05 Nisan 2014

,

Savaşın Cemi, Cemin Savaşı


“Göz görmez bilinç görür” denilir. İzan, “anlama ve idrak etme yeteneği” olarak, sanki bu söze atıfta bulunuyor gibi. İzansız bir göz, önündekini bile görmeyecektir. Gözün düşünme organı olarak belirlenmesi, izanın kaybolması içindir. Göz bireysel; izan kolektiftir. Gözle düşünenler, sadece kendisini görürler, yalnızca kendisiyle başlayanı ve biteni tanırlar; izan sahipleri, hakikatin kavgasına koşulsuz ait olanlardır.

Tam da bu nedenle, HDP bireysel “görünürlük” ölçüsüne vuruluyor. Göze sokuluyor. Kolektiften ve izandan kaçırılıyor. Cemden uzak tutuluyor ki savaştan uzaklaşsın.

HDP’nin 30 Mart seçimiyle görünür olmasını önemseyenler, onun arkasında işleyen anlama, idrak ve bilinci sorgulatmamak istiyorlar.

Özünde HDP, genel siyaset ve özelde CHP’nin ayar düğmesi olarak görülüyor. Böyle görenin, HDP’nin başarı ve başarısızlığını değerlendirmesi mümkün değil. Seçim sonuçları üzerinden HDP kendisini AKP ve CHP’ye göre kurarsa, “ben AKP ve CHP’yi yarına yönelik olarak aşabilecek dinamikleri asla görmeyeceğim” demiş olacaktır. Seçim günü, borsa ekranı gibi, sonuçları takip edenler, hisselerini nereye yatıracağı derdine düşeceklerdir. Ortalığı, bugün CHP’yi “işgal” eden yuppie’ler gibi, yatırım uzmanları kaplayacaktır. Bu uzmanların “yüce” tarih ve toplum malumatları, özünde, batıldır.

HDP, CHP içi ve dışı demokratlığın ve liberalliğin vücut bulması gerektiğine dair bir anlayışa ev sahipliği ediyor. “CHP, Kemalizmden arınmış sosyal demokrat veya liberal olsa iyi olacak aslında” diyor. Bu yaklaşımla, HDP’nin “proje” olarak görülmesi, araca indirgenmesi, onu akim bırakıyor. HDP, AKP ve CHP’nin zulmettiği, küfrettiği halk kitlelerine, halk sınıflarına örgütlenemiyor.

Oysa ezilenlerden ve sömürülenlerden oluşan o halk kitlelerinin orta sınıfların demokratlığına ve liberalliğine ihtiyacı yok.

Proje ve araç olarak görüldüğü takdirde HDP, TİP’in dönemsel olarak bıraktığı etkiyi bırakamaz. TİP tarihi, TİP’i proje olarak gören “hafi” TKP’ye devrimci gençlerin ve diğer dinamiklerin itirazından müteşekkildir. Devrimci gençlerin itirazı, gerçek bir partinin toprağa kendisini yedirmesi derdiyle ilgilidir. Özellikle CHP’li ailelerden gelen gençlerin ufku, aslında yetmişlerin sonunda mazlumlar hareketi olarak kurulup, sonradan Hizbullah’a, Lübnan Hizbullahı’na evrilen süreçtir. Bunu bir tek Kürtler gerçekleştirebilmiştir. Batıda gerçekleştirilememesi, CHP ve CHP köklerinden kopamamakla bağlantılıdır. CHP’nin dışındaki CHP’li kitle, demokrat ve liberal olmayan “dış CHP”ye örgütlenmiştir.

İç ya da dış, CHP’nin mayasını teşkil eden, hamurunu karan Kemalizm, özünde “bu ülkede devrim olmasın” demektir. Devlet katında bu amaç doğrultusunda imal edilmiş bir ideolojidir. Bu sebeple, devrim için gerekli savaşın cemi ve cemin savaşı, CHP’nin varlığında imkânsızlaşmaktadır.

Esasında demokratlık ve liberallik, yeni koşullarda CHP’nin yaşamsallığının birer ifadesidir. Kim demokrasi ve liberalizmden dem vuruyorsa, CHP’ye kan taşıyor, cemi ve savaşı öldürüyordur. Sosyal demokratlaşan veya liberalleşen sosyalistler, CHP’yi yaşatmak için dönüş(türül)mektedirler.

Gerçekte demokratlık ve liberallik, bir tür “savaş komünizmi”nin tasfiyesine işaret etmektedir. “Her şey savaşmak değil ki” denilerek, önce savaşan sonra da cem olan kitleler, onların dayanan, direnen yanları törpülenmek istenir. HDP içinde ve dışındaki demokratların ve liberallerin derdi, kendi bireylikleri için rahat, huzurlu ve mutlu bir zemini oluşturmaktır.

Politikadan nefret ve kaçış, doğalında, antipolitizm-apolitizm arasında salınan bireylerin işidir. Soluk alamadıkları yer savaşsa savaş, cemse cem, çözülmek zorundadır. Bugün, burnundan kıl aldırmayan feministin, anarşistin, friksiyonistin, devrim’cinin, sosyalistin Ankara’da telaşla çöp kutularındaki CHP (Mansur Yavaş dolayımıyla, MHP) oylarını sayması, bu korkunun dışavurumudur.

AKP şahsında görülen, hissedilen, ürkülen, savaşa ve ceme dair ihtimallerdir. “Savaşa karşı Yavaş”, yeni dönemin sloganıdır artık. Gezi, bu slogana kilitlenmiştir. Bahanesi AKP’dir. AKP ise Kürt’ün dolayımıdır. Demek ki Gezi’de bir daha savaşmamak, bir daha cem olmamak için, bir daha savaş ve cem olmasın diye sokaklara dökülmüş bir kitle mevcuttur. Bu kitlenin galebe çalması, baskın gelmesi, sınıflar mücadelesi bağlamında, burjuvazinin mevzilenmesi, devletin gardını alması ile ilgilidir.

AKP, partinin/savaş partisinin, Cemaat, cemin tasfiyesidir aslında. Savaşın tasfiyesinin cemin tasfiyesiyle dolaylı bir ilişkisi vardır, tersi de geçerlidir. Bu anlamda, içinde olduğumuz seçim ve “yolsuzluk” konjonktüründe Fethullah’ı “yoldaş” belleyenler, “liberter olmak lâzım artık” diyenler, bu tasfiye sürecinin neferleri olup, karşı-devrimci bir faaliyet içine girmişlerdir.

AKP’liler, bugün gayet Kemalist ifadelerle, “cemaatlerin, dolayısıyla dinin siyasete müdahil olmaması gerektiğini” söylüyorlar. Cemaat’se, iktidar mücadelesinin, savaşın tehlikeli yanlarını dile getiriyor, AKP’yi savaştığı için eleştiriyor. Aradaki kavgayı futbol maçı gibi izleyip kısa günün kârı mantığıyla taraf olanlar, kavganın tüm dolayımlarına, etkilerine, sonuçlarına kördür, çünkü onların derdi, “hiç kavga olmasın”dır.

Yavaş’lama, Gezi’nin Haziran Kıyamı’na galebe çalmasını ifade ediyor. Bugün daha iyi anlaşılıyor ki, Gezi bir CHP operasyonudur ve bu operasyon, biraz da çözüm sürecinin var kıldığı, inşa ettiği HDP ve onun toplumsal ilişkilerine yöneliktir. HDP bileşenlerinin önemli bölümünün Cemaat’in tapelerini bekleyen bir pozisyon alması ve kendisini orada kurması, operasyonun içteki tezahürüdür.

Doğalında, Gezi sonrası bir iç savaş yaşanmış, bu savaş kendi cemini kurmuş, orta sınıf siyaseti o cemi dağıtmak için türlü taklalar atmıştır. HDP’nin başarısızlığı, nesnel olarak, bu orta sınıf siyasetinin hâkimiyetine ait bir delil olmalıdır. “Kürt” olan ve Kürt’ün savaş cemine örgütlenen bir siyasal hattın toplumsal açıdan “kökleşme”den söz etmesi, abestir.

Sırrı Süreyya’nın günah keçisi ilân edilmesi, olası seçim yenilgisi sonrası, bugün CHP’ye bakan kitlelerin adres olarak HDP’yi görmelerine mani olmak içindir. Sömürülenlerin-mazlumların safında, oradan dünyaya bakan bir partinin bu orta sınıf ayak oyunlarına prim vermemesi gerekir. Savaşın partisi, bu küçük hamam böceklerini ezerek ilerlemek zorundadır. Eşdüzleme oturacağı yer, CHP ve türevleri olmamalıdır. CHP’de koltuk verilse koşarak gidecek isimlere kulak asılmamalıdır.

Dolayısıyla, liberal sosyologumuz Nazan Üstündağ, “bize oy verecek gençler CHP’ye, Kürtler AKP’ye oy verdi” diyorsa, o partiden istifa etmeli ya da partisinin işlevsizliğini dolaylı değil, doğrudan dile getirmelidir. Bu sosyolojik saha analizlerinin bir anlamı yoktur. O gencin ve Kürdün derdiyle dertlenmeyen, onun hayatına gözlemci değil, ortak olarak karışmayan bir gözün görüp görebileceği, yeni yazılacak makaleler/tezler için gerekli konular olacaktır. O gençleri ve Kürtleri tutacak bir parti yoksa, zaten hiç olmamış demektir. Zira Üstündağ’ın yaptığı ayrım, mutlak ve kesin bir şey olarak sunulmak için yapılmaktadır. Yani bu kıymetli sosyologumuz, “gençler CHP’ye, Kürtler AKP’ye gitsin, meydan bize kalsın” demektedir. O gençlerle Kürtlerin birlikteliğine dair tek fikir üretmemesi, bunun delilidir. Çünkü birliktelik, aydınları işsiz bırakacaktır.

Tam da bu nedenle, Üstündağ, AKP-CHP geriliminin ortasında örgütlenmeyi partisinin önüne koymakta, öte yandan da toplumsal açıdan kökleşmek gerektiğini söylemektedir. Bir yandan, “seçimin iyi yanı, HDP’nin görünür olmasını sağlaması” demekte, bir yandan da, görünür olmak için adayların ünlü isimler arasından seçilmesini eleştirmektedir. Üstündağ, bir yandan, “Türkiye’de iktidarın kaset siyasetiyle, cemaat direktifleriyle, yani bir çeşit dış müdahaleyle devrilemeyeceğini göstermesini” önemsemekte, bir yandan da, Cemaat’i, yıllardır mustarip olduğu “devletin kutsallığı”na son verdiği için kutlamaktadır. Parti varsa, o kendisini bu sosyoloji bilgisine ram etmeye çalışanlara mesafelenmek, “Allah devletinizden büyüktür” diyen Diba Keskin’de temsil olunan hakikate örgütlenmek zorundadır. Çünkü o, devleti kutsal görmeyen bir yere aittir, Üstündağ ise devleti “kutsal” gören bir yere.

Cem savaş; savaş da cem için zarurettir. Bugün ilk dönem İslam tarihinde solculara sıcak gelen unsurlar, bir kavmin ve öncülerinin savaş yürütmesi, savaşın cem örgütlemesi ve o cemin kendi ahlâkını/hukukunu cebren teşkil etmesiyle alâkalıdır. Aynı dönem, tam da bu cemin ve savaşın birlikte ve müstakil olarak tasfiyesine ait bir hattın işlediğine de tanık olmuştur.

Bu anlamda HDP, cemin ve savaşın tasfiyesine mi yoksa o cemin ve savaşın kökleşmesine mi örgütleneceğini tespit etmek zorundadır. Seçim değerlendirmeleri de göstermektedir ki, savaşın, barikatın parlak resimlerini satmayı sürdürenler ceme; cemin hülyalı, esrik yapısını önemseyenler savaşa karşı mesafelidir. İkisi için de savaş ve cem bitmiş/tamamlanmış bir şeydir, diyalektikten ve maddîlikten yoksundur.

Bugün HDP, otuz yıllık bir savaşın öznesini kenara itenlerle, o savaşın oluşturduğu cemi boğucu bulanların panayırına dönmüş durumdadır. Bu panayırda, Cemaat tapelerine iman edenler ve “Erdoğan toplumsal barışın oluşmasını zorlaştırmaktadır” diyenler, köşe başlarındadır. Bu röportajda da görüldüğü üzere, önümüzdeki sürecin ana repliği şudur: “Orası Kürdistan, burası başka bir yer. Bu kümeste biz öteriz!” Propagandatif öğelerin ayrıştırılması, sürekli “yüzde iki”den söz edilmesi, bu yüzden.

Savaşın cemine örgütlenmek, bir açıdan, el alıp o ceme dedelik yapmak, bu koşullarda mümkün değildir. Yüzde iki hesabında olanların savaş ve cem gibi bir derdi yoktur.

Burada proje, sarı-kırmızı-yeşil renklerinin yanına “mor”u eklemekle ilgilidir. “Kürtler, Türkler, Araplar kardeş olsun”culuktur. İslamî yeşile tiner katıp ekolojist bir postmodern “din” teşkil etmektir. Yani hâsılı, cemi ve savaşı tasfiye etmektir. Cem cemse ve savaş savaşsa, sandıkta boğulmayacağı açıktır.

Eren Balkır
4 Mart 2014

0 Yorum: