Fidel-Guevara ve Küba Deneyi
Karşısındaki Tavrımız
Yeni oportünizm, Küba devrimi deneyi karşısında şaşkın
ördek gibidir. Kimilerine göre Küba, sosyalist bir ülke değildir. Küba’da
devrim olmamıştır. Bazılarına göre de, “evet Küba’da devrim olmuştur ama bu,
dar deneyci bir anlayışın tesadüfî sonucudur”. [Bkz. H. Berktay, Proleter
Devrimci Aydınlık, Sayı: 16, s: 327) Ve bunlara göre eğer Amerikan
emperyalizmi uyanık davranmış olsaydı, bu devrim olmazdı! “Gerek Küba hâkim
sınıflarının ve gerekse Amerikan emperyalizminin uykuda olmasından gelen
koşullarda Küba tecrübesi başarıya ulaşmıştır.” (H. Berktay, P. Devrimci
Aydınlık, Sayı: 16, s: 326) Yani bunlara göre Küba devrimi mucizevî bir
olgudur. İşte, sergilenen bilimsel sosyalist düşünce(!), daha doğrusu
katledilen Marksizmin diyalektiği!
Metafizikçi, devrimleri tesadüf ve mucizelerle
açıklar. Onun için örneğin, Fransız burjuva devrimi bir tesadüftür. Fransız
devrimi, metafizikçi tarafından XVI. Louis’nin zayıf ve yumuşak bir insan
olmasıyla açıklanır. “Güçlü bir insan olsaydı, devrim olmazdı” der. Hatta ona
göre “Varennes’de XVI. Louis yemeğini kısa kesseydi, yakalanmaz ve tarihin
akışı değişirdi.”[1] Oysa bilimsel sosyalist anlayışta mucize ve tesadüf
açıklamalarına yer yoktur. Mucize ve tesadüf, Lenin'in deyişiyle, “ne tabiatta
ne de tarihte vardır.” İşte biçimle özü birbirine karıştıran, öz yerine biçimde
kesinkes ilkeler arayarak dünya devrimci hareketinin trafik polisliğini yapmaya
kalkanların teoride sonu, metafiziğin bataklığında kulaç atmaktır!
Bilimsel sosyalist dünya görüşü, Küba devrimini
Amerikan emperyalizminin ve Küba hâkim sınıflarının bir anlık gafleti ile
açıklamaz. Küba tecrübesinin başarıya ulaşması dünya kapitalizminin bugünkü
durumu ile ilgilidir.
Lenin, Küba gibi sömürge bir ülkenin bir sıra iç
devrimlerle sosyalizme geçmesinin ilk etabı olan anti-emperyalist savaşı
kazanabilmesi için şu üç şartın var olmasını önermektedir:
“Ezilen
bu ulusların ahalisinin önemli bir kısmının çabalarının koordinasyonu... veya
uluslararası durumun özellikle uygun olması (örneğin emperyalistlerin
müdahalesinin zayıf düşmesi, aralarındaki bir savaş ve kendi çelişmeleri vs.
sebebiyle felce uğraması) veya büyük devletlerden birinin proletaryasının aynı
anda burjuvaziye karşı koyması gereklidir.”[2]
Bugünkü emperyalizmin III. genel bunalım döneminin
ayırt edici özelliği, bütün bu etkenlerin bir araya gelmiş olmasıdır. Dünyanın
üçte biri sosyalisttir. Ezilen uluslar, her geçen gün emperyalizme öldürücü
yumruklar indirmektedir. Dünya, sürekli altüst oluşlar içindedir. Artık dünya
kapitalizmi son nefesini vermektedir. Küba devrimi, ne dar deneyci bir
anlayışın tesadüfî bir sonucudur ne de mucizevî bir olaydır. Küba devrimi, can
çekişen emperyalizmin zorunlu bir sonucudur!
Küba devrimini Amerikan emperyalizminin
önleyebilmesini mümkün görerek “Amerikan emperyalizmi uyanık davransaydı, bu
devrim olmazdı” diye açıklamak, revizyonizmin ta kendisidir.[3] Bu,
emperyalizmin “her şeye kadir” olduğunu söylemek, dolayısıyla stratejik planda
onu (emperyalizmi) gözde büyüterek dünya halklarının, özellikle Latin Amerika
halklarının devrimci mücadelelerinin zaferine inanmamaktır! İşte pasifizm ve
pasifizmin ideolojisi budur!
Tesadüfler ve mucizeler ve de sol oportünistler,
Marksizm-Leninizm hazinesini derinleştirmezler. Oysa Küba tecrübesi ve onun
önderleri, Marksizm-Leninizm hazinesini derinleştirmiş ve
zenginleştirmişlerdir! “Sen halk savaşından yana mısın, yoksa gerilla
savaşından mı” diyerek saçma sapan bir ikilem ortaya atan yeni oportünizme
göre, Küba’da halk savaşı hiçbir zaman olmamıştır. Oysa gerilla savaşı, halk
savaşının ilk iki aşamasının temel mücadele şeklidir.
Biz, “kahraman Küba halkı, bir halk savaşı vererek
Milli Demokratik Devrimi yapıp sosyalizme geçmiştir” diyoruz. Ve Küba deneyi,
Fidel Castro ve Che Guevara hakkında görüşlerimiz açıktır: Şimdi Ekim
ihtilâlinin deneyine ilaveten, Çin'de, Doğu Avrupa Sosyalist ülkelerindeki,
Kore, Vietnam ve Küba’daki devrimci deneyler mevcuttur. Bu ülkelerin muzaffer
devrimcileri, Marksizm-Leninizm ve Ekim ihtilâlini zenginleştirmiş ve
geliştirmiştir. Çin’den Küba’ya kadar bütün bu devrimler, istisnasız silâhlı
mücadele ile ve silâhlı emperyalist saldırısına ve müdahalesine karşı
savaşmakla kazanılmıştır. Küba halkının silâhlı ayaklanması 1953 yılında
başlamıştır. Amerikan emperyalizmi ve Küba’daki kuklası Batista’nın yönetimini
devirmeden önce iki yıldan fazla bir devrimci halk savaşı vermiştir. [China
in Revolution, History, Documents and Analysis, Yayına Hz.: Verasimons, s:
404-5. 31 Mart 1964’te yayınlanan SBKP Merkez Komitesinin açık mektubu üzerine
Çin KP’nin yorumu]
Evet, Küba Devrimi Marksizm-Leninizm hazinesine büyük
bir katkıdır. Ve Küba devriminin muzaffer proleter devrimcileri olan Fidel
Castro, Che Guevara ve arkadaşlarından bizim gibi yarı-sömürge ülke
Marksistlerinin öğreneceği pek çok şey vardır. Çünkü biz, Marksizmi
entelektüel gevezelik ve dünya devrimci hareketinin trafik polisliğini yapmak
için okuyup öğrenmiyoruz. Biz dünyayı değiştirmek için, dünyanın Türkiye'sinde
devrim yapmak için Marksizmi öğreniyoruz!
Küba sosyalist devriminin muzaffer proleter
devrimcilerine “küçük-burjuva devrimcileri”, “sol oportünistler” demek,
ihanetin, oportünizmin ta kendisidir. Ve bu görüşü saflarımızda
yaygınlaştırmaya çalışanların kişiliklerinden bütün Türkiyeli proleter
devrimcileri şüphe etmelidir.
“Proleter Devrimci” Aydınlık’ın eyyamcı yazarı,
bizim “Sağ Sapma, Devrimci Pratik ve Teori” yazısında Fidel Castro’ya atıfta
bulunmamızı eleştirmektedir. [Bkz. Ş. Alpay, P. D. Aydınlık, Sayı:17, s:
366] Biz, daima Marksizm-Leninizm hazinesine katkısı olan muzaffer proleter
devrimcilerine atıfta bulunduk ve her zaman da bulunacağız.[4] Yeni
oportünizmle aramızdaki küçücük(!) fark da burada ya! Onlar, Amerika’nın sözde
devrimcileri kampüs “Mao”istlerine, biz ise Marksizm-Leninizm hazinesini
geliştiren muzaffer devrimcilere atıfta bulunuyoruz!
Latin Amerika’daki proleter devrimci çizgi hakkında
son derece önemli bir sorunu da bu bölümü bitirmeden açıklayalım. Şu iki
hususun özellikle karıştırılmaması gerekir:
Bütün Latin Amerika ülkelerinin “sanayinin geri
kalmışlığı ve tarımın feodal karakteri” ortak özellikleri olduğunu belirterek,
“anti-emperyalist mücadelede, halkın çok büyük çoğunluğunu, işçi sınıfının,
köylülerin, aydınların, küçük-burjuvazinin ve ulusal burjuvazideki en ilerici
tabakaların çıkarları yönünde bir kurtuluş programı üzerinde birleştirmemiz
gerekmektedir.” (ikinci Havana Deklarasyonu'ndan) diyerek, bütün Latin Amerika
ülkelerinin önlerindeki devrimci adımın Milli Demokratik Devrim olduğunu
söyleyen Fidel Castro ve arkadaşları ile Milli Demokratik Devrim stratejisinin
geçerliliğini üretim ilişkisi olarak feodalizmin varlığına bağlayarak, Latin
Amerika ülkelerinde “tarımda azgelişmiş kapitalizm hâkimdir ve de milli
burjuvazi yoktur” diyerek, bu ülkeler için sosyalist devrim stratejisini öneren
A. G. Frank, A. Shah, vs. gibi yazarçizer takımını ayırmak gerekir, bir.
Fidel Castro’nun, Che Guevara’nın görüşleriyle
özellikle Debray’nin dogmatik önerilerini kesinlikle karıştırmamak gerekir,
iki. Silâhlı halk savaşının, emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmanın tek yolu
olduğu gerçeğine karşı çıkarak, barışçı bir yoldan da devrimin zafere
ulaşabileceğini mümkün gören W. J. Pomeroy bile bu gerçeği açıkça itiraf
etmektedir. Bakın ne diyor Pomeroy: “Debray’nin oldukça dogmatik
formüllendirmelerinin, çoğu kez kendi adlarına konuştuğunu sandığı Kübalı
önderlerin beyanlarından ayırt edilmesi gerekir.” Hele “Debray’nin Devrimde
Devrim kitabı KKP’nin resmi görüşüdür. Bu kitap, Küba’da 2,5 milyon basılıp
dağıtılmıştır” demek, gerçeği ahlaksızca tahriften başka bir şey değildir.
Çünkü bu kitap, KKP’nin görüşlerini dile getiren Simon Torres ve Jullo Arende
tarafından, “Debray ve Küba Tecrübesi” başlıklı yazı ile Monthly Review’ün
1968 Haziran sayısında çok sert bir şekilde eleştirilmiştir. Bu eleştirinin ana
çizgileri şunlardır;
1. Debray’nin “askerî liderliğin temel unsur olması
gerekir” önerisi yanlıştır. Tam tersine, siyasal çalışma esastır. Ve askerî
yan, politik liderliğe tabi kılınmalıdır.
2. Debray’nin “burjuva şehir-proleter kır”, “Llana-Sierra”
şeklinde yaptığı ayrımını, bir sınıf çatışması olarak ortaya koyması, Leninist
bir analiz değildir.
Yazının “Kim Kimi Yarattı” başlıklı kesiminde, Debray’nin
“Küba”da foco, partiyi yarattı” iddiasının yanlış olduğu belirtilerek,
devrim için partinin şart olduğu ileri sürülmektedir. Simon Torres ve Julio
Arende, Lenin’in Ne Yapmalı kitabına atıflar yaparak, Debray’nin ekonomist
bir görüşe sahip olduğu sonucuna varmaktadırlar.
Ancak bütün ülkelerin pasifistleri, bu farklılıkları
görmemezlikten gelerek Debray’nin dogmatik formülasyonları ile Latin
Amerika'daki proleter devrimci çizgiyi özdeş tutmaya çalışmaktadırlar. Örneğin,
Progressive Labour adlı Amerikalı sözüm ona “Mao”cu bir parti, bütün bu
farklı ideolojileri Debreizm başlığı altında toplayarak F. Castro, Che Guevara
ve arkadaşlarını sol oportünizmle(!) suçlamaktadır.[5] Ve ülkemizde de, kampüs
“Mao”izminin şubesi olan yeni oportünizmin sözcüleri, tıpkı Amerikalı
ideologları gibi, bu farklı ideolojileri (yani A. G. Frank, Debray oportünist
çizgileri ile Kübalı muzaffer proleter devrimcilerinin Leninist çizgisini)
karıştırarak, Debray’nin kitabına atıfta bulunarak, F. Castro-Che Guevara’yı
eleştirmeye kalkmaktadırlar. Yeni oportünizmin sözcüleri, kırlardan şehirlerin
fethedilmesini öneren Latin Amerikalı muzaffer proleter devrimcilerini Debray’nin
dogmatik formülasyonları ile mahkûm edip, onların Leninist çizginin dışında
olduklarını söyleyerek, büyük proleter devrimcisi Mao Tse Tung’u da Amerikanca
yorumlayarak korkaklıklarına ve ihanetlerine ideolojik kılıf bulacaklarını
zannetmektedirler!
Emperyalizmin ölüm saatlerinin yaklaştığı bu III.
genel kriz döneminde, Marksist-Leninist hareket, yeni oportünizmin iddia ettiği
gibi, Castro-Guevara çizgisine karşı verilecek olan mücadele ile değil, modern
revizyonizmin şehirlere öncelik tanıyarak, kırlara ikinci dereceden önem veren,
köylülerin giderek “Köylü” halkların devrimci potansiyelini küçümseyen “sol”,
işçi sınıfının dışında sosyalizme geçişi mümkün görerek barış içinde bir arada
yaşamayı savunan sağ çizgilerine karşı, neo-Troçkist, neo-Blankist... kısaca
her çeşit sağ ve “sol” sapmalara karşı verilecek mücadeleler ile güçlenecek ve
emperyalizmi çökertecektir. Castro-Guevara ve bütün Latin Amerikalı proleter
devrimcilerini “sol oportünist” ilan eden ağızlar bütün ülkelerin pasifistleridir!
Mahir Çayan
Dipnotlar
[1] George Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, s. 179.
[2] (A. Propos de la Brochure de Junius C. 1,
s:336) Arzumanyan, Dünya Kapitalizminin Bugünkü Bunalımı, s. 2.
[3] Karşı devrimcilerin dikkatini çekmek için bu tip
yorumları Ticaret Odalarının bastırdığı anti-komünist broşürlerin yazarları
yapmaktadır.
[4] Yeni oportünizmin bir sözcüsü, bizim F. Castro’ya
atıfta bulunmamızı eleştirmektedir. Diyelim ki, F. Castro “Sol oportünist”(!).
Bir “Sol oportünist”ten aktarma yapmak eleştiri konusu olacak fahiş bir hata
mıdır? Hayır. Lenin Ne Yapmalı’da, Marx ve Engels’in hainlikle
suçladıkları anti-marksist Lassalle’a atıfta bulunmaktadır. Bu bayımızın
mantığına göre Marx’ın ihanetle suçladığı Lassalle’a atıfta bulunduğu için
Lenin de aynı oportünist çizgiyi, Lassalle ile paylaşmış olmaktadır.
[5] Progressive Labor’da Debreizmin eleştirisi
uzun uzun hikâye edilmektedir. Hatta John Kily imzalı yazıda Che Guevara
yalancılıkla bile suçlanmaktadır.
0 Yorum:
Yorum Gönder