Bir solcunun anlattığı hikâyedir:
“Naziler,
Fransa'yı işgal ettiklerinde, bir partizan, zengin bir toprak sahibinin
malikânesinde saklanır. O zengin kişi, her gün gıda ve iletişim sağlar. Bir gün
partizan ona ‘Beni saklamakla risk alıyorsun. Bir de Naziler ile işbirliği
yaparsan çok daha zengin olursun. Neden beni saklıyorsun? Ayrıca biz, senin
mülklerini de kamulaştıracağız, biliyor musun?’ der.
Cevap,
‘önce faşistleri bir kovalım da sonrasını düşünürüz” diyerek, zengin adam
cevabına devam eder, ‘Faşist bir Fransa'da yaşamaktansa, komünist bir Fransa'da
yaşamayı tercih ederim.’[…]”
Hikâye bitiminde o solcu şu notu düşmektedir:
“Anti-faşist mücadele böyle bir
şey işte.”
Bu solcu, aynı zamanda Tarık Akan’ın
“anti-komünist ağabey”iyle ticarî ilişkileri olduğunu söylemekte, tüm
“ataistlerin, sosyalistlerin” cephe kurup faşizme karşı birleşmesi gerektiği
yönünde tavsiyelerde bulunmaktadır. İşte ahvalimiz budur. Tarık Akan
cenazesinin politik muhtevasını tayin eden de bu söylemdir.
Yalnız aynı solcunun anlattığı hikâyenin devamı şu
şekildedir: Fransa’da II. Dünya Savaşı esnasında Nazi işgaline karşı yürütülen
Direniş sürecinin ana bileşeni komünistlerdir. Süreç sonunda Paris belediye
binasını ve diğer önemli devlet kurumlarını ele geçiren komünistler, de Gaulle
liderliğindeki, “Makiler” adı verilen küçük burjuva harekete ve burjuvaziye
avuçlarındaki iktidarı bir günde teslim etmişlerdir. O malikânede yenilen
hurmalar, teorik ve politik zemini işte bu şekilde tırmalamıştır.
* * *
Bu solcuların kafası her daim ilerlemecidir, her
zaman burjuva ilerlemesine bakarlar, hiçbir anı, momenti, yeri, devrim ve
sosyalizm için uygun görmezler. Teori ve pratik, burjuvazinin izin verdiği
ölçülere tabidir. Yeri gelir, onlarca yıl “Sovyetler’deki başarısızlığın
sebebi, işçi sınıfının yeterince demokrasi bilinci edinmemesidir” denilir. Bu
nedenle o hikâyeyi anlatan solcunun örgütünden kimileri CHP’ye, kimileri de
AKP’ye sıçrarlar.
Nâzım, Deniz Gezmiş türünden ideolojik kodlarla
kurulan ilişki, CHP tabanına dairdir. Ama bu ilişki, teorinin ve pratiğin lime
lime olması ile sonuçlanmıştır. Aynı CHP, belediyeler ve müteahhitler, ordu
üzerinden AKP ile iç içedir. Tüm bu ideolojik gevezelikler, bu gerçeğin üzerini
örtbas etme amaçlıdır.
Tarık Akan’ı solun safına iten, az çok bir
mücadele kültürü ve birikimi vardır. Bugün o isimler tek tek vefat etmekte, bir
dönem kapanmakta, sol, o mücadele birikimi ve kültüründen uzak ve kopuk olmanın
ceremesini, belirli isimleri yaldızlayarak örtbas etme yoluna başvurmaktadır.
Oysa gökte gördüğümüz yıldızlar zaten ölüdür. Yıldız falına iman etmek, ölümün
ve çürümenin bir tezahürüdür.
“İşçi sınıfının yakışıklısı” lafı bile geçmiş ile
kurulan lakayt, layt ve tepeden bakan yaklaşımın bir ürünüdür. O lafı edenlerin
işçi sınıfı ile ilişkisi yoktur, ancak burjuva estetiği ile ilişki
kurulabileceğine inanılmaktadır. Çünkü işçi fazla kaba, çirkin, geridir. Bu
nedenle Madenci Nurettin’in çocuklarına Soma’da “bisiklet yolları, bilimsel
eğitim” götürülmüştür. Böyle olduğu için, devlet içi gerilimlerin yansıması
olan kimi güncel olaylara politik-ideolojik anlamlar yüklenmektedir. Devlet,
ideolojik örgütlenmesini bu tip medyatik girişimlerle tamama erdirmektedir.
Şortlu kadın haberi, böylesi bir operasyonun parçasıdır. Herkes Atatürk’e
layık, onu eksen alan, özel bireyler olarak inşa edilip, devlete
bağlanmaktadır. Bu devletin dönüşümü, reorganizasyonudur. Sosyalist sol ise
gerisin geri 27 Mayıs rahmine döndürülmektedir. Kürd de ancak bu ölçü dâhilinde
anlam kazanabilmektedir. Yüksek siyaset yürütenler, devletin ideolojik hamlelerinin
kitle zeminini teşkil etmeyi görev bellemişlerdir. Bize lazım gelen,
aşağıdakilerin siyasetidir.
* * *
Anlatılan hikâyede Naziler AKP’ye işaret
etmektedir. Bu kısa devre işlemi yapınca, Direniş sürecindeki komünistler gibi
öncü olunulacağı hayaline kapılınmaktadır. Selefiler, Kur’an’da “Allah’ın eli”
tabirini gerçek el olarak kabul ederler ve kabul etmeyenlere düşman kesilirler.
Sosyalistlerde de buna benzer bir literalizm hâkimdir. Kitaplarda görülen
“Fransızca konuşmak gerek” lafını birincil manası ile ele alırlar, Fransızca
öğrenirler, devrim anlayışının ölçüsünü, ölçütünü Paris Komünü, o da olmazsa
Fransız Devrimi’ne doğru çekerler. Fransa’daki felsefî çırpınışları kendilerine
öncü bellerler. Böylelikle bir süre “devrimci, komünist” olduklarını düşünerek
geçirirler ömürlerini. Çünkü solculuk, devletin “geri gördüğü yere hücum edin”
emrini yerine getirmektir.
Türkiye, Fransa olmalıdır. Küçük burjuva
eşitlikçilik, kendisini yukarıdan kurar. Aşağıdakini aşağılar, hor görür,
oradan gelecek tehditleri bastırmak için bir tür eşitlikçi söylem geliştirir.
Eşitlemek düzlemek demektir. Tüm çapaklar temizlenmek, tehlikeler bertaraf
edilmek zorundadır. Ülkelerarası eşitlik ile bireylerarası eşitlik talepleri
hepten yukarıdan kurulur. Sosyalist kesimler ise yeri geldiğinde birine, yeri
geldiğinde diğerine kaptırır aklını, gönlünü.[1] Kitabında “Yılmaz Güney
oyunculuğu, aktörlüğü unutmuştu” diye onunla alay eden bir şahsı hemen göğe
yükseltir. Yılmaz Güney çapaktır çünkü.
Tarık Akan’ın kitabında klasik bir sol hastalığına
da rastlanır. Birçok örgüt kendi tarihini anlatır. 12 Eylül öncesi dönemde
hepsi de “az kalmıştı, devrim yapıyorduk ama bu Devyolcular yok mu?” lafını
eder. Doksanlarda Devyol’un yerini Devsol almıştır. Her iki örgütün de
tartışılacak yönleri vardır ama buradaki alerji, halkla kurulan ilişkinin bir
çapak olarak görülmesiyle ilgilidir. Fransızcacılar, Fransızcılar, halkla bu
kadar içli dışlı olmayı sevmezler. Bunun bireyliklerine zarar vereceğine
inanırlar.
* * *
Teori ve pratik zemin, burjuvazinin takdim ettiği
hurmalar yüzünden tarumardır. Bu sebeple özel insanları ışığı ile, tavşan gibi
avlayan küçük burjuva eşitlikçiliğinin feminizm, ekoloji, Kürd hareketi, sivil
toplum siyaseti gibi çeşitli formlar altında süren varlığı, belli bir mücadele
alanında oluşan imkânları berhava etmektedir. Esasında yapılması gereken, küçük
burjuva eşitlikçiliğin, yani yukarıdan kurulmuş teorik-politik faaliyetin
eleştiriyle parçalanması, teori ve pratiğin mücadele alanlarında kurulması,
örgütlenmesidir. Küçük burjuva eşitlikçiliğin ekoloji teorileri boştur;
Cerrattepe’nin direnişi gerçektir. Mao’nun sözüne atıfla; ilki boktur,
gübredir, ikincisi devrimcidir.
Mücadele, AKP’yi “faşizm”
olarak kodlamamızı isteyenleri de içermek zorundadır. Gerilik-ilerilik,
burjuvazinin ve devletin hareket planı değil, devrimin hareket planı ile
alakalıdır. Kendi varlığını burjuvaziye ve devlete armağan etmiş olanların
devrimin hareket planı ile ilgili bir derdi yoktur. Onlar, ticari ilişkileriyle
siyasî ilişkileri birbirine karıştıranlardır.
Eren Balkır
18 Eylül 2016
Dipnot
[1] Metin Çulhaoğlu, “Ulusalcılık
ve Liberalizm: Düşman Gibi Görünen Kardeşler”, 18 Eylül 2016, Birgün.
0 Yorum:
Yorum Gönder