Harry E. Vanden ve Marc Becker’ın
José Carlos Mariátegui: An Anthology İsimli Çalışmasına Önsöz
Harry
E. Vanden ve Marc Becker’ın José Carlos Mariátegui: An
Anthology (“José Carlos Mariátegui Antolojisi” Haragpur: Cornerstone
Publications, 2013; ilk basım New York: Monthly Review Press, 2011) isimli
çalışmasının Hintçe basımının yapıldığı esnada Vanden Hindistan’da José Carlos
Mariátegui’nin düşünceleri üzerine kendi görüşlerini iletmek için bir seminer
turu düzenlemektedir. Bu fırsattan istifade ederek bizler de Bernard D’Mello ve
Alpa Şah’ın çalışmanın Hintçe baskısı için kaleme aldıkları Önsöz’ü
yayınlıyoruz.
* * *
Genel
inanışa göre, yaşlandıkça insanın yeni dostlar bulması zorlaşır. Ama José
Carlos Mariátegui’nin yazılarından oluşan bu antolojiyi yayına hazırlayan,
çeviren ve takdim eden Harry Vanden ve Marc Becker ile birlikte yoldaşlık da
hemen peşi sıra geldi. Geçen yıl Temmuz ayında Oxford’da radikal toplumsal
hareketlerin deneyimlerini kıyaslamalı ele almak amacıyla, Ekonomi ve Sosyal
Araştırma Konseyi atölyesinde bir araya gelmiştik. Ardından, Hindistan’da José
Carlos Mariátegui’nin Latin Amerikalı işçiler, fakir köylüler, yerli halklar ve
devrimci aydınlardan damıttığı mirasını Hindistan’a yayma konusunda bir fikir
oluştu. Bu kitap, söz konusu niyetin bir ürünü. Hindistan hükümetinin hâlâ yürürlükte
olan sömürgeci isyan kanununu Hindistan devletinden hesap soran aydınların
suratına tokat gibi çarptığı günlerde, sürgüne gönderilmiş ve iki kez hapse
atılmış olan Mariátegui’nin gazete yazıları ve politikasının da aynı ölçüde
isyankâr bir nitelik arz ettiğini belirtmekte fayda var.
Mariátegui,
yirminci yüzyılın en etkili Latin Amerikalı Marksist aydınlarından biridir. O,
Ernesto Che Guevara’yı derinden etkilemiş bir isimdir. Ana akım Peru Komünist
Partisi’nden ayrıldığında Abimael Guzman, kendisine önderlik edenin “José
Carlos Mariátegui’nin aydınlık yolu” olduğunu söylemiştir. Bugün Latin
Amerika’da solun son on yıl içinde yeniden dirilmesiyle birlikte, kıtanın yirmi
birinci yüzyıl sosyalizmi meselesiyle uğraştığı bir dönemde Mariátegui’nin
fikirleri, özellikle Peru, Bolivya, Ekvator ve Venezuela’da yeniden karşılık
bulmaktadır. Esasında bizim Mariátegui’nin Latin Amerika, özelde Peru
gerçekliği dâhilinde Marksizmi teorik ve pratik açıdan uygulamasından daha
öğrenecek çok şeyimiz var. Bu noktada söz konusu uygulamaların kendi döneminde,
yirmili yıllarda da ihtilaflarla karşılaştığını bilmek gerekiyor.
Bir
açıdan Hindistan bağlamında bu antoloji tam zamanında yayımlandı. Burada,
başbakan tarafından Hindistan devleti için en büyük iç güvenlik tehdidi olarak
etiketlenen Hindistan solunun en radikal karşılığı, kendi teori ve pratiğini
yenileme ve tazeleme konusunda ciddi bir mücadele veriyor. Maoist devrimciler
ya da bir zamanlar bilinen isimleriyle Naksalcılar, bugün adivasilerin (Adivasi:
Hindistan’da yaşayan aborjin kökenli olduğu iddia edilen, kast sistemi yerine
kabile tarzı örgütlenmiş heterojen etnik veya kabilevî grupların ortak adı) ve
diğer kabilelerin hâkimiyetindeki orta ve doğu Hindistan ormanlarının ve
tepelerinde sıkışmış durumdalar. Bu bağlamda, “Yerli Sorunu”nun sınıf
mücadelesiyle ilişkisinin alt kıtada neredeyse hiç teorize edilmediği koşullarda,
Mariátegui’nin Latin Amerika’da ortaya koyduğu çığır açıcı tez, hâlâ düşünmeyi
kışkırtan önemli bir tez olarak karşımızda duruyor.
Bu
tezle işe başlamak, Mariátegui’nin devrimci pratiğinin doktriner olmayan,
yaratıcı ruhuna işaret etme noktasında önemli. Yerelin koşullarına çok az değen
genel ilkeler tatbik etmek yerine Mariátegui, esasta işe Marksizmi farklı
milletlerin somut gerçekliklerine dikkatle tatbik ederek başlamak gerektiğini
düşünüyor. Bu nedenle, Latin Amerika’da sosyalizmin “kahramanca bir yaratım”
olması gerektiğini, Latin Amerika’nın kendi gerçekliğinden türeyerek hayata
açılması gerektiğini söylüyor.
Yerli
Sorunu’na ilişkin olarak Mariátegui, 1920’lerin sonunda Quechua ve Aymara
halklarının çoğunluğu teşkil ettikleri Güney Amerika Andları’nda ayrı bir Yerli
Cumhuriyeti kurulmasına ilişkin Komintern önerisine karşı çıkıyor. Lenin’in
Ulusal Sorun analizindeki incelik, Stalin’in formülünde kaybolmuş durumundadır
ve Komintern, baskıcı devlet yapılarından millî azınlıkların ayrılmasına
ilişkin kendi kaderini tayin hakkını savunmakta, hatta bu öneriyi Birleşik
Devletler’in güneyi ve Güney Afrika’da Siyah Cumhuriyetler kurulmasını içerecek
biçimde sunmaktadır. Mariátegui’nin tespitine göre mevcut millî devlet oluşumu,
ayrı bir Yerli Cumhuriyeti’ni diriltmek için fazla gelişkindir ve Yerli
halkların gördüğü zulüm ya da genel manada Yerli Sorunu, yerlilerin kırsal
proletarya olarak kendi sınıf ilişkilerinin bir işlevinden ibarettir. Onun
tespitiyle, yerlilere temel sınıfsal meselelere işaret etmeksizin ayrı bir
millî/ırkî ya da etnik azınlık olarak muamele etmek, sadece, beyaz hâkim
devlete benzeyen, sömürücü bir Yerli burjuva devletin kurulmasıyla
sonuçlanacaktır. Bu nedenle, mevcut devlet yapıları içinde eşitlik için
dövüşmek, yerlilerin sefaletini ve marjinalleşmesini artırmaktan başka bir işe
yaramayacak bir girişim olarak, kendilerini alternatif devletler dâhilinde
moderniteden ayrılmalarından daha iyi bir yoldur.
O
gün olduğu gibi bugün de Mariátegui, marjinalleştirilmiş ve fakirleştirilmiş
etnik grupların millî/etnik ya da ırkî azınlıkları içerip içermediğine,
içeriyorsa, bunlar dâhilinde işleyen kimlik ve sınıf mücadelesi arasındaki
ilişkinin nasıl olması gerektiğine dair önemli sorular sormaktadır. Her ne
kadar ırkî ya da etnik kimliği ve sınıf kimliğini iç içe geçen olgular olarak
görse de Mariátegui, yerli halkların yaşadıkları sefaletin merkezinde olan ırkî
ya da etnik zulüm ve ayrımcılığı ortaya koyan kimlik politikasına karşı çıkar.
Bunun yerine o, Yerlilerin maruz kaldıkları zulmün sosyoekonomik bir mesele
olduğuna ilişkin materyalist iddiaya sırtını yaslar ve zulmün kaynağının o
dönemde Peru kırsalında feodalizmin mirasının alt edilmemesi ve toprağın
eşitsiz dağıtılmış olması olduğunu söyler. Toprağın korunması ve Yerlilere
yeniden dağıtılması meselesinin, tabiatları gereği toprağa bağlı olan Yerlilere
dönük bir kimlik politikasıyla herhangi bir bağı mevcut değildir; esasında
Yerlilerin sorunu, Peru’nun mülkleştirme ve sömürüye dayalı özgül tarihinin bir
sonucudur. Devamında Mariátegui, Yerli halkların kurtuluşu için en iyi yolun
etnik manada bir ayrımcılık değil, onların sosyalist bir devrim için verilecek
mücadelede tüm ırklardan işçi ve köylülerle buluşması olduğunu söyler.
Böylelikle Mariátegui, Yerli Sorunu’nu etnik ya da kimlik tabanlı değil, bir
sınıf mücadelesi olarak tasarlar.
Elbette
bu, Mariátegui’nin Yerli mücadelelerinin ya da etnik kültürlerin önemini
reddettiği anlamına gelmez. Aksine o, Yerliliğin özel kimi yerel bağlamlar
dâhilinde nasıl işlediğine dair derinlikli bir anlayış geliştirir. Ayrıca sözde
şanlı geçmişe geri dönüşe gerici tarzda romantik bir çağrı olarak “Yerliciliğe”
karşı olan Mariátegui’ye göre, İnka komünizminin geride bıraktığı miras ile
komüniteryan gelenekler, Latin Amerika’da sosyalizmin yaratılması için gerekli
Marksist-Leninist sosyalist teori ile modern teknolojiyle kaynaştırıldıkları
takdirde, hâlâ önemli hususlardır. Mariátegui, Yerli halkın eşitlikçi bilincini
onların yaşadıkları mahrumiyet çerçevesinde anlamlandırmaktadır. Mülksüz köylü
Yerliler kendi emek güçleri üzerinden bir toplu sözleşme yapabilmek için emek
çeteleri tesis etmektedirler ve “dışarıdan gelenler”ce topraklarının zorla
satın alınmasına karşı önlemler alacak kolektif bir çaba içine girmektedirler.
Ayrıca Yerliler, ortak kamu yararına hizmet eden, emek değiş tokuşuna dayalı
ortakçı bir sistem kurmuşlardır. Esasında Komintern’in halk sınıflarının
sorunlarının çözülmesinde gerekli bir aşama olarak burjuva demokratik devrim
aşamasını savunan görüşüne karşı Mariátegui’nin teleolojik olmayan perspektifi,
köylü Yerlilerin bu komüniteryan gelenekleri için büyük bir umuttur. Onun
kanaatine göre, köylü Yerlilerin eşitlikçi bilinci, proleter bir öncünün
önderliğinde, sosyalizm için oldukça etkili bir fail olabilecektir.
Günümüz
Hindistan’ında her ne kadar adivasiler, bugün devrimci solun ana temsilî
cephesi ise de “Dalit Sorunu” (Dalit: Hindistan genelinde çok sayıda
sosyal gruptan oluşan “dokunulmaz” olarak anılan halk topluluğu.) aksine,
“Adivasi Sorunu” ya da “Yerli Sorunu” sol tarafından çok az teorize edilmiş bir
husustur. Adivasilerin marjinalleştirilmesinin, uzun süredir varlığını koruyan
aşırı ekonomik baskıların etkilerinin zaman içinde birikmesinin bir sonucu
olarak, sosyal hiyerarşinin en alt kademesine sürgün edilmiş olmalarının uzun
bir tarihi vardır. Toprak elde etmeleri engellenen, yaşadıkları ormanları
sömürgeci güçlerce sömürülen adivasiler, sezonluk göçmen işçiler olmaya
zorlanıyorlar. Çok uluslu şirketlerle bağlantı içindeki hükümet eliyle,
yaşadıkları topraklardaki madenlere ve kaynaklara el konuluyor. Her ne kadar
geçmişte komünistler, adivasileri “köylü kabileler” olarak örgütlemişlerse de
zaman içinde orta ve fakir köylülükle ve kabile dışı topraksız halkla birleşme
yolları arayan hareket için son yıllarda “Yerlicilik” politikası ile Yerli
merkezlilik sınıf tabanlı hareketlilik için suyu fazlasıyla bulandırmış
durumda.
Bugün
Yerli merkezlilik ya da kimlik politikası epey rağbet görüyor. Bu politika,
“dışarıdan gelenler” ve devletin zulmüne karşı adivasileri birleştireceğini
iddia eden uluslararası STK’lar ittifakınca destekleniyor ve gücünü tüm dünya
genelinde Yerli halkların teşkil ettiği şebekelerden alıyor. Söz konusu
politika, ayrıca Hristiyan evanjelistlerin ve yarı faşist Hindu güçlerinin
(örneğin sağcı paramiliter Hindu örgütü Rashtriya Swayamsevak Sangh’ın
(Millî Vatansever Örgütü) Vanvasi Kalyan Ashram isimli sosyal dayanışma
faaliyeti epey etkili) adivasiler içinde dinlerini yaymak amacıyla yürüttükleri
çalışmalar için de gerekli zemini teşkil ediyor. Dahası bu politika, devlete
karşı yürüyen örgütlü direnişten kabileleri uzaklaştırmak için hükümetin korumacı
ve aşamalı politikalarının da temelini teşkil ediyor. Örneğin devlet, bu
noktada 1996’da Pençeyet (Planlanmış Alanın Genişletilmesi) Kanunu’nu ve
2006’da da halk arasında Orman Hakları Kanunu olarak bilinen, Planlanmış
Kabileler ve Diğer Geleneksel Orman Sakinleri (Orman Haklarının Kabulü)
Kanunu’nu çıkarttı. Bu bağlamda sınıf mücadelesinin uzun tarihi sıklıkla kimlik
politikasına dayanan yerli mücadelesine doğru daraltılıyor.
Mariátegui,
1930’da 36 yaşında iken vefat etti ancak şüphesiz ki bugün hâlâ düşünceleriyle
hayatta. O bize, Yerliciliğe yaslanan kimlik politikasının bizi aslî amaçtan uzaklaştırdığını
hatırlatan bir isim. O, sosyalizm için gerekli bir güç olarak adivasilerin
komüniteryan geleneklerine dikkat çekilmesi ve diğer kastlara mensup topraksız
fakir ve orta köylülükle adivasilerin müttefik olması gerektiğini, bu noktada
Yerli Sorunu’nun özgül Hindistan bağlamı dâhilinde nasıl işlediğini göstermesi
bakımından önemli.
Hatalarımızın
önemli bir bölümü, Rus ve Çin devrimlerini eleştirel manada öğrenmek yerine,
onları mekanik biçimde taklit ve kopya etme eğilimimizden kaynaklanıyor. Eğer
Mariátegui, bazı yazılarının ileride Hindistan’da ilk kez yayınlanacağını
bilseydi ki biz, bunu bildiğini ya da her şeyin ötesinde arzuladığını
düşünüyoruz, mutlaka şöyle derdi: “Hindistan’da sosyalizm “destansı bir
yaratım” olsun; Hindistan’ın kendi gerçekliği devrime kendi can suyunu katsın.”
Bernard D’Mello
Alpa Şah
23 Temmuz 2013
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder