kongrede yaptığı konuşmada gerçekleri oldukları gibi değerlendirilmesi
gerektiğini söyleyen Radek, “Türk komünistlerinden boş beklentiler içine
girmemeleri, kendi güçlerini abartmamaları istendi” diyordu. Radek’e göre,
Hindistan’daki yoldaşlar ilk adım olarak işçi partisi kurma girişimine imza
atmamalıydı. Zira “pratikte örgütsel düzeyde elde edilen başarıların güvence
altına alınabilmesi için pratikte daha yapılacak çok iş vardı.”[43]
London
Times, aktardığı yazılarda Hindistan’daki sivil itaatsizlik
hareketinin politik yönelimine dair şüpheleri aktarıyordu. 1 Ocak 1923’te
gizlice basılıp dağıtılan bir Bolşevik genelgesinde gidişatın hiç de tatmin
edici düzeyde olmadığına vurgu yapılıyordu. Genelgeye göre, komünist propaganda
okulları pratikte bir işe yaramıyor, ajanların yürüttüğü çalışmalar hiçbir
sonuç üretmiyordu. Tek başarılı iş, yüklü miktarda paranın Taşkent’teki
propaganda okulunun öğrencilerinden birinin Hindistan’a gizli yollardan
sokulabilmiş olmasıydı. Ama bu parayı getiren kişi, söz konusu parayı kendisine
ev inşa etmek için kullanmıştı. Bolşeviklerin Hintli devrimcilere ilk dönem
sundukları finansal destek benzer akıbetlerle yüzleşti. 1926 yılında partinin
on beş ilâ yirmi civarında üyesi vardı ve bu üyelerin belirli bir kısmı kâğıt
üstünde üyelikti. Örneğin Lahor’daki parti üyelerinin hazırladıkları bir
raporda aktarıldığı kadarıyla İngiltere’deki partiden gelen temsilciler alımlı
kişilerdi ama bir şeyler yapma isteğinden yoksunlardı.[44]
Komintern’e
bağlı partilerin üyelerinin isimleri 1923’te yayınlandı. Rapora göre, İran’da
iki bin üye, bir de yayın organı varken, Mısır’da bin beş yüz üye bulunuyordu,
ama ülke tek bir dergi ya da gazeteye sahip değildi. Çin ve Kore’de ne üye ne
de yayın organı mevcuttu. Raporda Hindistan ve Afganistan’ın adı bile
geçmiyordu. İki ülke de Komintern’le bağlantılı bir partiye sahip değildi.[45]
1924’te
raporda adı geçen İran partisinin beşinci kongreye gönderdiği delege, üye
sayısının düştüğünü, tek umutlarının “sanayi proletaryasının büyümesiyle
birlikte partinin faaliyet imkânlarında yaşanacak artış” olduğunu
söylüyordu.[46]
Komintern’in
ilk beş yıllık deneyimiyle ilgili yorumunda Zinovyev, “sömürgelerde ve yarı
sömürgelerde yürütülmesi gereken ciddi devrimci çalışma konusunda henüz
başlangıç aşamasında olunduğu” tespitini aktardı bulundu. Ardından, Doğu’ya,
sömürge ve yarı sömürge ülkelere daha fazla dikkat kesilmesi çağrısında
bulundu.[47]
Gelgelelim,
Doğu’da yaşama ihtimali bulunan devrimci bir hareketin gelişimini ketleyen tek
unsur, Komintern’in bu gelişim için adım atma konusunda sergilediği direnç veya
isteksizlik değildi. Başka faktörler de vardı ve kanaatimizce bu faktörlerin
önemli bir kısmı sosyo-kültürel nitelikte faktörlerdi.
III
Asıl
mesele, sömürgeler dünyasının değişmekte olan sosyo-ekonomik ortamında
kurulması gereken sınıfsal ittifaklar, daha da özelde, bağ kurulacak milliyetçi
liderlere ve hareketlere karşı geliştirilecek tavırla ilgiliydi.
Komintern’in
ikinci kongresinde asıl tartışılan konu, “milli burjuvazi” meselesiydi. İlk
başta Komintern’in “burjuva demokrat” unsurlara destek sunması önerisinde
bulunan Lenin, nihayetinde “milli devrimci” tabirini kabul eder bir çizgiye
gelmişti. Oysa Lenin, sömürgeler dünyasında milliyetçi hareketin burjuva
demokratlıktan gayrı bir niteliğe kavuşamayacağını düşünüyordu. Zira bu
ülkelerde kitle, esas olarak köylülerden, küçük burjuvazinin temsilcilerinden
oluşmaktaydı.
Herkes,
açıktan gerici olan unsurların desteklenmemesi gerektiği sonucuna vardı.[48]
Komintern’in stratejisi haline gelen formül, gene de bir muğlaklıkla maluldü.
Bu muğlaklık kendisini, Lenin’in tezleri yanında Roy’un önerdiği ek tezlerin
kabul edilmesinde açığa vurdu. Neticede Roy, milli burjuvaziye şüpheyle
yaklaşıyor, “ilk ve asli görev”in Doğu ülkelerinde komünist partilerin kurulması
olduğunu düşünüyordu.[49]
Yaşanan
olaylar, kısa bir süre sonra bu iki tarafı gören, dengeli bir yaklaşım üzerine
kurulu formülün zeminini iyice gerdi. Yılın sonunda Sultanzade, Komintern icra
kurulu toplantısında yaptığı konuşmada geri kalmış ülkelerdeki burjuvazinin
milli demokratik devrim safında dövüşmeye mahir olduğu anlayışının sonsuza dek
terk edilmesi gerektiğini söyledi. Aklında son dönemde Kuzey İran’da yaşanan
gelişmeler olan Sultanzade, konuşmasının sonunda milliyetçilerin ya
karşı-devrimci kampa geçeceği ya da Türkiye’de olduğu gibi, kapitalist Avrupa
ile anlaşacağı tespitinde bulundu. Sultanzade’ye göre, Doğulu komünistler, hem
beynelmilel hem de yerli burjuvaziyle mücadele etmeliydi.[50]
Sokolnikov
ise konuşmasında, “Doğu’daki askeri müttefiklerin düşmanla, İtilaf Devletleri
ile anlaşmalar imzaladığını” söyledi. Ona göre, “her bir ülkenin özel yanları
dikkate alınmalı, her türden basmakalıp laftan ve yaklaşımdan uzak
durulmalı”ydı.[51]
Zinovyev’in
dile döktüğü “emperyalist hükümetlerin tüm çabalarına rağmen kurtuluş
mücadelesi daha fazla gelişiyor” diyen görüş, resmi görüş hüviyeti kazandı. Bu
kurtuluş mücadelesi, sosyalist ve komünist niteliğe sahip olmasa da nesnel
planda kapitalist rejime karşı bir mücadele olma vasfını koruyordu. Stalin, bu
yaklaşımı daha cesurca dile döküyordu: Ona göre, Afganistan Emiri’nin
bağımsızlık mücadelesi nesnel planda devrimci bir mücadeleydi, çünkü
emperyalizmi zayıflatıyor, onun zeminini sarsıyordu. Aynı durum, Mısırlı
tüccarların ve burjuva aydınların verdiği milli bağımsızlık mücadelesi için de
söz konusuydu. Bu noktada “Mısır’daki milliyetçi hareketin başındaki liderlerin
burjuva köklerinin ve burjuva niteliğinin, hatta sosyalizme karşı olmalarının
bir önemi yoktu.”[52] Bir hareket, proleter kitle tabanından, işçi veya orta
sınıf liderlerden, ayrıca devrimci hatta demokratik bir programdan yoksun olsa
da “nesnel açıdan devrimci” olabilirdi. Edinilen deneyim, kısa bir süre sonra
bu iki tarafı uzlaştıran teorinin sınırlarını ortaya koyacaktı.
Örneğin,
1922’de Sosyalist Akademi isimli dergide bir yazar, “Hindistan’ın tüm
Doğu ülkeleri içerisinde devrime en yakın ülke” olduğunu söylüyordu. Başka bir
yazar ise bu ülkenin “geniş işçi ve köylü kitlelerinin katılımıyla birlikte
toplumsal mücadele aşamasına girdiği” tespitinde bulunuyordu. Neticede milli
bağımsızlık sloganları, hareketin burjuva aşamadan sosyalist devrim aşamasına
doğru yaşanan gelişimindeki eğilimleri yansıtmamaktaydı. Artık Hint devrimi
gündemdeki yerini almıştı.[53]
Oysa
ümitlerin bağlandığı bu harekete öncülük eden Gandi, ecdadı yücelten dünya
görüşüne sahip, uslanmaz bir barışçıydı. Buna karşın, Gandi, “Hint halkının kurtuluş
mücadelesinin yürüdüğü yolda en önemli aşama olarak, İngiliz hâkimiyetine karşı
Hint halkının birleşmenin ve dayanışma ilişkisi geliştirmesinin gerekliliğini
temsil etmekteydi.”[54]
Gandi,
insanların hayatını kaybettiği bir olay sonrası sivil itaatsizlik eylemleri
çağrısında bulununca bu görüşler revize edilmek zorunda kalındı. Roy,
Komintern’in dördüncü kongresinde Hindistan gibi Doğu ülkelerinde kapitalizmin
belirli ölçüde geliştiğini, burjuvazinin üst kesimlerinin mevcut sisteme önemli
oranda yatırım yaptığını söyledi. Bu düzlemde burjuvazi, emperyalistlerin
koruyucu elinin ülke üzerinden çekilmemesini kendisi için avantajlı gördü.
Çünkü savaşın sona ermesiyle birlikte ülkede oluşacak o büyük toplumsal
huzursuzluk devrimci bir nitelik kazanırsa bu kalkışma, sadece yabancı
emperyalistleri değil, yerli burjuvaziyi de söküp atacaktı.
Roy’a göre, hiçbir Doğu ülkesinde burjuvazi,
emperyalistlerin gidişi sonrası kamu düzeninin sorumluluğunu üstlenecek durumda
değildi. Bu burjuvazi, anarşi, kaos ve iç savaş döneminin gelmesinden korkuyor,
bu sebeple, emperyalist ağababalarıyla uzlaşma yolu bulmak istiyorlardı. Eskiden
emperyalizmi tehdit eden Mısır ve Hindistan’daki o “büyük devrimci hareket”,
artık “emperyalizme önemli bir zarar verecek durumda değildi.” Roy’a göre,
artık burjuva milliyetçi örgütler, karşı-devrimci birer güç haline gelmişti ve
o devrimci harekete ihanet ediyorlardı.[55]
Şeklen
de olsa bağımsız bir hükümete sahip olan devletlerde durum hiç de iç açıcı
değildi. Beşinci Kongre’de dile getirildiği biçimiyle Mısır’da “devrimci laflar”la
sahneye çıkmış olan Zağlul Paşa, Mısır halkının lideri kabul ediliyordu. Ama iktidara
gelir gelmez Mısır Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin tüm üyelerini hapse
attırdı. “Komünistler hapiste korkunç muamelelerle yüzleştiler.” Partinin 1924’te
örgütlediği bir oturma eylemini askerler dağıttı. Bir sonraki yılın başlarında
polis casuslarının sızmayı başardığı partinin tüm üyeleri ve birçok üyesi
gözaltına alındı.[56]
İran’da
ve Afganistan’da Sovyet çizgisi tüccarlarda ve esnafta karşılık buldu. Bu, daha
çok Sovyet Rusya ile kurulmuş olan ticari bağlarla ilgili bir gelişmeydi.
İlgili kesim, Sovyet hükümetinin tanınması konusunda daha fazla istekliydi.
Halkın Dışişleri Komiserliği’ne göre bu yeni gelişen burjuvazi, “bir bütün
olarak ilerici bir faktördü.” Ama bu kesimlerin Sovyet hükümetiyle kurdukları
ticari ilişkiler onların sosyalist oldukları anlamına gelmiyordu. Hatta süreç
içerisinde İran Komünist Partisi yasaklandı, tüm üyeleri yeraltına çekilmek
zorunda kaldı.[57]
En
dikkat çeken örnekse Türkiye’ydi. Bu ülkede başta olan Mustafa Kemal, bağımsızlık
mücadelesinin başarıyla neticelendirilmesi sonrası Sovyetler’in diplomatik
desteğine artık ihtiyaç duymuyordu. Bu noktada ülkedeki komünistlere zulmetmeye
başladı.
Komintern’in
Üçüncü Kongresi’nde dile getirildiği biçimiyle İtilaf Kuvvetleri’ne karşı duran
Mustafa Kemal, “bir yandan da her türden komünist harekete karşı mücadele
yürütüyor”, tüm gücüyle komünistleri tutukluyor, onların etkisini kırmak için
elinden geleni yapıyordu.[58]
En
gurur kırıcı hamlesi ise devrimci olmayan hedefler belirlemiş bir resmi “komünist
partisi”ni kurmasıydı. Safarov’un ifadesiyle, bu partinin kurulmasının amacı
hakiki komünistleri ezmekti. Ama gene de Türk komünistlerine milli bağımsızlık
hareketine desteklemenin ilk görevleri olduğu söylendi. Zira bu büyük öneme
sahip devrimci görev, henüz tamamlanmış değildi. Radek, özgürleşmek için
verilecek nihai savaşın henüz kapıyı çalmadığını” söylüyordu. Türk komünistlerinin
devrimci burjuva unsurlarla yan yana yürüyecekleri daha uzun bir yolları vardı.”[59]
IV
Çiçerin,
“komünistlerin Doğu ülkelerindeki burjuvaziye İngilizlerin ve diğer
kapitalistlerin emperyalist planlarına karşı güçlü bir duvar örmeleri konusunda
yardım etme siyaseti yürütmeleri gerektiğini” düşünüyordu. Çiçerin’e göre,
gelişme kaydeden burjuvazinin yürüdüğü yol netleştikçe, onun mücadelesi ne tür
bir biçim alırsa alsın, o mücadele desteklenmeli”ydi. Konuşmasının sonunda
Çiçerin şu tespiti yapıyordu: “Diyalektiği esas alan bir görüş sunma becerisinden
yoksun olanlar, işçi-köylü hükümetinin burjuvazi merkezli bir tutumu benimsemesini
komünist ilkelere ihanet olarak görüyorlar.”[60] Bu ikaz içeriye yapılıyordu
esasında. Zira Sovyetler’de ve Komintern’de liderler, “antiemperyalist mücadele”nin
tek hedefinin Sovyet hükümetiyle kurulacak diplomatik ilişkileri güçlendirmek
olduğuna inanan kesimlerin şüphelerini ortadan kaldırmakta bir miktar güçlük
çekiyorlardı. Rus Komünist Partisi’nin sekizinci kongresinde yaptığı konuşmada
Buharin, meramını gayet sarih bir biçimde koyuyordu: “Milliyetçiliği alenen
ortada olan hareket, değirmenimizin kapısında duran, İngiliz emperyalizmini yok
etme çabamıza katkı sunacak basit bir buğday çuvalından başka bir şey değil.”[61]
Bu
görüş, zamanla dünya komünist hareketinin ana görevinin hareketin elindeki tek
toprak olan Sovyet Rusya’nın savunulması olması gerektiğine dair önermeyle
birleşti. Nisan 1923’te toplanan Bakû Propaganda Konseyi’nde Kirov da bundan
başka bir şey söylemiyordu. Konsey, İngilizlerin baskıları neticesinde Sovyet hükümetinin
sömürgelerde verdiği tavizlerin önemli olduğuna dair, şikâyet yüklü konuşmalara
sahne oldu. Bu konuşmalara cevaben Kirov şunları söyledi: “Sovyet Rusya, dünya
devriminin merkezidir, dolayısıyla, eğer dünya devrimi gerçekleşecekse her şeyden
önce Sovyet Rusya sağlam bir zemine sahip olmalıdır. Sovyet Rusya yenilirse
dünya devrimi de yenilir, devrimler birkaç kuşak öteye ertelenir.”[62]
Esasında
bunlar, son yıllarda da işittiğimiz görüşler. Bunları salt “Stalinizm”
üzerinden açıklarsak, çok katmanlı ve geniş bir zeminde yürütülen tartışmanın
arka planını göz ardı etmiş oluruz.
Sömürgelerin
toplumsal yapısını analiz ederken Komintern, çözümü çok zor olan bir yığın
sorunla yüzleşti. Sovyet dışı Doğu coğrafyasının toplumsal ve ekonomik
meselelerini ele alan çok az Marksist çalışma kaleme alındı. Ayrıca Marksist-Leninist
teori, bir yere tatbik edilecek basit bir teori değil. “Onun geliştirilmeye de
ihtiyacı var.”[63] Ancak öte yandan, belirli bir sömürgenin mevcut durumundaki
özgül yanları dikkate almayan hiçbir geliştirme çabasının başarılı
olamayacağını da görmek gerekiyor. Sömürge ülkeler, sadece emperyalist
ülkelerden değil, birbirlerinden de farklı yapılar. Sokolnikov’un tespitiyle,
sömürge ülkeleri incelerken basmakalıp laflardan uzak durmak gerekiyor.
“Genel
komünist teorinin ve pratiğin Doğu’nun farklı koşullara sahip ülkelerine tatbik
edilmesinin bugüne dek dünya komünistlerinin yüzleşmedikleri türden, sıra dışı
ve zor bir görev olduğunu” Lenin de kabul ediyordu. Onun kanaatine göre, ilgili
sorunlara gerekli çözümler “komünist broşürler”de değil, sadece mücadele yolu
dâhilinde bulunabilirdi.[64] Zamanla sömürge ülkelerdeki hükümetlerin o güne
dek varsayılandan çok daha bağımsız hareket ettikleri, yereldeki toplumsal ve
kültürel geleneklerin çok daha derin köklere sahip oldukları, toplumsal
yapıların daha karmaşık ve heterojen bir nitelik arz ettiği görüldü. Komintern’in
konuyla ilgili tecrübesi bize, bu türden faktörleri yeterli düzeyde dikkate
almayan bir sömürge devrimi stratejisinin başarı şansının bulunmadığını
gösterdi.
Stephen White
Glasgow
Üniversitesi
[Kaynak:
Science & Society, Cilt. 40, Sayı. 2 (Yaz 1976), s. 173-193.]
Dipnotlar:
[22] Kommunisticheskii Internatsional, V tor ox Kongress: stenografichesm
otchet (“Komünist Enternasyonal, İkinci Kongre: Stenografi Raporu”) (İkinci
Baskı, Moskova, 1934), s. 28, 103.
[23]
Pervyi S”ezd Narodov Vostoha: stenograficheskie otchety (“Birinci Doğu
Halkları Kurultayı: Stenografi Raporu”) (Petrograd, 1920), s. 40.
[24]
Secret Political Report, 25 Ekim 1920, F.O. 371/5178/E13412.
[25]
Pervyi S"ezd Narodov Vostoha, birçok yerde; ayrıca bu makalenin
yazarının çalışması için bkz.: “Communism and the East: Baku 1920”, Slavic
Review, Cilt. 33, Sayı. 3 (Eylül 1974), s. 492-514. Türkçesi: İştiraki.
[26]
E. D. Stasova, Stranüsy Zhizni i Bor'by (“Hayat ve Mücadeleden Sayfalar”)
(Moskova, 1957), s. 109-10.
[27]
M. N. Ivanova, NatsionaVno-OsvoboditeVnoe Dvizhenie v Irane v 1918-1922 gg.
(“1918-1922 Arası Dönemde İran’da Ulusal Kurtuluş Hareketi”) (Moskova, 1961), s.
85. Ayrıca aynı yazarın şu çalışmasına bakılabilir: “Natsionarno-Osvoboditel'noe
Dvizhenie v Gilyanskoi Provintsii Irana v 1921-22 gg.” Sovetskoe
Vostokavedenie, Sayı. 3 (1955), s. 46-55, ve A. N. Kheifets, Sovetshaya
Rossiya i SopredeVnye Strany Vostoha, 1918-1920 (“1918-1920 Arası Dönemde
Sovyet Rusya ve Doğu’daki Komşu Ülkeler”) (Moskova, 1964).
[28]
NKID, Godovoi Otchet k Vili S"ezdu Sovetov za 1919-20 gg. (“Sekizinci
Sovyetler Kongresi 1919-1920 Arası Dönem Yıllık Raporu” (Moskova, 1921), s. 72;
M. N. Pavlovich, Ekonomicheskoe Razvitie i Agrarnyi Vopros v Persii XX Veha
(“Yirminci Yüzyılda İran’da Ekonomik Kalkınma ve Tarım Sorunu”) (Moskova,
1921), s. 30.
[29]
NKID, Godovoi Otchet k VIII S"ezdu Sovetov, s. 73 (Bu kısım ve 28.
dipnotta aktarılan bölüm şu çalışmada yer almıyor: Dokumenty Vneshnei
Polititi SSSR, Cilt. 2, Ek. 7).
[30]
Zhizn' Natsional'nostei, Sayı. 7 (105), 17 Mart 1921; Ivanova, a.g.e.,
s. 101 ve devamı.
[31]
G. Safarov, Problemy Vostoha (“Doğu’nun Sorunları”) (Petrograd, 1922), s.
171, 176.
[32]
Novyi Vostok, Sayı. 2 (1927), s. 286; A. G. Park, Bolshevism in
Turkestan, 1917-27 (New York, 1957), s. 53, 54.
[33]
J. V. Stalin, Sochineniya (“Asar”), Cilt. 5 (Moskova, 1947), s. 41.
[34]
Kommunisticheskii Internatsional, IV Vsemirnyi Kongress: Izbrannye Doklady,
Rech'i i Rezolyutsii (“Dördüncü Kongre: Seçme Raporlar, Konuşmalar ve
Kararlar) (Moskova, 1923), s. 262; G. Zinoviev, Mirovaya Revolyutsiya i
Kommunisticheskii Internatsional (“Dünya Devrimi e Komünist Enternasyonal”)
(Petrograd, 1920), s. 48.
[35]
Pervyi S"ezd Narodov Vostoka, s. 88, 90, 227-29. 13 Ekim 1920’de
Moskova’da düzenlenen Bakû Kurultayı’ndan yirmi yedi delegenin katıldığı
toplantı sonrası RKP(B) Politbürosu’nun aldığı kararın ana konusu bu türden
aşırılıkların ortadan kaldırılmasıydı. (Lenin’in hazırladığı karar taslağı için
bkz.: Leninskii Sbornik, Cilt. 36 [Moskova, 1959], s. 133-34).
[36]
G. Safarov, KolmiaVnaya Revolyutsiya (“Sömürge Devrimi”) (Moskova,
1921), s. 97; R.K.P.(B), Desyatyi S"ezd:stenografichesMi otchet (“Onuncu
Kongre: Stenografi Raporu”) (Moskova, 1921), s. 105. Buharin, partinin 12.
Kongre’sinden bir delegeye “sizde yeni bir şeyler var mı?” diye sorar. “Pek bir
şey yok. Milliyetçileri gırtlaklamaktan başka” cevabını alır. (R.K.P.(B), Dvenadtsatyi
S"ezd stenograficheskii otchet [“On İkinci Kongre: Stenografi Raporu”]
[Moskova, 1923], s. 169).
[37]
L. P. Sinha, The Left-wing in India (1919-1947) (Muzaffarpur, 1965), s.
58.
[38]
Z. Imam, Yayına Hz.: B. R. Nanda, Socialism in India (Delhi, 1972), s.
54.
[39]
Asya’daki Çar idaresine benzerliğe değinen isimlerden biri Cevahirlal Nehru (Autobiography
(Londra, 1942), s. 362 ve Soviet Russia [Allahadbad, 1928], birçok yerde),
biri de S. Usmani’dir (From Peshawar to Moscow [Benares, 1927], s. 168).
Z. Imam, “The Effects of the Russian Revolution on India, 1917-20,” St.
Antony’s Papers, Cilt. 18 (Londra, 1966), s. 96; M. Ahmed, The Communist
Party of India: Years of Formation, 1921-23 (Kalküta, 1959), s. 8.
[40]
Yayına Hz.: A. Gupta, India and Lenin (Delhi, 1960), s. 28, 29, 30. Ayrıca
bkz.: D. Kaushik ve L. Mitroalum, Lenin: His Image in India (Delhi,
1970).
[41]
G. Zinoviev, Kommunisticheskii Internatsional za Rabotoi (“Komünist
Enternasyonal İş Başında”) (Moskova-Petrograd, 1922), s. 66.
[42]
Kommunisticheskii Internatsional, Tretyi Vsemirnyi Kongress:
stenograficheskii otchet (“Üçüncü Dünya Kongresi: Stenografi Raporu”)
(Petrograd, 1922), s. 6. Benzer uyarılara dördüncü ve beşinci kongrelerde de
yapıldı.
[43]
Communist International, Fourth Congress (Londra, 1923), s. 222, 224.
[44]
P. Spratt, Blowing Up India (Kalküta, 1955), s. 34, 37.
[45]
Ezhegodnik Kominterna (“Komintern Yıllığı”) (Petrograd- Moskova, 1923), s.
54-55.
[46]
S. Zabih, The Communist Movement in Iran (Berkeley, 1966), s. 52.
[47]
Kommunisücheskü Internatsional, Sayı. 1 (1924), Cols. 158, 174.
[48]
Kommunisticheskii Internatsional, Vtoroi Kongress, s. 99.
[49]
A.g.e., s. 498.
[50]
Tezler konusunda bkz.: Zhizn' Natsional'nostei, Sayı. 41(97), 24 Aralık
1920; Tartışmayı içeren kısa bir haber için bkz.: Kommunisticheskii
Internatsional, Sayı. 15 (1920), Col. 3368. Bir yıl sonra Sultanzade,
bugünün Maoizmine ait kimi unsurları haber veren açıklamasında söz konusu
devletleri “proleter devletler” olarak tanımlıyordu. Ëkonomiha i Problemy
NatsionaVnykh Revolyutsii v Stranakh Bhzhnego i Dal'nego Vostoha (“Yakın ve
Uzak Doğu Ülkelerinde Ekonomi ve Ulusal Devrimlerin Sorunları”) (Petrograd,
1922), s. 181.
[51]
Aktaran: Lazitch ve Drachkovitch, Lenin and the Comintern, Cilt. 1, s.
411.
[52]
G. Zinoviev, Kommunisûcheskii Internatsional za Rabotoi, s. 74; J. V.
Stalin, Sochineniya, Cilt. 6 (Moskova, 1947), s. 144.
[53]
Vestnik SotsialistichesM Akademii, Cilt. 1 (1922), s. 163; Mezhdunarodnaya
Zhizn', Sayı. 15(133), 7 Kasım 1922, s. 35, 36; Novyi Vostok, Sayı.
1 (1922), s. 118.
[54]
Mezhdunarodnaya Zhizin', Sayı. 6 (124), 10 Mayıs 1922, s. 12.
[55]
Kommunisticheskii Internatsional, IV Vsemirnyi Kongress, s. 263-64, 266,
267.
[56]
Kommunisticheskii Internatsional, Pyatyi Vsemirnyi Kongress:
stenograficheskii otchet (“Beşinci Dünya Kongresi: Stenografi Raporu”) (Moskova-Leningrad,
1925), s. 615; H. Seton- Watson, From Lenin to Malenkov (New York,
1956), s. 130.
[57]
NKID, Mezhdunarodnaya Politika v 1922 godu (“1922’de Uluslararası
Politika”) (Moskova, 1923), s. 65.
[58]
Kommunistich eskii Internatsional, Tretyi Kongress, s. 464.
[59]
G. Safarov, Natsional'nyi Vopros i Proletariat (“Millet Sorunu ve
Proletarya”) (Petrograd, 1922), s. 196; Bericht über den IV Kongress der
Kommunistischen Internationale (Hamburg, 1923), s. 140-41. Türkiye
görevinden dönüşte Sovyet diplomatı Surits de 25 Aralık 1923’te Izvestiya’yla
yaptığı söyleşide bu görüşü yineliyor.
[60]
Politicus (Chicherin), “My i Vostok” (“Biz ve Doğu”), Kommunisticheshaya
Revolyutsiya, Sayı. 13-14, Temmuz-Ağustos 1923, s. 28.
[61]
VIII S"ezd R.K.P.(B): Stenograf icheskii otchet (“RKP Sekizinci
Kongresi: Oturumlar”) (Moskova ve Petrograd, 1919), s. 128.
[62]
Secret Intelligence Report No. 1189, 27 Haziran 1923, F.O. 371/9369/N5849.
[63]
Yayına Hz.: R. A. Ulyanovsky, Komintern i Vostok, s. 193.
[64]
V. I. Lenin, Pol. Sob. Soch., Cilt. 39, s. 329-30.