Sirte’nin hemen dışındaki tozlu yollarda savaş
alanından kaçan bir konvoy. Bir NATO uçağı araçları vurur. Yaralılar kaçmaya
uğraşır. Zırhlı kamyonlar, üzerlerinde silahlı adamlar olduğu halde, olay
yerine yetişir. Yaralıları bulurlar; aralarında büyük ödül ayarında biri de
vardır: Kanlar içindeki Muammer Kaddafi. Yakalanmış ve savaşçıların içine
atılmış. Heyecanlarını tahmin etmek zor değil. Bir cep telefonu bu anı takip
eden birkaç dakikayı kaydeder. Yaraları ağır Kaddafi itilip kakılır, bir
arabanın arkasına fırlatılır, derken görüntü bulanır. Bir sonraki görüntüler
Kaddafi'nin naaşına aittir. Başının bir yanında bir kurşun deliği.
Bu görüntüler anında internete düştü. Televizyonlarda
yayınlandı, gazetelere basıldı. İzlememek, görmemek neredeyse imkânsız hale
geldi.
Üçüncü Cenevre Sözleşmesi, madde 13:
“Savaş
tutsakları özellikle şiddet veya aşağılama ve hakaretlere ve kamunun
sorgulamasına karşı olmak üzere her zaman korunmalıdır.”
Dördüncü Cenevre Sözleşmesi, madde 27:
“Koruma
altındaki kişilerin her koşul dahilinde kişiliklerine, onurlarına, ailevi
haklarına, dini ritüel ve akidelerine, örf ve adetlerine saygı gösterilmesine
hakları vardır. Her zaman insanca muamele görmeli ve özellikle şiddet
eylemlerine ve tehditlerine ve bu cümleden olarak hakaretlere ve kamunun
sorgulamasına karşı olmak üzere korunmalıdırlar.”
Libya’daki savaşın ilk günlerinin önemli ideolojik
unsurlarından biri Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) pek bir şevkli
başsavcısı Luis Moreno Ocampo tarafından Kaddafi ve kliğine yönelik tutuklama
emrinin dile getiriliş biçimi olmuştu. “Soykırım” söylemini kullanmaları için
basının ölçüsüz şiddete dair haberleri Moreno Ocampo ve Ban Ki-Moon’a yetti,
kanıtların bağımsız hukuki değerlendirmesine hacet yoktu (Aslına bakılırsa
Ocampo’nun suçlamalarını kesin olarak çürüten bağımsız değerlendirmeler kısa zaman
sonra Uluslararası Af Örgütü'nden ve İnsan Hakları İzleme Örgütü'nden geldi).
Nato sütten çıkmış ak kaşıklık taslayarak UCM’ye emri
uygulama noktasında yardımcı olacağını belirtti (Nato’nun dinamosu ABD’nin
UCM’ye üye olmamasına rağmen). Bu demeç NATO’nun Bingazi’deki politik
enstrümanı Geçici Ulusal Konsey’ce de tekrarlandı.
İnsanî müdahale Cenevre sözleşmelerinin sözde yahut
potansiyel olarak ihlal edilmesi üzerinden haklılaştırıldı. Müdahalenin
bizatihi kendisi bu sözleşmelerin ihlali olarak neticelendi oysa.
Kaddafi’yi açık bir mahkemede görmek sakıncalı olurdu
elbette. Kaddafi kendi devrimci mirasını (1969-1988) terk edeli çok olmuştu ve
ABD’nin yönetiminde yürütülen “Terörle Mücadele”ye en azından 2003’ten (aslına
bakılırsa 1990’ların sonlarından) beri teslim olmuş haldeydi. Kaddafi’nin
zindanları CIA, Avrupa istihbarat servisleri ve Mısır güvenlik güçleri
tarafından kullanılan gizli üsler içindeki önemli işkence merkezlerinden biri
haline gelmişti. Kaddafi açık bir mahkemede konuşsaydı neler anlatırdı? Saddam
Hüseyin eğer açık bir mahkemede konuşmasına izin verilseydi, neler söylerdi?
Gerçi, Saddam Hüseyin’in en azından mahkemeye çıkma şansı oldu, hukuki olmaktan
ziyade düzmece bir mahkeme olmakla beraber.
Kaddafi’ye bu bile nasip olmadı. Khujeci Tomai’nin
söylediği gibi:
“Ölülerin
anlatacak hikâyeleri yoktur. Yargılanamazlar. İktidarda kalmalarına yardımcı
olanların isimlerini veremezler. Bütün sırları onlarla birlikte ölür.”
Kaddafi öldü. Ölümünün doğurduğu coşku yavaştan
yatışırken en azından iki ayrı Kaddafi’den söz edebileceğimizi hatırlamak mühim
olabilir. İlki yolsuz bir monarşiyi 1969 yılında devirip Libya’yı dosdoğru bir
milli kalkınma yoluna sokan Kaddafi. Kaddafi’nin demokrasinin hiçbir değerli
kurum üretmediği türünden nevi şahsına münhasır düşünceleri de vardı.
Merkezsizleşme uğrunda iktidarını merkezileştirmeye yönelik eşsiz bir
kabiliyeti olduğunu da eklemek gerek. Her şeye rağmen milli kurtuluş sürecinde
Kaddafi, kesin olarak milli üretimin büyük bir bölümünü Libya halkının durumunu
iyileştirmeye vakfetti. İki on yıla yayılmış olan bu politikasının yüzü suyu
hürmetine Libya halkı 21. yüzyıla insani gelişmişlik göstergeleri bakımından
yüksek değerlerle girdi. Petrolün de yardımı oldu elbette ama dünyada petrole
sahip olduğu halde (Nijerya gibi) toplumsal gelişmişlik noktasında sürünen
uluslar da mevcut.
1988 itibariyle birinci Kaddafi ikinciye dönüştü ve bu
ikincisi anti-emperyalizmini emperyalizmle işbirliğine girerek bir yana koydu.
Milli kalkınma yolundan neo-liberal özelleştirme yoluna kaydı. Yeni Kaddafi,
toplumu iyileştirme uğraşını bırakarak idaresinin halkının desteğini kazanmış
bir yönünü lağvetmiş oldu. 1990’dan başlayarak Kaddafi, rejimi kitlelere
toplumsal refah ve demokrasiye dair bir illüzyondan başka şey vermedi.
Kitlelerse daha fazlasını istediler ve bu durum (Cezayir İç Savaşı ile birlikte)
1990’larda başlayan huzursuzlukların nedenini teşkil etti. 1995-96 yıllarında
ve tekraren 2006 yılında toplumsal kaynama zirveye ulaştı. İsyancı unsurların
kendilerini bulmaları bir hayli zahmetli bir süreç işi oldu.
Trablus’un yeni liderliği Kaddafi rejiminin içinde
rüşeym halinde bulunuyordu. Oğlu Seyfülislam baş neo-liberal reformcuydu.
Etrafını Libya’yı daha büyük bir Dubai’ye çevirmek isteyenler kuşatmıştı.
Yaklaşık 2006’da bu iş üzerinde çalışmaya başladılar ve gelişme oranından hayal
kırıklığına uğradılar, derken (şimdiki Başbakan Mahmut Cibril dâhil olmak
üzere) birçoğu sayısız istifa tehdidi savurdu. Bingazi’de isyan ateşi
yandığında bu klik derhal isyancılara katıldı ve Mart itibariyle isyanın
liderliğini ele geçirdi. Hâlihazırda da durum bu.
Bingazi, Trablus ve diğer şehirlerin sokaklarında
kutlanan nedir? Kesinlikle Kaddafi’nin 1988-2011 yılları arası iktidarının
düşmesi kutlanıyor. NATO’nun ve Cibril kliğinin çıkarları bu dönemdeki
iktidarın ölüm ilanının 1969-88 arası anti-emperyalist milli kurtuluşçu dönemin
likidasyonunu da içermesinde. Böylelikle Kaddafi’nin neo-liberal dönemi de
unutulsun ve sanki daha önce denenmemiş gibi yaptıkları yeni bir dönem ilan
edilsin derdindeler. Tezgâh şu: nüfusun büyük bir bölümü ile (Kaddafi’nin
gerçekleştirmeye çalıştığı ancak kimi adamlarının itirazı yüzünden yoluna
koymaya vakıf olamadığı) neo-liberal ajandayı sürdürmek isteyen küçük bir
grubun arasını bulmak. Yeni Libya bir dönemin kapanışına dair (halk kitleleri
ile küçük çıkar gruplarına ait) bu ayrı bakış açıları arasındaki farka doğacak.
Kaddafi’nin ölüm şekli bütün savaşın bir temsili gibi
aslında. NATO bombaları konvoyu durdurdu. Onlar olmasaydı Kaddafi muhtemelen
bir sonraki mevzie varacaktı. İsyancılar, NATO’nun yardımı olmadan da
Kaddafi’yi yakalayabilirlerdi belki ama NATO’nun varlığıyla belli politik
seçenekler menedilmiş oldu. NATO üyesi devletler artık ödüllerini talep etmek
için sıradalar. Ancak “her şeyin bir bedeli var” diye ortaya çıkıp gerçek
yüzlerini göstermeyecek kadar da “kibar”lar. Bundan ötürü de “Bu Libya’nın
savaşı, yapılması gerekene bizzat Libyalılar karar verecek” gibi laflar
ediyorlar. Yeni Libya iktidar yapısında bağımsızlığa hala değer veren unsurlar
varsa varlıklarını onaylatacakları zemin de burası. Bu zemin kısa zaman sonra
ortadan kalkacak, zira Libya’nın kaynaklarının ve özerkliğinin NATO ülkelerinin
ajandalarına bağlanacağı anlaşmalar yolda.
Vijay Prashad
21 Ekim 2011
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder