Siyah Kilisesi ve Marksizm: Birbirlerine Ne Söylemeliler?
Siyah kilisesi ve marksizm, Kuzey Amerika’da
farklı güzergâhları takip ederek ortaya çıktı, dolayısıyla nadiren yüz yüze
gelme fırsatı buldu. Marksizm, köken olarak Avrupalıydı ve Karl Marx’ın dostu Joseph
Weydemeyer tarafından 1851’de ABD’ye taşınmıştı. Siyah kilisesi ise köken olarak
hem Afrikalı hem de Avrupalıydı.
Kilise, İsa’nın öğretilerine bağlı kalarak
köleliğe ve ırkçı zulme itiraz eden siyah halk tarafından kuruldu. Birlikte
var olma imkânı buldukları Kuzey Amerika’da siyah kilisesi ve marksizm arasında
herhangi bir temas kurulamadı. Her ikisi de Amerikan kapitalizminin verili
yapılarına muhalif kendi gündemleriyle meşgul oldu.
Marksistlerin temel tarihsel projesi, kapitalizmi
yıkma ve üretim araçlarını seçkin bir yönetici sınıfı yerine halkın eline
teslim eden bir sosyalist toplum inşa etme amacını güder.
Siyah kilisesinin
temel tarihsel projesi, ötedünyayı bir hediye olarak bahşedecek ve kölelikle
ırkçılıkta temsil olunan budünyadaki adaletsizliğe karşı mücadele için cesaret
verecek İsa öğretisini vazedip hayata geçirmektir.
Siyah kilisesi ile marksizmin sahip oldukları
farklı tarihsel süreçler ve insanî koşullara dair farklı perspektifler, toplumdaki ayrı duruşlarını da bir biçimde tasdiklemiş, böylelikle her iki
tarafın birbirlerini yanlış anlamalarının yolunu açmıştır. Hem siyah
kilisesinin hem de marksizmin Amerikan toplumunda marjinal oluşu sebebiyle
taraflar, salt kendi bekalarına odaklanmışlar ve diğer tarafla pek ilgilenmemişlerdir. Ancak siyah toplumu ile ilgilenmeye başlamaları ile
birlikte marksistler ve diğer sosyalistler, karşılarında siyah kilisesini
bulmuşlardır, zira kilise, geçmişte olduğu gibi bugün de, toplumumuzdaki en
önemli kurumdur. Aynı şekilde siyahlar da yeni bir toplum inşa etme zarureti
ile yüzleştiklerinde marksizmle karşılaşmışlardır. Siyahlar arasında sosyalist
gelenek cılız olsa da varlığını muhafaza etmektedir. Tüm bu verili koşullara
karşın, siyahi teologlar ve tarihçiler olarak biz, kurtuluşa dair ufkumuzu
genişletmek istiyorsak, marksizmi yeniden keşfetmek durumundayız.
Siyah kilisesi ile marksistler arasında temas
yokluğu, her iki tarafın bozuk kimi kanaatlere mahkûm olması ile
sonuçlanmıştır. Taraflar birbirlerini belli bir mesafede durarak tanımakta, genellikle bu tanıma işlemi de beyaz kapitalistlerin medyası aracılığıyla
gerçekleşmektedir. Her iki taraf da kendisi hakkında söylenen yalanlara
inanmasa da diğer taraf ile ilgili haberlere kolayca kanmaktadır.
Bilebildiğim kadarıyla, marksistler/sosyalistler
ve siyahi Hıristiyanlar, toplumu daha insanî kılmak amacıyla bir şeyler yapmak
için ilk kez biraraya geliyorlar. Bu ilk birliktelikte aradaki keskin
farklılıkların önemsiz diye geçiştirilmesi pek de akılcı olmayacaktır. Ayrıca
bakış açılarımızdaki küçük yönlere aşırı bir vurgu yapmanın anlamı yoktur.
Birbirimizle ilişkimizde tarihimizin farkında olmak ve böylelikle güçlerimizi
inşa edip geçmiş hatalardan kurtulmak gerekir.
Marksizm ve Siyah Kilisesi:
Taraflar
Arasında Tarihte Görülen Tutum Alış Örnekleri
Siyah kilisesi mensupları ile marksistler
arasındaki tarihsel ilişkide üç tutum alış örneğine rastlıyoruz: kayıtsızlık,
düşmanlık ve karşılıklı destek. En sık görüleni, kayıtsızlık. 1911’de New
Jersey, Patterson’dan siyah bir sosyalist olan Thomas Potter: “Sosyalist
Parti’nin hazırladığı rapordaki tek leke, partinin siyahlara karşı ilgisiz ve
kayıtsız oluşudur” diye yazıyor.[1]
Her iki tarafın birbirlerine yönelik
kayıtsızlıkları, en net ifadesini ABD’deki radikalizme dair ifadelerinde
birbirlerinin adlarını hiç anmamış olmalarında açık olarak görülüyor. Bir
siyahi için sosyalizm tarihiyle ilgili kitaplarda ABD’deki siyah radikalizmine
neredeyse hiç atıf yapılmıyor olması gerçekten tuhaf bir durum. Yapılan birkaç
yorum da altmışlarda insan hakları ve Siyahi Güç hareketi arasındaki
temasın kurulduğu döneme ait. Siyah radikalizmi Martin Luther King ve Stokely
Carmichael’ın ortaya çıkışına dek beyaz sosyalistlerin tekelindeymiş gibi bir
hava estiriliyor. Beyaz sosyalistler, 19. ve 20. yüzyıl siyah radikalizminden
haberdar değillermiş gibi davranıyorlar. Aynı şekilde bu körlük, Peter Clark ve
Papaz George Washington Woodbey gibi sosyalist siyahları da görmezden geliyor.
Ohio, Sinsinatili bir müdür ve öğretmen olan Peter
Clark, kendisinin sosyalist olduğunu ilân eden ilk siyahtır. “1878’de (Clark)
yeni kurulan Sosyalist Emek Partisi’nin Ulusal Yürütme Komitesi üyesi olarak
seçilmiştir.”[2] Ancak Clark, bir yıl sonra bu görevinden istifa etmek
durumunda kalmıştır. Gerekçesi, kendi ifadesiyle, “Siyahların refahının
kendisini kontrol eden yegâne dürtü”[3] olmasıdır. Sosyalist Emek Partisi, 19.
yüzyılın son çeyreğinde siyahların koşullarını sürekli göz ardı etmiş bir
partidir. Aynı hatayı 1901’de kurulan Sosyalist Parti dâhil, tüm diğer
sosyalist gruplar da yapmıştır.
Papaz George Washington Woodbey, 1904 ve 1908’deki
ulusal kongrelere katılmış bir Sosyalist Parti üyesidir. 1908’deki kongrede
rakibi Eugene Debs’e başkanlık yarışında yenilmiştir. Hıristiyanlığı ve
sosyalizmi uzlaştırma gayreti içinde bir dizi kitap kaleme almıştır. What to Do and How to Do It or Socialism vs.
Capitalism ile The Bible and
Socialism: A Conversation Between Two Preachers bunlardan bazılarıdır.[4]
Beyaz aydınların kaleme aldıkları sosyalizm
tarihlerinde ne yazık ki siyahi sosyalistlere rastlamak mümkün değil. Michael
Harrington’ın Socialism[5] ("Sosyalizm") ve Daniel
Bell’in Marxian Socialism in the United
States[6] ("ABD'de Marksçı Sosyalizm") isimli çalışmalarında sosyalist hareket içindeki siyahların
katkılarına dönük herhangi bir bahis bile yoktur. James Weinstein’in The Decline of Socialism in America[7] ("Amerika'da Sosyalizmin Gerilemesi") ile Ambiguous Legacy[8] ("Muğlak Miras") isimli
kitaplarında da birkaç sayfa ayrılmıştır siyahlara. Çok açık ki siyahların
sosyalizmle ilişkileri, yazarın toplam analizinde, bir cüzü bile teşkil
etmemektedir. Siyahların Sosyalist Parti’deki varlıkları ya da siyah radikalizminin
sosyalist hareket dışında tutulması ancak beyaz sosyalistlerin kendilerini
siyahlar tarafından tanımlanmış kurtuluş mücadelelerine kayıtsız olduklarını
gösterir.[9] Daha fazla sayıda siyahın neden sosyalist olmadığını merak
edenler, Philip Foner’ın American
Socialism and Black Americans ("Amerikan Sosyalizmi ve Siyahi Amerikalılar") kitabına bakabilirler.[10] Amerikan
sosyalizminin tarihi, siyahlarla ilgili olarak (Engels’in başka bir mevzu ile
ilgili ifadesine başvurarak söylersek) “kendisinin faydasız bir platform
olduğunu teorik açıdan ispatlamış, halkın fiilî ihtiyaçlarına karşı tuhaf bir
kayıtsızlık içinde olduğunu göstermiştir.”[11]
W. E. B. Du Bois, sosyalizmin kapitalizme nazaran
daha iyi bir toplumsal düzen temin ettiğine inanmasına rağmen, kendisinin
sosyalizme bağlılığı hususunda, hep ikircikli kalmasına neden olan da sözkonusu
tuhaf kayıtsızlıktır. 1913 gibi erken bir tarihte du Bois şunu söylemektedir:
“Siyah meselesi, Amerikan sosyalistinin en büyük sınavıdır.”[12] Sonraki
yıllarda beyaz sosyalistler, kendi cemaatleri gibi, bu sınavda başarısız
olmuştur. Birçok sosyalist, beyaz Hıristiyanlar gibi, gerçeklik ancak siyah
bakış açısına göre analiz edildiği takdirde görülebilecek güvenilirlik
meselesinin ciddî bir durumda olduğunu görememişlerdir. Önce beyaz sonra
Hıristiyan olanlar gibi beyaz sosyalistler de her şeyi önce beyaz sonra da
sosyalist olarak değerlendirme gafletine düşmüşlerdir. Bu türden bir kimlik,
her daim siyahlarla kurulacak diyalogun genel içeriğinde ciddi meselelerin
zuhur etmesine yol açacaktır.
Sosyalizmin siyah kilisesine yönelik kayıtsızlığı, siyah kilisesinin sosyalizme dönük kayıtsızlığında karşılık bulur. Sosyalizmi
savunan siyahi vaizler vardır, ama bu tür bir savunu, mesajın ya da vaizlerin
siyah kilisesinin kıyısına itilmesi ile sonuçlanmaktadır. 1896’da sonradan AMP
Kilisesi’nin (Afrika Metodist Piskopos Kilisesi’nin) piskoposu olan Reverdy C.
Ransom, yazdığı “Siyahlar ve Sosyalizm” başlıklı makalede sosyalizmi
savunmuştur. Ona göre, “Siyah, sosyalizmin kendisine tüm insanlarla hayatın her
alanında, eşitlik temelinde bir fırsat hürriyeti önerdiğini anladığında,
toplumsal kurtuluşunu kabul etme konusunda bir saniye duraksamayacaktır.”[13]
1890’lı yıllar boyunca The Christian
Recorder ve AME Church Review dergileri,
sosyalizmin zayıf ve güçlü yönlerine ilişkin tartışmalar yürütmüş, Recorder yazarları sosyalizmi
reddederken, Review yazarları sosyalizmi desteklemişlerdir. Ancak sosyalizmi
destekleyen siyahi papazlar bile sosyalizmi kendi dinî öğretilerine ait bakış
açılarının merkezine hiçbir zaman koymamışlardır.
Aynı durum, bugünün siyahi vaizleri ve teologları
için de geçerlidir. Bunlar, sosyalizme karşı kayıtsızdırlar, zira sosyalizm
hakkında çok az şey bilmekte, ırkçılık belâsının daha da önemli olduğunu
düşünmektedirler. Joseph Washington[14], Carter G. Woodson[15], E. Franklin
Frazier[16], Gayraud S. Wilmore[17] gibi isimlerin çalışmalarında siyah
kiliselerinin tarihçelerine baktığımızda, siyahi sosyalist vaizlere tek bir
atıfta bile bulunmadığı görülecektir.
Radikal siyah kilisesi hareketi, marksizm
meselesini ele alma fırsatını ancak altmışlarda yakalayabilmiştir. James Forman,
Riverside Kilisesi’nde, 4 Mayıs 1969’da Siyah
Manifestosu’nu yazar.[18] Forman, Siyah Kiliseleri Ulusal Konferansı’nın
desteğini almış olmasına karşın, konferans manifestonun giriş bölümünü marksist
olduğu sebebiyle reddeder. Konferansa mensup siyahi vaizler manifestonun
taleplerini onaylarlar. Ancak taleplerin marksist zemini hususunda yan çizerler
ve bunun yerine, kendi ulusal argümanlarına başvururlar. James Forman, konferans
ve diğer siyah kilisesi mensupları tarafından modern bir peygamber olarak
karşılanırken, bilebildiğim kadarıyla, kimse, onun marksizmle ilgili görüşlerini
onaylamaz. Esasında manifesto ile ilgili yapılan tüm tartışmalarda marksizm
meselesini gündeme getiren bir tek kişi bile çıkmamıştır.
Kendi adıma itiraf etmeliyim ki 1969’da yayımlanan
Black Theology and Black Power[19] ("Siyahi Teoloji ve Siyahi Güç") isimli kitabımda marksizm ve sosyalizmle hiçbir biçimde temas kurmamış olmam, entelektüel açıdan yaptığım önemli bir hatadır. Sosyalizm meselesine kısmen
temas eden A Black Theology of Liberation[20]
("Siyahi Kurtuluş Teolojisi" -1970) ve God of Oppressed[21] ("Ezilenlerin Tanrısı" -1975)
isimli kitaplarım için de aynı tespit geçerlidir. Ben, ancak Afrika, Asya ve
Latin Amerika’da, aynı zamanda ciddî birer Hıristiyan olan kimi sosyalistlerle
tanıştıktan sonra söz konusu meseleye ilişkin yeniden bir değerlendirme yapma
imkânı bulabildim.[22] Sonuç olarak Georgia, Atlanta’da 1977 Ağustos’unda
düzenlenen birinci Siyahi Teoloji Konferansı’nda sosyalizm meselesini ilk kez
gündeme getirdim. Sunduğum tebliğin başlığı, “Siyahi Teoloji ve Siyah
Kilisesi: Buradan Nereye Gideceğiz?” idi.[23] O günden beri genel manada siyah
kilisesinin sosyalizmle ilgili olarak artık suskunluğunu bozması gerektiğine
kaniyim, zira bu sessizlik, Üçüncü Dünyalı erkek ve kız kardeşlerimizce tüm
yeryüzünde fakirleri sömüren kapitalist sisteme dönük bir destek olarak
algılanmaktadır.
Örneğin her gün açlıktan 25.000 ilâ 50.000
civarında insan ölüyor. Bunun açık nedeni, ulusal ve uluslararası ekonomi
düzeninin bozuk bir kalkınma yöntemini bir biçimde beslemesi. Irkçılıkla malul
hakaretleri ile ünlü eski tarım bakanı Earl Butz: “Yiyecek bir silâhtır.
Müzakere masasında başvuracağımız aslî araçlardan biridir” diyor.[24] Dünya
nüfusunun yüzde altmışı yetersiz besleniyor, yüzde yirmisi açlık sınırında ve
üçte biri yaşamak için haftada sadece üç dolarla geçinmek durumunda. İnsanlık
tarihinde ilk kez hem yiyecek arzı hayli fazla, ancak açlıktan ölenlerin sayısı
da aynı ölçüde yüksek. Birleşmiş Milletler’in Ekim 1976 tarihli Ticaret ve
Kalkınma Konferansı raporuna göre, dünya nüfusunun yüzde yirmisini teşkil eden
gelişmiş ülkeler, dünya gelirinin yüzde altmış yedisini ellerinde
bulunduruyorlarken, en fakir yüzde otuz ise dünya gelirinin sadece yüzde üçüne
sahip. Dünyanın yıllık silâh harcaması 300 milyar (saat başına 34 milyon) ve
bunun üçte birinden fazlasını ABD harcıyor. Zenginliğin eksik dağıtımı bağlamında
uluslararası ekonomik düzen kendi yansımasını ABD’de de buluyor. Halkın yüzde
biri zenginliğin yüzde otuzunu elinde bulunduruyor.[25] Bu ekonomik
gerçeklerden yola çıktığımızda, siyah kiliselerinin alternatif bir toplumsal
düzen olarak sosyalizmi göz ardı edemeyecekleri açık. Ekonomik düzende cereyan
edecek radikal bir değişime işaret etmeksizin ırkçılıktan dem vurmak imkânsız.
Kanaatimce ırkçılık da kapitalizme dokunmaksızın tasfiye edilemez. Bugün artık
bizim kapitalizmin alternatifi olarak sosyalizme dair yeni bir yönelim içine
girmemiz gerekiyor. Bunun bir sonucu, güçlü sosyalizm savunularından ötürü, siyah
kilisesinin kıyısına itilmiş George W. Woodbey gibi siyahi sosyalist vaizleri
hatırlamak olacaktır.
Siyah kilisesi ile marksistler arasındaki
karşılıklı kayıtsızlığa dayalı hâkim tavra ek olarak, iki kesim arasında her
daim bir tür husumete ve aynı zamanda destek gayretine de tanık olunmuştur.
Örneğin yirmilerde komünistler arasında husumete dayalı bir tavır söz
konusudur. Bir komünist, siyahi bir vaize şunları söylemiştir: “Vaizin görevi,
sadece cemaatinin aklını sefalet koşullarından uzaklaştırmaktan ibarettir. O,
ayrıca toprak ağalarına hizmet eder ve köylülerin faaliyetlerine karşı onun
casusu olarak çalışır. Efendilerine imanla hizmet eden biri olarak bu
dalkavuklar, sıklıkla yüksek ücret alırlar.”[26] Bu türden bir yaklaşım, otuzların sonlarına dek devam etti. Komünistler, bu tarihlerde husumete dayalı
yaklaşımlarını destek yönünde değiştirmeye başladılar. Komünistler, Peder Divine
ve sonrasında Adam Clayton Powell gibi isimleri desteklediler. 1945’te
komünistlerle ilgili olarak Powell şunu söylüyordu: “Bugün Amerika’da, Hristiyan
Kilisesi dâhil hiçbir grup, komünist parti kadar ırkî kardeşliği eyleme
dökememektedir.”[27]
Farklı radikalizm güzergâhlarına girmiş olmaları
ve toplumda sürekli marjinal kılınmış olmaları sebebiyle Siyah Kilisesi ve
marksistler, birbirlerini yanlış anlamaya devam etmişler, tarihsel açıdan karşı
tarafa dönük kayıtsızlıklarını ve husumetlerini sürdürmüşlerdir. Bugün cisimleşen
inkârın ve ara sıra gerçekleşen laf atışmalarının ötesine geçip, marksistlerle
ve siyah kilisesi arasında gidip gelen iddialara bakalım. Önce siyahların
görüşünü, ardından marksistlerin yaklaşımlarını inceleyeceğim.
Siyah
Kilisesinin Marksizmle İlgili Görüşü
1. Siyah kilisesine göre marksist felsefe
ateisttir ve bu sebeple reddedilmelidir. Siyah kilisesi, nasıl olur da Tanrı’nın
mevcudiyetini inkâr eden bir felsefeyi benimseyebilir? Oysa kilisenin temeli,
onun Tanrı’ya dönük inancıdır. Bu temel itiraz, diyalogu daha başlangıçta
bitirir.
Ancak Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki birçok
insan kendilerini hem Hristiyan hem de marksist olarak nitelendirmektedir. Bu
insanlar, ilgili ilişkiyi bir dünya görüşü olarak marksizmle sosyal analizin
bir aracı olarak marksizmi ayırmak, ilkini reddedip ikincisini benimsemek
suretiyle, kurabilmektedirler. Ülkemizdeki siyah kilisesi mensupları da bunu
yapabilirler. Marksizm, toplumun ekonomik, politik ve sosyal yapılarının
analizinde kullanılan bilimsel bir araç olarak kavranabilir, böylelikle biz, iman dairesi içinde onayladığımız hürriyetin dünyada nasıl fiilîleşeceği
meselesini anlama imkânı buluruz.
2. Siyahlar, ayrıca marksizmin köken olarak
Avrupalı ve dolayısıyla beyaz oluşuna bakıyorlar. Beyaz oluşu, elbette sorun
teşkil etmez, ama siyahların tecrübesinde beyaz olmak, her daim ırkçı olmak
anlamına gelir. Geçmişte marksistler ve diğer sosyalistler, siyahları yeni
sosyalist topluma dönük ufukları dışında tuttular. Bazı sosyalistler,
siyahların Afrika’ya gönderilmesini savunurken, bazıları da kendi sosyalist
ufuklarının ırk ayrımcılığını ortadan kaldırmadığını söylediler. Yirminci
yüzyılın başında Sosyalist Parti’nin kurucularından olan ve başkanlığa
adaylığını koyan Eugene Debs gibi isimlerse ırkçılık konusunda muğlâk bir konum
aldılar. Sosyalist Parti, 1904 ve 1908 kongreleri arası dönemde ırkçılık
karşıtı bir duruş sergilediğinde sözkonusu tavır hayli zayıftı ve ilgili
kararın yürürlüğe konulması hususunda hiçbir şey yapılmadı. Parti, siyahların
toplumda özel bir yeri olduğunu ve bu gerçeğin sosyalizm tarafından bile
değiştirilemeyeceğini söyleyen güneyli beyaz sosyalistleri gücendirdi.[28]
Kanaatime göre siyahlar, marksizmin beyaz ve ırkçı
olması meselesini Hristiyanlığın da beyaz ve ırkçı olabileceği tespitine
ilişkin meseleyi çözdükleri gibi çözeceklerdir. Biz marksizmi
yerlileştirebiliriz, yani onu kendi durumumuz için yeniden yorumlayabiliriz.
Beyazlar icat etti diye arabaya ya da uçağa binmezlik etmiyor, faydalı
araçlardan uzak durmuyoruz. O hâlde hürriyet mücadelemizde kullanılması
mümkünse, marksizmi neden reddedelim ki?
3. Birçok beyaz marksist, özellikle yirmiler
boyunca komünistler, siyahi vaizlerin cahil olduklarını düşündüler, böylesi bir
yaklaşımın siyah kilisesi mensupları arasında dost bulması pek mümkün değil. Benim
yorumum şu ki beyaz Hristiyanlar, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler bizlere kötü
şeyler söyleyip yaptılar, ama bizim siyahi Hristiyanlarımız sırf kötü
davrandılar diye Hristiyan, Demokrat ya da Cumhuriyetçi olmaktan vazgeçmediler.
4. Irk sorunu ile yüzleşmek zorunda kaldıklarında
marksistler, her zaman bu sorunu ekonomik sorun ve sınıf mücadelesi karşısında
ikincil bir konuma itiyorlar. Bu, bilimsel açıdan doğru olsa bile, marksistlerin
ırk ve sınıfla ilgili bakış açılarını ortaya koyma biçimleri genelde ırkçılık mağdurlarına
itici geliyor.[29] Siyah kilisesi, milliyetçi, ırkî değerlerin yönlendirdiği
bir kurumdur ve sahip olduğu kimlik hem buhayattaki hürriyet mücadelesi hem de
Tanrı’nın eskatolojik geleceğinde yaşanacağına inanılan ebedî hürriyetle
bağlantılıdır. O hâlde siyah kilisesi, ırkçılığın tasfiyesini ikincil konuma
iten bir felsefeyi nasıl kabul edebilir? Bu, oldukça önemli bir sorudur ve siyah
kilisesi ile marksizm arasındaki çelişkiye işaret eder. Esas soru, özelde siyah
kilisesinin, genelde tüm siyah toplumunun kurtuluş mücadelesine özgül bir katkı
sunup sunamayacağı ile ilgilidir. Görünüşe göre marksistler, katkı yapabilme
ihtimalimizi reddedip görüşlerimize ve rehber olma niteliğimize neredeyse hiç
bakmıyorlar. Diğer beyazlar gibi onlar da tüm saf hakikatin kendilerinde
olduğunu düşünüyorlar.
Marksistlerin
Siyah Kilisesiyle İlgili Görüşü
1. Marksistlere göre, siyah kilisesi mensupları
cennette alınacak bir ödül olarak ele alınan kurtuluş için sürekli vaaz veren, ama kurtuluşun budünyadaki adalete dair olduğunu söylemeyen insanlardır. Bu tür
bir bağlam dâhilinde siyahların dini, dinin beyazlardaki işlevine benzer bir
işlevi görür. Bu din, insanların dikkatlerini cennetin hazzına çekip dünyadaki
adaletsizliğin acısını maskeleyen bir sakinleştirici ve afyondur. Bu tarz bir
yaklaşım, insanları Tanrı’ya tabi kılarak onları sosyal analizden ve kendi
özgürlükleri adına eyleme geçmekten alıkoyar. Karl Marx’ın da belirttiği üzere,
“İnsan ne denli Tanrı’ya verirse kendini, o denli uzaklaşır kendinden.”[30] Bu
bağlam dâhilinde Marx, ayrıca dini “halkın afyonu” olarak tarif eder.[31]
Ateist ideolojinin ürünü olarak dini afyonla
eşleştiren yaklaşım, marksist dünya görüşünün kısmî bir parçası ise de bu, sosyal
analiz bağlamında göz ardı edilebilir. Siyahların dininin bir afyon olduğunu
söyleyen marksist iddiayı biz, bunun bazen doğru bazen de yanlış olduğunu
söylerek cevap verebiliriz.
Şurası kesin ki siyah kilisesi tutarlı bir
kurtuluş modeli değildir. Mülke tamah eden Papaz Ike gibi isimlere sahip
olduğumuza göre, siyah kilisesi hakkında her daim güzel şeyler söylememiz mümkün
değildir. Ancak siyah kilisesi, on dokuzuncu yüzyılın başlarında incili bir
kurtuluş ve ayrı, bağımsız birer zümrenin kurumsallaşması olarak tarif
etmiştir. Bu noktada Richard Allen, Henry H. Garnett, David Walker, Henry M.
Turner ve Martin Luther King gibi isimlerin tarihsel ve teolojik önemlerini
küçültmemeliyiz. Siyahların kurtuluş mücadelesinden dem vurduğumuzda biz, aynı
zamanda siyah kilisesinde oluşturulmuş ve onun tarafından desteklenmiş bir
hareketten bahsediyoruzdur.[32] Ayrıca biliyoruz ki din, politiktir ve köle
sahibi beyaz vaizlerin ve Klan saldırılarının mevcudiyeti bu gerçeği bizim
teolojik bilincimizde pekiştirmiştir. Birçok siyah, dinde afyon değil, kuvvet
ilâcı bulmuş, bu ilâç, onlara hürriyet mücadelesinde cesaret ve güç vermiştir.
Marksistler, siyah kilisesinin o hürriyet mesajı
ile birlikte yere inmeyi bildiklerinde, Amerikan toplumunun yegâne sorunu
olarak salt ırkçılığa odaklandıklarını iddia ediyorlar. Kilise, bir kapitalizm
eleştirisi yapmıyor ya da tümüyle yeni bir toplum inşa etmenin yollarını
aramıyor. Marksistlerin iddiasına göre, böylesine sınırlı bir anlayışa sahip
olan kilise, kapitalist bir kurum olarak faaliyet yürütüyor, üyeleri ise sadece
kapitalist pastadan büyük bir pay alamadıkları için üzülmekle yetiniyorlar.
Marksistler, siyah kilisesinin devrimci olmadığını, reformist bir eğilim içinde
hareket ettiğini düşünüyorlar.
Siyah kilisesi mensuplarının bu eleştirileri
ciddiye almaları gerekiyor. Mücadele tarihimizde siyahlara yönelik zulüm
toplumun her kesiminde tüm yoğunluğu ile sürüyor. Bu sebeple, toplumumuz
kapitalizm ve sosyalizmle ilgili genel bir fikriyat geliştiremiyor ve Amerikan
toplumunun kapsamlı bir bilimsel analizini gerçekleştiremiyor. Siyahlar, Avrupalı aydın sınıfının değil, Afrikalı kölelerin çocukları. Onlar, her türden
baskıcı eğilime kendi tarihsel deneyiminden hareketle tepki veriyor. Bu deneyim
ise kölelik ve ırkçılıkla malul. Siyahlar, kendi mücadelelerini kapitalizm
karşıtlığı ile tanımlamıyorlar ve marksizmin tanımladığı türden bir devrime
ihtiyaç duymuyorlar. Siyahlar, köleliğin, linç kültürünün ve Jim Crow
yasalarının belirlediği ırkçılığın son bulmasını istiyorlar. Ancak bugün
kilisede siyahi aydınlar, biraraya gelip siyahlara önderlik etme imkânı
buluyorlar. Bu insanların kapitalizm eleştirisi yapması ve alternatif bir
toplum vizyonu üretmeleri mümkün.
Benim önerim, siyah kilisesi ile marksizm arasında
bir diyalogun oluşması yönünde. Hem marksistler hem de siyah kilisesi
mensupları birbirlerine kulak vermeli, her iki tarafın adaletle ilgili
projelerini dinlemelidirler. Gelgelelim iki taraf da açık olmadığı takdirde anlamlı bir
diyalogun oluşması mümkün değil.
Söz konusu açıklık bağlamında, marksistlerin
siyahlar üzerindeki dünyasal ve ülkesel zulmün özgüllüğünü tanımaları
gerekiyor. Bu zulmün özgül niteliği, siyahların Tanrı tarafından seçilmiş bir
halk olduğunu söyleyen teolojik tespitler değil, bilimsel değerlendirmeler
üzerinden anlaşılması gerekiyor. Şurası gerçek ki dünyada acı çekenler
Avrupalılar değil, siyah derililer ve bu acının sorumluları da beyaz
Avrupalılar. Marksistlerin, faşizmin batı medeniyetinin doğasına ve yapısına
ait bir miras olup olmadığı sorusunu da kendilerine sormaları gerekiyor. Ancak
marksistler ve diğer sosyalistler kendi ırkçılıklarına odaklanmak istemiyorlar
ve siyahları ırkçılığın kapitalizm yıkıldığında kendiliğinden yok olacağına
inandırmaya çalışıyorlar. Oysa Küba dâhil, gördüğüm her sosyalist toplumda
ırkçılık meselesi varlığını sürdürüyor.
Ayrıca marksistlerin, siyah kilisesinin yeni
sosyalist toplumun inşası mücadelesine özel bir katkı sunup sunamayacaklarını
bir biçimde tartışmaları gerekiyor. Beyaz sosyalistler, mücadeleye dönük özgül
katkılarımızı kabullenmedikçe, konuşacak bir şey de kalmıyor. Kendi toplumsal
değişim felsefesinin yegâne gerçek olduğuna inanan bir grupla diyalog içine
girmek mümkün değil.
Yukarıda sözünü ettiğimiz açıklığın bir diğer yönü
de siyah kilisesi mensuplarının demokratik sosyalizm hattında toplumun yeniden
inşasına dönük istekleri. Biz, bir avuç insanın refahı için kârın
arttırılmasını öngören bir toplumsal düzenlemeyi tanımak zorundayız. “Modern
marksizm yanlış cevaplar verse bile en azından onun doğru soruları sorduğu
açık.”[33]
Marksizm, kapitalizm eleştirisi ve sınıf
mücadelesi ile ilgili değerlendirmesi noktasında haklı. İnsanın bekası için çok
uluslu şirketlerin üretim araçları üzerinde tekel oluşturmalarının ahlâkî
açıdan haklı bir durum olduğuna inanmıyorum. İnsan hayatının gerekliliklerini
özel mülkiyet aracılığıyla kontrol etmek kimsenin hakkı olamaz.
Eğer siyah kiliseleri, kapitalizmin değil
demokratik sosyalizmin, Adam Smith’in değil Karl Marx’ın, zenginlerin değil,
deri renklerine bakmaksızın, tüm fakirlerin, şirketlerin değil, işçilerin
safında olmazsa, sosyalistlerin, marksistlerin ve diğer hürriyet savaşçılarının
bizim şu şarkıyı söylediğimize inanmalarını da bekleyemeyiz:
Hey hürriyet! Hey
hürriyet!
Hey hürriyet! Hey
hürriyet!
Köle olmazdan önce,
Gireceğim mezarıma
derince,
Sonra hür olacağım Tanrı’mın evinde.
Siyah kilisesi, sosyalizmin alternatif bir
toplumsal düzen olduğunu görmek istemediği takdirde, siyah kilisesi ile
sosyalistler arasında ciddi bir diyalogun kurulmasının da imkânı yoktur.
Geçmişte kurulmuş diyalogların nasıl
sonuçlandığına bakmadan, biz siyahlar, toplumu maddî ve ekonomik temelden
başlayarak köklü ve bütünsel bir biçimde yeniden inşa etmeyi düşünmeye
başlamamız gerekiyor. Bu yeniden inşa süreci, ırklar ve cinsiyetler arasında
eşitliği ve hürriyeti öngörmelidir. Kapitalist toplumda ırkçılığa son vermenin
mümkün olup olmadığını ya da kârın artırılmasına dayanan ve çoğunluğun bir avuç
zengin için yaşadığı, herkesin ücretli emeğe tabi olduğu bir toplumun siyahlar
için hürriyet verip veremeyeceği sorularını sormamız gerekiyor. Az sayıda “orta
sınıf” siyahın yeni bir entelektüel ve idareci sınıfın üretilmesinden fayda
sağladığı koşullarda biz, yüzde otuzu sınıf altı ve sürekli işsiz olan, yüzde
kırk ilâ altmışı işsiz siyah gençlerden oluşan, hayatlarının kontrolünü
başkalarının eline teslim eden siyahi halk kitlelerini düşünmemiz gerekiyor.
Ayrıca dedelerimizin kullandığı taktiklerde mazlum siyahların mevcut durumları
ile başa çıkabilmek mümkün mü, bu soru da tartışılmayı bekliyor.
Artık köklü manada yeni bir toplumsal düzeni
düşünmenin vaktidir. Demokratik sosyalizmin böylesi bir alternatifi sunup
sunmadığı sorusu ortadadır. Bu toplumsal düzen, bize özgürlüklerimizi verip
bugünün şeytanlarını yok edecek mi? "Sosyalizm" ve "Komünizm" sözcükleri
dillendirildiğinde birçok insanın aklına Rusya, Küba, Çin, Doğu Avrupa ve bu
tip yerler geliyor. Bunlar demokratik sosyalizmi reddeden “devlet kapitalizmi”
örnekleri oysa. Demokratik sosyalizmin sorunu, hedef ve iddialarımızın
somutlanmasına katkı sunacak tek bir tarihsel modele sahip olmaması. Beyaz
Amerikalı kapitalistler köklü eleştiriler karşısında sıklıkla “neden başka yere
gidip orada yaşamıyorsunuz?” ya da kibarca “eğer kendilerine sosyalist diyenler
sosyalist değilse, sizin işaret ettiğiniz sosyalist toplum nerede mevcutmuş?”
diye soruyorlar.
Bunlar, yönetici sınıfın bilincini temsil edenler
de olsa, zor sorular. Ancak bence bir tarihsel modelin mevcut olmayışı bizi
yolumuzdan alıkoymamalı. Zira siyahların dininde umudun temeli mevcut bir
vizyon değil, tarihsel mücadele ile oluşturulacak bir anlayıştır. Eğer umudumuzu
verili olanla sınırlandırırsak, onu yok ederiz. Umut, olmayan bir şeye dönük
beklentidir. O, imkânsızın mümkün olacağına, “henüz olmayan”ın tarihsel süreç
içinde oluşacak olmasına dönük inançtır. Umut olmadan insanlar mahvolurlar.
Frederick Douglas , Harriet Tubman, Rosa Parks ve Martin Luther King’in
hürriyetle ilgili tarihsel projelerini fiiliyata dökmelerine imkân veren umut
başkalarınca imkânsız addedilmiştir her daim. Eğer biz siyahlar, bugün kendi
umudumuzu olanla, yani Demokrat ve Cumhuriyetçi Parti ile sınırlı tutarsak,
ufkumuz alabildiğine dar kalacaktır. Hürriyet mücadelemizi kapitalizmin takdim
ettiği alternatiflerle sınırlarsak, geleceğimizi Tanrı’nın değil, insanların
eline teslim etmiş oluruz. Tanrı’ya inanmak, umudumuzun temeli, iyi bir dünyayla
ilgili yeni umudu yeniden dirilen mevcudiyeti ile yaratacak olansa Efendimiz, İsa
Mesih’tir. “Henüz olmayan”ın aynı zamanda mümkün olduğunu neden düşünmüyoruz?
Neden tümüyle yeni bir toplum üzerine kafa yorup onu yeryüzünde kurmak için
araçlar üretmiyoruz? Uhrevî ufkumuzun dünyevî yansıması yok ise bunlar, sadece
tahammülü zor mevcut acıyı hafifleten birer sakinleştirici olarak iş
göreceklerdir. Siyahlar için dinin kapsamı öz itibariyle bu kadar mı? Bugün
liderlerimizden neden radikal ve bağımsız tek bir ses çıkmıyor? Onlar, neden
siyahi kitleler için umut vaat etmeyen bir sistem olarak kapitalizmin
sınırlarına mahkûm alternatifler sunup duruyorlar?
Kişisel olarak ben, Andy
Young, NAACP (Siyahların İlerlemesi için Ulusal Birlik), Şehir Birliği, SCLC (Güney
Hristiyan Liderliği Konferansı), Jessie Jackson ve bizim seçilmiş siyahlarımızı
seviyorum. Bunların bizim için ortaya koydukları emeklerin daim olmasını
diliyorum. Aynı dilek, papaz ve teologlarımız için de geçerli. Muhtemelen bugün
ihtiyacımız olan, ceddimizin “eski zamanın o iyi dini”ne geri dönmek ve onu
marksist toplum eleştirisi ile birleştirmek. Siyahların dini ve marksist
felsefesi, bize tümüyle yeni toplumun nasıl kurulacağını birlikte gösterecekler.
Bu birliktelikle, biz kilisemizde şarkılarını söyleyip uğruna dualar ettiğimiz
hürriyeti gerçekleştirme fırsatı bulacağız.
James H. Cone
Nisan 1980
Dipnotlar
[1] Aktaran: Philip S. Foner, American Socialism and Black Americans: From the Age of Jackson to
World War II (Westport, Connecticut: Greenwood Press, 1977), s. 205.
[2] A.g.e.,
s. 57.
[3] A.g.e.,
s. 59.
[4] Woodbey ve diğer siyah sosyalist vaizlerin
sosyalizme ilişkin görüşlerine dair muhteşem bir analiz için bkz.: A.g.e., 7. Bölüm. Ayrıca bkz.: Cornel
West, “Black Theology and Marxist Thought” makalesi, G. Wilmore ve J. Cone, Black Theology: A Documentary History,
1966-1979 (Maryknoll, N. Y.: Orbis Books, 1979), s. 56. Ayrıca West’in kaleme
aldığı iki ek makale için bkz.: “Socialism and the Black Church” New York Circus: A Center for Social Justice
and International Awareness, Ekim-Kasım 1979, 3. Cilt, Sayı. 5, s. 5-8; ve
“Black Theology and Socialist Thought”, The
Witness, 63. Cilt, Sayı. 4, Nisan 1980, s. 16-19.
[5] (New York: Bantam Book, 1973). Ayrıca bkz.:
Harrington, Toward A Democratic Left: A
Radical Program for A New Majority (New York: Macmillan, 1968); The Twilight of Capitalism (New York:
Touchstone Book, 1976).
[6] (Princeton, N. J.: Princeton University Press,
1967).
[7] Weinstein, The
Decline of Socialism in America, 1912-1925 (New York: Vintage Books, 1969).
Ayrıca bkz.: The Corporate Ideal in the
Liberal State 1900-1918 isimli çalışması, (Boston: Beacon Press, 1968).
[8] Wienstein, Ambiguous
Legacy: The Left in American Politics (New York: New Viewpoints, 1975).
[9] Şu çalışmalarda da Siyah radikallerden hiç
bahsedilmez: Peter Clecak, Radical
Paradoxes: Dilemmas of the American Left: 1945-1970 (New York: Harper
Torchbooks, 1974); T. B. Bottomore, Critics
of Society: Radical Thought in North America (New York: Vintage Books,
1969). Bu kitabın 1968 baskısında Bottomore insan hakları ve Siyah İktidarı hareketlerine
ilişkin yorumlarını içeren bir ek koymuştur.
[10] Ayrıca bkz.: Robert L. Allen (Pamela P.
Allen’ın katkısıyla). Reluctant
Reformers: Racism and Social Reform Movements in the United States (New
York: Doubleday, 1975). Beyaz solunun en ferasetli eleştirisi için bkz.: Harold
Cruse, The Crisis of the Negro
Intellectual (New York: Morrow, 1967); ayrıca bkz.: H. Cruse, Rebellion or Revolution (New York:
Morrow, 1968).
[11] Akt.: Daniel Bell, Marxian Socialism in the United States, s. 36.
[12] Akt.: Foner, American Socialism and Black Americans, s. 219.
[13] Akt.: A.g.e.,
s. 85. Foner’ın 7. bölümdeki siyah sosyalist vaizlere dönük yaklaşımı
muhteşemdir. Siyah sosyalist vaizlerle ilgili diğer makaleler için bkz.:
Piskopos James T. Holly, “Socialism From the Biblical Point of View”, The AME Church Review, Cilt. 10, 1894;
George F. Miller, “Enslavement of the Worker”, The Messenger, Cilt. II, Sayı. 7, Temmuz 1919; “Socialism and Its
Ethical Basis”, The Messenger, Cilt.
II, Sayı. 7, Temmuz 1919. Holly ve Miller’ın makalelerini benimle paylaşan
meslektaşım Profesör James Washington’a özel olarak teşekkür ediyorum.
[14] Black
Religion: The Negro and Christianity in the United States (Boston: Beacon
Press, 1964).
[15] The
History of the Negro Church (Washington, D.C.: The Associated Pub., 1972).
[16] The
Negro Church in America (New York: Schocken, 1962).
[17] Black
Religion and Black Radicalism (New York: Doubleday, 1973).
[18] The
Black Manifesto’ya dönük cevaplar ve ilgili gelişmeler için bkz.: G.
Wilmore ve J. Cone, Black Theology: A
Documentary History, 1966-1979. The
Black Manifesto bu cilde eklenmiştir.
[19] New York: Seabury Press, 1969.
[20] Philadelphia: Lippincott, 1970.
[21] New York: Seabury Press, 1975.
[22] Üçüncü Dünya Teologlarının teolojik
perspektif üzerindeki etkilerine dair kısmî bir değerlendirme için bkz.: “Black
Theology and Third World Theologies", Wilmore ve Cone, Black Theology: A Documentary History içinde,
s. 445-608.
[23] İlgili deneme şu çalışmada yer almaktadır:
Wilmore ve Cone, Black Theology: A
Documentary History, s. 350-359.
[24] Bkz.: Christianity
and Crisis, 24 Ocak 1977.
[25] Bkz.: G. Willam Domhoff, The Powers That Be: Processes of Ruling Class Domination in America
(New York: Vintage Books, 1979); ayrıca bkz.: W. Domhoff, Who Rules America (Eaglewood Cliffs, N.J.: Prentice-Hall, 1967).
[26] Akt.: Ralph L. Roy, Communism and the Churches (New York: Harcourt, Brace and Co.,
1960), s. 48.
[27] Adam C. Powell, Jr., Marching Blacks (New York: The Dial Press, 1973), s. 67. İlk basım
yılı 1945.
[28] Sosyalistlerin siyahlara dönük yaklaşımları
ile ilgili kapsamlı bir değerlendirme için bkz.: Foner, American Socialism and Black Americans.
[29] Irkçılığın tali, sınıfın başat olduğunu
söyleyen beyaz marksistlerle ilk kez Latin Amerikalı kurtuluş teologları ve
kendisini beyaz kurtuluş teologlar olarak adlandıran Kuzey Amerikalı muadilleri
ile kurulan diyaloglarla karşılaştım. Benim ilgili iddiaya dönük cevabım şu
oldu: bu doğru olsa bile hiçbir beyazın bunu bir siyaha söyleme hakkı yoktur.
Toplumsal zulmün özel bir formuna kalmayan insanın başkalarına onların
çektikleri acının tali olduğunu, gerçek mücadelenin başka bir alanda sürdüğünü
söyleme hakkı olamaz. Dahası bu noktada bu tür sözler sarf edenlerin eskiden
ceddimi köleleştiren efendilerin, köle sahiplerinin torunlarını düşündüğümde,
bir miktar üzülüyor ve siyahların köleleştirilmesi sürecine ait ne türden bir
oyunun sosyalizm adına tezgâhlandığını merak ediyorum.
[30] The
Marx-Engels Reader, ed. Robert C. Tucker (New York: W. W. Norton, II.
Basım, 1978), s. 72.
[31] A.g.e.,
s. 54.
[32] Siyah kilisesinin hürriyet mücadelesine
katılımına ilişkin derinlikli bir inceleme için bkz.: Gayraud S. Wilmore, Black Religion and Black Radicalism.
[33] Denys Munby’nin yorumunu aktaran: Philip
Wogaman, The Great Economic Debate: An
Ethical Analysis (Philadelphia: Westminister Press, 1977), s. 55.
0 Yorum:
Yorum Gönder