Faşist Soykırımdan 52 Yıl Sonra Endonezya
“Komünist Hayaleti”nden Korkuyor
Cakarta’da
yine sıcak ve boğucu bir gün. Hava kirli, tüm kentte trafik kilitlenmiş. Halkın
dediği gibi bu “biasa”, yani “sıradan işler”.
Bugün
29 Eylül 2017 Cuma, yarınsa tüm Güneydoğu Asya’da en kötü olaylardan birinin
yıldönümü.
30
Eylül 1965’te Endonezya ordusu, ABD ve İngiltere’den gelen talimat üzerine,
Cumhurbaşkanı Sukarno’nun ilerici ve anti-emperyalist hükümetini yıktı, 1 ilâ 3
milyon erkeği, kadını ve çocuğu öldürdü. Bu insanların büyük kısmı, Endonezya
Komünist Partisi üyesiydi. Bu sürece Müslüman, Protestan, Katolik ve Hindu, tüm
dinî örgütler katkı sundu. Katliam 1966’ya dek sürdü. Ülkenin en büyük
romancılarından Pramoedya Ananta Toer’in dediği gibi, “nehirler cesetlerle
doldu, su uzun süre kızıl aktı.” Sosyalist, adil ve eşitlikçi bir vatanla
ilgili tüm umutlar suya düştü.
Darbeden
önce Endonezya enternasyonalist bir ülkeydi ve Bağlantısızlar Hareketi’nin
kurucularından biri olmanın gururunu yaşıyordu (Batı Cava’daki Bandung kenti
1955’te konferansa ev sahipliği etmişti). Sukarno ve ilerici, yurtsever
hükümeti, ulusal kaynaklara el koydu, mağrur, sanata açık, üretimci bir ulus
kurmaya çalıştı. Sukarno, ABD elçisini kalabalık önünde aşağılamış biriydi:
“Yardımınız yerin dibine batsın!” diye bağırmıştı, tıka basa dolu stadyumda.
Batı yardımına ihtiyacı olmadığını söyleyen bu kişi, dünyanın en zengin
ülkelerinden birine başkanlık ediyordu.
Sovyetler
ve Çin’deki komünist partilerden sonra en büyük üçüncü KP olan Endonezya
Komünist Partisi 1966’da seçimleri kazanacak durumdaydı ve Sukarno tarafından
desteklenmekteydi. Manifestolarının içeriği gayet netti: anti-emperyalizm,
sosyal adalet ve toprak reformları. Ama o dönemde ülkedeki en büyük toprak
ağalarının belirli bir kısmı dindar liderlerdi. Bunlar, orduyla ve yolsuzluğa
bulaşmış seçkinlerle birlikte “hayır buna bir son vermek gerek! Adalete de
enternasyonalizme de sosyalizme de yer yok!” dediler. Ülkeye ve halklarına
ihanet ettiler. 30 Eylül 1965’te sosyalist demokrasiye son verdiler.
Sonuç
dehşet vericiydi. Yüzyılın en korkunç katliamlarından birine tanıklık edildi.
Kitlesel katliam, tecavüz, kadınların göğüslerinin kesilmesi, işkence, dolup
taşan hapishaneler ve toplama kampları… Cava’daki öğretmenlerin yüzde kırkı
öldürüldü, yerlerini askerler aldı. Film stüdyoları ve tiyatrolar kapatıldı,
yazarlar Buru toplama kampına gönderildiler. Entelektüel faaliyetler
engellendi, komünizm, Çince ve Çin kültürü ayrıca tüm ilerici sanatlar ve
yaratıcı girişimler alaya alındı veya yasaklandı. Bunun yerine Batı tarzı
turbo-kapitalizm (Avrupa ve Kuzey Amerika’daki tüketim değil sömürgeler için
icat edilmiş bir tür kapitalizm), (Allah’a ulaşma konusunda entelektüel ve
ruhani çaba değil tekrarlanan ibadetler üzerine kurulu) “dinler”, patriarkal
zulme dayalı “aile değerleri”, içi boş pop kültürü ve bencillik savunuldu. Tüm
bunlar, dünyadaki en rezil yozlaşma düzeyine ulaşılmasını sağladı.
30
Eylül 1965 öncesinde varolan Endonezya öldü. Somut hiçbir değer üretemez hâle
geldi ve kendi kaynaklarını yabancı şirketlerin yağmasına açtı. Borneo, Sumatra
ve Papua gibi güzel ve doğal kaynaklar açısından zengin adalar yıkıma
uğratıldı, zehirlendi ve ekolojik, sosyal açıdan bir tür kâbusa tanıklık etti.
* * *
Dürüst
ve umut verici her şey yeni rejim adına yok edildi. Hatta düşler ve hatıralar
bile öldürüldü. Endonezya’nın o ilerici geçmişi kirletildi, başka bir hâle
sokuldu, geriye sadece dine, aileye ve ticarete dair mekanik ritüeller ve kafa
karışıklığı kaldı.
Ülkede
çıkan Tempo isimli derginin 25 Eylül-1 Ekim tarihli sayısının kapağında
şu yazılı: “Sekali Lagi Hantu PKI” (EKP Hayaleti Yeniden Hortladı).
Yolsuzluğa
bulaşmış seçkinler, ordu ve dinî kadrolar (ki bunlar ülkedeki zalim rejimin üç
ana payandası) ne vakit ihtiyaç duysa komünist hayaleti yeniden anımsanıyor. Bu
hayalet canavar, iğrenç ve cani bir yaratık olarak resmediliyor. Endonezyalı
çocuklara komünist parti bayrağındaki çekicin insanların başlarını ezmek,
orağınsa boğazları kesmek için kullanılacağı öğretiliyor.
İslamî
örgütler, ordu ve polisle birlikte, “ülkeyi ateist çeteler”e karşı koruduğunu
iddia ediyor ve güvenlik güçleri sayısız mitingi dağıtıyor. Toplumsal
eşitsizlik, yetersiz sağlık hizmetleri, herkese eğitim, barınma imkânı ve temel
hizmetlerden bahsetmeye cüret edenlere saldırılıyor veya bunlara karşı hukukî
yaptırımlar devreye sokuluyor.
Ülkenin
zenginliğini yeniden dağıtmaktan, yoksuldan yana olmaktan bahseden
milletvekilleri ve hükümet yetkilileri saldırıya uğruyor, susturuluyor. Bu
isimlerden biri de bugünkü cumhurbaşkanı Joko Widodo. Cakarta’nın halkın
sevdiği, solcu valisi “Ahok” “İslam’a hakaret” suçlamasıyla hapse atıldı. En
büyük günahı (patronlardan yana yönetimlerin yaptığı gibi özel araç kullanımını
dayatmak yerine) kente toplu taşıma sistemi kurmak istemesi, yeşil alanlar
oluşturması, tıkalı ve kirli kanalları temizlemesi ve kanalizasyon sistemi
kurması.
“Ahok”
aslen Çinli ki bu, ülkede hoş görülmeyen bir vasıf. Cumhurbaşkanı Widodo ise
Çin asıllı değil. Buna karşın sürekli “komünist” olmakla suçlanıyor. Bu
suçlamalar bilhassa bu yıl içinde yaptığı Ulusa Sesleniş konuşması üzerinden
dillendirildi. O konuşmada cumhurbaşkanı, sosyal adaletten, yani
kapitalistlerin ve Batı yanlısı Endonezyalıların kabul edemeyeceği bir şeyden
bahsetmişti.
Halkının
çıkarlarını yabancı çıkarlarının üzerine koyması sonucu başkan, ülke içinde ve
dışında yığınla düşman edindi. Baş düşmanı ve rakibi ise (Suharto komutasında
hareket etmiş olan, Kopassus Özel Kuvvetleri’nin eski komutanı) General
Prabowo. Bu şahıs durumu kendi lehine çevirmeyi bilen bir isim.
Birçok
İslamcıya göre Widodo “komünist”. Ülkede komünizm bir tehdit ve ölüm cezasıyla
cezalandırılması gereken bir suçu ifade ediyor.
* * *
29
Eylül 2017 günü Cakarta’da binlerce kişi meclisin ana kapısı önünde toplanıp
eylem yaptı.
İnsan
seli yavaş akıyor. Müslüman militanlar ağırlıkta. Hoparlörlerden “Allahu Ekber”
sesleri duyuluyor ve devamında şu slogan atılıyor:
Ganyang,
ganyang, ganyang PKI
Ganyang PKI, sekarang juga!
(Yok et,
yok et EKP’yi yok et
Ez EKP’yi hemen şimdi!)
Heyecanlı
ve kararlı erkekler… Kadınlar da var aralarında. Birçoğu kapalı. Çocuklar da
var, ebeveynlerinin ellerini tutmuşlar, korkuyla bakıyorlar etrafa bazıları,
bir kısmı da kulakları sağır edecek şekilde bağırıyorlar.
Göstericilerin
ellerinde üzerinde Arapça yazıların olduğu siyah bayraklar var, bazıları IŞİD
pankartlarına benziyor. Diğerleri ise Hizbut Tahrir’e ait. Yasaklı olan örgütün
amacı takımadada hilâfet kurmak.
Teorik
açıdan yasadışı olan ama hoşgörüyle karşılanan İslamî Müdafaa Cephesi (Forum
Pembela Islam -FPI) açıktan faaliyet yürütüyor, polisle ve diğer güvenlik
kuvvetleriyle omuz omuza hareket ediyor. Kimse onlara mani olmuyor.
Anlaşılan
hukuk sadece komünistler söz konusu olduğunda ciddiye alınıyor. Oysa ülkede
komüniste rastlanmıyor. Toplumu veya halkı merkeze alan bir hareket de mevcut
değil ülkede. Radikal İslam dokunulmaz. Zira statükoyu, ayrıca sağcı
subayların, kapitalist seçkinlerin ve Batılı emperyalistlerin politik
çıkarlarını savunuyor.
Etrafa
bakınıyorum, tek bir Batılı gazeteci göremiyorum. Kulüplerde, lüks otellerde ve
evlerde oturmakla meşguller, sürekli Endonezya’nın “canlı bir demokrasi”
olduğundan dem vuruyorlar ve ülkedeki İslam’ın bu dinin hoşgörülü bir versiyonu
olduğunu söylüyorlar. Oysa bu, Batı’nın 1965 darbesinden beri diline doladığı
dogma.
Ellerinde
küçük bir kamera olan bir grup genç adam geliyor yanıma.
İngilizce
“EKP hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye soruyorum.
Hiçbir
şeyden habersizmiş gibi sorduğum bu sorunun ardından gülümsüyorum. El
sıkışıyoruz gençlerle.
“Burada
EKP’yi yok ettiniz değil mi?” diyorum devamında.
Çocukmuşum
gibi anlatmaya başlıyorlar sonra. “Öyle mi düşünüyorsun? Yanılıyorsun. EKP fare
gibidir. Onlar yeraltında saklanıyorlar. Her yerdeler. Ama sen dert etme, kısa
zamanda hepsini yakalayacağız.”
Bir
arkadaşı BBC gibi konuşmaya başlıyor ardından: “İslam barış dinidir. Endonezya
barışçıl bir halktır.”
*
* *
Sonra
soru sormaya başlıyorum. EKP ve komünizm hakkında ne bildiklerini öğrenmek
istiyorum. Yıllarca Endonezyalılar tuhaf bir propagandaya maruz kalmışlar. Bu
propagandanın amacı, Sovyetler’den, Çin’e, Küba’dan Venezuela’dan Vietnam,
Kuzey Kore ve onlarca başka solcu devlete birçok yerde tanık olunmuş harika,
olumlu gelişmeleri itibarsızlaştırmak.
1965
sonrası Endonezyalıların dünyaya dair algıları bilgiye ve bilgi temelli analize
dayanmayan, esas olarak Batı ve ülke kaynaklı, düşük düzeyli bir propagandaya
sırtını yaslayan bir içeriğe sahip oldu. Burada konuşan, aslolarak ırkçı
klişeler ve resmi dogmalara kafa tutacak her şeye yönelik sansürdü.
Komünizmden
nefret eden onlarca insanla konuştum. Farkettim ki bu insanlar aleyhinde
bağırıp durdukları şey hakkında hiçbir şey bilmiyorlar. Bazıları bilinçaltında
hayatlarındaki boşluktan korkuyorlar, birbirlerine moral verme ihtiyacı
duyuyorlar, nefret dolu konuşmalar ve hislerle yalnız olmadıklarını düşünmek
istiyorlar ve yüz milyonları bulan kitlenin parçası olmanın saadetini
yaşıyorlar.
Analar
Hareketi (Gerakan Ibu Negeri) üyesi Bayan Bode şunları söylüyor:
“EKP’nin yeniden
dirilişini protesto etmek içi buradayız. EKP burada hâlâ var! Üyeleri tüm
sosyal medyada aktif. Seminerler bile düzenliyorlar.”
Kısa süre
önce bazı seminerler düzenlendi. Ama bunları EKP değil, ülkenin tarihini,
özellikle 1965 darbesi sonrası dönemi ele almaya çalışan akademisyenler ve
aktivistlerce gerçekleştirildi. Ama bunlara ordu müdahale etti. Bu türden
girişimlere mani olmak için talimatlar verildi. Rejimin yürüttüğü propaganda
faaliyeti esas olarak tek taraflı, kutsal görülen bir tarih yorumuna dayanıyor.
Bekasi
şehrinden gelen, Meclis Taklim Nurul İhlas (İslamî çalışmalar meclisi)
üyesi Bay Wahnad şunu söylüyor:
“Biz HTI destekçisiyiz,
bizim gibi aşırıcı kitle örgütlerini yasaklayan hükümet düzenlemelerine
karşıyız. Bu ülke için asıl tehlike EKP’dir. Biz onun yasaklanmasını istiyoruz.
Bugün mecliste bile temsil ediliyor. PDIP üyesi milletvekili Ribka Tjiptaning,
eski bir EKP üyesinin kızı olduğunu gururla söyleyebiliyor!”
Bayan
Ribka eski bir EKP üyesinin kızı. Cavalı bir aristokrat olan babası baş aşağı
bir ağaca asıldı ve çocuk olan kardeşinin gözü önünde işkenceye maruz kaldı ve
sonra da hapse gönderildi. Ribka’nın her adımı didik didik ediliyor bugün.
Solcu ve ülkenin en ilerici siyasetçisi. Bir EKP Üyesinin Kızı Olmaktan
Gurur Duyuyorum isimli bir kitap yazdı. Bu nadir duyulan sosyalist ses bile
komünist düşüncenin ülkede yeniden dirildiğine dair yanlış bir algının
oluşmasına yetiyor.
Ufak
tefek, sakallı bir adam, beyaz cübbe içerisinde takdim ediyor kendisini. Hamba
Allah isimli bu şahıs şunu söylüyor:
“EKP’nin yeniden
dirilmesine karşıyız. Onlar tişört, resimler dağıtıyorlar, EKP üyelerinin
çocukları bile bu ideolojinin propagandasını yapıyor.”
Bu
noktada Bay Wahnad devreye giriyor:
“EKP’nin dirilmesine
karşıyız. O genelde Müslümanlara özelde ulemaya sadistçe saldırmış bir
partidir.”
“Sadistçe”
derken neyi kastettiğini merak ediyorum. Sonuçta EKP nispeten uysallaştırılmış,
anayasaya uyan, demokratik bir politik partiydi. 1965’te bile birçok üyesi
Müslümandı. “Sadistçe” derken esas olarak partinin toprak reformlarını
dayatması kastediliyor. Batı müdahale etmese kazanacağı 1966 seçimleri sonrası
muhtemelen parti, dinî liderlerin elindeki feodal toprak mülkiyetine dayalı
ilişkileri bozacaktı.
Bayan
Hayrunisa sesini yükselterek “evet sadistçeydi” diyor.
“Nereden
biliyorsunuz?” diye soruyorum.
Hiç
tereddütsüz, şu cevabı veriyor:
“G30S/EKP filminden ve
öğretmenlerimizin anlattıklarından biliyoruz. Bu konuya dair hiçbir kitap
okumadık. Niye okuyalım ki? Zaten biliyoruz her şeyi…”
“G30S/EKP”
devletin hazırladığı propaganda filmi. Her yanından kan damlayan bu filmle
çocuklar korkutuluyor, darbenin yıldönümlerinde bu film izlettiriliyor.
Yönetmeni General Suharto’nun kurduğu “Yeni Düzen” rejiminin kültür alanındaki
işbirlikçisi Bay Mr. Arifin C. Noer.
* * *
Bir
noktada üzerinde Arapça yazılar bulunan devasa bir beyaz bayrak kaplıyor
üzerimi. Yolu kaplayan bu bayrağa denk geldiğim yerde, bir yabancı olduğum
anımsatılıyor, bir ders veriliyor ama ben umursamıyorum. Refüje oturuyorum ve
birkaç dakika dinleniyorum. Bayrağın altı serin, tüm o saldırgan bağırışlar bir
miktar susuyor.
Alaycı
bir düşünceyle “Endonezya sonuçta barışçıl bir ülke” diyorum kendi kendime.
Batı’nın herkesin inanmasını istediği şey bu. Endonezyalılar da buna inanmış.
Endonezya 1965 sonrası kendi halkına, Doğu Timorlulara ve Papualılara karşı üç
kez soykırım gerçekleştirmiş. Onlarca yıl yaşanan dehşet verici gelişmeler tüm
çıplaklığıyla karşımda. Cakarta ve Solo’da Çinli kadınlara tecavüz edilmiş,
Ambon, Lombok ve başka yerlerde din temelli şiddet eylemlerine tanık olunmuş.
Sünni olmayan, Şii, Liberal İslam, Ahmediye gibi kesimlerin üyelerine bile
saldırılmış, fiziken bu eğilimler tasfiye edilmiş.
Bugün
Borneo (Kalimantan), Sumatra, Papua gibi doğal kaynakları zengin bölgelerini
yağmaya açtığı için Batı Endonezya’yı övüyor. Anti-komünist niteliği muhafaza
ettiği sürece yüceltiliyor. Bu yüceltme girişimi, savunmasız milyonlar feda
edildiği, kapitalist, askeri ve dini tüm seçkinler halka zulmettiği sürece
varlığını sürdürüyor.
* * *
Padjadjaran-UNPAD
Üniversitesi Toplum Bilimleri ve Siyaset Bilimi Fakültesi profesörü İman Sole
şu açıklamayı yapıyor:
“Meclis önündeki
gösteriler kafa karıştırıcı bir niteliğe sahip burada mesele EKP’nin yeniden
harekete geçtiği. Oysa gösterilerin öncülüğünü yasaklı olan Hizbut Tahrir
Endonezya (HTI) yapıyor.
Gösteriler Gerindra ve PKS
gibi cumhurbaşkanı Widodo karşıtı partilerce destekleniyor. Aksi 299 isimli
örgütü ise EKP’nin uyanışı meselesini gündeme getirmek için Eylül ayında
faaliyet yürüte gelen General Prabowo grubu fonluyor. Burada temel sebep,
Widodo hükümetini zayıflatmak.”
Ülkede
her şey kafa karıştırıcı. Neyin komünist olduğu neyin olmadığı bile belirsiz.
Birkaç
ay önce Afganistan’da eski bir Endonezyalı mücahidle tanıştım. Adam yüzüme
bugünün Rusya’sının aslında komünist olduğunu, hatta Esad hükümetinin bile
komünist olduğunu söylemişti. Ona göre NATO işgali altında olan Afganistan’daki
Karzai ve Gani hükümetleri de esasta komünist.
Birçok
insana göre her yerde komünistlerin hayaleti dolaşıyor. En ufak çatlaktan
sızıyor.
Endonezya
korku içerisinde. Hiç de huzurlu değil.
Aslında
“komünizm”den değil, başka bir şeyden korkuyor ve neyden korktuğunu tam olarak
söyleyemiyor.
Bir
ilâ üç milyon ceset bir korku dağı meydana getiriyor. Birçok Endonezyalı ailede
hem kurban hem de katil var. 1965/66 sonrası yaşanan cinayetler uzakta basılan
bir düğmeyle gerçekleşmedi. İnsanlar çıplak ellerle öldürüldü. Kurbanlar
katillerinin ve işkencecilerinin gözlerinin içine baktı, yalvardı, bağırdı,
feryat etti.
Şili,
Arjantin veya Güney Afrika’da görüldüğü gibi, tek bir mahkeme bile kurulmadı.
Uzlaşma sürecine tanıklık edilmedi. Askerler hücrelerde çürümedi. Hatta ülkeyi
yönetmeye devam etti.
Hattizatında
tek bir suç bile kabul edilmedi. Hatta “1965 trajedisi” konusunda kurbanlar
suçlandı.
Tüm
ülke vicdan azabı çekiyor. Çünkü son elli yıl içinde üç soykırım yaşanmış. Tüm
ülke yabancılara satılmış, her yer yağmalanmış, bereketli ve güzel ülke uzun
zamandır sömürülmüş.
Vicdan
azabı boş pop şarkılarıyla, sayısız dini ritüelle, ciddi bir şey okumamakla,
öğrenmemekle ve anlamamakla susturuluyor.
O
korkunç olayın yıldönümü yine geçip gitti. Kurbanları protesto etmek için
binler sokaklara döküldü. Bunlar Batı’dan gelen talimatlar üzerine insanları
acımasızca kıyımdan geçirildiği günlere dair hatıraya hakaret etmek için
oradalardı. Tek talepleri, gerçek bağımsızlığa ve ülkenin izzetle yaşadığı
günlere geri dönülmemesinden başka bir şey değildi.
Andre Vltchek
Cakarta ve Yogyakarta
6 Ekim 2017
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder