29 Ekim 2017

, ,

Ekimlere


Ekim nasıl inkâr edilir? Bu sorunun cevabını Ertuğrul Kürkçü’nün mülâkatında[1] bulmak mümkün. Kürkçü’ye, reformizmin ve genel anlamda Marksizmi inkârın geldiği düzeyi ele verdiği için müteşekkir olmak gerek. İrfan Aktan’ın takdiminde yer verdiği “gerillalığın” bir karşılığının olmadığını, samanlığı seyrandan başka bir anlam ifade etmediğini söyleyerek başlayalım.

Mülâkatın muradının, bayatlamış Stalin tartışmasını yeni bir sosa daldırmaktan ibaret olduğu açık. Devrim, “Stalin eliyle Rusya hudutlarına hapsedilmiş.”

Oysa daha başta partinin ismi konusunda tartışma yürütülürken Lenin, Rusların değil, Rusya’nın sosyal demokrat işçi partisinin kurulmasından dem vuruyor. Zaten “Rusya” dedikleri de Çar İmparatorluğu’na ait toprakları ifade ediyor. Hedef belli: Çar’ın hâkimiyet sahasını kırmak, yoksul emekçi halkların iktidarını tesis etmek. ABD’li şarkıcı Paul Robeson[2] da bundan fazlasını söylemiyor:

“Batı’da (İngiltere, Belçika, Portekiz, Hollanda) Afrikalılar, Yerliler (Doğu ve Batı), birçok Asya halkı yüzlerce yıl gerici addedildi, ancak artık belki de bu sözde ‘koloniler’ modern toplumun birer parçası olacaklar.”

Demek ki “devrimi Rusya’ya daralttı” diye mızırdananların derdi, Batılı solcuların “devrim bizim işimiz” ukalalığına teorik kılıf bulmak. “Daraldı” dedikleri devrim, onlarca halkı ve ulusu kucaklıyor. Devrim, Batı'ya, onun hareket planına göre “dar” görülüyor.

Kapitalizmin ve emperyalizmin açtığı politik imkânlara bel bağlayanlar, Batı'nın mülkünde gördükleri devrimi, gerisin geri gasp etmeye çalışıyorlar. Kürkçü de bunu söylüyor: “Batı’dan devrim gelmedi” diye şikâyet ediyor. “Gelse her şey güzel olurdu” diyor. Biz biliyoruz ki Kürkçü için Batı’dan gelecek devrim değil, AB fonları ve prestij önemli. “Devrim” dediği, bunlardan ibaret.

Dolayısıyla, bu isimlerin bugün “seçkinci” dedikleri Sovyet aydınlarına bakıp dersler çıkartmaları, Batı’daki değerler üzerinden, kendi halklarına, işçilerine yukarıdan bilinç dayatmamaları gerekiyor, tutarlılarsa eğer. Bu zevatın “parlak an” diye küçümsedikleri momentleri, zihindeki parlamalar olarak anladıkları açık. Tarihin maddesine ve bilgisine onlar hâkim, Ekim gibi olaylarsa basit bir parlamadan ibaret. O madde ve bilgi ise her zaman Batı’ya ait.

Bu yüzden, Kürkçü gibiler, doksan yıl boyunca Avrupa’da dile pelesenk edilen “gerici Rus köylülerinin yaptığına devrim denmez” lafını cilâlamaktan başka bir şey yapmıyor. Kendi efendilerine teslim olmayı solculuk sayan kişilerin yereldeki ajanlığını ifa ediyor.

Buradan da Ekim ve Lenin Stalin’e vurarak; Marx ve Marksizm Ekim’e ve Lenin’e vurarak tasfiye ediliyor. Geriye saf olana, saf Marx’a ulaşmak gibi “iyi niyetli” laflar kalıyor, ama o laflar da sonuçta Marx’ı öncesine mahkûm ediyor. Bir tür solculuk, Marksizm çapağından kurtuluyor. “Tüm insanlar kardeştir” lafına “insanlık işçi ve burjuva olarak ikiye bölünmüştür ve bu sınıflar düşmandır” lafıyla çentik atan Marksizm, ucuz burjuva kardeşlik masalına kurban ediliyor. “İnsanlık” ve “doğa” gibi boş mefhumlar adına, işçilerin, ezilen kitlelerin somut kavgası boşa düşürülüyor. Bu kişiler için insanlık, kendi bireyliklerinden, doğa da bencil çıkar ve haz dünyasından ibaret.

Ekim’i eleştirdikleri düzlem de onda sahiplendikleri öz de aynı: “bir avuç işçi, kardeşçe bir araya gelmişti. Hayırlı olan buydu.” Dertleri işçi de değil aslında. İşçi görse, hızla topuklayıp kaçacak kişilerin o meclislere düşmanca baktıkları bilinen bir gerçek. Burjuva kazanımlarını terk etmek istemedikleri için Ekim’i basit bir işçi toplantısına; Marx’ı da insanlık kardeşliğine indirgiyorlar.

“Belki Marx ve Engels dönemindeki ‘devrimci dünya’ bu kadar büyük ve geniş değildi. Avrupa ve biraz da Amerika’dan ibaret gibiydi. Bugün artık kapitalizm sadece emek-sermaye çatışmasıyla kendini karakterize etmiyor. Kapitalizm, sermaye ile bütün insanlık ve hatta bütün doğa arasındaki bir çatışkı olarak kavranmadıkça, bugünkü devrimin imkânlarını nerede arayacağımızı bilemeyebiliriz. Marx’ın çağında bu ölçüde bir maddi genişlik yoktu.” [Ertuğrul Kürkçü]

İşte Marx’tan daha geniş bir ufka ve dünyaya sahip olduğunu zanneden Kürkçü, Avrupa’nın ve Amerika’dan ibaret “devrimci dünya” adına konuşuyor özünde. Dibine düştüğü kuyunun ağzından gördüğünü dünya sanıyor. Kapitalizm eleştirisi, Steve Jobs veya Ali Koç düzeyinde. Emekçilerin devrimci karşı çıkışını boşa düşürme derdinde. Öte yandan da Sovyetler’in tek bir model dayatmasını eleştiriyor, ama bugün AB ve ABD kaynaklı modeli kendi ülkesine dayatıyor. Sovyet eleştirisindeki ana dert buymuş demek ki: Kürkçü, Sovyetler’i değil, AB ve ABD’yi devrimci görüyor. Her tür zihinsel işlemde eskinin Sovyetler’i yerine AB ve/veya ABD’yi koymayı sosyalistlik kabul ediyor.

Sahada ABD’nin Ortadoğu müdahalesini devrimci gören ve onun bayrağı altında toplanan kesimlerin böylesi bir okuma yapması gayet doğal. Zihin de dönüşmek zorunda bu süreçte. Stalin’e dair söylediklerinde, bu kişilerin tıynetlerine ve niyetlerine dair bir şeyler bulmak mümkün. Stalin’de kendilerini buluyorlar.

“Ortadoğu bataklığı”na girmemek için Stalin’e küfür bir bahane, bir tür imaj çalışması. Buradan kendi yıldızlarını parlatmak istiyorlar. ABD’ye kaçan Avrupalı aydınların diliyle konuşuyorlar. Tüm o tezvirata koşulsuz iman ediyorlar.

Örneğin Stalin’in Hitler saldırmazdan önce İngiltere gibi güçlere birlikte ordu kurmayı önerdiği biliniyor, ama Kürkçü, Batı’nın yalanlarına sarılma konusunda ısrarcı ve cevval. Yemek yediği kaba tükürmediği için övgüyü hak ediyor doğrusu!

Onca Stalin eleştirisi yapan Kürkçü’ye, HDP şahsında sola yönelik dayatmaları da eleştirmeyi tavsiye etmek gerekiyor. Misal, kendisinin kimsenin haberi ve onayı olmadan partiye eşbaşkan seçilmesine de laf edebilmeli. HDP özelinde yürütülen fikrî dönüşümü sigaya çekebilmeli. O kadar “meclis” edebiyatı yapanlar, yedi yıl önce kurulan halk meclislerini üç ay sonra, sırf seçim bürosu olmaya neden indirgediklerini, sonrasında da nasıl tasfiye ettiklerini açıklamak zorundalar.

Eleştiri, bir propaganda türü olarak işliyor. Her şey bir torbaya konuluyor, ayrımlar siliniyor. Ekim Devrimi’ne karşılık, genel mânâda bir de Sovyet devleti var. Her ikisinin siyasetini tek bütün olarak görüp ikincisindeki kusurları Ekim’in sırtına yüklemek, kasti bir yaklaşım.

Kürkçü gibiler, hem günahlarından arınmak hem de kendilerini yeni dönemde satabilmek adına bu işi yapıyorlar. Sovyet devletini eleştiriyorlar ki AB devletine zihinlerde yer açılabilsin, herkes ona mecbur kalsın. Sovyet devletinin kusur ve hataları Ekim’e mal edilsin ki kimse Ekim’in devrimcisi olmasın. Dert, tasa bu.

Bugün HDP bünyesinde veya onunla iltisaklı tüm Ekim anmalarının amacı bu. Yapılan ve yapılacak tüm toplantılar, Ekim’in pratikte ve zihinlerde tasfiye edilmesine ayarlı. “Kadın ve Ekim”, “Özyönetim ve Ekim”, “Demokrasi ve Ekim” başlıklarıyla yapılacak tüm sunumlar, aynı programlamanın parçası.

Bir vakitler tümüyle HDP eleştirisi üzerine kurulu olan metni (Menkıbe) HDP bürolarında tartışmaya açılan Suphi Nejat’ın başına ne geldiyse, Ekim’in de başına o gelecek. Ağalar-paşalar, Ekim’i özel takvimlerinde sıradan bir ay olarak görmek istiyorlar.

Kemalizme dair sözlerine bakılacak olursa, Kürkçügillerin derdi, Sovyetler’le kurulan ilişkiler. Yoksa Tanıl Bora’nın yazısından[3], Kürkçü’nün patronu Kavala’nın Ergenekon tutuklamalarını eleştirdiğine dair haberlerden anlaşıldığı kadarıyla, bu kesimin Batı’yla içli dışlı bir Kemalizmle hiçbir derdi yok.

Meclis’e, cumhuriyete, ilericiliğe, Batılı değerlere hep birlikte sahip çıkmalarında görüldüğü kadarıyla, asıl mesele Kemalizm değil, onun Sovyetler’le kurduğu ilişkiymiş. Kendi cumhuriyetlerinin geri bir Rus toprağının ideolojisiyle muhabbet içerisinde olmasını içlerine sindiremiyorlarmış. Kürkçü, o nedenle bugün “biz olmasak, Türkiye’nin itibarı yerlerde sürünüyordu” diyor.

Tüm eleştiri çıkınını Sovyet devleti eleştirisi ile doldurmalarının nedeni, Ekim’i duymak, görmek istememeleri. Eleştiri ipinin ucunu Marx’a uzatmalarının gerekçesi, “proletarya diktatörlüğü” türünden kavramların bakımlı tüylerini rahatsız etmesi.

Parti bürolarında, otel köşelerinde içerip aşmak istedikleri Ekim, sıkılı bir kızıl yumruk. Yerli “Kızıl Danny Bendit”lerin kafasına inen o; dar kemalizme karşı geliştirdikleri meşrebi geniş kemalizmi tehdit eden gene o. O ki sömürüyü ve zulmü kökünden söküp atacak iradenin ana rahmi.

Eren Balkır
29 Ekim 2017

Dipnotlar:
[1] İrfan Aktan, “Ertuğrul Kürkçü: Sovyetler Birliği Yıkılmasaydı Marx Yanılmış Olurdu”, 27 Ekim 2017, Duvar.

[2] Paul Robeson, “Sevgili Yoldaşa”, Nisan 1953, İştirakî.

[3] Tanıl Bora, “Kemalizm ve ‘Eleştirinin Eleştirisi’”, 05 Temmuz 2017, Birikim.

0 Yorum: