02 Nisan 2014

,

Dünyada Devletler Kontrol Devleti Hâline Geliyor


Başımızdaki belâları ele almayı reddedip, kamusal alanı görüş ayrılıklarına açan neoliberal devlet, tüm acımasızlığıyla otoriterliğe doğru kayıyor.

Geçen hafta Mısırlı bir hâkimin 529 Müslüman Kardeşler destekçisine ölüm cezası vermesi, bugün dünyanın kendisini içinde bulduğu korkutucu gerçekliğe işaret ediyor. 2011’den beri süren devrimci öfori ve bunun bileşeni olan, küresel düzeni sarsan itki, yeniden inşa edilmiş, kontrole dayalı devletin çökmesine neden oldu. İster ilerici ister gerici, tüm muhalefetin ve göstericilerin şiddetle bastırılması, yeni bir kural hâlini aldı. Son ayaklanmalarla açılan radikal özgürleştirici ve demokratik alan, bugün hızla kapanıyor. Geriye kalan ise kurucu iktidar eliyle acımasız biçimde gerçekleştirilen saldırı altında, etrafa saçılmış birkaç direniş hücresi.

Mısır’da İslamcı göstericilerin ölüm cezasına çarptırılmaları, bu sürecin epey istisnaî, şiddete dayalı ve ölümcül bir hâli aslında. Ordunun kendisini karşı-devrimci bir yerden konsolide etmesi, görünüşe göre, tüm dünya genelinde hissedilen, görece daha fazla genelleşmiş bir eğilimin göstergesi. Türkiye’de, 2011’de halk ayaklanmasını şiddetle bastırdığı için Mübarek’i eleştirmiş olan Başbakan Erdoğan, kısa süre önce Twitter’a ve YouTube’a erişimi engelledi. Öte yandan, Gezi protestoları esnasında ekmek almak için dışarı çıktığı esnada polis tarafından gaz kapsülüyle başından vurulan Berkin Elvan, 9 ay boyunca komada kaldıktan sonra vefat ettiğinde, Erdoğan, Berkin’in katlini, Berkin’i “terörist” olarak damgalamak suretiyle meşrulaştırmış oldu.

Bu esnada İspanya’da Mariano Rajoy’un sağcı hükümeti, tasarruf tedbirlerine karşı ülke genelinde yükselen hareketi bastırmak için eski Frankocu taktiklere başvuruyor. Çevik kuvvet, geçen hafta sonu Madrid’de düzenlenen kütlesel gösteriyi bir kez daha şiddetli bir biçimde bastırdı, öte yandan da devlet, tutsaklara zulmetmek amacıyla yeni bir Yurttaşların Güvenliği Kanunu çıkartıyor, bu tutsakların bir kısmı ise bugün beş yıla kadar hapis cezalarıyla karşı karşıya. İspanya Parlamentosu, geçen yıl devlet binaları önünde gösteri yapılmasını yasaklamaya ve sosyal medyada bu türden protestolara çağrıda bulunmayı yasadışı ilân etmeye dönük bir kararı oyladı. Yakalananlara altı yüz bin avroya varan cezalar kesildi ve bu insanlar ağır hapis cezalarına çarptırıldılar.

Özgürlük için yoğun bir mücadele veren halka yönelik saldırıları sadece sağcı ya da askerî rejimler gerçekleştirmiyorlar. Geçen hafta Brezilya’da iktidardaki İşçi Partisi, Dünya Kupası öncesinde kenar mahalleleri pasifize etmek için Rio favelalarına (gecekondularına) asker gönderebileceğini açıkladı. Görünüşte silâhlı uyuşturucu çetelerini hedef alan devlet, bu pasifizasyon programıyla her yıl yüzlerce kenar mahalleliyi katlediyor. Askerî diktatörlük tarafından işkence görüp tutsak edilmiş eski bir Marksist gerilla olan Cumhurbaşkanı Rousseff iktidarında devlet şiddeti, “itaatsiz” fukara kesimlere ve dışlanmışlara karşı kendisini her gün hissettiren bir gerçek. Geçen hafta Brezilya’da kameralara da yansıdığı biçimiyle jandarma, dört çocuk annesi 38 yaşındaki bir kadını vurup öldürdü. Görüntülerde de tespit edildiği üzere jandarma, kadının cesedini iki yüz metre yerde sürükleyip mahkûm arabasına koyuyor.

Devlet baskısının yoğunlaşmasının son üç yıldır geniş ölçekli sokak gösterilerine tanık olan ülkelerde daha da akut bir hâl alması, tesadüfî değil. Dünya genelinde yönetici sınıfların sokaklardaki çokluğun aniden yeniden ortaya çıkışıyla tir tir titredikleri çok açık. Birleşik Devletler, bu bağlamda istisnaî değil. Geçen hafta alınan haberlere göre FBI, “suikast komplosu”na dair bilgileri elinde tutarak, emniyet teşkilâtı ile birlikte, İşgal Et hareketindeki örgütçüleri hedef almayı sürdürüyor. Şeffaflık amaçlı eylemlerin öncü bir ismi ve MIT’de doktora öğrencisi olan Ryan Shapiro, bir komployu incelediği esnada NSA (Ulusal Güvenlik Ajansı) tarafından uyarılıyor ve kendisine yaptığı araştırmanın “ulusal güvenlik” için tehdit teşkil ettiği söyleniyor (öte yandan bu güvenlik ajansı, web kameranız aracılığıyla sizi dikizleyen bilgisayar kurtlarının bulunduğu bir kurum.)

Atina’da (son yıllarda demokrasiye dönük saldırıların giderek yoğunlaştığı kentte) verdiği derste, Avrupa’nın önde gelen felsefecilerinden biri olan Giorgio Agamben’in doğru bir biçimde aktardığı gözlemine göre, “bizler, bugün eşi benzeri görülmemiş ve aynı ölçüde mutlak bir devlet ve polis kontrolüne dayalı paradigma ile ekonomi alanında mutlak bir biçimde liberal olan bir paradigmanın paradoksal manada yakınlaşmasına tanık oluyoruz.” Agamben, devamında, bu aşikâr paradoksun, gerçekte, ‘belâları önlemek yerine, onların ortaya çıktığı noktada doğru yöne sevk ettirilmesi ve bu belâların yönetilmesiyle ilgili bir gayret yönünde, modern yönetim zihniyetinde yaşanan görece uzun vadeli bir eğilimin mantıkî ve doğal sonucu” olduğunu söylüyor. Aslında “sebepleri yönetmek güç ve pahalı bir iş olduğundan, sonuçları yönetmek daha güvenli ve daha faydalı görülüyor.”

Sefalet, eşitsizlik, yabancılaşma, polis şiddeti ya da genel anlamda temsilî demokrasideki meşruiyet kriziyle başa çıkmak yerine hükümetler, bunların sonucunda ortaya çıkan toplumsal kargaşayı idare etmeye ve onun dümenini doğru yöne çevirmeye çalışıyorlar (bu noktada Mısır’da ordunun, Cumhurbaşkanı Mursi’yi görevden aldıktan sonra, kontrolü alenen yeniden tesis ettiği bir durumun oluşmasına yönelik olarak, halkın devrimci enerjisini etkin bir biçimde nasıl yönettiğini hatırlamak yerinde olur.). Arzulanan sonuçlara ulaşmak amacıyla toplumsal kargaşayı yönetme sürecinde, (başımızdaki belâların sebeplerinin nasıl yönetileceğine dair kolektif karar alma süreci olarak) politika, (“ulusal güvenlik” ve “kamusal güvenlik” adı altında bu belâların kararlaştırılamayan etkilerinin manipülatif ve/veya şiddete dayalı idaresi anlamında) polislik faaliyetleri için gerekli yolu açıyor. İşte bu, Agamben’in de dillendirdiği biçimiyle, eski disiplin devletinden yeni olan kontrol devletine geçildiğine işaret ediyor:

“Bugün tecrübe ettiğimiz devlet, artık disiplin devleti değildir. Gilles Deleuze’ün de tespitiyle, bu devlet État de contrôle, yani kontrol devletidir, zira bu devletin istediği şey, emretmek ya da disiplin dayatmak değil, yönetmek ve kontrol etmektir. Deleuze’ün tanımı doğrudur, çünkü yönetim ve kontrol illâki düzen ve disipline denk düşmez. Bunu en açık biçimde ifade eden, 2001’de Cenova’da yaşanan isyanlardan sonra, devletin polisin düzeni sağlamasını değil, düzensizliği yönetmesini istediğini beyan eden, İtalyan polis memurudur.”

Dolayısıyla, sonuçları ya da düzensizliği yönetmek, neoliberal devleti tanımlayan ana paradigma hâline gelmiştir. Muhtemelen geçen hafta yaşanan olayların hiçbiri bu gerçeği, Lahey’de yapılan Nükleer Güvenlik Zirvesi’nden daha açık biçimde resmetmemişti. 53 devlet ve hükümet liderinin Hollanda’ya gidip (sanki mebzul miktarda plütonyumun ordunun ve şirketlerin elinde olması güvenliğimiz için bir tehdit teşkil etmiyormuş gibi), nükleer malzeme stoklarının güvenliği ve bunların teröristlerin eline geçmesine mani olmayla ilgili bir dizi anlaşma imzaladığı esnada, Lahey şehri ve ülkenin önemli bir kısmı ilân edilmemiş bir olağanüstü hâle tanık oldu.

Tarihsel açıdan eşi benzeri görülmemiş bir güvenlik operasyonunda Hollanda devleti, zirve için 13.000 polis ve 8.000 asker görevlendirdi. Sahil şeridine mobil uçaksavar bataryaları yerleştirildi, savaş gemileri deniz güzergâhlarını kordon altına aldı, F-16 savaş uçakları ve AWACS deniz gözetleme uçakları Hollanda hava sahasının yirmi dört saat güvenliğini sağlamak için devriye uçuşu gerçekleştirdi. Ülkedeki önemli bir karayolu trafiğe kesildi, kanalizasyon rögar kapakları kaynak yapılarak kapatıldı ve şehrin büyük bir kısmı yetkili olmayanların girişine kapalı birer alana dönüştürüldü. Başkan Obama, resim sergisini gezmek için Amsterdam’a gittiğinde, kendisine, içinde ağır silâhlarla donatılmış karşı taarruz timleri bulunan dokuz askerî helikopter eşlik etti. Devlet yetkilileri, Obama’nın ziyareti esnasında serginin olduğu civardaki insanlara balkonlara ve çatılara çıkmamalarını söyledi, muhtemelen bunun nedeni, her yerin keskin nişancılarla dolu olmasıydı.

Nahif bir vatandaş merak edebilir: eğer dünya liderleri gerçekten de bizim gibi basit birer âdemoğlu ise, bu liderlerin halk egemenliği adına ellerindeki demokratik görevleri ifa ederek topluma dönük sorumluluklarını tevazu ile yerine getirmeleri gerekirken, ne gerek var böylesine saçma güvenlik operasyonlarına? Eğer mevcut hoşnutsuzluğumuzun sebepleri lâyıkıyla gözetilmiş olsa, politikacıların “halk”la temas kurarken, böylesine paranoyak olmalarına gerek kalır mıydı? Ayrıca eğer bu devlet liderleri, gerçek manada nükleer güvenliği ve vatandaşlarının esenliğini umursuyor olsalardı, bunların plütonyum kullanılan silâhların üretiminden başlayarak, nükleer silâhların yayılması arkasındaki ana sebeplere işaret ediyor olmaları gerekmez miydi? Elbette ana mesele, bunların hiçbirisi değil: bir kez daha dünya liderleri, etkileri yönetmek, düzensizliği idare etmek ve kontrol devletini insanlara göz alıcı biçimde, yeniden dayatmak için uğraşıyorlar.

Eğer Mısır’daki kitlesel ölüm cezaları, Türkiye’de sosyal medyanın kapatılması, İspanya’daki gösterileri yasaklayan kanunlar, Brezilya’daki favelaların pasifizasyonu programı, ABD’de NSA gözetleme programı ve Hollanda’daki Nükleer Güvenlik Zirvesi ile birlikte kendisini gösteren, açıktan ilân edilmemiş olağanüstü hâlin ortak bir noktası varsa bu, söz konusu olayların devletin yeni bir otoriterlik biçimine doğru tüm acımasızlığıyla geçiş yaptığının birer delili olmasıdır. Görünüşte “demokratik” olan bu otoriterlik, serbest piyasalar, âdil seçimler ve demokratik katılım denilen perde gerisinde, halk muhalefeti için gerekli kamusal alanın daraltılması suretiyle, servet ve iktidarın giderek artan yoğunlaşması sürecini güvence altına almayı amaçlayan bir hukuk düzenini saklıyor.

Öyleyse elimizdeki yegâne soru şu: bu kontrol denilen yanılsama varlığını daha ne kadar süre muhafaza edecek? Daha ne kadar neoliberal devlet, kendi öz yıkımını getirecek gayrimeşrulaşma sürecinin ana sebeplerini sistematik bir biçimde görmezden gelecek? Başka bir ifadeyle, bu sebeplerin sonucu olan düzensizlik yönetilemez olmaktan ne vakit çıkacak? Belki daha da önemli olan soru şu: bu ânın er geç gerçekleşmesini hızlandırmak için neler yapılabilir?

Jerome Roos
29 Mart 2014
Kaynak

0 Yorum: