16 Şubat 2009

, ,

Modernist Tarih Bilimi

Modernist Tarih Bilimi Olarak Yapısalcı Marksizm


Doğrusal süreklilik, evrime ve tarihsel süreçlerin ya da hedeflerin gerçekleşmesine dönük teleolojik görüşler, özerk insan failliği, birleşmiş sosyal öznellik, ayrı toplumsal yapılara ait farklılaşmamış anlayışlar, nedenselliğin doğrudan ya da indirgemeci biçimleri ve tarihsel bilginin tüm açıklığı ile doğru ve tam olduğunu söyleyen düşünceye karşı itirazlar geliştiren Althusser, geleneksel tarihselciliğin yapısalcı eleştirisinin en önemli mimarlarından birisidir.

Ancak Lévi-Strauss ve Foucault gibi diğer ünlü yapısalcıların çalışmalarının aksine Althusser’in eleştirisinin hedefi, tarihsel düşünceyi yok etmek değil, onu canlandırmaktır. Althusser’in çabası, bilimsel düşünceler ve tarihsel söylem üzerine özgün ve yeni çalışmalar yaparak tarihin bilimselliğini kurmak ve sınıf mücadelesine ait marksist çerçeve dâhilinde, insan öznelliği ile toplumsal formasyonların karmaşıklığına hakkını veren ekonomik belirlenime ilişkin, indirgemeci olmayan bir görüş geliştirmektir. Althusser’in sorunsalı ile bağlantı kurma konusunda çeşitlilik arz etseler de -ki bazıları yapısalcı marksizmin merkezî kavramlarını kabul ederlerken, bazıları da bu kavramlara seçici yaklaşırlar- birçok isim geniş bir ortak zemini paylaşır. Ağımı kasıtlı olarak geniş açmış olmama rağmen, aşağıdaki özeti az çok bileşik bir teorik sorunsal olarak sunmakta haklı olduğumu bu noktada belirtmeliyim.

Yapısalcı marksist analizin nesnesi, üretim tarzı temelinde yapılandırılmış bir toplumsal formasyondur. Yapısalcı marksistler, ekonominin “son durumda” belirleyici olduğu konusunda ısrar ederler, fakat ekonomik belirlenimi, doğrudan olmayan bir biçimde yansımacı ifadeler, ama dolaylı biçimde heterojen, eşitsiz, bu sebepten, çeşitli ekonomik, politik ve ideolojik işlevler ifa eden karşılıklı ilişkilere sahip yapılara ait bir hiyerarşi açısından kavramsallaştırırlar. Üretim ve mülkiyet ilişkilerinden müteşekkil olan üretim tarzı, emekçiler ve emekçi olmayanları üretim araçlarına bağlı olarak içerir ve bu kavram ekonomik işlevi tarif eder. Ekonomik işlev belirleyici bir unsur olarak görülmelidir; yani yapısalcı marksistler, üretim tarzını toplumsal formasyonun aslî yapısı olarak anlarlar.

Üretim tarzı içinde birleştirilen mülkiyet ve üretime ait ekonomik işlevler toplumsal formasyon düzeyinde ayrıştırılabilir. Ekonomik mülkiyete ait işlevlerin, ekonomik üretimden ve bu sayede, en azından yüzeysel bir biçimde, doğadaki ekonomik olmayan üretimden ayrı olan kurumsal aygıtlar içinde uygulamaya sokulması mümkündür. Bu durum dâhilinde, ekonomik işlevin belirleyici rolünü, üretim tarzının derin yapısını, politik, ideolojik ya da ekonomik olabilen özel kurumsal aygıtın toplumsal formasyon düzeyinde ifa edebileceği hâkim rolden ayrıştırmak gerekir. Genel anlamda mesele, ekonomik mülkiyete ait işlevi ifa eden kurumsal aygıtın toplumsal formasyon düzeyinde de hâkim olmasıdır. Ancak toplumsal formasyon düzeyindeki hâkimiyetin sorumlusu daima üretim tarzına ait derin yapıdır.

Yapısalcı marksizm ekonomik belirlenimi, yapısal nedenselliğin modernist çerçevesi dâhilinde anlar. Toplumsal formasyon, belirli toplumsal yapıların ve ilişkilerin içinde gösterilen bir paralelkenardır. Ekonomik işlev öncelikli olduğundan, politik ve ideolojik işlevlerin kendilerine has karakteri ve etkililiği vardır, politik, ideolojik ve ekonomik tüm belirlenmiş yapılar ve ilişkiler kendiliğinden, denk olmayan düzeylerde yapılandırılmış bir bütün, toplumsal formasyon olarak iş görürler. Buna ek olarak yapısalcı marksizm, ekonomik belirlenimin toplumsal formasyonu sevk ettiği bir teleolojiden ya da hedeften mahrumdur. O ekonomik belirlenim, tekil yapılar ve ilişkiler üzerine kurulu karmaşık bir bütün olarak toplumsal formasyonun tarihsel etkililiğine atıfta bulunur. Başka bir deyişle toplumsal formasyon, varoluşun tarihsel matriksini ya da geçişsiz koşullarını oluşturur, zira toplumsal formasyon bu unsurların fiilî ya da geçişli etkililiğine ait “karmaşık birlik” olarak var olur. Çünkü ekonomik işlev (her zaman ayrı bir kurumsal form olarak baskın değilse) tarihsel matriks içinde daima önceliklidir; tüm toplumsal yapılar ve pratikler “daima önceden” dolaylı olarak bir işlev ve yer belirlerler, yani son durumda ekonomi tarafından belirlenirler.

Ayrıca yapısalcı marksizm, toplumsal yapılar içinde ve arasında mevcut olan aykırı eğilimleri, toplumsal bütünün eşitsiz gelişmesinden türeyen çelişkileri ve tekil yapıların göreli özerkliğini tanır. Ekonominin önceliği ideolojik ve politik yapıların önüne sınırlar, engeller koyar, ancak o ne her bir politik kurumu özgülleştirir, ne de aile, üniversite ya da kilise gibi ideolojik aygıtları doğrudan belirler. Politik ve ideolojik yapılar göreli bir özerkliğe ve ekonominin gelişimi ile koordineli olmayan bir iç dinamiğe sahiptirler. Aynı zamanda ekonomik yapılar ve ilişkiler içinde yaşanan nesnel değişimlerin üretimi, bu değişimlerin yeniden üretimini hızla kolaylaştırmaması sebebiyle, ekonomik belirlenimin kendisi de çelişkilidir. Dolayısıyla ekonomik belirlenim, toplumsal bütün içinde iş başında olan nedensel belirlenimler çeşitliliğine “son durumda” saygı gösterir. Ne onların özel oluşunu göz ardı eder, ne de zamanla onların yeniden üretimini suiistimal eder. Bu, kaba bir çoğulculuğun içinde sıkışmayı, mekanik bir statiği ve teleolojik evrimi önler.

Yapısalcı marksizm toplumsal formasyonlar bilimidir. Ancak Althusser, tarihsel bütünlüğün bir seferde ve son kez kavranabileceğine ya da bilginin önceden tahmin edici ve yorumlayıcı bir biçimine dönüştürülebileceğine ilişkin anlayışa karşı çıkar. O, tekil ya da “bölgesel” (politika, söylem vb.) teorilerin(in) birbirleriyle asla tam mânâsıyla örtüşmeyeceğini, ayrıca farklı teorik nesnelerinin ve incelemelerinin bir işlevi olan özel oluş hâllerini asla yitirmeyeceklerini kabul eder. Felsefî açıdan Althusser, klasik modernist tarzda, bilginin tarihselliğini nesnesinin gerçekliğine bağlamak suretiyle, tarihsel bilginin geçerliliğini savunur. Geleneklere bağlılığı, tüm bilgilerin tarihselliğini kabul edip, gerçeklikle gerçekliğe ilişkin düşünce arasındaki ayrım (yani gerçeklik hakkındaki düşüncenin asla tam mânâsıyla yeterli olmayacağı ve gerçekliğe mükemmel biçimde denk düşmeyeceği anlayışı) üzerinde ısrar ederken o, bir yandan da bu tarz epistemolojik nitelemeleri gerçekliğin, gerçeklikle ilgili düşünce üzerindeki önceliğini vurgulayan ontolojik realizm ilkesine bağlar. Bilimsel bilginin geçerliliğini belli bir hâl dâhilinde ispatlama çabası içine girmeksizin (epistemolojik sorular felsefe tarafından asla doğrulanamaz ya da çürütülemezler, ayrıca felsefenin tarih dâhil herhangi bir bilimin yargıcı olma iddiası yoktur.) Althusser, felsefe içinde kalarak, bilim kategorisini ve tarihsel materyalizmin bilimselliğini, bunların izah edici güçlerini ve Althusser’in muhaliflerince ortaya konan, zamanla solan eleştiri dizisi temelinde savunan bir konum alır.

Yapısalcı marksistler, söylemsel pratiklerin ve diğer toplumsal olguların, bir nesnel gerçeklikle ya da gösterilenle kısmen bağlantılı farklı gösterenlere ait keyfî ve özerk sistemler olarak yapılandırıldığı öncülüne itiraz ederler. Onlara göre, söylem sadece sözdizimsel değil, ayrıca anlamsaldır. Tüm söylemsel pratikler, temelde toplumsal iktidar ilişkileri ile bağlantılıdırlar; onlar ne serbestçe süzülen dil ötesi sistemler (Barthes), ne de tarih dışı, aşkın yapılardır (Lévi-Strauss). Ancak aynı zamanda bu teorisyenler, söylemin sadece iktidar (dolayısıyla onun anlam, nesne ve teorik belirlenimlerin geçerliliğinden muaf) olduğunu, ayrıca iktidarın kendiliğinden, hareketlendirilmemiş ve sınıf çıkarları ile ilişkisiz olduğunu söyleyen Foucault gibilerin iddialarını da reddetmişlerdir. Bilimsel, felsefî, ideolojik ve estetik pratiklere ait işlevsel kavramlar üzerinde durarak yapısalcı marksizm, güçlü bir genel söylem teorisi geliştirmiş ve söylemin toplumsal üretimi ile kabulüne ilişkin tarihsel bir analiz için sağlam bir teorik zemin kurmuştur. Sonuç olarak yapısalcı marksizm, söylemsel pratiği tarihsici ya da yorumsamacı tekbenciliğe kaymadan tarihte temellendirmeyi becermiştir.

Yapısalcı marksizm, teknolojik belirlenimciler ile tarihsel gelişimin temel izah edici ilkesi olarak sınıf mücadelesini savunanlar arasındaki uzun süreden beri devam eden tartışmayı geçersizleştirir. Teknoloji, sadece sınıf mücadelesi bağlamında mevcut olduğundan ve sınıfsal güçlerle çıkarlar yalnızca üretim ilişkileri ile üretim güçlerinin birliğinde var olduğundan, yapısalcı marksistler, tarihsel gelişim meselesini ayrı üretim tarzları ve bunların karşılıklı ilişkileri (eklemlenmeleri) dâhilinde tekrar formüle ederler. Her türlü üretim tarzında üretim ilişkileri baskındır, çünkü o mülkiyetin toplumsal ürüne bölüştürme ve verili üretim güçlerinin yeniden üretilmesi için belli bir paya el koyma işlevidir. İki farklı üretim tarzının her türlü eklemlenmesi daima daha üretken olanın daha az üretken olana baskın olması ve az üretkenin çok üretken olana tabiyeti ile ilgili bir meseledir. Elbette mülkiyet işlevini üretim tarzı dâhilinde ifa eden bireyler kendi yönetici sınıflarını teşkil ederler ve verili eklemlenme içindeki baskın tarza ait yönetici sınıf, bağımlı olan tarzın baskın sınıfına hükmedecektir. Özetle, her türlü üretim tarzı dâhilinde bahis konusu edilen, esasta ilişkilerin güçler üzerindeki hâkimiyetidir, ancak gene de teknolojik belirlenime karşı sınıf mücadelesi meselesi tam mânâsıyla ele alınmış olmaz. İki üretim tarzına ait her türlü eklemlenmeden söz ediliyorsa, buradaki asıl mevzu, teknolojik belirlenimin sadece bir tarzın (ilişkilerle güçlerin tek birliği ve sınıf mücadelesi) diğerine hükmediyor oluşudur.

Ayrıca üretim tarzı anlayışı yapısalcı marksistlere ekonomik belirlenim ile kapitalist olmayan toplumsal formasyonların ilişkisini gösterme imkânı verir. İlk olarak üretim ilişkileri ile güçlerini emekçiler, teknoloji ve emekçi olmayanlar arasında hüküm süren iki toplumsal ilişki olarak kavramsallaştıran yapısalcı marksistler, bu sayede verili bir toplumsal formasyon dâhilindeki mülkiyetin ve üretimin ekonomik işlevlerini ayırma imkânı bulurlar. İkinci olarak ekonomik ve ekonomik olmayan işlevleri bu işlevlerin taşıyıcıları olan özel kurumlardan (soy ve tımar vb.) ayrıştırarak yapısalcı marksist analiz, yalnızca kurumları ve davranış kalıplarını tarif etmekle yetinen yöntembilimlerin göremedikleri belirlenim ilişkilerini de tespit eder. Üçüncü olarak, sözkonusu ilişkileri ve yapılandırılmış karşılıklı ilişkiyi belirleyen yapısalcı marksistler, verili bir zaman ve mekândaki tarihsel tekilliğe saygı gösterirken, bir yandan da ayrı üretim tarzları çeşitliliğine ait genel kavramlar geliştirmek suretiyle, etkileşimli ve üretken bir üslup dâhilinde, somut araştırma ve genel teori arasındaki dengeyi bulurlar. Kısacası üretim tarzı kavramı, klasik modernist mânâda, soyut yapısal belirlenimlerin yerçekimi gibi gerçek olduğunu varsayar. Yerçekiminin gücü, bilindiği üzere, sadece yol açtığı etkilerde görünebilir. Yapısalcı marksizm, sadece soyut yapısal belirlenimlerin nesnel gerçekliği üzerinde ısrar ettiği için değil, ayrıca bilgiyi, yani gerçekliğe ilişkin soyut kavramları bilginin nesnesinden, yani gerçekliğin bizatihi kendisinden ayıran aşılması imkânsız uçurumu kabul ettiği için tamı tamına modernisttir.

Sıklıkla iddia edildiğinin aksine, insanî öznelliği karalamayan yapısalcı marksizm, onun sahip olduğu önemi daima kabul eder ve hem öznelliğe, hem de pratiğe ait kavramların gelişimi için hatırı sayılır bir dikkat gösterir. Yapısalcı marksistlerle onların postmodern ve neo-liberal rakipleri arasındaki temel fark, ikinci kümedekilerin insanî öznelliği toplumsal teorinin temeli olarak kabul etmeleri, ancak öte yandan yapısalcı marksistlerin ve Althusser’in ise toplumsal özneler üreten toplumsal yapılarla ilişkilerin öncelikli olduğunu düşünmeleridir. Yapısalcı marksistlerin arzusu, ilk olarak toplumsal özneleri oluşturan yapıları ve süreçleri, sonrasında da toplumsal öznellik, iktidar ve pratik arasındaki ilişkileri izah etmektir. Yapısalcı marksizm, bizi toplumsal özneler kadar, toplum tarafından bize verilen konumlara ve rollere karşı gösterdiğimiz uyumun özünde bulunan itaate dayalı güçlerle aynı rol ve konumlara ait araçlar aracılığıyla toplumsal birer özne hâlinde davranma kapasitemizden çıkan yetkilendirme güçleri arasındaki gerilimler olarak da kuran farklı yollara mündemiç çelişkileri keşfeder. Toplumsal failler akılsız robotlar değildirler; onlar kurala bağlı, ancak öte yandan da açık uçlu ve etkileşimli planlar, söylemler ve çıkarlar sistemi dâhilinde faaliyet yürüten yaratıcı ve karar alıcı oyunculardır. Bu sistem ya da habitus, imkân verici-sınırlayıcı kapasiteleri faydacı okula ait “insan”ın özgür iradesine ya da üretim ilişkilerine ait mekanik bir düşünceye indirgenemeyen, tarihsel açıdan özgül, sınıf temelli bir yapıdır. Toplumsal öznellik, etkililiği, yani tekil toplumsal öznelerin pratiği, tabiî ki bilgiyi de içeren aynı yapısal güçler içinde ve arasında hüküm süren çelişkiler kadar, açık uçlu olan yapısal güçlerin bir yoğunlaşmasıdır. Tarih bilimi, belirli bir nesnesinin bilgisi ona ait belirli bir bilgiyi değiştirdiği ölçüde kendi belirsizlik ilkesine sahiptir. Toplumsal öznelliğin geçişli ve geçişsiz boyutlarını (birini diğerinin üzerine yıkmadan) idrak eden yapısalcı marksizm, sadece geçmiş bilgimizi değil, ayrıca bugünde etkin biçimde faaliyet yürütme kapasitemizi de geliştirir.

Birçok Batı marksizmi yanlısının aksine Althusser, “sınıf mücadelesi tarihin motorudur” diyen o “kaba” marksist tezi savunur. Sınıfsal sömürünün her yer ve zamanda bulunduğu tezini reddeden yapısal marksist üretim tarzı anlayışı, var olduğu her yerde sömürüyü açığa çıkartır, sömürünün gizlendiği sayısız biçime nüfuz eder ve meşrulaştırdığı çeşitli türden ideolojilerin itibarını sarsar. Sınıflar mücadelesi noktasında “ortodoks” olan yapısalcı marksizm giderek bu ortodoksluğu terk eder: esasında o, sınıfsal birer özne olarak toplumsal öznelerin ontolojisinin yeniden kavramsallaştırılmasıdır. Yapısalcı marksistlere göre, geleneksel sınıf anlayışında olduğu üzere, bireyler sadece üretim ilişkileri ile aralarındaki nesnel ilişki dolayımıyla birer sınıfsal özne meydana getirmezler, ayrıca onlar ekonomi dışı yapılar ve ilişkilerle aralarındaki nesnel ilişki dolayımı ile oluşan birer sınıfsal öznedirler. Her daim, hâlihazırda sahip oldukları tarihsel varoluş koşulları aracılığıyla yapılandırılmış olması sebebiyle toplumsal uzamı teşkil eden sayısız konum ve rol, toplumsal formasyon içindeki ekonomik işlevlerin önceliğine uygun bir konum ve işlev belirler. Bu ilişkiler sistemini içselleştiren ve sözkonusu konum ve rolleri işgal eden toplumsal özneler, bu sebeple, ister istemez toplumsal sınıfların üyeleri olarak oluşturulurlar.

Konumların ve rollerin yapılandırılmış hiyerarşisi bağlamında sınıfı izah ederek yapısalcı marksist hem sağdan, hem soldan kimi düşmanlar edinmiştir. Soldakilere göre, bilimsel izahat noktasında kazançlı olan böylesi bir yaklaşım mitik gücünü, ideolojik çekiciliğini ve politik yararlılığını yitirir. Günümüzdeki sınıflar mücadelesinin tüm karmaşık yapısını açımlayıp derinlere kök salmış kapitalist hegemonyayı ifşa eden yapısalcı marksist analiz, soldaki hâkim politik düşünme tarzını bozan “ânlık memnuniyet”e dayalı zihniyeti reddeder. Tabiî ki sınıf analizinin süregiden geçerliliğine ilişkin her türlü kanıt politik sağı da tehdit eder, gelişkin ve indirgemeci olmayan bir sınıf analizi üreterek yapısalcı marksizm, günümüz sosyal teorisi etrafındaki antimarksist ittifakın altını oyar ve soldan firar eden birçok kişinin gerçekleştirdiği antistalinist marksizmden kaba liberalizme geçiş sürecini altüst eder. Sonuç olarak yapısalcı marksist sınıf anlayışı, benim “indirgemecilik karşıtı indirgemecilik” olarak tarif ettiğim bir taktik aracılığıyla, tarihsel araştırmadan sınıf analizini tasfiye etmeye yönelik günümüzde ortaya konan çabaları etkisizleştirir. Kaba marksist yansımacılığın meşru eleştirisi artık neredeyse tarihsel olayların sınıf temelli analizini yapmak için harcanan her türlü çabanın “indirgemecilik”le mahkûm edilmesi noktasına gelmiştir. Görünen o ki sınıf analizi yerine kaba çoğulculuğun ikame edilişine eşlik eden izah etme kudretindeki zafiyet -ki bu, indirgemecilik karşıtı indirgemeciliğin özüdür- arada kaynamıştır.

Bilhassa bu, iktidar aracılığıyla izahı iktidarın izahı ile ikame eden postmodern metodolojiler için önemli bir meseledir. Yapısalcı marksizmin, her parçası postmodern rakipleri kadar ilişkisel ve ayrımsal olan bir iktidar anlayışı vardır. Ancak farklı “özgür” bireylere zulmedip onlara hükmetmek için “tarih”in duygusuz akışından kendiliğinden fışkıran ilkel enerji anlamında, hem her yerde, hem de hiçbir yerde olan bir iktidar anlayışına sahip postmodern teorilerin aksine yapısalcı marksizm, iktidarın sosyal yapılar hiyerarşisi içinde nasıl temellendiğini ve sınıfsal ilişkiler tarafından nasıl üstbelirlendiğini -zorunluluk arz etmese de bu ilişkileri doğrudan dönüştürerek sınıf iktidarının diğer tüm iktidar çeşitliliğini nasıl sınırladığını gösterir. Ayrıca yapısalcı marksist analiz, ekonomik ilişkilerden ayrışmış ve halkçı demokratik nitelikteki kapitalist devlet içinde bile sınıf iktidarının biçimsel anlamda nasıl “yoğunlaştığını” açıklar. Yapısalcı marksizm, kapitalist üretim tarzı dâhilinde, öncelikli işlevi yönetici sınıfın hegemonyasını örgütleyip sınıfsal sömürünün verili ilişkilerini yeniden üretmek olan halkçı-demokratik devletin zorunlu olarak bir sınıfsal devlet olduğunu ortaya koyar.

Robert Paul Resch

[Kaynak: Althusser and The Renewal of Marxist Social Theory, University of California Press, 1992, s. 22-29.]

0 Yorum: