15 Haziran 2013

, ,

Dinci Faşizm

Dinci faşizm olmaz. Faşizmin dine ihtiyacı yoktur. En fazla, kitlesel seferberlik düzeyinde belirli şeklî unsurlar istismar edilebilir, o kadar. Dini o şeklî unsurlara kapatıp, orada boğanların o dine küfretmeleri ya da ona sarılmaları arasında fark yoktur. Din, bu iki taraf arasında iktidara ve sermayeye göre bir kıvama getirilmektedir. Her iki taraf da dinin mevcut kıvamından memnundur. 
Din, canını ve malını feda edip hakikat için dövüşenlere aittir. Gerisi küfürdür, şirktir. Canını ve malını feda edenlerin faşizme veya liberalizme meyletmeleri mümkün değildir. Çünkü faşizm ve liberalizm, canını Allah, malını iman yapanların aslî yönelimleridir. 
"Dinci faşizm" zırvadır, mügalatadır, zira faşizm, her daim dinsizdir. Dinsizliği hiçbir cami koruyamaz, hiçbir başörtüsü gizleyemez.
Faşizm, mızrağının ucuna Kur’an sayfası takıyor ve birileri o mızrağın üzerine yürüyorsa, bu Kur’an’a düşmanlık demek değildir. Mızrağın üzerine yürüyen, mızrağa, onu tutana ve o mızrağın sahibine karşı yürüyordur. Orada varmış gibi görünen Kur’an, aslında yoktur. 
Dövüşen gerçek bir güç olarak ortada olan bir Kur’an, asla mızrağın ucuna iliştirilen bir kâğıt parçası olamaz. Tam da kâğıt parçasına indirgendiği için öldürülmüştür, tam da öldüğü için kâğıt parçasına dönüşmüştür. Ama hep yaşayan bir Kur’an vardır, zira o, Allah’ın muhafazası altındadır.
“Mızrağı kullanmayın” demek, bugün İslamî değildir. Bir zamanlar mazlum olmuşların bugün zalim olmalarından söz edilemez. Mızrak, hep oradadır. Bu yaklaşımla mızrağın yeni sahiplerine güzelleme yapılmaktadır sadece. Zira onlar, hiç mazlum olmamışlardır. 
28 Şubat’ta bacılarının namusunu korumak adına tek bir taş bile atamamış, üstelik bugün taş atmamış olmakla övünenlerin mazlum olduklarını söylemek, mazlumlara hakarettir. Mazlum, namusu ve haysiyeti için kıyam edendir, başkası değil. 
Bu türden laflar, aynı zamanda sanki devlete, mızrağın sahibine laf edermiş gibi görünürken, mazluma da “asla eline mızrak alma” anlamına gelmektedir. Bu çatışma gerçeğinde, liberaller, devletin elindeki mızrağı eleştirirmiş gibi görünürken, mazlumun elindeki mızrağı kırma derdindedirler. Onlar en fazla Tayyip’i fazla sert ve nobran bulabilirler, hepsi bu. Dini şeklî olana mahkûm edenlerin siyaseti de şeklî olanla kavramaları doğaldır.
"Dinci faşizm" ya da "İslamofaşizm", batı liberallerinin ve istihbarat kurumlarına bağlı akademinin uydurduğu birer sözcüktür. Geçmişte faşizme karşıymış gibi görünüp, aslında Sovyetler’e karşı savaşanların yeni sığındığı liman budur. Bu açıdan sağda solda AKP yardakçılığı, çanak yalayıcılığı yapanlarla bu kavramları kullananlar, kardeştirler. İslamofaşizm, sömürüye ve zulme karşı mücadele etme imkânı olan İslam’ı katletme girişimidir. Onu söz söyleyemez, kıpırdayamaz kılmaktır amacı.
İslam’ın tevhidî mücadelesi, mazlumlar lehine, onlar için bir kılıç iken, içi boşaltıldığında, muktedirler ve müstekbirler için her türlü direnişi ezmeye dönük bir tomaya, akrebe dönüşebilir. AKP borazanları, “bu gençler bir bakkal açsa, hayatın içine girse, bu işlerle uğraşmazlar” demekte, 28 Şubat’ta polis panzerleri önünde durmayı bugün alaya almakta, bu tür kavgaların nafile olduklarını kavradıklarını söylemektedir. Mesaj efendileredir, “biz iyi çocuklarız, bizden vazgeçmeyin” denilmektedir. “Uşaklığımızın sınırı yoktur, biz, bu uşaklığı imanla yaparız” diye bağırılmaktadır. 
Demirel neyse bunlar da odur, zira Demirel hep, otuzundan sonra “insanın liberal olmamasının akılsızlık” olduğunu söyleyen biridir. Bu laf, artık AKP’lilere tevarüs etmiştir. Kendilerinin hükümet yapılmalarının nedeni de tam olarak budur. 
İslamî hareketin hainleri, belki de hep o hareketin nimetlerine bakmış olanlar veya bizzat o hareketi yönlendirmek için devlet tarafından içe ajan olarak yerleştirilenler, hükümet muslukları önüne dizilerek, eski kitaplarını yakarak ya da çöpe atarak, başarılı olmalarının arkasına saklanmaktadırlar. 
Oysa din kavgada vardır, diz çökmüş, iktidara teslim olmuş, ranta ve sermayeye kul ve köle olmuş bir Müslüman’ın politik olarak Müslüman olduğundan artık söz edilemez. Irak veya Mısır’daki İngiliz sömürge valilerinin bu şekilde kılınan bir namazla ilgili derdi yoksa, bu ülkenin efendilerinin de yoktur.
Bu açıdan, AKP’ye yönelik eleştirilerde "din" ve "İslam" kelimelerini bolca kullanmanın bir manası da yoktur, zira karşımızda esasında dinsiz ve İslam’sız bir güç vardır. AKP, tabanını kendisinin din ve İslam için çabaladığını söyleyerek kandırabilir, ama bu yalana AKP’ye ve onun teslim ettiği devlete karşı mücadele edenlerin teslim olması mümkün değildir.
İslamî liberalizm de olmaz. Birileri liberal olmuşsa, hayatı ve dünyayı liberal pencereden kavrıyorsa, orada İslam kovulmuş demektir. Temelde üzerinde durulması gereken husus, muktedirin bir dine tabiyetinin imkânsız olduğu gerçeği olmalıdır.
Birileri “işte bize saldırıyorlar, demek ki dine saldırıyorlar” diyebilir, bir başkası da “dine saldırmadan bunları yenemeyiz” deyip, kendi kitlesini diri tutmak isteyebilir. Bunlar, aynı yolun yolcusudurlar. Her iki taraf da iktidar üzerinden politik okuma yapmakta, kitleleri bu okumaya mahkûm etmektedir.
Bir grup Müslüman tarafından kaleme alınmış olan bildiri de meseleyi buradan karşılamakta, liberal bir fikrî zeminden, Müslümanların kimliğine sarılmaktadır. Esasında Müslümanlığı liberal bir kimliğe boğmaktadır. Onlarca gün yaşananlara tek söz etmeyip, “Kabataş’ta başörtülü bir kadına saldırmışlar” diye feveran edenler, bilerek ya da bilmeyerek, mızrağın ucuna takılı başörtüsüne bakıp, AKP iktidarına teslim olmaktadırlar. Emek ve Adalet Platformu öncülüğünde hazırlanan bildiri ve emniyete yapılan yürüyüş de bu teslimiyet dairesinde tanımlıdır.[1]
Onca gün susup, mızrağın ucuna takılı İslam’ı temize çıkartma gayretleri, nafiledir. Kaleme alınan bildiri, iktidarın meseleyi meselenin başlangıç noktası olarak gösterilen Gezi Parkı’na boğma gayretlerine destek olmakta, yavan bir muhafazakârlık eleştirisi yapıp, AKP’yi temize çıkartmaktadır. Temize çıkardıklarını düşündükleri İslam ile AKP “İslam”ı arasında fark yoktur. Aksine, onu beslemektedir. 
AKP “İslam”ına karşı huruc eylemeyen bir itiraz, döne dolaşa ona hizmet edecektir. Kendilerince İslam’ı temize çıkartmaya çalışanlar, O’na adil ve insanî bir makyaj yapanlar, AKP iktidarının yedek askerleridirler. Bunların politik varlığı AKP’ye göbekten bağlıdır. 
Yapılması gereken, AKP iktidarı ile İslam üzerinden olumlu ya da olumsuz bir ilişki kurmak değil, onu İslamî manada karşıya atmaktır. Esasında bu kesimler nezdinde AKP, hâlâ din ve İslam dairesinde görülmekte, içeriden ona vicdanî bir itiraz yükseltilmektedir. Bu momentte onu karşı tarafa, tağut tarafına, kâfir tarafına atan irade, ancak bu iradedir İslamî olan. Bildirinin İslamî-politik bir niteliği yoktur. Vicdanî bir edebiyatla kendi politik ikballeri temiz tutulmaya çalışılmaktadır.
Liberalleşip İslam’dan uzaklaşanlar, düne kadar beslendikleri göbek bağlarını kesip atamamaktadırlar. Para musluklarına ağzını dayadığı anda dinini imanını inkâr ettiğini görmeyenler, hâlâ dinden imandan söz etmektedirler. Bu kesim, soldaki “halk komitesi” yaklaşımına küfrederken, İslam’daki meşvereti, şûrayı da çöpe attıklarını gayet iyi bilmektedirler. Bugün "illegal", "marjinal" ya da "çapulcu" diye karşı atılanlar üzerinden İslam’a yönelik bir operasyon gerçekleştirilmektedir. Mesaj Müslümanlaradır. Onlar "illegal" suçlaması üzerinden tağutun hukukuna kul edilmek, "marjinal" tespiti üzerinden, bu zulüm düzeninin genel güzergâhına bağlanmak, "çapulcu" küfrü üzerinden de efendilerin mallarını koruyan birer bekçi olmaya indirgenmek istenmektedirler. Bu isyanın AKP iktidarını bir biçimde daha da güçlendirme, pekiştirme imkânı mevcuttur. Bu imkân da Müslümanların ilgili mesajı, dinsiz imansız bir yerden, vahiy misali dinlemelerine bağlıdır.
Karşımızda dinsiz imansız bir güç vardır. Bu gücün faşist ve liberal kanatları arasında tercih yapmanın anlamı yoktur. Her ikisini Kur’an ve Sünnet düzeyinde itiraza ve redde maruz kılmak gerekmektedir. İbrahimî bir itiraz, bu nizamı dağıtacaktır. O’nun atıldığı ateşi söndürmek için su taşıyan karıncadaki iman yoksa, bu ateşin içinde kazanan, gene içimizdeki düşman olacaktır.
Mesele, olaylar başlamadan önce de olayların başladığı anda da ve sonrasında da ağaç ya da park meselesi değildir. Faşizm zorla, liberalizm ikna ile meselenin bu noktada boğulması için çabalamaktadır. Emek ve Adalet bildirisi, liberal kanattan, faşizmin zoruna eklemlenmektedir. Başka da bir değeri yoktur.
Bildiride devletin elindeki mızrağın ucunda sallanan Kur’an sayfasına dönük tek bir lafa rastlanmamaktadır. Devletin sıktığı gazı almaktan başka bir şey yapmamaktadır. Müslümanlara yönelik çağrı kısmında ise, “paranızı, servetinizi terk etmeyin, ama yoksul bir çocuğun başını okşamayı da unutmayın”dan öte bir şey söylenmemektedir. Gene iktidarla ve servetle sapkınlaşmış bir güruha insancıllık ve adalet dersleri verilmektedir. “Aksi takdirde şehrin çeperlerine sürülen yoksullar, bir gün haklarını almak için mutlaka geri geleceklerdir” diyen bildiri, tam da bundan korktuğu için yeni mahallenin zengin sakinlerine uyarılarda bulunmaktadır. O yoksul gençlerin safında olmadığını, zenginlerin sokağında gezindiğini ikrar etmektedir. Bir ara yol aranmaktadır. Ana yolda düşmanla cepheleşen millete bu ara yollarda kaybolmak öğütlenmektedir. “O yoksulların başını okşamazsanız, bunlar saraylarınızı yakarlar” denilmektedir. Tarih öğreticidir ve tarihin “saraylara savaş kulübelere barış” diye haykırdığını onlar da duymaktadır. “Emir kulu değil, Allah’ın kuluyuz” diyerek, bu faşist düzenin paralı askerlerine iman hatırlatılmaktadır. 
Gizli kamera çekimine yansımış bir sohbette polis eylemciye “paramızı siz verin, sizin yanınıza geçelim” demektedir. Bu polise verilecek iman dersleri kifayetsizdir. Yirmi polis yirmi yaşındaki bir kızı sokak ortasında linç ederken “Tayyip Erdoğan’ı, Türk polisini sevdiğini söyle, seni bırakalım” demektedir. Burada din iman yoktur. Firavuna ya da Ebu Leheb’e din iman öğretilmez, öğrenilecek tek şey, onunla savaşmak olmalıdır.
İslamcı ya da Müslüman geçinen basın, ilk günden itibaren Hüsnü Mübarek gibi komplo teorileriyle günü kurtarmaya çalışmıştır. Komplo teorileri, Allah’a güvenmemenin, imansızlığın bir tezahürüdür. TV kanallarında Soros’a sığınanlar, Soros’u Allah’tan büyük ve güçlü zannetmektedirler. Fukara Müslüman halkı kendi rant ve yağma iktidarına bu şekilde ortak edeceklerini düşünmektedirler. Oysa AKP düzeni, Soros nizamına dayanmaktadır.
“Bu eylemciler bir bakkal açsa, bir otuz yaşına girse, bu işlerden vazgeçerler” diyenler, bu laflarının Peygamber’i de incittiğini bilmelidirler. Bunlar, Peygamber’in vefatı ile birlikte zulme karşı mücadeleyi öldürmek istemektedirler. O bakkalların AKP’li ya da onun beslediği market zincirlerinin altında ezildiğini gizlemektedirler.
Mevcut devlet, kurulduğu günden beri dinsiz-imansızdır. Meclis’te tir tir titreyerek, “eylemcilerin yürümesine izin verseydik de başbakanlığı, meclisi işgal mi etselerdi?” diye bağıran Muammer Güler, neye hizmet ettiğini gayet açık bir biçimde bilmektedir. Bu dinsiz imansız devlete hizmet edenle “dinci faşizm” ya da İslamî bir “muhafazakârlık” eleştirileri ile ilişki kurmanın anlamı yoktur. Her iki yaklaşım da meseleyi şahsîleştirmekte, kişileri öne almakta, onların dinî yüklerine vurgu yapmaktadır. Oysa mesele, şahsî değil, devletlûdür ve bu devlet, kendisini muhafaza etmek adına dinini imanını pazarda satılığa çıkarmış, ilk darbede teslim olmuş kişileri kendisine bekçi tayin etmiştir.
AKP, kendi kitlesini darbe, CHP, Ergenekon, 28 Şubat ile korkutarak yönetmek derdindedir. Bugün sokağa dökülen kitle, tek tek şahısların ötesinde, korkutmak için kullanılan unsurlarla bağını kopartmıştır. Polise ve devlete diklenilen yerde ne darbe, ne CHP, ne Ergenekon ne de 28 Şubat vardır. Liberaller, meseleyi parka hapsetmekte, devlettekiler de isyanı bu alanda boğmaya çalışmaktadırlar. 
Örneğin Star gazetesi genel yayın yönetmeni zat, eylemcilerin gençler olduğunu söylemekte, eylemlerin başını CHP'nin çektiğine vurgu yapmakta, ama CHP’lilerin kendileri gibi çok çocuk yapmadığından bahsedip, buna bağlı olarak gençler içinde CHP’nin zayıf olduğunu iddia etmektedir. Bu zihin bulanıklığı tam da korkunun alametidir. Onlar da kıyamın içindeki kitlenin CHP’yle (artık) ilişkili olmadığını bilmektedir. Ama bu yönde bir çaba içerisindedirler. Yani kitlenin CHP tuzağına düşmesini, oraya hapsolmasını istemektedirler. Bu sömürü ve zulüm düzeninin bu iki parti şahsında sürdürüleceğini onlar da bilmektedirler. 
Devlet saldırırken, saldırısı ile millete nizamat vermektedir. Hakikat şu ki AKP neyse CHP odur. Her ikisi de bu dinsiz imansız devletin bekçileridirler.
6-7 Eylül olaylarında Atatürk’ün evine bomba atan zihniyet, bugün camide içki içildiği yaygarası koparmaktadır. O gün Bulgaristan’da zulüm görüp ülkeye gelmiş göçmenler saldırılarda ve yağmada kullanılmışlardır. Bu kontrgerilla taktikleri, bugün AKP’nin ana programatik hattıdır. Melih Gökçek, Allah korkusu olan cami imamının açıklamalarına karşı “imam kilisede zangoç olarak göreve başladı” yorumunu yapmaktadır örneğin. Bunların cümlesi Allah’sız kitapsızdır.
Bu Allah’sız kitapsızlığı "dinci faşizm" olarak etiketlemek, teorik, ideolojik ve politik manada, körlüktür. Ama aynı şekilde, AKP’nin “iktidar” olması ile yaşanacak olası sarsıntıları yumuşatmayı, mahallenin namusunu kurtarmayı düşünenler de mahallenin küffar ordusunun karargâhına, topçu kışlasına dönüştüğünü görmelidirler. Mazlum Müslüman milletin faşizmin elindeki sopaya, liberalizmin elindeki havuca karşı şerbetlenmiş imanı gene de hâlâ dipdiridir.
Eren Balkır
15 Haziran 2013
Dipnot
[1] Emek Adalet, 14 Haziran 2013, Everywheretaksim.

0 Yorum: