7
Ekim 2023 sabahından bu yana bu X hesabında Aksa Tufanı savaşı hakkında
haber-görüş-analiz vs. paylaşımlarda bulunduk. Bugün 16 ay boyunca gördüklerimi
ve bu savaşın öğrettikleri hakkında birkaç maddeyi sizinle paylaşmak istiyorum:
1
Aksa Tufanı operasyonu gözümüzün önünde gerçekleşen bir mucizeydi. Tünellerin
altında yaşayan bir grup inanmış insan çıktı ve İsrail denilen savaş makinesini
birkaç gün boyunca felç etti. Bunlar bir ordu değildi: Tankları, uçakları ve
hava savunma sistemleri vs. yoktu. İstihbarat ajansları yoktu. Güçlü bir
medyaları yoktu. Ama bunu yaptılar.
Kişisel
kanaatim bu mucizeyi hakkıyla görmedik, göremedik. Hatta bazıları bunu inkâr
etti. İlk ayları hatırlayın: Direnişin yaptığının doğru olduğunu anlatmaya
çalışarak geçirdik uzun bir süreyi. Bu kişiler HAMAS’ı kınadılar ve
sorguladılar. Siyonist cephenin yaydığı manipülatif yaygaradan etkilendiler.
Gördük ki, sadece askeri savaşa değil, psikolojik savaşa karşı da hazırlıklı
değiliz. Özetle, mucizeleri inkârın, görmemenin bir bedeli olur. Bunun bize bir
bedeli olacak mı bilmiyorum. Allah’tan af dilemekten başka bir çaremiz yok.
2.
Bu, bir savaştı hem de çok yakıcı bir savaş. Daha ilk günlerde Benny Gantz ne
demişti: “Barışın da bir zamanı var, savaşın da. Şimdi savaş zamanı.” Evet,
şimdi savaş zamanıydı.
7
Ekim sabahından itibaren yüreğinde az buçuk Filistin sevgisi olan herkesin bir
karar alması gerekiyordu. Bütün ayrılıkları-gayrılıkları bir kenara bırakıp;
bütün çıkar hesaplarını bir kenara bırakıp direniş cephesinin yanında yer
almalıydık.
Şunu
anlayabilirim: Gücün yoktur, imkânın yoktur, yapamazsın. Hatta korkuların ve
arzuların da bunu yapmaya engel olabilir. Bunu da anlarım. Ama en azından
tefrikadan uzak durmalıydık. En azından meydanda savaşanların moralini
bozmaktan uzak durmalıydık. En azından İsrail’in ekmeğine yağ sürmekten
kaçınmalıydık. Ama gördüm ki, bizde iflah olmaz bir tefrika virüsü var. Sadece
şu grup ya da bu grup için söylemiyorum. Çoğumuzda, belki de hepimizde var bu.
Şuna
inanıyorum: Belki yapamadıklarımızdan dolayı mazur görülebiliriz. Ama soykırım
devam ederken bile Gazze için canlarını ortaya koyanlar hakkında iftiralar
atıldı, yalanlar söylendi, manipülasyonlar yapıldı, şaibe ve şüpheler üretildi.
Bunlardan mazur görülebilir miyiz?
Ben,
Filistin’in bizi birleştirebileceğine inandım hep. Kudüs’ün, Mescid-i Aksa’nın
bizi insanlık ölçeğinde birleştirebileceğine inandım. Hâlâ da inanıyorum. Ama
gördüm ki henüz vakti değil.
Biz,
Filistin davasını omuzlayabilecek olgunlukta değiliz henüz. Tefrikacılık,
ayrımcılık kirinden temizlenmedikçe bu olgunluğa erişemeyeceğiz. Tek niyazım,
daha büyük belalar/katliamlar/soykırımlar yaşamadan bu kirden arınmaktır.
3.
Filistin davasının özü tek kelimedir: Silah. Direniş gruplarının elindeki
silah. Bunun dışındaki hiçbir şey Filistin sorunu çözmez, çözemez.
Filistin’deki
katliamlara üzülmek, ağlamak, ağıt yakmak bir Filistin davamız olduğunu
göstermez. Yıkılan binaları yeniden dikmek Filistin davamız olduğunu göstermez.
Yanlış anlaşılmasın, bunları yapanlara şükranlarımı sunarım. Hepsi çok değerli.
Ama söylemek zorundayım: Gazze’nin yıkılan binalarını yeniden yaparak
Filistin’i özgürleştiremeyiz. İsrail’in onları yeniden yıkması an meselesidir.
Filistin
davası demek, İsrail’in olmadığı bir Ortadoğu demektir. Peki buna yönelik bir
projesi olan var mı?
“Nehirden
denize özgür Filistin” diyoruz, doğru ve güzel. Peki nasıl yapacağız? Bu konuda
ayakları yere basan tek bir proje vardı: “Direniş ekseni” ve onun ortaya
koyduğu “meydanların/sahaların birliği” projesi. Onu da siz beğenmiyorsunuz,
içinde Şiiler var diye.
Söyler
misiniz kimle ve nasıl özgürleştireceğiz Filistin’i? Lütfen bize içi boş
vaatler vermeyi bırakın. Bize içeriği ve geleceği belirsiz umutlar vermeyi
bırakın.
16
ay sonunda gördük ki, Gazze’yi silahıyla destekleyen Lübnan, Yemen ve Irak’tan
ve onların merkezindeki İran’dan başka bir yer olmadı. Beğenmeyenlere de şunu
söylüyorum: Siz vurun İsrail’i. Siz vurmak istediniz de füzelerinizi İran mı
düşürdü? Yemen mi düşürdü? Hizbullah mı düşürdü?
4.
Filistin davası sert bir mesele. Direniş zor iş. Direnişin karşısında sadece
İsrail yok. Bütün bir uluslararası sistem var. Siz, bir de bunun üstüne
normalleşme cephesini ekleyin. İsrail’i tanırsanız problem olmuyor. Ama yok,
tanımıyorum derseniz, işte o zaman her türlü felakete hazır olmanız gerekiyor.
Önce yaptırımlar devreye giriyor: Kendi ürettiğiniz malın hırsızı yapıyor
adamlar sizi. Sattırmıyor. İhtiyaçlarınızı karşılamaya izin vermiyorlar.
Yoksullaştırıyorlar. Yoksulluk yolsuzluğa, rüşvete, illegaliteye vb. bin bir
türlü rezalete zemin hazırlıyor. Tercih yapmak zorunda kalıyorsunuz: Tok ve
zillet içinde mi yaşayacaksınız yoksa izzetinizi koruyacak mısınız? “İzzet”
derseniz bu sefer başka silahlar devreye giriyor. Yoksulluktan şikayetçi grupları
size karşı örgütlüyorlar. Önce yoksullaştırıyorlar sonra da bunun sebebini
“Bakın işte ‘direniş’ diye tutturduğunuz şey sizi ne hale getirdi?” diye
faturayı bir de size kesiyorlar. Sonra orada burada bombalar patlamaya, kaos ve
kargaşa çıkmaya başlıyor. İç güvenlik birincil sorununuz oluyor.
Geçenlerde
bir yazarımız, “Halkın rızasını üretemezseniz Suriye gibi olursunuz” diyor. Bu
düşüncede olanlara sormak istiyorum: Katar çok mu rıza üretiyor? Suud, Bahreyn,
BAE çok mu rıza üretiyor? Oralarda kargaşa olmamasının sebebi demokratik
olmaları mı? Hangisi kuşatmaya maruz kalıyor, hangisi ABD’nin, AB’nin ambargosu
altında? Tam tersine hepsi uluslararası sistem tarafından meşrulaştırılıyor.
Festivaller, büyük ve geniş yollar, dünya kupası organizasyonları, mamur bir
ülke görünümü… Neyin karşılığında?
Suud’un
Kaşıkçı’ya yaptıklarını gördünüz. Sorun mu? Hayır. Ortadoğu’da tek bir suç var:
İsrail’in varlığını kabul etmemek. Bu suçu işlemedikten sonra, her suç bir
şekilde tolere ediliyor.
Özetle:
direniş demek kor ateşlerde yanmak demek. Kimsenin umurunda olmuyorsunuz. Hatta
yanmakla kalsanız iyi. Bir de çevrenizde halay çekiyorlar. İşte Filistin
direnişi bu: Kor ateşlerde yanan bir grup inanmış insan. Her zaman öyleydi.
Şimdi onların da kolu ve kanadı kırık.
Yine
geçenlerde bir TV kanalında izlediğim tanınmış bir isim diyor ki: “Filistin
davasını desteklemek kolay, çünkü meşru. Bütün dünyada destekçileri var.” Meşru
olduğu doğru ama kolay olduğu yanlış, hem de çok yanlış. Ha, edebiyatını
yaparsanız kolay. Ama HAMAS’a silah vermeyi deneyin, İsrail’e bir füze atmayı
deneyin! Kolay mı zor mu anlayın. Direnişin büyüklüğü burada. Yandılar ama o
kor ateşlerden sağ çıkmayı başardılar. Bunun adı zaferdir. Büyük bir zafer. Bu
onların zaferidir. Sadece biz bu zaferin ne koşullarda elde edildiğini henüz
anlamış değiliz.
5.
Filistin meselesi dünyanın en net meselesidir. Felsefi bir mesele değildir.
Karmaşık değildir. İsrail işgalcidir ve bu soykırım rejiminin silinmesi
gerekir. Fakat bunu söylemenin de yapmaya çalışmanın da ağır bedelleri vardır.
Aksa Tufanı savaşında Batı’nın bize verdiği mesaj şudur: “Bilin ki İsrail
konusunda hiçbir kırmızı çizgimiz yok! Ne hukuk tanırız ne de insanlık! Bu
konuda kendi halklarımızı bile karşımıza almaya hazırız!” Bu konuda ciddiler
mi? Sonuna kadar. Belki de Batı hiçbir konuda bu kadar ciddi değildir.
Peki
biz, Filistin’in özgürlüğü konusunda ciddi miyiz? Aksa Tufanı savaşının gelecek
nesillere bıraktığı soru budur.
6.
Son olarak şunu söylemek istiyorum: Direnişi tek kelimeyle “sabır” olarak
tanımlayabiliriz. Hem düşmanın zulümlerine karşı sabır, hem de gönlü direnişten
yana olanlara karşı sabır. Bu, uzun ve çileli bir yol çünkü.
Şunu
sormak istiyorum: Direnişi destekleyenler yanlış yapamaz mı? Onlar korkamaz ya
da nefsani davranamaz mı? Yanlış düşünemez mi? Böyle olduğu zaman hemen
dilimizi sivriltmemiz mi gerekiyor?
Eleştiri
olmasın demiyorum, eleştiri olmazsa çürüme olur. Ama bunun adabı, dili, üslubu
yok mu? Hatta bazen sabredip, bazı şeyleri sineye çekmemiz, görmezden gelmemiz
gerekmiyor mu? Bazen biz haklı olsak da susmamız gerekmiyor mu? Affetmek kimin
için, hoş görmek kimin için?
Filistin
direnişi bize ve dünyaya çok şey öğretti. Öğrenmeye de devam ediyoruz. Bu yolda
yürüyeceğiz. Bütün zaaflarımızla, yanlışlarımızla birlikte yürüyeceğiz.
Yürürken öğreneceğiz ve öğrendikçe kendimizi geliştireceğiz. Düşeceğiz ama
yeniden kalkacağız. Kalkamayanlara el uzatacağız. Bize uzatılan eli tutacağız.
Morali bozulanlara ümit vereceğiz. Ümit verenlere minnettar kalacağız. Mezhep,
meşrep, kavmiyet farkı gözetmeksizin bütün ezilenlerin Kudüs’te ellerinin
buluştuğu o günün hayaliyle yürümeye devam edeceğiz.
Mücahit Gültekin
16 Ocak 2025
Kaynak