31 Ocak 2012

, ,

İştirakiyyun Fırkası: İlk Huruc

II. Enternasyonal’in 1907 tarihli Stuttgart Kongresi’nde ana gündem, sömürgeler meselesidir. Tartışmanın bir tarafında duran isim, Hollanda sosyalistlerinin, Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin lideri Henri van Kol’dur. “Barbarlıktan sosyalizme sıçramak imkânsızdır.” diyen ve “sosyalist sömürgeler”den söz eden van Kol, gelen itirazlara şu şekilde cevap verir:
“Kongre, genel anlamda sömürge politikasının özellikle işçi sınıfı için faydalı olduğu tespitini abartılı bulan düşünceyi tasdik etmektedir. Ancak kongre, sömürge politikasının sosyalist bir rejimde medenîleştirici bir etkisi olabileceğinden, ilkesel olarak ve tüm zamanlara teşmil edilecek biçimde, her türden sömürge politikasına karşı çıkmamaktadır.”[1]
Kongredeki bu tartışmada Lenin, kendi kılıcını sallar. “Sömürgelerin kapitalizmin yumuşak karnı” olduğunu tespiti eden Lenin, “buraların endüstrileşmiş Avrupa’ya kıyasla görece daha önemli bir devrim alanı” olduğunu söyler ve van Kol gibilerin burjuva niteliğini ifşa eder.
Bu dönemde sömürgelerinden gelen destekle Avrupa emperyalizminin işçi sınıfını susturmayı bildiği iddia edilmektedir. Bu durağanlaşmaya ve sosyalist siyasete sirayet etmiş olan sosyal şovenizme karşı Lenin, Emperyalizm isimli broşürü ile bir hat çeker. Lenin, Çin’de ve Asya’nın birçok yerinde yaşanan ayaklanmalarla temas kurar, Avrupalı yoldaşlarına enseyi karartmamalarını söyler ve onlara yüz milyonlarca doğulu yoldaşının olduğunu hatırlatır. 1913 tarihli Asya’nın Uyanışı[2] makalesinde, “Asya’nın uyanışı ve Avrupa’daki ileri proletaryanın iktidar mücadelesi, Dünya tarihinde bu yüzyılın başında ortaya çıkan yeni aşamanın bir simgesidir” demektedir.
Nihayet Ekim Devrimi gerçekleşir ve Lenin, devrimin Moskova-Petrograd hattına sıkışması tehdidine karşı doğudaki imkânları değerlendirmeye yönelir. Başta İngilizler olmak üzere dünya emperyalist güçlerinin ablukasına ve içteki Beyaz Ordu güçlerine dönük desteklerine karşın bolşevik liderlik, dış ilişkilerde ekonomik, politik, diplomatik ve askerî kimi nefes kanalları açmak için gayret sarf eder.
Burada emperyalistler arasındaki rekabet istismar edilmekte, bir yandan da Avrupa’dan gelecek devrim haberleri beklenmektedir. Ne Yapmalı?’nın “saldırıda savunma hattı” örmekle bir ilişkisi varsa, ilgili dönemde kaleme alınan Sol Komünizm de bir anlamda “savunmadaki saldırı hattı”nın şekillendirilmesine dönüktür.
Bu tartışmaların kanlı canlı yaşandığı devrimi takip eden birkaç yıl süresince, önemli işaretler vermesine karşın, Almanya’daki devrim gerçekleşmez. Kısa vadede Moskova, Almanya hükümetinin geri adım atmasına yönelik hamle yapar ve kendisi açısından önemli kayıpları göze alarak, Brest-Litovsk Anlaşması’nı imzalar. Bu yakınlaşmanın farklı bir düzlemde başka bir yansıması daha olur.
Bu dönemde 1918 sonu Almanya’ya kaçmış olan ittihatçı liderler, Troçki’nin önemli fikir babalarından olan ve ittihatçılarla bir dönem çalışan Parvus aracılığıyla, o dönemde hapiste bulunan ve barış havası sonucu kendisine özel hücre tahsis edilen Karl Radek ile görüşürler.
Radek’in niyeti, özellikle Talat’tan, Almanların ve Osmanlı’nın miras bıraktığı doğudaki imkânlardan faydalanmaktır. Karşılıklı beklentiler ve hesaplar üzerinden bu anlaşma sağlanır ve Enver Moskova’ya gider. 1919 başlarında eski gizli örgüt Teşkilât-ı Mahsusa’nın isim değiştirilip yeniden organize edilmesi suretiyle teşkil edilen İslam İhtilali Cemiyetleri İttihadı artık bolşeviklerin hizmetindedir.
Talat Paşa ve Enver Paşa arasındaki fikir ayrılıkları bu dönemde netleşir. Talat, batı ile uzlaşmadan yanadır. O, ittihatçıların “Selânik ocağı”nı, Enver ise “Manastır ocağı”nı elinde tutmaktadır. İlki hareketin fikrî, ikincisi amelî omurgasıdır.
1908’den sonra ittihatçı hareketi gizli dağınık örgüt olmaktan çıkartıp partiye dönüştüren, devletlîleştiren Talat için Enver’in planları sorunludur. Kendisi Anadolu’ya bir halef bırakıp dış ülkelerde anlaşma zeminleri aramaktadır. Bu halef Mustafa Kemal’dir.
Bugün genelde ittihatçılık “istenmeyen evlat” derekesinde ele alındığından, kemalistler ve liberaller, ittihatçı karşıtlıklarını dönemin değerlendirmesine teşmil ettiklerinden, bu noktada başlangıç anlamında, Türkiye Cumhuriyeti “ittihatçılardan kopuş” olarak resmedilmektedir. Bu, Atatürk’ün “Allah” yapılması için şart gibidir. Oysa ittihatçılık, tüm maddeye, tarihe ve topluma direnen, değişmeden kalan metafizik bir olgu değildir.
İttihatçı hareketin içinde Thomas More’dan esinlenerek komünal köy kurmayı düşünen Tevfik Fikret gibi isimlere rastlanmaktadır. Şair ve arkadaşları paraları yetmediği için Yeni Zelanda’ya gidemezler ancak Manisa’da arazi alıp bir süre burada yaşarlar.
Genelde Balkan Savaşları’nın ittihatçılıktaki Fransız sosyalizmi ile Rus Narodnizmine yakın duran “halkçı” çizgisini devletçi ve Türkçü bir yere çektiği söylenir. Kaybedilen Balkanlar’ın ikamesi Türkistan’a, hatta Hindistan’a dek uzanan hattır. Ekim Devrimi’nin hareketi kendi ilk kaynaklarına, Balkanlar’da gerilla oldukları, oradaki Rum, Yahudi ve Bulgar işçilerle ilişki kurdukları, II. Enternasyonal’e delege gönderdikleri dönemi diriltmiş olma ihtimali mevcuttur. İstanbul’daki Teşkilât-ı Mahsusa’nın yeni örgütlenmesi Karakol’un başı olan Kara Vasıf’ın Sivas Kongresi’nde ABD mandası talep edip, sonrasında İstanbul ve Ege’de İslam dünyasına has bir bolşevizmde karar kılması bunun göstergesidir. Bu, aynı zamanda dönem dâhilinde Wilsonist ilkelerle Leninist ilkelerin rekabet içinde olduğunun da delilidir.
Enver Paşa, İslam İhtilali Cemiyetleri İttihadı adına M. Kemal’e yazdığı mektupta, “hepimiz komünist olmalıyız” demekte, “Rusya’da komünistliğin sönmek üzere olduğunu görürsek, onu da ihya edecek yardımlardan geri durmamalıyız, kanaatindeyim” diye de eklemektedir. Komintern başkanı Zinovyev de İttihad’ı “komünist olmayan ama devrimci olan bir örgüt” olarak anmaktadır.[3]
1919 Nisan’ında ise Enver Paşa, Cemal Paşa’ya İttihad’ın şu programatik ilkelerini iletir:
“İslam milletlerinin kurtuluşu, Avrupa’nın emperyalist kapitalist olması sebebiyle sosyalistlerle teşrik-i mesai, dinin esaslarına uyması şartıyla, kurtarılan memleketlerde sosyalizmi kabul, İslam’ın kurtuluşu için devrim de dâhil, tüm araçların kullanılması.”
Kendisine de bildirilen bu örgütlenmeyi M. Kemal kabul eder, ama merkezin Moskova olmasına karşı çıkar. “Panislamizm” diyerek Rusları korkutmak yerine, “anti-emperyalist” yaftasının öne çıkartılmasını önerir. İttihad, bir tür “müslüman Komintern” şeklinde düşünülmektedir. Sonradan İttihad’ın Türkiye seksiyonu olarak Anadolu’da Halk Şuralar Fırkası kurulur. Enver’in fazla Türk bulunması sebebiyle, bu harekette çözülmeler olduğu iddia edilir.
Bu ittifakta Enver, bolşeviklerin müslüman âlemde çalışmaları noktasında kendisine dönük ihtiyaçlarının farkındadır. Çarlık askeri iken bolşevik safa geçen askerler için kullanılan tabirle, Lenin de onun hakkında şu tespiti yapmaktadır: “Bu kırmızı turba güven olmaz, ama özellikle İslam âleminde onunla birlikte iş yapmak gerekmektedir.”
Bolşevikler, öncelikle eski Çarlık Rusya bakiyesi topraklardaki müslüman ahali içinde çalışma yapma noktasında Enver ve Sultan Galiyev gibi isimlere ihtiyaç duyarlar. Özellikle Kafkasya odaklı çalışmalarda, bolşeviklere din ve millet ekseninde şekillenen esaslı bir itiraz mevcuttur. Pavloviç bu hususta, “dine bağlılığı sebebiyle Türk halkı komünizmi benimsemiyor” demektedir. Öte yandan da bu, “ilkellikleri aşikâr olan bu Türkistan bölgesinde çalışma talimatını reddeden”, bir ara Komintern genel sekreteri olmuş Angelica Balabanova gibilerde görülen kimi avrupamerkezci yaklaşımların hüküm sürdüğü bir dönemdir.
Doğuya dönük çalışmaları başlatan bolşevik kadrolar arasında Mayıs-Temmuz 1919 gibi Avrupa’da devrim fikri hâkimdir. 1920 Yaz’ı Polonya saldırısı başarısız olunca yüzler doğuya döner. Bu dönemde “dünyanın tüm işçileri ve ezilen halkları birleşin” sloganı şekillenmektedir. Lenin, “Sovyet Rusya’nın müdahalesi ile sömürge hareketleri kapitalizme bulaşmadan sosyalist olabilir” fikrini geliştirir.[4]
Komintern’in II. Kongresi, Temmuz 1920’de toplanır. Temel olarak sömürge ve millet meselelerinin tartışıldığı bu kongrede Lenin, iki isimle yaptığı tartışmalar üzerinden, konuyla ilgili tezlerini netleştirir. İlk isim, Hollandalı Henk Sneevliet’tir. Müstear adı ile Maring, 1911 gibi, batik işçilerinin İslamî söylem üzerine kurduğu bir sendikal hareketin hüküm sürdüğü Doğu Hint Adaları’nda sosyalist bir örgüt kurmuştur. Hareket, sonrasında önceleri Çin yayılmacılığı, ardından Hollanda emperyalizmine karşı bir tepki olarak örgütlenmiş Sarekat İslam içine sızar.[5] Önemli mevziler elde edilir.
Lenin’in tezleri hazırlama aşamasında Maring’in bu tecrübeleri önemli rol oynar. Temelde sömürgelerdeki kurtuluş mücadelelerinde burjuvazi ile ittifak yapılmasına ilişkin meselenin tartışıldığı kongrede Sneevliet’in tezleri Lenin üzerinden büyük ölçüde kabul görür. Maring, tartışma dâhilinde belli bir denge bulmak adına, “madem bu doğulu devrimcileri beğenmiyorsunuz, eğitim çalışması yapalım o vakit” diyerek KTUV olarak bilinen okulun kurulmasını önerir.
İlgili kararlara şerh düşen, bu politikayı reddeden isim ise Mahabendtra Roy’dur.[6] Genç yaşta mücadeleye atılmış bir isim olan Hindistanlı Roy, sürgün edilmiş, Meksika’ya gidip orada komünist parti kuruluş çalışmalarına katılmıştır. Sonra Avrupa üzerinden Moskova’ya gelir. İtirazında belli ölçüde Avrupalı komünistlerin sesi yankılanmaktadır. Komintern'deki İtalyan delegesi Serrati, “ben bu zamana dek burjuvazi ile her şekilde hesaplaşmak gerektiğini savundum. Bu kararın altına imza atmam” demektedir örneğin. Avrupalı komünistler, konjonktürü, coğrafyayı ve hedefleri karıştırmaktadır bir yanıyla.
“İngiltere’nin Aşil topuğu, sömürgelerdir” diyen Karl Radek, “Hindistan’ı çıkartın, İngiltere imparatorluk olmaktan çıkar” tespitini yapmaktadır bu dönemde. Troçki de Haziran 1920’de Çiçerin’e yazdığı mektupta, doğu meselesinin emperyalizmle pazarlık yapma noktasında kullanılmasını önermektedir. Ona göre, doğudan hiçbir şeyin çıkmayacağı kesin gibidir.
Ama genel bir bakışla, sürecin bir yanıyla devletlî katta akan bir yanı mevcuttur. Bolşevik önderlik, devletler sistemi içinde yer bulma gayretindedir. Barış görüşmeleri, taktikler, bilcümle gizli-açık görüşmeler, bu minvaldedir. Ama temelde dünya devrimi, uzun soluklu hedef doğrultusunda unutulmuş da değildir. Moskova, Buharin ağzından, Rusya’nın “doğu ile batı arasındaki uzlaşma köprüsü” olduğunu söylemektedir. Burada açıktan batı emperyalizmine dönük aba altından sopa gösterilmekte, “sömürgelerinizi kopartırız sizden!” denilmiş olmaktadır. 1919 Mart’ında yapılan I. Komintern Kongresi’nde, “Afrika ve Asya’nın sömürge köleleri! Avrupa’da proletarya diktatörlüğünün kurulduğu saat, sizin kurtuluşunuzun saati olacaktır!” denilmektedir.[7] Avrupa’da devrim beklentisinin suya düşmesi ile II. Kongre doğuya odaklanır ama bu yönelim, esas olarak üzerine gelen emperyalizmi zayıflatma ve bu yönde masada koz elde etme amacını gütmektedir.
Komintern’in kuruluş kongresinden çok önce Lenin şu tespiti yapar: “Savaş esirleri arasında yapılan çalışmalar, üçüncü enternasyonal yaratmak için yapılanların gerçek temelidir.” Doğu ve batıdan gelen esir askerler arasında yapılan ajit-prop faaliyetin baş aktörü ise Mustafa Suphi’dir.[8]
1883 Giresun doğumlu olan Mustafa Suphi, Fransa’daki eğitiminin ardından İstanbul’a döner. Burada önemli ölçüde 1905 Rus devriminin tesiriyle politikleşmiş ve Türkî diyarların kurtuluşu gayesiyle faaliyet yürüten Yusuf Akçura’nın etkisi altındaki, ittihatçılardan kopma Millî Meşrutiyet Partisi’ne girer. Başbakana yönelik suikast üzerinden tutuklanıp Sinop Cezaevi’ne gönderilir. Burada “İslamî sosyalizm” olarak ifade edilebilecek görüşlere sahip, Melâmî tarikatına mensup bir din adamının etkisi ile ittihatçıların görece “uluslararası masonizm”ine yanıt olarak Türkçü-İslamî bir “masonizm” fikri geliştirir. Bir yıl sonra 1914’te Rusya’ya kaçar. Burada esirler arasında yürütülen bolşevik propagandanın etkisiyle komünist olur. RSDİP’e kaydolur. Ekim sonrası Tatar-Başkırt Türkleri ile Moskova’da Yeni Dünya isimli bir gazete çıkartır. 25 Temmuz 1918’de Müslüman Halklar Komiserliği talimatı ile Moskova’da Türk iştirakiyyun kongresini toplar. Suphi’nin bağlı olduğu Müslüman komiserliği, işlevini şu ifadelerde somutlamaktadır:
"Esas kitlesi müslüman olan doğu halklarının dilini en iyi bilen ve o halklara mensup olan biz komünist müslümanlar, kendimizi bu eylem dâhilinde faal bir bileşen olarak rol oynama noktasında yükümlü hissediyoruz. Bu sebeple RKP(B) Merkezî Müslüman Bürosu, bir enternasyonal tertip etti ve bir propaganda departmanı kurdu, doğu halklarının kendi dillerinde broşürler yayımladı, kadrolar, propagandacılar ve ajitatörler hazırladı, bu alanlardaki çalışmalar için tüm müslüman komünistleri davet etti. Büronun umudu, bir aile olan dünya işçileri ile tüm mazlum halkları birleştirmektir.”[9]
O dönemde katıldığı bir toplantıda, “İngiliz-Fransız kapitalizminin beyni Avrupa’da, ama bedeni Asya ve Afrika düzlüklerinde uzanıyor.”[10] tespitini yapan Suphi, sonradan Milliyetler Komiserliği Doğu Halkları Merkez Bürosu Türk Seksiyonu başkanı olur. Bu Türk seksiyonu, muhtemelen takip eden yıl içinde Türkiye İştirakiyyun Teşkilâtı’na dönüşür. Kırım, Batum, Taşkent ve Kazan büroları oluşturulur. “Parti” yerine “teşkilât” denilmesinin nedeni, partinin esas olarak memlekette kurulması ya da olması gerektiğine dair fikrin hâkim bir nitelik arz etmesidir.
Suphi, 22 Ocak 1919’da Kırım’a gelir. Burada Müslüman Komünistler Bürosu’nu kurar. 1918’deki kurultayın kararı olarak kurulması öngörülen Türkiye İştirakiyyun Teşkilâtı’nın ön örgütlenme çalışmalarını yapar. Anadolu'yla ve İstanbul’la temas kurulur. 23 Nisan’da Beyaz Ordu buraya saldırınca Mayıs'ta Odesa’ya gider. Mart 1919 tarihli Komintern kongresine TİT’in temsilcisi olarak katılır. Buradan iki grup Anadolu ve İstanbul’a gönderilir. Taşkent’te Türk Kızıl Ordusu teşkil edilir. 28 Nisan’ında Azerbaycan sovyetleşir. Ardından Suphi, 27 Mayıs 1920’de Bakû’ye gider. 12 Haziran’da üstlerine verdiği raporda, Bakû’deki ittihatçı TKF’yi tasfiye ettiğini, Azerbaycan KP’sine bağlı Bakû TİT’ini kurduğunu anlatmaktadır.
İttihatçıların Türk Komünist Fırkası, 11 Nisan 1920’de kurulmuştur. Karl Radek, doğu müslümanları ile temas kurmak için Enver Paşa’yı görevlendirmiştir. Bu aşamada Kafkaslar genel üs olarak görülmektedir. İttihatçılar, Balkanlar’ın kaybedilmesinden sonra yeni Osmanlı toprağı olarak göz diktikleri Kafkaslar ve Türkistan’da faaliyet yürütmektedirler. Bu noktada bolşeviklerle ittihatçılar arasında İngiliz karşıtı bir yakınlaşma söz konusudur. Azerbaycan da ittihatçıların katkıları ile ele geçirilir. TKF bir istihbarat noktası olarak kullanılır. Parti, bir yanıyla neoittihatçıların, yani kemalistlerin Moskova ile bağlantısı olarak da görülmektedir. İttihatçılar Ekim’den etkilenirler ama bu etkilenme daha çok jeostratejik bir nitelik arz etmektedir.
Anadolu’da ise yenilgi sonrası doğuya yönelme politikası vakidir. Büyük olasılıkla Moskova-Londra anlaşması sonrası dengeler değişir ve Moskova Anadolu karşılığında Kafkasları alır. Churchill’in yaklaşımı budur. O, savaştan yana değildir. Anadolu’yu İngiliz yurdu kılma derdindedir. Önceden kışkırtılan Yunan güçleri arkadan bıçaklanırlar. İddialara göre, İngilizler savaşın Türk tarafına Yunan karşıtı istihbarat temin etmişlerdir.
Tasfiye ettiği TKF’den eski ittihatçı, yeni Kemalist Fuat Sabit, 13 Ağustos 1920’deki TİT Bakû toplantısında Suphi’yi Anadolu’ya çağırır ama sonradan onun Anadolu’ya girmemesi için de elinden geleni yapar. Suphi’nin yakınında ittihatçı ve kemalist ajanlar mevcuttur. Fuat Sabit, sonradan Erzurum’da yanından kaçacak olan Mehmet Emin ve Süleyman Nuri bu isimler arasındadır. Suphi, ittihatçı TKP’nin tasfiyesi sürecinde bir anlamda sorguladığı Fuat Sabit’e onun komünist olmadığını söyler ve kemalist hareket hakkında şu ifadeleri kullanır:
“Gelgelelim bu kuvvete yardım edeceğiz. Ancak uzun zamanlardan beri zulüm altında ezilen Anadolu rençberini kurtarmak için paşalara şöhret kazandırmak, bir hizb-i kalîl-i müstebidi (kıymetsiz despotlar partisini] âmir etmek için değil.”
Türkiye İştirakiyyun Teşkilâtı, “Rusya’daki örgütlerin delegelerinin ve Türkiye’den gelecek delegelerin katılacağı bir kongre yapılması”nı kararlaştırır. Bu kararın ardından teşkilâtın merkez bürosu, planlanan kongrenin yeri ve tarihini belirleyerek, 25 Haziran 1920 tarihli bir yazıyla Azerbaycan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nden 1 Eylül 1920’de Bakû’de toplanması düşünülen kongre için yardımlarını talep eder. TİT’in yayın organı Yeni Dünya gazetesi, Temmuz 1920 sayısında “Eylül başında Bakû’de Türkiye İştirakiyyun (Komünist) Teşkilâtları’nın kongresi başlayacaktır.” müjdesini verir.
“Yirmilerin başında bolşevik politbüro, doğudaki bir dizi ülkede muhtelif faaliyetler içine girer. Her durumda esas olarak üç oyuncu mevcuttur sahnede. Esas oyuncu, dış siyasî faaliyetleri planlayıp uygulaması sebebiyle, bu siyasetin tüm farklı yüzeylerini doğal olarak bilen Moskova, ikinci oyuncu, kendi dış ilişkilerini doğası gereği bilen ve Kremlin ile yereldeki komünistlerin arasındaki bağlantıların gayet net farkında olan yereldeki burjuva milliyetçi hükümet, üçüncü oyuncu ise Moskova ile kendi ülkesindeki burjuva milliyetçi hükümet arasında neler olup bittiğini bilmeyen yereldeki komünist parti.”[11]
Temmuz’daki II. Komintern Kongresi kararları uyarınca doğu halkları kurultayı toplanılmasına karar verilir. 20 Temmuz’da esas olarak Ermeni, Türk ve İran halklarına yönelik çağrı yapılır. Sonrasında bu kurultayın kapsamı genişletilir. Kurultay, 1-8 Eylül tarihleri arasında Bakû’de gerçekleşir. Katılımcılar üzerinde Enver Paşa’nın ciddi bir tesiri vardır. İki gün sonra Suphi ve yoldaşları TKP’yi kurup parti faaliyetlerini Anadolu’ya taşıma kararı alırlar.
Bakû Kurultayı, İngilizlerle pazarlık gayesi ile yapılır. Sovyetler, kendisinin tanınması, askerî, ekonomik ve politik sıkışmışlığını aşmak için İngilizleri anlaşmaya zorlamak derdindedir. Bu amaçla İngilizlerle çatışma ihtimaline yol açacağı öngörüsü ile İran’daki tüm ilişkiler kesilir. İran boşaltılır ve ülke, Rıza Şah’a teslim edilir. Küçük Han tasfiyeye maruz bırakılır. Aynı dönemde Çerkes Ethem’in de tasfiyesi söz konusudur.
Eşzamanlı olarak ittihatçıların bolşeviklerle kurdukları ittifak da boşa düşer. Bir anlamda M. Kemal, İngilizlere “bırakılan” Anadolu’da kendi iktidarını pekiştirme imkânı bulur. Daha öncesinden Suphi’yi Anadolu’ya çağıran, "ne yapacaksanız gelin, burada, hükümetin çatısı altında yapın” diyen M. Kemal, konjonktürel olarak önündeki fırsatı değerlendirir. Tertibata başlar. 15 Aralık’ta izinler alınır. 28 Aralık’ta Suphi ve yoldaşları Kars’a gelirler.
14 Aralık’ta İran-Meşhed’deki İngilizler, Lenin’in muhtemelen Suphi’lere yönelik ya da onlarla ilgili olarak çektiği şu telgrafını bulurlar. Burada dile getirilen görüşler, ilerleyen süreçte, önce İngilizlerle, ardından Türklerle imza edilecek olan anlaşmalardaki “komünist propaganda yapılmayacak” hükmüyle çelişir niteliktedir ki aslolarak gerilime de bu çelişki yol açmış görünmektedir:
“Türkiye’de özellikle Mustafa Kemal’in ordusunda Sovyet propagandası yapılması için çok ısrar edilmeli ve kemalistlerin ikiyüzlü subaylarının iç yüzünü ortaya koymalısınız. Türk komünistleri Antanta’ya karşı bir Rus-Türk bağlaşması için geniş çaplı bir kampanya açsınlar.”
Lenin’in bu telgrafı şu tespiti ile tutarlıdır:
“Biz komünistler, sömürge ülkelerdeki burjuva kurtuluş hareketlerini yalnızca bu hareketlerin gerçek manada devrimci oldukları, temsilcilerinin bizim devrimci bir ruhla köylüler ve sömürülenlerin en geniş kitlesi içinde eğitim çalışması yapma ve örgütlenme faaliyetlerimizi engellemediği ölçüde desteklemeliyiz, destekleyeceğiz. Eğer bu koşullar mevcut değilse, o vakit komünistler, bu ülkelerde reformist burjuvaziye karşı mücadele ederler.”[12]
Oysa 1921 sonlarına ait bir Komintern analizine göre M. Kemal, "Batı Anadolu’da Yunan işgali sonrası rekabet ve mülkiyet imkânlarını yitiren Batı Anadolu burjuvazisinin siyasî liderliğine soyunan bir isimdir".[13] Bu miras ona Talat Paşa’dan kalmadır. Talimatları aldığı Talat Paşa’nın ölümü ardından aynı program ve ilkeler doğrultusunda hareket eder. Talat ile Enver arasındaki dönemsel fikrî ayrılık, ilkinin İngiliz yanlısı çizgiyi desteklemesi, ikincisinin jeostrateji açısından doğucu olması ile ilgilidir. Sonradan M. Kemal’in yerine düşünülen Kâzım Karabekir de onun adamıdır.
İleride Suphi'lerin katline imza atacak olan Kâzım Karabekir bile İslam milletlerinin bolşevizme alıştırılması gerektiğinden, ikisinin iç içeliğinden dem vurmaktadır. Ama aynı Karabekir, 13 Nisan’da, bir yandan da bir İngiliz komutanına, “bolşeviklerin kollarına atılmak zorunda kalacaklarını, kendisinin bolşevikler yerine İngilizleri dost tutmayı yeğlediğini” söylemektedir.
Anılarında belirttiği üzere Karabekir, “Hangi mal hangi servet, neyden korkalım. Niçin komünizmi ilân edip halkımıza yeni bir ruh, yeni bir heyecan aşılamıyoruz” diyenlerin sayıca ve nüfuz olarak güçlü oldukları ortamı dağıtmak için M. Kemal ile birlikte el ele çalışır. İttihatçıların bir kısmı, Anadolu’da kuzeyden gelen seli onun, kuzu postundaki kurt misali, kısmen içinde olarak, etkisizleştirmek, hareketi likide etmek için uğraşır. Bir yönüyle de Enver’in Anadolu’ya dönüşü için gerekli zeminin teşkili doğrultusunda çalışılmaktadır.
Bu dönemin bildirilerine, yazılarına yansıyan “İslamî bolşevizm” ya da “müslüman sosyalizmi” gibi kavramlar alttan alta Enver’i işaret etmektedir. Bu zeminle gerilimli ilişkisi olan, “bolşevizm milletimiz için faydalı ve verimli olacaktır” diyen Çerkes Ethem’in tasfiyesi de ilgili iktidar mücadelesine son verir. “Sırf teçhizat için para gerektiğinden değil, Rahmi Bey’in hırsızlıkla kazandığı paralar biraz azalsın diye çocuğunu kaçırdık” diyen Çerkes ile Batı Anadolu burjuvazisinin liderliğine soyunan M. Kemal arasındaki çatışmadan ikincisi galip çıkar.
M. Kemal, bu dönemde esas düşman olarak Mustafa Suphi’yi belirler. Onun kızıl ordu ile gelerek kendisini alaşağı edeceğini düşünür ve bu noktada her zaman egemenlerin kullandığı yoldan, komünist faaliyeti dine ve millete ilişkin yalanlarla ezmeye ya da etkisizleştirmeye çalışır.
Erzurum Valisi Hamit, Karabekir ve M. Kemal arasındaki yazışmalar üzerinden Suphi, Anadolu’dan çıkartılır. 28 Aralık’ta Kars’ta kendisi ile görüşen Karabekir, “ordu içinde komünist faaliyet yapacakmışsınız. Buna izin vermem” der. "Millî mücadele" döneminin önemli bir bölümünde kışkırttığı Yunanlılara karşı savaşta gerekli istihbaratı sağlayan İngilizler, yukarıda aktarılan Lenin imzalı telgrafı kemalistlere iletmiş görünmektedir. Karabekir, “zaten ordumuzda Bolşevik teşkilâtı yaptığınız hakkında dedikodular başladı”[14] diyerek, Suphi’ye aba altından sopa göstermiştir. Suphi’lerin ciddi bir rahatsızlık yarattığı açıktır.
Suphi’ler, yol boyunca baskı görürler. Yardım etmek isteyen Sovyet elçisi, linçle tehdit edilir. Trabzon’da Suphi’ler bir kayığa bindirilirler. Bir iddiaya göre, Batum’a değil, komünist hücrelerin bulunduğu İnebolu’ya gidecek olan Suphi ve yoldaşları, arkadan gelen çetenin saldırısı sonucu katledilir. Suphi’nin ifadesi ile, “hizb-i kalîl-i müstebid”in idaresi tam anlamıyla pekişir.
Katliam sonrası Bakû Kurultayı’nın da tesiriyle, üç ay sonra, Aralık’ta taslağı hazırlanan ticaret anlaşması 16 Mart’ta İngilizlerle imzalanır. Ticaretin ötesinde İngilizler, kendi sömürgelerinde komünist faaliyete yasak getirirler. Aynı gün Türkiye ile de bir anlaşma imzalanır. Benzer bir şartın orada da yer aldığı görülür.
Sonrasında Komintern, ismini anmasa da, Suphi’lerin hurucunu “maceracı, iyimser ve erken” bir hamle olarak eleştirir. Bu maceracılık eleştirisi, sonraki TKP’nin alamet-i farikası olur.
Görünüşe göre, Anadolu’ya dönük politik yaklaşımda ittihatçılarla kemalistler arasındaki iktidar mücadelesine oynayan Suphi, ittihatçıların tasfiyesi ile boşa düşmüştür. Ayrıca Kafkaslar karşılığı Anadolu’nun teslim edilmiş olması da onun politik hurucunu anlamsızlaştırmıştır.
Gene de bu huruc, bize tarihin öne atılmayanı devrimci saymadığını öğretmektedir. Suphi’ler, Anadolu’ya gelişleriyle komünist faaliyetin gerçek ve maddî bir güç hâline gelmesini sağlamışlardır. Söz konusu hurucun bugüne dek verilen mücadelelerin tüm neferlerine ve emekçilerine; neferlerin ve emekçilerin de ilgili huruca ait kılınması şarttır.
Erhan Baltacı
31 Ocak 2012
Dipnotlar
[1] McVey, Ruth Thomas., The Rise of Indonesian Communism, Equinox Pub., Jakarta, Singapore, 2006, s. 4.
[2] Lenin, V. İ., Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979, s. 80-82. Bkz. “Asya’nın Uyanışı”, İştirakî.
[3] Kramer, Martin, Islam Assembled, 1986, Columbia University Press, New York, s. 72.
[4] Carr, Edward Hallett, Bolşevik Devrim, Çev.: Tuncay Birkan, Metin Yay., Cilt: 3, s. 241.
[5] Bing, Dov, “Lenin and Sneevliet”, New Zealand Journal of Asian Studies 11, 1 (Haziran 2009): s. 158. Türkçesi: “Lenin ve Sneevliet”, İştirakî.
[6] Roy’un doğuya dair değerlendirmesi için bkz. M. Roy, “Doğu’nun Uyanışı”, İştirakî.
[7] Carr, Edward Hallett, a.g.e., s. 223.
[8] Döneme ve Suphi’nin hikâyesine dair kapsamlı bir analiz için bkz. Paul Dumont, “Bolşevizm ve Doğu”, 1977, İştirakî.
[9] Blank, Stephen, “Soviet Politics and the Iranian Revolution of 1919-1921”, Cahiers du monde russe et soviétique, Cilt: 21 Sayı:2. Nisan-Haziran 1980 s. 174.
[10] Carr, Edward Hallett, a.g.e., 222.
[11] Gökay, Bülent, Soviet Eastern Policy and Turkey 1920-1991, Routledge, Londra ve New York, 2006, s. 8.
[12] Blank, Stephen, a.g.m., s. 184.
[13] “Başında Kemal Paşa’nın bulunduğu ulusal aydınlar ve askerler harekete ideolojik ve örgütsel sloganları getirmiş, eline ideolojik silâh vermiştir.” (Akbulut, Erden ve Tunçay, Mete, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (THİF) 1920-1923, Sosyal Tarih Yay., 2007, s. 164.
[14] Karabekir’den aktaran: Akal, Emel, İştirakiyuncular, Komünistler ve Paşa Hazretleri, İletişim Yay., 2013, s. 362.

0 Yorum: