20 Mart 2014

, , ,

Arabistan Terörizme Verdiği Destekten Ötürü Pişman mı?



Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) tarafından çekilmiş beş dakikalık film insanın kanını donduracak cinsten. Filmde savaşçılar, Suriye-Irak arasındaki karayolunda üç tırı durduruyorlar. Biri, gayet gergin bir hâldeki şoförlerin kimliklerini alıyor ve tehditkâr bir ifadeyle, “Hepiniz Şii misiniz?” diye soruyor. Soru, “Hayır, biz Humuslu Sünnileriz” şeklinde cevaplanıyor, alçak ve umutsuz bir ses tonuyla, “Allah size zafer nail eylesin” diye devam ediyor şoför sözlerine.

Şoförlerden biri, “biz sadece yaşamak istiyoruz” diye yalvarıyor. “Burada ekmeğimizi kazanmak için bulunuyoruz.” diyor. IŞİD militanı, şoförlerin Sünni olup olmadıklarını teste tabi tutuyor. “Sabah namazı kaç rekat?” diye soruyor. Cevaplar üçle beş arasında değişiyor.

Militanların arasına katılan bir başkası, “Alevîlerin Suriye için ne yapıyorlar?” diye soruyor. “Onlar kadınlara tecavüz edip Müslümanları katlediyorlar. Konuşmalarınızdan anlaşılıyor ki siz müşriksiniz.” diye devam ediyor sözlerine. Üç şoför yol kenarında kurşuna diziliyor sonra.

Suriye ve Irak’taki silâhlı muhalefet, bugün Selefî cihadcıların, kendilerini cihada adamış köktenci İslamî savaşçıların hâkimiyeti altında. Şam-Bağdat yolunda Sünni olmayan şoförleri katledenler de bunlar. Suriye, Irak ya da Pakistan’da kaç Şii’nin öldürüldüğü Batılı hükümetlerin umurunda değil ama onlar El-Kaide lideri Usame bin Ladin’in inancına benzer inanca sahip Sünni hareketlerin bugün 11 Eylül öncesinde Taliban’a tabi olduğu günlere kıyasla, Irak ve Suriye’de daha fazla alana sahip olduklarını görüyorlar.

Batı destekli, sözde seküler Özgür Suriye Ordusu’nun Beşar Esad’ı yıkacak savaşa öncülük ettiği iddiası, cihadcıların geçen Aralık ayında silâh depolarını ele geçirip ÖSO komutanlarını öldürmesiyle geçersizleşti.

Son altı ay içinde, Suriye’de artık epey kudretli olan cihadcı savaş ağalarını finanse etme ve destekleme noktasında Körfez ülkelerindeki Sünni krallıkların ve Suudi Arabistan’ın ortaya koyduğu eylemler Washington’da gerçek bir öfkeye yol açtı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, 2012’den beri Suudi istihbaratının başındaki isim olan ve eskiden Washington büyükelçiliği yapan Prens Bender bin Sultan’ı eleştirdi. Prens, Esad’ın yıkılmasına yönelik kampanyayı yöneten isim.

Prens, ayrıca Suriye’de sivillere karşı kimyasal silâhlar kullanıldığı vakit, bu ülkeye müdahale etmediği için Obama’yı kınamıştı.

Geçen ay Prens Bender’in istihbarat başkanı olmasına karşın Suriye’deki Suudi politikasının yürütülmesi noktasında artık görevde bulunmadığı ortaya çıktı. Prens yerini Arap Yarımadası’nda El-Kaide’ye karşı yürütülen kampanyadaki sorumluluğu ile bilinen, ABD ile birlikte iş tutan içişleri bakanı Muhammed bin Nayif’e bıraktı.

Suudi Kralı Abdullah’ın oğlu ve Suudi Millî Muhafızları’ının başı olan Prens Mitab bin Abdullah da yeni Suriye politikasının formüle edilmesi sürecince rol oynayan diğer bir isim. Suudi Arabistan’ın diğer Körfez krallıklarıyla arasındaki farklılıklar daha fazla alenileşiyor, zira Suudilerle birlikte, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri de Katar’daki elçiliklerini bu ay geri çektiler. Bunun asli nedeni, Katar’ın Mısır’daki Müslüman Kardeşler’e destek sunması ama öte yandan da Suriye’deki kontrolden çıkmış olan cihadcı grupları parasal ve askerî açıdan desteklemesi.

Suudi Arabistan, Suriye’deki asilerin desteklenmesi görevini geçen yaz Katar’dan devralmıştı. Ancak Suudilerin Suriye meselesine duhulü daha derin ve daha uzun soluklu bir mesele, zira savaşçıların önemli bir bölümü diğer ülkelerden ziyade daha çok Suudi Arabistan’dan geliyor.

Suudi vaizler, Esad’a karşı silâhlı mücadele verilmesi konusunda hararetli vaazlar veriyorlar, bu mücadelenin bireysel gönüllülük ya da devletler düzeyinde gerçekleşmesi gerektiğini savunuyorlar. İslam’ın püriten, kitabî bir versiyonu olan Vehabîliğin inançları, Suriye, Irak, Afganistan, Pakistan, Mısır ve Libya’daki El-Kaide veya diğer Selefî cihadcı grupların inançlarından pek farklı değil.

Protestanlığı imha etmeye çalışan Roma Katolikliği gibi, Suudiler de ideolojik planda Şiiliği bir tür sapkınlık olarak görüyorlar ve ona kökten karşı çıkıyorlar. Bu husumet Vehabîlerle Suud Sarayı arasında 18. yüzyılda kurulmuş ittifaka dayanıyor. Politik birer oyuncu olarak cihadcı hareketlerin gelişimindeki önemli tarih ise Sovyetler’in Afganistan’ı işgal ettiği ve Humeyni’nin İran’ı Şii teokrasisiyle yönetmeye başladığı 1979 yılı.

Seksenler boyunca Suudi Arabistan, Pakistan (Pakistan ordusu) ve ABD arasında epey dayanıklı bir ittifak kuruldu. Suudiler, Amerika’nın bölgedeki hâkimiyetinin ana destekçilerinden biri oldular ama ayrıca El-Kaide için gerekli tohumları da attılar.

11 Eylül, ABD için bir “Pearl Harbour” momenti temin etti, oluşan ani fikir değişikliği ve korku, Saddam Hüseyin’in hedef alınması ve Irak’ın işgal edilmesi noktasında gerekli neo- muhafazakâr ajandanın tatbiki için maniple edildi. El-Kaide üyesi olma şüphesiyle tutuklanmış kişilere uygulanan su işkenceleri, esasta örgütün Suudilerle değil, Irak’la rabıtası olduğunu ispatlamayı amaçlıyordu.

11 Eylül Komisyonu raporu, El-Kaide’nin ana finans kaynağının Suudi Arabistan olduğunu gösterdi. Ama saldırıdan altı yıl sonra, 2007’de Irak’ta ABD ile El-Kaide arasındaki çatışmaların doruğa ulaştığı günlerde, terörün finansmanının izlenip engellenmesinden sorumlu ABD Hazine Bakanlığı Müsteşarı Stuart Levey, ABC News’e, konu El-Kaide’ye gelince, şunları söylüyor: “Parmaklarımı şıklatıp bir ülkenin parasal desteğini kesmem mümkün olsaydı, bu Suudi Arabistan olurdu.” Devamında da, terörizmi finanse ettiği için ABD veya Birleşmiş Milletler tarafından belirlenmiş herhangi bir kişinin Suudilerce kovuşturulmadığını ifade ediyor.

Suudilerin işbirliği yapmaması üzerinden yaşanan bu yoğun hayal kırıklığına karşın, son birkaç yılda değişen pek bir şey yok. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Wikileaks aracılığıyla sızan 2009 tarihli bir yazışmasında, şunu söylüyor: “Suudi Arabistan, El-Kaide, Taliban, LeT (Leşker-i Taiba) gibi terörist gruplar için önemli bir finansal destek üssü olma özelliğini hâlâ muhafaza ediyor.” Clinton, Suudilerin El-Kaide’nin sadece yurtiçi faaliyetlerine karşı harekete geçiyor olmasından şikâyet ediyor.

ABD Terörizm ve Finansal İstihbarat Müsteşarı David Cohen, geçen hafta El-Kaide’nin finansal kaynaklarını kuruttuğu için Suudileri övdü ama öte yandan da krallık sınırları içinde diğer cihadcı grupların hâlâ yardım aldığını öne sürdü.

Cihadcıların desteklenmesi hususunda Suudi Arabistan Körfez krallıkları arasında yalnız değil. Cohen’in ifadesiyle, “müttefikimiz olan Kuveyt, Suriye’deki terörist grupların finanse edilmesi amacıyla kullanılan ana merkez hâline geldi.” Cohen, öte yandan, Nayif Acmi’nin hem Adalet hem de Evkaf ve İslam İşleri Bakanı olarak atanması hususunda şikâyetlerini dile getiriyor: “Acmi uzun süre Suriye’de cihadı destekledi. O Nusra Cephesi’nin finansörü.” Cohen’in tespitiyle, evkaf bakanlığı cihatçılara Kuveyt camilerinde bağışlar topluyor.

Amerikalıların sızan diplomatik görüşmelerinde de görülüyor ki, Suudiler esas olarak Şiilikle mücadeleyi öncelikli kabul ediyorlar. Bu noktada paranoya derinlere ulaşıyor: örneğin, üst düzey bir Suudi diplomat, ülkesinin müttefiki olan Pakistan’da kendilerinin gözlemci değil, katılımcı olduklarını söylüyor. 11 Eylül öncesinde Afganistan’daki Taliban hükümetini sadece Suudiler, Pakistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tanımıştı.

Suudilerin Şii yayılmacılığı ile ilgili korkuları abartılı ve histerik, zira Şiilik Şiilerin çoğunluğu teşkil ettikleri ya da güçlü bir azınlık oldukları bir avuç ülkede güç sahibi. 57 Müslüman ülkesi içinde sadece dördünde Şiiler çoğunluk.

Gene de Suudiler, Pakistan Cumhurbaşkanı Asif Ali Zerdari konusunda şüpheli bir yaklaşım içerisinde, bu nedenle ülkede askerî bir diktatörlüğün tesis edilmesini tercih ettiklerini söylüyorlar. Zerdari’yi sevmemelerinin nedeni, mezhepsel. BAE dışişleri bakanı Şeyh Abdullah Bin Zeyd’in ifadesiyle, “Suudiler Zerdari’nin Şii olduğundan şüphe ediyorlar, bu da onların İran, Irak’taki Malikî hükümeti ve Zerdari idaresi altındaki Pakistan arasında oluşabilecek Şii üçgeni konusunda endişelenmelerine neden oluyor.”

Şiilere yönelik mezhepsel husumet, İran’a yönelik korku ve nefretle birleşiyor. Kral Abdullah, Amerika’yı İran’a saldırması konusunda sürekli teşvik ediyor ve “kesin şu yılanın başını” deyip duruyor. Suudilerin diğer bir meselesi de Irak’taki Şii çoğunluğun artan etkisi. Birçok Suudi’nin hükümete karşı yapılan cihadcı eylemlerine sempati duymasının nedeni bu.

1171’de, Mısır’da Fatımî hanedanlığının Selahaddin Eyyubî tarafından yıkılmasından beri Arap dünyasında yaşanan ilk vaka olması hasebiyle, Irak’ta hükümetin Şiilerin eline geçmesi, Riyad ve diğer Sünni başkentlerinde herkesin alarma geçmesine neden oldu ve buralarda yöneticiler yaşanan bu tarihsel yenilgiyi terse çevirmek için çalışmaya başladılar. Irak hükümeti bu saldırıyı 2009’da bir Suudi imamın Şiilerin öldürülmesi için fetva vermesiyle fark etti. Bölgedeki Sünni hükümetler, bu fetvayı kınayan herhangi bir adım atmadılar ve “şüpheli bir sessizlik” içine girdiler.

2011’deki Arap ayaklanmaları mezhepçiliği körükledi. Bu, özellikle doğusundaki Şii azınlıkla ilgili yoğun şüpheler içerisinde bulunan Suudiler arasında cereyan eden bir süreçti. Mart’ta 1.500 Suudi askeri Bahreyn’deki Halife ailesini desteklemek için harekete geçti ve adadaki Şii azınlığın gerçekleştirdiği demokrasi yanlısı gösterileri bastırdı, Şii mabetleri buldozerlerle yıkıldı.

Suriye’de Suudiler, Suriye hükümetinin Kaddafi gibi yıkılacağını zannettiler. Onların hesaba katmadığı şey, Rusya, İran ve Lübnan Hizbullah’ının Suriye’ye yönelik desteği ve hükümetin elindeki güçtü. Ancak Katar ve Türkiye yanında, Suudilerin sürece dâhil olması ayaklanmanın ideolojisi olan seküler demokratik değişimin önemini azalttı ve isyanı, ön cephesinde Selefî cihadcı tugayların durduğu, Sünnilerin iktidarı alma teşebbüsüne dönüştürdü.

Tahmin edileceği üzere, Alevîler ve diğer azınlıklar ölümüne savaşmaktan başka bir seçeneklerinin olmadığını düşünüyorlar.

Birçok abuk sabuk komplo teorisi geliştirildi ve 11 Eylül saldırılarında ana suç ortağının ABD hükümeti olduğu iddia edildi. Bu teorilerdeki saçmalık, dikkatleri ortada bir komplo olduğu gerçeğine çevirdi oysa bu gayet açıktı ve asla bir sır da değildi.

ABD, Suudi Arabistan ve Pakistan arasındaki üçlü ittifakın bedeli, cihadcı hareket. Bugüne dek bu hareket batı, karşıtı olmaktan önce Şii karşıtı ama Şam-Bağdat karayolundaki IŞİD militanlarının da gösterdiği kadarıyla, artık Sünni olmayan herkes tehlike altında.

Patrick Cockburn
18 Mart 2014
Kaynak

0 Yorum: