Kendisinin Zalim Patronu Olabilir
Psychological
Bulletin dergisinde Thomas Curran ve
Andrew Hill’in kaleme aldığı çalışmaya göre, mükemmeliyetçilik
yükselişte. Her ikisi de psikolog olan yazarların çıkarımı şu yönde: “Son
bir-iki kuşağa mensup gençlerin algısına göre, başkaları daha çok kendilerine
dikkat kesiliyorlar, onları talep ediyorlar, her şeyden fazla kendilerine rağbet
gösteriyorlar.”
Curran ve Hill, mükemmeliyetle alakalı bu giderek
artan iştahın ana nedenini tanımlarken, o nedeni lafı hiç dolandırmadan dile
getiriyor: Neoliberalizm. Neoliberal ideoloji, rekabeti kutsuyor, işbirliği
konusunda insanların heveslerini kırıyor, tamah ve hırsı teşvik ediyor ve
kişilerin kendilerine verdikleri kıymeti meslekî başarılara bağlamalarını
sağlıyor. Bu türden değerlerin yönettiği toplumların insanları daha eleştirel
ve eleştirilme hususunda daha kaygılı kılmasına hiç şaşmamak gerek.
Eskiden psikologlar, mükemmeliyetçilikten, kişinin
sadece kendisine yönelttiği, tekboyutlu bir şeymiş gibi bahsederlerdi. Gündelik
muhabbette hâlen daha bu şekilde kullanılıyor. Birisine “mükemmeliyetçisin”
dediğimizde kastettiğimiz şey genelde aynı. Gelgelelim son yirmi-otuz yıl
içerisinde araştırmacılar, kavramın kapsamını genişletmenin verimli olacağını
ortaya koydular. Curran ve Hall da üç tür mükemmeliyetçilik üzerinde duran,
çokboyutlu bir tanım yapıyor: kendini düşünen, başkasını düşünen ve toplumsal
düzlemde belirlenmiş mükemmeliyetçilik.
Kendini düşünen mükemmeliyetçilik, insanın
kendisini gerçek dışı bir üslup dâhilinde, yüksek standartta görme eğilimini
ifade ediyor. Başkasını düşünen mükemmeliyetçilikse, başkalarının gerçek dışı
beklentileriyle hareket edilmesini anlatıyor. Fakat Curran ve Hall’a göre,
“toplumsal düzlemde belirlenmiş mükemmeliyetçilik, üç tür içerisinde kişiyi en
fazla takatten düşüreni.” Bu tür üzerinden, paranoya ve kaygıyı izah etmek
mümkün. Kalıcı ama tümüyle temelsiz birer duygu olarak paranoya ve kaygı
dâhilinde kişi, herkesin kendisinin yanlış yapmasını, böylelikle kendisini
silmeyi beklediğini düşünüyor. Bu, başkalarının karşılanması mümkün olmayan
beklentileriyle alakalı, aşırı yüceltilmiş algı, toplumsal yabancılaşmaya,
nevrotik düzeye ulaşan kendisini sürekli inceleme takıntısına, utanç ve
değersizlik duygusuna, ayrıca patolojik endişe ile toplumun negatif
değerlenmesine dair korkunun boğduğu kişi anlayışına yol açıyor. “Eleştiri ve
hataya karşı hassas olmak, kusurlara odaklanmak, bu kişi anlayışının ana
özelliği.”
Yazarlar, mükemmeliyetçilik olgusunun kültüre ne
ölçüde bağlı olduğunu ölçme gayreti dâhilinde, kuşaklarla alakalı eğilimlerin
peşine düşmek suretiyle, eldeki psikolojik verilere dair bir analiz
gerçekleştiriyor. Tespitlerine göre, ABD, Birleşik Krallık ve Kanada’da
1989’dan sonra dünyaya gelmiş olan gençler, üç mükemmeliyetçilik türü açısından
önceki kuşaklara nazaran daha fazla örneklik sunuyorlar ve zaman içerisinde bu
örneklerin sayısı doğrusal olarak artıyor. En büyük değişime tanıklık eden
boyut, toplumsal düzlemde belirlenmiş mükemmeliyetçilik. Bu tür, diğer ikisine
oranla iki kat artmış. Başka bir ifadeyle, gençlerdeki akranlarınca ve en geniş
mânâda kültür eliyle sert bir dille eleştirilecekleri düşüncesi, her geçen yıl
daha da yoğunlaşıyor.
Curran ve Hall’a göre bu değişim, neoliberalizm ve
aynı soydan olan meritrokraside yaşanan yükselişle alakalı. Neoliberalizm,
emtiaa kıymet bahşetmeye ilişkin piyasa temelli yöntemleri yüceltiyor ve mümkün
olduğu ölçüde her şeyi meta olarak adlandırıyor. Yetmişlerin ortalarından beri
neoliberal politik ekonomi üzerine kurulu rejimler, sistematik olarak kamu
mülkiyetinin ve toplu sözleşmenin yerine serbestleşmeyi ve özelleştirmeyi
getirdi, ayrıca toplumun dokusu dâhilinde örgüt yerine bireyi öne çıkarttı. Öte
yandan toplumsal ve meslekî statünün bireyin zekâsı, erdemi ve çok çalışmasının
doğrudan sonucu olduğuna dair düşünce olarak meritokrasi, soyutlanmış bireyleri
doğalarından kaynaklanan kıymetsizlikten ötürü yükselemediklerine ikna ediyor.
Yazarların tespitine göre neoliberal meritokrasi,
herkesin boğaz boğaza geldiği, kıyasıya bir rekabet ortamının oluşmasına neden
oluyor. Bu türden ucu bucağı olmayan rekabet ortamında her bir kişi, kendi
marka yüzüne sahip ve ürünlerin sözcülüğünü, emeğinin simsarlığını bizzat
kendisi yapıyor. Curran ve Hall’un gözlemine göre, “bu gidişat yüzünden
insanlar, önceki kuşaklara kıyasla bugün modern hayatın merkezinde debelenmek,
iş yapmak ve orada olmak için çırpınmak zorunda kalıyorlar.”
Yazarların aktardığı veriler, bugün gençlerin
eğlenmek için grup faaliyetlerine daha az dâhil olduklarını, kendilerini
verimli hissettiren bireysel gayretler içine daha çok girdiklerini veya belirli
bir başarı hissiyle yüklendiklerini ortaya koyuyor. Her dönemeçte dünya, sizin
kendinizin kıymetli olduğunu talep ettiğinde ve akranlarınızın size yönelik
saygısının her daim belirli koşullara tabi olduğuna dair şüpheyi
kıramadığınızda dostlarınızla takılmak, sosyal medya profillerinizi özenle
düzenlemeye kıyasla daha az ilginç geliyor.
Curran ve Hall’un tespitiyle, mükemmeliyetçilikte
yaşanan bu artışın bir sonucu da ciddi zihinsel hastalıkların salgın misali
yayılması. Mükemmeliyetçilik, kaygı, yeme alışkanlıklarındaki düzensizlikler,
depresyon ve intihar eğilimiyle doğrudan bağlantılı. Sürekli mükemmel olma
zorunluluğu ve bu görevin ifa edilmesinin kaçınılmaz olarak imkânsız oluşu,
zaten hassas olan insanlarda zihinsel hastalıklarla alakalı semptomların daha
da ağırlaşmasına neden oluyor. Zihinsel hastalık teşhisi konulmayan gençler
bile sıklıkla kendilerini daha fazla kötü hissediyorlar, bunun nedeni,
başkalarını düşünen mükemmeliyetçiliğin düşmanlık, şüphe ve önemsenmezlikten
ibaret bir iklimin oluşmasına yol açması. Bu genel ortam dâhilinde jüri her
zaman dışarıdaki herkesten oluşuyor. Grup değerlendirmesi havada bir sopa gibi
sallanıyor. Öte yandan toplumsal düzlemde belirlenmiş mükemmeliyetçilikse söz
konusu yabancılaşmanın net bir biçimde kabul edilmesini içeriyor. Hâsılı,
giderek daha fazla tanık olunan mükemmeliyetçilik olgusunun yol açtığı
sonuçlar, duygusal açıdan acı veren sonuçlarla kelimenin tam anlamıyla ölümcül
olan sonuçlar arasında farklılık arz ediyorlar.
Mükemmeliyetçiliğin başka bir sonucu daha var:
bugün mükemmeliyetçilik, neoliberalizmin saldırılarına karşı direnme noktasında
bize asıl lazım gelen dayanışma meselesinin inşa edilmesini daha da
güçleştiriyor. Kendilerine dair sağlıklı algıları yoksa kişilerin sağlam ve
köklü ilişkiler kurmaları mümkün değil. Sağlam ve köklü ilişkiler kurulmamışsa,
bizim bir araya gelip tüm politik-ekonomik düzeni sarsıp altüst etmemiz asla
mümkün değil.
Mükemmeliyetçiliğin üç boyutu ile solda son
dönemde baskın hâle gelmiş olan bir eğilim olarak “ihbar kültürü” arasında
paralellik kurmak zor. Bu kültür dâhilinde herkes, herkeste onulmaz bir hata
bulmaya çalışıyor, erdemli bir davranış olarak görülen, kendini gizleme
çabasına dair uyulması imkânsız ölçütlere teslim olunuyor; kişiler, örgütlere
yönelik o gizli ama temelsiz korku yüzünden felç oluyorlar ve kıyamet
günlerinin eli kulağında olduğu düşünüyorlar. Üniversite kabulden takıntılı
Instagram sergilerine dek uzanan güzergâhta neoliberal mükemmeliyetçilik,
farklı şekillerde tezahür ediyor. Bunun nedeni, onun bizi birleştirmek yerine
bölmesi. Dolayısıyla onun iktidarın kalbine bıçağı saplama niyetinde olan bir
hareketi inşa etmesi asla mümkün değil.
Mükemmeliyetçilik,
herkesin birbiriyle alay etmesine, birbirlerini horgörmesine, en iyi hâliyle,
birbirlerine asla güvenmemelerine neden oluyor. Mükemmeliyetçilik, dayanışmayla
alakalı bağların kurulmasına, ayrıca neoliberal kapitalizmle mücadele etme
noktasında gerekli olan, bizatihi onun ürettiği kolektif eylem türlerinin
devreye girmesine mani oluyor. İnsanları atomize eden, yabancılaştıran
mükemmeliyetçiliğin yegâne panzehri, mutlak bireyciliğe karşı çıkmak ve
toplumumuza kolektif değerleri yeniden takdim edebilmektir. Bu, muazzam bir
görevdir ve ruhlarımızı daha da gerginleştirmek için neoliberalizmin kullandığı
pense karşılığında bizim ileri doğru bir adım atabilmemizin yegâne imkânı
buradadır.
Meagan Day
22 Ocak 2018
22 Ocak 2018
0 Yorum:
Yorum Gönder