11 Eylül 2016

, ,

Politika, Kıvılcımlı ve Siyasal İslam


Günümüzde siyasal mücadelenin geldiği nokta, resmî görüşü aşamamakta. Sosyalistlerin, özgürlük ve demokrasi güçlerinin, muhaliflerin sığ, dar, şabloncu, dogmatik yanları, devleti ele geçirme çabalarının, ulus-devlete, onun iktidarlarına yaradığını, ulus devletin mabedinde yok edilen muhalifliği, sosyalizmi “kazandıran” 2013 Diyarbakır Newroz bildirisi ve Gezi’nin ortaya çıkışı ve 7 Haziran çizgisine günümüzde gelemediklerini görmekteyiz.
Sistem-devlet karşıtlığını, muhalifliğini Erdoğan’a, Fethullah'a indirgeyen politik analizin kendilerine kaybettirdiğini görememektedirler. Buradan da toplumsal yapımızda halk, millet, sınıflar manipülasyonunu ortaya çıkarttığı gerçeği ile yüzleşmemektedirler.
Muhalifler, sosyalistler, demokratlar, mücadeleci İslamcılar, AKP-Erdoğan-Fethullah ekseninde kaldıklarını, bunun da sisteme, mevcut iktidara yaradığı gerçeğini bir türlü “görememektedirler. Önlerinde duran, İmralı tutuklusu Sayın Öcalan’ın ortaya çıkarttığı 2013 Newroz açıklaması, Gezi ve 7-Haziran çizgisine bir türlü gelinememektedir. AKP-CHP-MHP anlayışı hüküm sürmekte, sistemi ters yüz eden 7-Haziran çizgisi ve onun çatışmasızlık, meşru müdafaa hattına, Ağrı-Diyadin anlayışına dönmemekte ısrar edilmektedir.
Ulus-devletin bürokratik cihazının zaptı üzerine çıkan bu mücadelenin nasıl mabedinde sosyalizmi yok ettiğini, devleti ele geçirme anlayışının devlet tarafından daha ele geçirilmeden bile nasıl enerjisinin boşalttığını görmek gerekmektedir. Tüm bunları gören konumda olan, Erdoğan’dır. Tüm stratejisi ve taktikleriyle, o, 7 Haziran darbesi ile darbe içindeki darbesiyle günümüze kadar getirmesini bilmektedir.
Muhaliflerin, özgürlük-demokrasi güçlerinin sadece miting yapma anlayışı, yalnızca Erdoğan’ın darbesine yaramaktadır. Devletin ele geçirilme mücadelesinde, Erdoğan ve Fethullah’ın devlet tarafından ele geçirildiklerini görmekteyiz. Özünde devletin atamalara dayalı sisteminin, bürokratik yanının, valiler ve kaymakamların atanması meselesinin panzehri şudur: açıklık, demokratik işleyişin, seçme-seçilmenin temel alınması, devlet işleyişinde yöneticilerin seçimle işbaşına gelmesi, tüm grupların açık programlarını halka kabul ettirip oy almaları. Onlar, demokratikleşmenin yaşama geçmesi, özgürlük, eşitlik, adalet temelinde, ahlaklı, tutarlı olmak zorunda kalacaklardır.
Çoğunluk dilinin resmi dil olması ile diğer kesimlerin kendi dillerini, tarihlerini, edebiyatını öğrenmesi farklıdır. Bu, AB’nin tipik standardıdır. Ermeniler kendi okullarına, Kürtler kendi okullarına değil, sınıfların ayrılmasıyla her dilden kendi tarihini, edebiyatını öğrendiği bir anlayışa gelinmelidir. Demokrasilerde eşit vatandaşlık ilkeleri doğrultusunda onların iradelerini yansıtmayan, fikirlerini örgütleyemeyen bir ortam, tam da darbeye açık bir ortamdır. Kendi valisini, yöneticisini seçen basit bürokratik, militer olmayan, denetlenebilir bir devlet cihazına kimse darbe yapamaz.
Vatandaşın fikir özgürlüğü ve onların iradelerini yansıtan devlet anlayışında darbe yapılamaz. Bu anlayışı geliştirdiğinde namussuzlar bile çoğunluğun oyunu almak zorunda olacağı için namuslu olma durumu ortaya çıkacaktır. Merkezî bürokratik yapının hüküm sürdüğü koşullarda, demokratikleşmenin yok olduğu yerde, gerek Fethullah’ın gerek Erdoğan’ın bu alandan dalarak darbe yaptıkları gerçeğini herkesin görmesi lazım.
Özgürlük ve demokrasi güçlerine yenilen Erdoğan’ın işlettiği, 7 Haziran darbesiyle başlayan sürecin devamı 15 Temmuz’dur. Bunun panzehri açıklık, kendi yöneticisini kendisi seçmedir. Devletin olduğu yerde her şey açık hale geldiğinde, darbeye teşebbüs edip darbe yapanları devlet ele geçirecektir.
Ne Fethullah ne de Erdoğan, bürokratik alana atama yapamayacağı için onlara emir veremez duruma gelecektir. Demokratik yan, seçme-seçilme darbelerin panzehridir. Darbecilerin bürokratik, atamacı, devlet cihazından güç aldığı kesindir. Burada başbakanın vekillerin mahkemeye çıkmaları ile ilgili sarf ettiği sözlerde hukuka, yargıya müdahale suçu işlenmektedir. Yine içişleri bakanı, “ya herro ya merro” diyerek, vekillerin zorla mahkemeye getirileceklerini söylemektedir. Evet, 12 Eylül hukukunda bile yargıya bu şekilde müdahale edilmemişti. Bunların hepsi, darbe içindeki darbeden güç alarak iktidarlarını sürdürme telaşıdır.
Devlet, yaptığı işkenceyi kabullenmez, maalesef günümüzde işkence fotoğrafları iletilerinin servis edildiğini görmekteyiz. Şu anda kendi burjuva hukukunu bile uygulamıyorlar. Fethullah sermayesi Tüsiad-Müsiad arasında bölüşülmektedir. Devlet, hukuku ayaklar altına alırsa, devletin devlet olma dayanakları ortadan kaldırılmış olur.
Gelelim muhaliflere, demokrasi güçlerine. Demokrasi güçleri nezdinde, seküler anlayışın aklın önüne çıkartılması, günümüzde burjuvaziye hizmet etmektedir.
Dr. Kıvılcımlı Eyüp Sultan Camii konuşmasında helali haramı anlatırken, Marksizm ile İslam’ı sentezlemesi, Marksist anlayışı, artık değeri sömürüyü helal haram ile anlatması, seküler anlayışta görülen din karşıtlığına en büyük cevap olmuştur. Bizde bu ilktir. Marksizmi böyle yorumlayan başka bir marksist daha yoktur. Gerçi Goethe’ci ve Voltaire’ci anlayış, dinsel alanda korumacı bir anlayıştır. Din burjuvazinin elindedir. Dr. Hikmet’teki Marksizm, İslam’ı özgürlükle, eşitlikle, paylaşımla sentezlemiş, dini bireye indirmiştir.
Yine Demir Küçükaydın ise bir TV tartışmasında sosyalizme saldıran konuşmacıya “yanlış örnek verilemez” demiştir. “Muaviye’yi de İslam’dan mı sayacağız?” diyerek, kendini Doktor gibi diğer sol sosyalistlerden, Marksistlerden ayırmıştır.
Bu yazıda belirttiğim gibi, muhalifler, özgürlük ve demokrasi güçleri, özgürlükleri, seçme-seçilmeyi, açık demokratik anlayışları savunarak stratejilerini ve taktiklerini özgürlükler üzerinde temellendirmelidir. Demokratik bir proje, programla kitlesel yanımızla darbelere karşı durulmalı, sistemin karşısına demokratik işleyişle, özgürlüklerle, dünyanın, Ortadoğu’nun en demokratik özgürlükçü anlayışına evrilecek dünya cumhuriyetler birliği, demokratik cumhuriyetler veya sosyal cumhuriyetler anlayışı ile çıkılmalıdır.
Veysel Saka
11 Eylül 2016

0 Yorum: