20 Mayıs 2016

,

Rabia


Erdoğan, Rize’de hemşerilerine hitap ediyor. “Terör”le mücadeleden bahsederken, dinleyicilerden biri cuşa gelip “Hepimiz devletiz!” diye bağırıyor. Bunun üzerine Erdoğan, “hamd olsun” diye karşılık veriyor. Bu an, AKP’nin neden varolduğunu net bir biçimde özetliyor. O, “evlerinizi yıkacağız” dediğinde kendisini alkışlayan bir kitleye sahip olmanın kibri ve kudretiyle, devletin sahiplerine gerekli mesajı her fırsatta vermeyi biliyor. Rabia, bu itaatin simgesi.

Aynı Erdoğan, gençlere hitabında, vatanın arsa, arazi gibi bir şey olduğunu söylüyor. Rabia işaretini bağlamından çıkartıp, Türkiye denilen burjuva cumhuriyeti bağlamına taşıdığı momentte tek devletin, tek milletin, tek vatanın, tek bayrağın o arsanın ve devletin tek sahibine verilmiş bir söz, onunla yapılmış bir akit olduğu bugün daha net görülüyor. Arsanın bölüşülme ihtimali, buna dönük korku, AKP’de tecessüm ediyor. AKP, o korkuyu savuşturma yöntemi.

Mısır’da katledilen binlerce İhvan üyesi, AKP’nin asla umurunda değil. O, hayatta kalmak adına, varolana biat etmeyi ifade ediyor. AKP, devletin emir eri olarak, pekâlâ o binlerin katilleriyle tokalaşabilir.

AKP, taze Mısır dersinin öğrencisi. Mısır’sa, hilafetin kaldırıldığı günden beri Müslüman âlemin önderi olmayı dert edinmenin iflası. Müslüman halkların derdine yoldaş olmayanlar önder de olamıyorlar.

Çanakkale Savaşı ve sonrasında Müslüman âlemde “Mustafa Kemal” figürü öne çıkıyor. Emperyalizme karşı mücadele bayrağına bakan Hindistan Müslümanları, para toplayıp Anadolu’ya gönderiyorlar. Paşa, ne Hintli Müslümanların cepheye gelmesine ne de verdikleri maddi desteğe izin veriyor. Gönderilen para, bir iddiaya göre, İş Bankası’nın kuruluşunda kullanılıyor. Cumhuriyet için din, ancak bu kadarını ifade edebiliyor. Sembolik manada bu banka, arsanın, arazinin “gavurlar”dan temizlendiği momentte, yeni ülkenin kuruluşunu temsil ediyor. Tüm üretim ve ticaret, buna göre şekillendiriliyor. AKP’nin bu noktada beyaz ya da pasif, herhangi bir devrim olma ihtimali bulunmuyor. AKP, o üretimin ve ticaretin çıktısı.

Erdoğan, bu anlamda, coğrafyada Mustafa Kemal’in boşalttığı imgesel varlığın şişirilmiş bir biçimi olabiliyor. O Doğulu Müslümanlara bir tür Mustafa Kemal imgesi olarak imal edilip sunuluyor. Erdoğan’a saldırıya odaklanma, onu sistemin zayıf halkası görüp tahkimatı oraya yapma, bir sonuç vermiyor. Bu tahkimat, o balonu şişirene güç veriyor, nefes katıyor sadece. Zaten, Erdoğan düşmanlığı devletin ve sermayenin emri. Erdoğan da saldırıdan gayet memnun.

Bu açıdan, düne kadar “Burjuva kliklerinden birine destek verelim, Erdoğan’ı devirelim, buna da devrim diyelim” mealinde yazılar yazanların (Metin Kayaoğlu) bugün birden Kaypakkayacılık pazarlamaları, kendi yayınevinden çıkan kitabın reklâmı için İbrahim’i istismar etmeleri, bir anlam ifade etmiyor. Herkes, bugün kendi öznel varlığını yüceltmenin ve bu yüceltim karşısında beş vakit secde etmenin kendisini politika zannediyor. Açmaz burada.

Sanatta olduğu gibi siyasette de tekil, kişisel olanı genel, kolektif bir şeymiş gibi sunmak, bir meziyeti ifade ediyor. Kendi özel çıkarlarını genele teşmil etme, bu konuda herkesi o çıkar önünde diz çöktürme bahsinde AKP, ciddi bir başarıya sahip. Sol ise her zamanki gibi bindiği dalı kesiyor, sonra da “ben zaten inecektim” diyor. Değer, anlam ve bağlam arasındaki ilişkiye karşı körleşiliyor. Belirli bir toplumsallık karşısında kazanılmış değer, belirli bir tarihsellik karşısında edinilmiş anlam ve bu ikisinin birlikte varolduğu özel bağlam, methiyelerle diri tutulmaya çalışılıyor, ama bugün değere, anlama ve bağlama dair tek bir düşünsel-politik bir faaliyete rastlanmıyor.

Tunus Nahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi, partisinin kongresi öncesi, dinî faaliyetleri ve siyasi faaliyetleri birbirinden ayırmak istediklerini söylüyor ve “Bu, siyasetçiler için iyi olacak, çünkü artık çıkarları için dini manipüle etmekle suçlanmayacaklar. Din için de iyi olacak, çünkü o, artık siyasetin rehinesi olmayacak” diyor.[1] Bölge genelinde birbiriyle tutarlı ve uyumlu bir süreç işliyor. Erdoğan, o sürecin basit bir aracı, parçası.

Galiba İhvan, Erdoğan’ın ikazına uymadığı için katlediliyor. Ona o katliamdan artakalan bir simge kalıyor, o simge de müesses nizamın pekiştirilmesi için kullanılıyor. Müesses nizam, “değeri, anlamı ve bağlamı her daim ve her yerde ben belirlerim” diyor. “Onu görmezden gelelim, yok olup gitsin ki Şirinleri görebilelim!” diyenle “sadece Gargamel’i görelim, cüssemizle ona saldıralım” diyen, aynı kavşakta buluşuyor.

Gannuşi’nin sözü ile Binali Yıldırım’ın adaylığı da tutarlı. İzmir vitrinine çıkartılmış, teknik işlerden anladığı düşünülen bir isim, yarına dair bir şeyler söylüyor. Dişleri sökülmüş bir ağza demir leblebiden söz etmek, bir anlam ifade etmiyor.

Erdoğan’ın Rize’deki konuşmasında sarf ettiği, “iş bilenin, kılıç kuşananın” sözü, yapılan akit gereği dile getiriliyor. Hulusi Akar’ın CHP’ye müdahale ettiği ve dokunulmazlık oylamasını etkilediği konuşuluyor. Akar’ın NATO’nun arşınladığı bir arazinin subayı olduğunu unutmamak gerekiyor. NATO, teknik bir kaleme indirgenmiş dini, tabiatıyla bağrına basıyor.

İş bilenin kılıç kuşananınsa, demek ki, “iş bilmeme” üzerinden yapılan eleştiriler, bugün AKP ve devlete yazgılı, ona bağlı, ondan neşet ediyor. Kolektif değeri, anlamı ve bağlamı göz önüne almayan bir iş pratiği, patron ve müdür olmayı anlatıyor.

İşin işçisi, kavganın hamalı olmak gerekiyor. Müesses nizamın rüzgârına, dalgasına, nefesine güvenmek, hiçbir sonuç üretmiyor. Evet, imansız yürek sineye yük, bu sözse zihindeki çentik…

Eren Balkır
20 Mayıs 2016

Dipnot:
[1] “We are Muslim Democrats, not Islamists”, 19 Mayıs 2016, MEE.

0 Yorum: