Yaşananlar
gerçekten de utanç verici, insanın sıtkını sıyırtacak cinsten, lâkin yeni bir
şey yaşanmadığını söylemek lazım. Sayısız “ilerici”, “kısmen solcu” Batılı
aydın, yayın, hareket ve politik parti var ve bunların arasında herhangi bir
düzene de rastlanmıyor.
Korkaklık,
şişmiş egolar, disiplinsizlik, entelektüel yavanlık suçlanıp duruyor her zaman,
ama mesele, bunlarla da bitmiyor.
Batı
solunun apaçık biçimde, tüm utanmazlığıyla kaybettiğini net olarak görmek
gerekiyor. Sol, kudretsiz, riskler alacak veya dövüşecek cesaretten mahrum.
Dünyanın hiçbir yerinde gerçek bir politik destek de bulamıyor. Kitleler, o
dillerde menkıbe gibi dolaştırılan “ezilen kitleler”, son dönemde kısmen faşist
popülistlere, yaptıklarından zerre pişman olmayan sağcı demagoglara ve
patronların uşağı olan akılsızlara oy verip duruyor.
Marksizmin
takdim ettiği tüm “teorik kesinlikler” gözlerimizin önünde çöküp gitti. En
azından batıda böyle.
* * *
Tüm
bu yaşananlar gayet doğal. Avrupa solu, ta seksenlerin başlarında ihanet etti.
Bu ihanet, kendisini fazla merkeze koymak, fazla ihtiyatlı hareket edip
disiplinsiz, yumuşak bir varlık hâline gelmek suretiyle gerçekleşti. Sol,
pragmatizmi ideallerin üzerine yerleştirdi. Liberal ideolojinin kelimelerini
kullandı, batıdaki insan hakları, demokratik ilkeler ve politik doğruculukla
alakalı algılara kul oldu. Devrimci olmayı bıraktı. Sol, tüm devrimci
faaliyetlerine son verdi ve her türlü solcu kimliğin özünde olan
enternasyonalizmi söküp attı.
En
temel enternasyonalist ilkelere bile sırtını dönen sol, bugün bir tür sendika
derekesine gerilemiş durumda:
“Ülke içerisinde işçilerin
koşullarının iyileştirilmesi ve sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi için
mücadele edelim, herkese bedel ödetecek olan, neoliberal yağmayı salla gitsin.
Karnımız doyup uzun seyahatlere çıktığımız sürece neden ayaklanalım, neden
dövüşelim?”
Ayrıca
Batı solu, dünya tarihini, özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’nın oynadığı rolü
doğru düzgün anlamadı. Birçok sözde “ilerici” batılı düşünür, emperyalist dili
ve söylemi, ayrıca kimi önemli tarihsel olaya dair rövanşist yorumu benimsedi,
dolayısıyla “anti-komünist” oldu.
Ardından
da her şey yitip gitti, heba oldu.
Devrimci
bayraklar yakıldı, en azından mecazî olarak. Eskinin iyi sloganları toprağa
gömüldü. Ardından da yürüyüşler, gösteriler ve rejimi temsil eden kurumlarla
yaşanan çatışmalar yerine rahatına fazla düşkün ruhsuz milyonlarca beden,
yüksek çözünürlüklü, son teknoloji ürünü televizyonlarının karşısında bulunan
rahat koltuklara kurulmayı tercih etti.
* * *
Bugünse
giderek küçülen pasta için verilen o rezil kavgalar iyiden iyiye kızışıyor.
Teorik troçkistlerle teorik maoistler birbirlerinin boğazlarına sarılıyorlar.
Tabii onlara leninistler ve başka kesimler de katılıyor.
Her
şey, zamanla daha da beter bir hâl aldı. Bugünlerde batıda birçok “ilerici”,
tek tek meseleler üzerinden hareket ediyor ve kapsamlı meselelere tüm aklını ve
yüreğini teslim etmeye her yönüyle karşı çıkıyor. Epey rağbet gören bu konumu
alanlar, ardından şu baklayı çıkartıyorlar ağızlarından: “Benim kendi felsefem
var. Artık hiçbir ideolojiye ihtiyaç duymuyorum.”
Tek
bir devrimin bile bu şekilde muzaffer olması mümkün değil. Zaten Batı’da kimse,
gerçek bir devrimi arzulamıyor. Solcu olmak, sadece poz kesmek, sosyal medya
hesabı ve özçekimlerle kendini ifşa etmekten ibaret. Solculuk, artık ciddi bir
iş değil, zaten böyle bir niyet de yok.
Ha
bir de üstünlükçü yaklaşımları ve kibirli teorileriyle Asya ve Afrika gibi
yerlerde gerçek mânâda ezilen halklara gülüp geçen, onlara sırtlarını dönen
anarko-sendikalistler var.
Son
dönemde bu ufak dünyada kimin kim olduğunu artık pek bilmiyorum. O dünyayı
artık izlemiyorum. Teorik tartışmalara bile pek katılmıyorum.
İki
yayında çıkıyor yazılarım. Bu sayede o yazılar, muhtelif dillerde dünyanın
farklı yerlerine ulaşıyorlar.
Fakat
bu ufak dünyanın beni izlediğini biliyorum. Ama gördükleri pek hoşuna gitmiyor.
* * *
Batıda
çıkan güçlü bir yayında son yedi sekiz yıl içerisinde üç yüz kadar yazım
yayınlandı, fakat kurum, 2017’nin sonlarında beni kapı dışarı etti. Gerçek
sebebini öğrenemedim, ama muhtemelen beni kovmalarının sebebi fazla solcu,
fazla Batı karşıtı ve fazla dobra olmamdı. Bir sebebi de yayın kurulunun benim
“Rus devletinin desteklediği medya”ya yazdığımı öğrenmesiydi. Bu medya
kuruluşunun sonrasında ABD’deki radikal solcu sitelerle bağlantıları olduğu
iddia edildi.
Anti-komünist,
meseleleri tek tek ele alan batı medyasının gözünde her türden “devlet
destekli” veya “devlet kontrolündeki” medya kötüdür, hem de çok kötüdür!
Batı
emperyalizmine karşı kahramanca dövüşen ülkelere ait medya, gezegeni kurtarmaya
çalışsa bile kötüdür. Aynı durum Çin, Rusya, Venezuela, Küba ve İran medya
kurumları için de geçerlidir. Dünya genelinde Batı’nın o korkunç emperyalist
çabalarına mani olmak için dövüşen tüm medya kuruluşları bu şekilde
değerlendirilmektedir. Bu medya, büyük bir şevk ve güçle mücadele ediyor ve
nihayet önemli başarılara ulaşıyor.
Batı
sağının veya Batı solunun dünyayı tanımlamasını kurbanlık koyun gibi beklemek
yerine, bugün Çinliler, Ruslar, Latin Amerikalılar ve Ortadoğulular gezegende
meydana gelen olayları yeniden tanımlamaya cüret ediyorlar. Batılılarla
mülâkatlar yapıyorlar, aynı zamanda birer canavara dönüşen Kuzey Amerika ve
Avrupa toplumlarına ayna tutuyorlar.
Sadece
Batılıların konuşmasına imkân sağlamak yerine, kameralar birden Afrikalılara,
Asyalılara, Ruslara, Araplara ve Latin Amerikalılara çevriliyor.
Gerçek
devrimciler, bugün dünyaya yaptıklarımızı göstermek gibi asil bir davranış
sergiliyorlar, gerçek mağdurları gösteriyorlar, ama aynı zamanda tutkuyla
yürütülecek tartışmalara kapı aralıyorlar.
Kimi
profesörler, Çin’in gerçek mânâda komünist olup olmadığını Londra’da
tartışırken bazı Çinliler, gür bir sesle, kendi ülkelerinin gerçekte ne
olduğunu ve ne olmadığını net olarak ortaya koyuyorlar.
Batı
solu ise duyduklarından hiç hoşlanmıyor. Bu türden gelişmelerden hiç
hazzetmiyor.
“Devlet
destekli medya”yı sevmeyen Batı solu, bu tür medyayı başkalarının konuşmasını
mümkün kıldığı için sevmiyor. Mesele, aslında daha köklü: anladığımız
kadarıyla, aslında kimin dövüştüğünü ve kimin kazandığını görmek, Batı solunun
hiç hoşuna gitmiyor. O, iktidarı elinde bulunduran soldan tiksiniyor!
Çünkü
Batı solu, soldan çok Batı’nın bir parçası.
Çünkü,
daha derine bakıldığında, solun keyfi yerinde, sadece istisnacılık gibi bir
takıntısı var, o kadar.
Avrupa
ve Kuzey Amerika’nın dünyayı sömürgecilik ve emperyalizmle yüzlerce korkunç
biçimde yağmalamış olmasına rağmen sol, o suçların Batı kültürü ve düşünme
tarzı yüzünden işlendiğine inanmıyor.
Çünkü,
daha derine bakıldığında, sol, Batılı olmayan ulusların, onlara ait medyanın ve
düşünürlerin dünyayı hatta kendi ülkelerini bile doğru bir biçimde tarif ve
tasvir edemediklerini düşünüyor. Ona göre, Batılı olmayanlara güvenilemez,
güvenilmemeli. Çin’in komünist olup olmadığı, Rusya’nın Putin döneminde ilerici
bir ülke olup olmadığı, İran’ın sosyalist mi yoksa zalim bir din devleti mi
olduğu, Maduro’nun çok ileri gidip gitmediği, Kuzey Kore liderinin deli olup
olmadığı, Esad hükümetinin meşru olup olmadığı gibi önemli konu başlıklarıyla
ilgili nitelikli tartışmalar yürütme hakkı sadece Batılı aydınlara aittir, ona
göre.
* * *
Dünyanın
nihayet kendisini Batı’nın kaçınılmaz saldırılarına karşı savunmak için
hazırlık yürüttüğü, Asya, Rusya, Latin Amerika, Afrika ve Ortadoğu halklarının
sömürgeci barbarlık eliyle yüzyıllardır susturulmuş olan sesini keşfettiği, bu
ülkelerdeki hükümetlerin böylesi tartışma platformlarını mümkün kıldığı bir dönemde,
Batı solu, dolunaya yüzünü dönüp ulumakla, kendini beğenmiş, narsist bir
tavırla sinesini dövmekle, esas olarak da dik duran, dövüşen, daha iyi bir
dünya inşa etmek için uğraşan, evet, hükümet eden güçlere hakaretler
yağdırmakla tüketiyor ömrünü.
Latin
Amerika’nın birçok ülkesinde sol, mağlup edildi. Bunun sebebi, bu ülkelerde
solun Batı’daki güçsüz, içi geçmiş, aşırı ihtiyatlı sahte-devrimcilerin
“ideolojik açıdan” (daha doğrusu anti-ideoloji” düzleminde) fazla nüfuzu
altında olmasıdır. Umarız Latin Amerikalılar, gelecekte aynı hataları
yapmazlar.
Devrimci
hiçbir ülke, kusursuzluk gibi bir hedefe sahip olamaz. Fidel’in dediği gibi,
“devrim güllerle kaplı bir yatak değildir.” Ama öte yandan, bir ülkenin
kendisini yabancı güçlerin istilasına karşı koruması hiç de ufak bir mesele
değildir. Bu, gayet pis ve çileli bir iştir.
Güçsüz
ve yumuşak derili Batı solu, Batılı olmayan devrimci hükümetleri saf olmaya ve
kadife eldivenler takmaya davet ediyor. Çünkü onun bu tür ülkelerde berbat
koşullarda yaşamaya zorlanan, her şeyi Avrupa ve Kuzey Amerika tarafından
çalınan milyonlarca kadını, erkeği ve çocuğu yönetmenin nasıl bir şey olduğu
konusunda herhangi bir fikri yok (bu durum, onun hiç de umurunda değil zaten).
Bu hükümetlerin yaptığı tek basit bir yanlış, gösterdiği tek bir güçsüzlük
belirtisi sonrası her yer toz duman oluyor, ülke harabeye dönüyor ve sonra da
nisyana mahkûm ediliyor. Irak’ta, Afganistan’da, Yeltsin Rusya’sında veya
“aşağılanma yüzyılı” boyunca Çin’de olan bu.
* * *
Batı
solunun gösterdiği “aşırı hassasiyet” sadece görünüşte, gerçekte hiçbir
karşılığı yok.
Örneğin,
yukarıda zikrettiğim, yazılarıma yer vermeyen dergi, insanların esenliği veya
güvenliği ile zerre ilgilenmiyor. Diyelim ki muhabir olarak gittiğiniz savaş
alanında öldünüz, bu gelişmeyi hiç fark etmiyorlar bile. Yerinizi dolduracak
birileri bulunuyor sonuçta. Destek sunmak, onların onurunu kıracak türden bir
adım. Ama okurdan mali destek istemek asla onursuzluk değil.
Devrimci
ülkelerde “devlet destekli” medya, insanlarına farklı davranıyor. En azından
bazıları.
* * *
Ağız
dalaşı hâlen daha sürüyor. Detaylara dair ilgimi yitirdim. Artık vakit kaybı ve
hükmünü yitirmiş bir çaba bu.
Ama öte yandan, Batı’dan uzakta yönetilen, dünya
genelinde yeni ve gurur verici medya ortamlarında rahat rahat yazı yazıyorum.
Yoldaşlarımın güçlenmesi, zaferler kazanması hoşuma gidiyor. Onların hükümet
etmesini, bu işi de iyi yapmalarını istiyorum. Onların ülkelerinin hayatta
kalmalarını istiyorum.
Her
şey bu kadar basit aslında!
Filmlerimin
TeleSur ve Meyadin’de gösterilmesi, yazılarımın New Eastern
Outlook, China Daily, Countercurrents ve Russia Today’de
yayımlanması beni gururlandırıyor. PressTV’ye düzenli olarak çıkmak beni
keyiflendiriyor.
Bu
medya ortamları aracılığıyla yazdığım her kelimenin, dile getirdiğim her bir
sözün dostlarımı, yoldaşlarımı, mücadelemizi ve daha iyi olacak olan o dünyayı
hedeflediğini söylemeliyim.
Tekrar
etmeme izin verin lütfen: Ben, dostlarımın ve yoldaşlarımın kazanmasını,
başarılı olmasını, evet, hükümet etmesini istiyorum!
Batı
solu, şu tür sorulara cevap bulmak için kafa patlatmaya, içine gömüldüğü o ağız
dalaşına devam edebilir: Kim ne dedi? Gerçek sol kimdir, kim değildir? Saf
Marksist kimdir, kim sosyal demokrattır?
Batı
soluna ait medya ortamlarının tamamı bu şekilde değil. Batı’da da hâlen daha
çok iyi yazarlar ve yayın yönetmenleri var. Fakat Avrupa ve Kuzey Amerika’da
genel durumun daha da kötüleştiğini söylemem lazım.
Genelde
bağımsız ülkelerde hükümet eden ve mücadele veren devrimci ve enternasyonalist
solun böylesi kibirli tartışmalara vakti yok. Ardımızda, savunmamız gereken
Moskova, Pekin, Karakas, Havana, La Paz, Şam gibi mükemmel şehirlerimiz var.
Teoriyle sonra, çok sonra, kazandıktan, gerçek barış ve adalet tesis edilip
gezegendeki herkes kendi varlığını gururla yaşama ve kendisini tanımlama imkânı
bulduktan sonra meşgul olacağız!
Andre Vltchek
3 Şubat 2018
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder