Çünkü Gezi ile birlikte o depolitizasyon,
apolitizasyon değerlendirmesinin yalan olduğu görülmüştür. Milyonlarca insan,
belirli politik gerekçelerle, üstelik, sokağa dökülmüş, kaçan, kendi
kovuklarına sığınan, mülk edindiği dükkânları korumayı öncelikli gören, sol
olmuştur. Haziran gibi hareketler ise 12 Eylül mağduriyeti ile hız almış
yapıların bir toplamıdır. Bu yapılar, en fazla, anlamsızlaşan, eskiyen 12 Eylül
mağduriyetinin yerine Gezi mağduriyetini ikame etmek istemişlerdir. Yapılan,
yeni bir öznel anlam ve değer belirleme arayışıdır ve bu arayış, devrimci bir
bağlam olmaksızın, boştur.
Burada kitlelerin gücüne, hâline, kolektif
yönelimine güvenmeme sorunu vardır. Kendilerini sürekli özel hissetmiş, özel
hissettirmiş, önlerinde el pençe divan duran kadrolarla ömrünü geçirmiş
kişiler, anlamsız ve değersiz olmanın sancısını yaşamışlardır. Anlam ve değer,
belirli bir bağlamla mümkündür. Bu özel insanlar, kendilerini anlamlı ve
değerli hissedecekleri yeni bağlamlar kurmuşlardır. Onların o bağlamın öznel
değil, nesnel oluşuna tahammül göstermeleri mümkün değildir.
* * *
Kimsenin doğa, Kürd, LGBT ve kadın ile bir alakası
yoktur. Bu başlıklar, yeni bağlam için istismar edilen, edilecek konulardır.
Kadın sorunu, kadın olmadan anlaşılamayacak, ancak kadın olarak, o cinsel
uzuvlara sahip bulunarak, oradan kurularak anlaşılacak bir meseledir artık.
Dolayısıyla burada “kadın”, bir dolayımdan, eğretilemeden, araçtan başka bir
şey değildir. Kadın’ı önemsediklerinden de söz edilemez; “kadın” genel kolektif
olanı parçalamanın bir aracıdır sadece.
* * *
Aslolan burada, özellikle Gezi bağlamında, sel ile
birlikte akan çamur akıntısından kaçmak, onu çözmek, filtrelemek, özel
fanuslara doldurup numune dolabına saklamaktır. “Herkes türkü söylüyor” diyen
kişi, kendi özel müzik birikimini, mesleğini koruma altına almak istiyorsa,
“herkes politik” diyen kişi de milletin politikleşmesinden rahatsız oluyor
demektir. Yani onca yıl depolitizasyon edebiyatı yapanların yalan söyledikleri,
Gezi’de tüm çıplaklığı ile görülmüştür.
Kürd, kadın, çevre gibi başlıklarda yürütülen
kimlik siyaseti, kitlelere “siz politikayı bilmiyorsunuz” demektir. Varolanla
hareket etmeyi bilmeyenler, kitlelere yukarıdan siyaset telkin etmeye
kalkışmışlardır. Artık her bir başlığın uzmanları, profesyonelleri, gündelik
geçimini buradan sağlayan isimleri vardır. Bu isimler, AKP-IŞİD bahanesi ile
liberalliğini Marksizm, sosyalizm diye yutturma imkânı bulmuşlardır. Bu
liberallik ise her türlü üstüncülük ile malûldür. Döne dolaşa Sovyet
eleştirileri üzerinden işleyen liberalizm, solu tahakküm altına almıştır.
Düşmanın baskısı kadar, liberalizmin basıncıdır Gezi’yi tasfiye eden.
* * *
Çevrecilik, LGBT ve kadın hareketi bağlamında
yaşanan, kitlelere güvenmemek, onu hor görmekten ibarettir. Burada konu
edinilen dertlerin kolektif olan niteliği değil, genel, kolektif olanı çözme,
dağıtma niteliği önemsenmektedir. Gezi, genel kolektif olanın sağ siyasetin
uhdesine, tasallutuna terk edildiği bir momenttir. Sol siyasete ise başkasını
görmeyen, sadece kendi öz çıkarlarını savunan, belirli bir yere ve zamana ait
olmayı zûl gören bir tarz kalmıştır. AKP-IŞİD faşizmine yöneltilen sözlerin
altı kazındığında bu liberalizm net bir şekilde görülmektedir. Başkasını,
başkasıyla düşünmek, artık insanın kendisine ettiği bir küfür gibidir.
Egemenler de bunu istemektedirler.
Bu ortamda Kürd’ün de artık ehil, uzman, profesyonel
siyasetçileri vardır. Kürd de bu minvalde istismar edilen bir konudur. Bazı
kişilerin ağzından çıkan “Kürd” kelimesinin Cizre, Sur’daki Kürd’le bir alakası
yoktur. Bir siyaset borsası, piyasası oluşmuştur ve kimi Kürdler de oraya
ismini yazma telaşına düşmüşlerdir. “Barış süreci”nin bir getirisi de budur.
Bugün o siyaset borsası ve piyasası, kalem erbaplarını sahaya sürmektedir.
Bunların derdi, milletvekili danışmanı olmak, belediyelerde iş kapmak, üç-beş
kitap satmaktır.
Bu isimlerden biri olarak Osman Oğuz’un Gezi
değerlendirmesi[1] de aynı küçük burjuvalıkla malûldür. Genel, kolektif olanın
karşısına özel çıkarı koyan yaklaşım, küçük burjuvanın her şeyi ve herkesi
kendisine ram etme, muhtaç kılma arzusu ile alakalıdır. Kürd, ram etme ve
muhtaç kılma arzusunun basit bir aracından ibarettir, başka da bir değeri ve
anlamı yoktur. O, ancak küçük burjuvanın özel bağlamı, özel çıkar dünyası
dâhilinde bir kıymete sahiptir.
Belki bu yaklaşım, “Kürt sorunu çözülmeden bu
ülkede hiçbir şey olmaz” sözünün üzerine inşa edilen, örnek olsun, SDP gibi
yapılardaki gençlerin kanını kaynatabilir ama buradaki küçük burjuvalığın,
sözdeki Kürd’ün gerçek Kürd’le bağlantısız oluşunun eleştiriye muhtaç olduğunun
görülmesi gerekir. Sopa sallayarak, tehdit ederek, batıdaki solcuların ikna
edilmesi mümkün değildir.
Batıdaki solcular, bu küçük burjuva “Kürd’cülük”
nezdinde “çocuk”tur, “siyasetten anlamamaktadır”, çaylaktır, acemidir vs. Bu
tür lafların Kürd’ün kanatları altına sığınmış eski solcuların ağzından çıkıyor
olması, manidardır. Bu insanlar, kendi beceriksizliklerini, çaresizliklerini
Kürd halısının altına süpürmektedirler. Kürd ise bu kişilere iki tokat atıp
gerisin geri kolektif mevzilere göndermelidir.
* * *
Osman Oğuz yazısında, Mücadele Birliği’nin Gezi
günlerinde astığı (yukarıdaki) pankartı alay konusu etmektedir. Nahif de olsa
bu pankart, belirli bir tarihselliğe aidiyet üzre hazırlanmıştır. Oğuz, “beni
görmezsen, benim ipime tutunmazsan” demek için bu tip konuları gündeme
getirmekte, tıpkı o günlerde Ülke TV’deki programında ilgili pankartla alay
eden Turgay Güler gibi cümleler kurmaktadır. Oğuz’un unuttuğu bir konu da Mücadele
Birliği’nin bugün itibarıyla artık kendisinin bir yoldaşı olduğu gerçeğidir.
Osman Oğuz gibilerin piyasaya bu dille
sürülmelerinin sebebi, Türk bayrağı tutan gencin elinden tutan BDP bayraklı
gencin özel siyaset erbaplığı adına hor görülmek istenmesidir. Oğuz’a göre bu
an, “eksik ve kifayetsizdir”. O Türk bayraklı genç, çakılan Kürdistan kazığının
etrafında dönecek eşek olmuyorsa, o anın da bir anlamı yoktur. Oysa Oğuz’un “bu
ülkeyi böldürtmeyeceğiz” diyenleri eleştirmesi, daha anlamlı olacaktır.
Anlaşılan, aşağıya “Kürdistan”; yukarıdakilere “birlikte yaşam” denilmektedir.
Hiza, neye ve kime göre çekilmektedir, bu belli değildir.
Bu söylem, Gezi’deki kolektif, adsız adressiz
çamur selinden kaçıp, güya Kürd’ü de özel bir kimlik olarak tanıyan, gören
liberal düstura kendisini bağlamıştır. Kadınsız kadıncılık, doğasız doğacılık,
Kürd’süz Kürdcülük, toplamda asimilasyon sürecinin bir parçası olarak
işlemiştir. Çünkü bunlar, “Kürd’e Kürdlüğünden sıyrıl, özgürleş, şenlikli toplumumuza
giriş bileti al” demişlerdir. Kürd’e “çektiğin tüm çile Kürd olmandan
kaynaklanıyor” diyenler, Kürd’lükten kurtulmak için zihinsel haplar ikram
etmişlerdir. Gezi, bunun pazarıdır.
* * *
Genel planda, özele bu kadar vurgu, genelin terk
edilmesi, tasfiyesi içindir. Adsız, adressiz, kolektif olana düşmanlık, Gezi
ile birlikte ayyuka çıkmıştır. Taksim’den Kadıköy’e çekilmek, bu ilçenin açık
hava AVM’sine dönüşmesi ile sonuçlanmıştır. Solun istediği de budur. O,
pazardan pay kapmakla yetinmektedir. Asimilasyon, bu minvalde, bu gerçeklikte
işlemektedir. Artık Kürd’ün vs.’nin o olmasına gerek kalmayacağı, özel alanları
vardır.
O özel olanın, küçük burjuva kudretin savunulması
noktasında en önemli silâh, yalandır. Osman Oğuz da yazısında doğal olarak
yalana başvurmaktadır: “HDK, Gezi Direnişi öncesinden itibaren park
forumlarının mesajını verdiği örgütlenme formunu ‘meclisler’ adıyla perspektif
edindi; fakat o da bunu hakikat içinde örgütlemeyi başaramadı.” Yalan, tam da
bu sözlerdedir. Çünkü HDK, barış süreci üzerinden, 2010’da sözünü ettiği
meclisleri bir bir tasfiye etmiştir. Gezi’de HDP, politik kurum ve yapı olarak
yoktur. Varolanlar da kitlesel hareketi kısa süre sonra olacak olan seçimlere bükmeye
çalışmışlardır. Bu süreç, CHP’den adam kapma ve CHP’yle seçim ittifakı (İrfan
Aktan gibiler, bu yolda yazılar döşeniyordu) hayalleri ile birlikte işlemiştir.
Sonra CHP dokunulmazlıklara “evet” deyince, “CHP’nin Kemalist, kemalizmin de
faşizm olduğu” birden anımsanmıştır.
Çünkü o günlerde Reyhanlı’da bomba patlamıştır ve
o HDK, “bir bomba ile hükümeti yıpratmamak lazım” demektedir. Zamanla “Gezi’de
darbeciler var”dan bugüne, osman oğuzlara gelinmiştir. Ama bu sefer de “Kürd’e
biat edilmedi, o yüzden böyle oldu” denilmektedir. Burada “Kürd” kelimesinin
gerçekle bir alakası yoktur. Sadece o, çamur seline girmemek, elini ayağını
kirletmemek için bir bahaneden ibarettir. Tıpkı Gezi günlerinde “biz, bu
forumların ulusalcıların eline geçmesine mani oluyoruz” diyenlerin forumu ve
oradaki devrimci imgeyi sonrasında CHP belediyelerine peşkeş çekmelerinde
olduğu gibi.
* * *
Yüksek siyaset, elindeki
piyasa ve borsa ile Gezi’yi tasfiye etmiştir. Bugünlerde yapılan anmalar,
müsamereden başka bir şey değildirler. Neden olmadığını, sonuç alınamadığını
tartışan yoktur, tartışılsa her öznenin kendisini sigaya çekmesi gerekecektir.
Onlar öyle yüce öznelerdir ki sorgulanamazlar bile! Bu sebeple Gezi’nin tasfiye
edilmesi şarttır. Birileri dükkânlarına yeni müşteriler bulacak, halkın ortak
davasına örgütlenmek zûl kabul edilecektir. “Yeni Geziler” bekleyenlerin önce
kendilerini terk eylemeleri gerekmektedir. O kendi, burjuvazinin ve devletin
kurduğu bir olgudur. Demek ki burjuvaziye ve devlete karşı mücadele bir iç
mevzie de muhtaçtır. O kavga, içeriden de yürütülmelidir. Gezi’nin bir dersi de
budur.
Eren Balkır
31 Mayıs 2016
Dipnot
[1] Osman Oğuz, “Gezi Ruhu
Neden Tuzla Buz Oldu?”, 31 Mayıs 2016, Arşiv.
0 Yorum:
Yorum Gönder