28 Temmuz 2018

,

Komünistler ve Karl Heinzen


Birinci Makale[1]

[Deutsche Brüsseler Zeitung, 79. sayı, 3 Ekim 1847]

 

Deutsche Brüsseler Zeitung'un 26 Eylül tarihli nüshası, Heinzen tarafından yazılmış bir makaleyi içeriyor.[2] Makalede Heinzen, kendisini editörlerin ehemmiyetsiz suçlamalarına karşı savunma bahanesiyle, komünistlere karşı uzun bir polemiğe girişiyor.

Editörler, her iki tarafa da polemikten vazgeçilmesini tavsiye ediyorlar. Bu durumda yapmaları gereken tek şey, Heinzen’in makalesindeki komünistlere ilk kendisinin saldırdığı suçlamasına karşı, kendini gerçekten savunduğu bölümü yeniden yayınlamak. “Heinzen’in emri altında herhangi bir gazete bulunmuyor” olabilir, ancak bu, gazetenin editörlerinin de bizzat aptalca buldukları saldırıların yayınlanması için gazeteyi onun emrine verme gerekçesi olamaz.

Belirtmek gerek ki, komünistlere bu makalenin yayınlanmasından âlâ bir hizmet olmazdı. Heinzen’in bu makalede komünistlere yönelttiğinden daha aptalca ve dar kafalı eleştiriler başka hiçbir kesime yöneltilmemiştir. Makale, komünistlerin haklılığının bugüne kadarki en göz kamaştırıcı doğrulanmasını teşkil ediyor ve eğer komünistler Heinzen’e zaten saldırmamış olsalardı dahi onların bunu bir an evvel yapmaya mecbur kalacaklarını kanıtlıyor.

En başta Bay Heinzen, kendisini bütün komünist olmayan Alman radikallerinin temsilcisi olarak sunuyor; niyeti, komünistlerle, bir parti diğeriyle tartışır gibi, tartışmak. Büyük bir güvence vererek ilân ettiğine göre, o kendisinde “komünistlerden ne beklenmesi, ne talep edilmesi gerektiği, gerçek bir komünistin görevinin ne olduğu" sorularını sormaya hakkını buluyor. Komünistlerle arasındaki farkları her bakımdan “Alman cumhuriyetçileri ve demokratları”nın komünistlerle aralarındaki farklarla özdeş görüyor ve bu cumhuriyetçilerden “biz” diye sözediyor.

Şu hâlde Bay Heinzen kimdir ve neyi temsil etmektedir?

Bay Heinzen, eski bir liberal, 1844'de hâlâ meşru yoldan ilerlemeye ve sefil Alman anayasasına dönük hevesleri olan düşük rütbeli bir memur ve bir cumhuriyetin -elbette çok uzak bir gelecekte- istenir ve mümkün bir şey olduğunu en fazla gizli bir sohbette itiraf etmiş olabilecek biri idi. Ne var ki Bay Heinzen, Prusya'da yasal direnişin imkânı konusunda yanılıyordu. Bürokrasiye dair yazdığı kötü kitap[3] (Jacob Venedey bile yıllar önce Prusya'yla ilgili çok daha iyi bir kitap yazmıştı[4]) onu ülkeden kaçmaya zorladı. Şimdiyse hakikat kafasına dank etti. Yasal yollardan direnmenin imkânsızlığını ortaya koydu, bir devrimci hâline geldi ve doğal olarak da demokrat oldu. İsviçre'de kendisine vakıf olduğu felsefe kırıntısını belleten savant sérient (alaycı bir ifadeyle: önemli bilim adamı –çn.) Rüge'yle tanıştı (bu felsefe, Foyerbahçı bir ateizm ve hümanizm, Hegel’den birkaç anıştırma ve Stirner’den retorik ifadelerin kafa karışıklığı mahsulü bir karışımından ibaretti). Bu şekilde teçhizatlanmış olan Bay Heinzen, “artık oldum” dedi ve sağa doğru Rüge’ye ve sola doğru Freiligrath’a yaslanarak, devrimci propagandasına resmen girişti.

Biz, kesinlikle Bay Heinzen’in liberalizmden kana susamış radikalizme dönüşünü eleştiri konusu ediyor değiliz. Ancak bu dönüşü yalnızca şahsî koşulların bir sonucu olarak gerçekleştirdiğini savlıyoruz. Bay Heinzen, yasal direnişi savunduğu müddet içinde bir devrimin gerekliliğini kabul etmiş olan herkese saldırıyordu. Yasal direniş, ne zamanki onun için imkânsız hâle geldi, sürekli olarak yüksek düzeyde yasal direniş sergilemekte olan Alman burjuvazisi için bu türden bir direnişin hâlihazırda pekâlâ mümkün oluşunu hesaba katmadan, yasal direnişin mutlak surette imkân dışı olduğunu ilân ediverdi. Acil bir devrimin gerekli olduğunu söylediğinde, zaten artık kendisi için geri dönüş yolu kesilmiş bulunuyordu. Almanya’daki koşulları etüt etmek, bu koşulları enine boyuna değerlendirmek ve bu analizden ne tür bir ilerlemenin, ne tür bir gelişmenin, hangi adımların mümkün ve gerekli olduğunu çıkarsamak yerine, Almanya’daki her bir sınıfın birbirlerine ve hükümete göre haiz olduğu çetrefil durumun berrak bir resmini edinmeye çalışmak ve bunlardan yola çıkarak nasıl bir siyaset yürütülmesi gerektiğini belirlemek, en yalın ifadeyle, kendi varlığını Almanya'nın gelişimine raptetmek yerine Bay Heinzen, Almanya’nın gelişiminin kendisine tabi olmasını, pek laubali bir üslupla, talep ediyordu.

Bay Heinzen, felsefe ilerici olduğu müddetçe, onun şiddetli bir karşıtı idi. Ne zaman ki felsefe reaksiyonerleşti, ne zaman ki kararsızların, iradesizlerin, ipi başkalarının elinde olan yazarların sığınağı hâline geldi, o zaman Bay Heinzen felsefe alanına girmeye karar verdi. Daha da kötüsü, kadere bakın ki Bay Rüge, hayatı boyunca sadece bir mürtet olarak yaşamış olan Bay Rüge, Bay Heinzen’de yegâne müridini buldu. Bay Heinzen, böylece Her Rüge'nin dilsel yapısına şu cihanda hiç değilse bir kişinin vakıf olabildiği avuntusunu ona (Bay Rüge’ye) temin etmeye memur oldu.

Şu hâlde Bay Heinzen hangi amaca hizmet etmektedir? Komünistlerden alınma birkaç önlemle beraber, Amerikan ve 1793 geleneklerinin bir karışımını içerecek ve ziyadesiyle siyah, kırmızı ve altın rengi[5] görünecek bir Alman cumhuriyetinin kurulması amacına. Sanayisinin ataletinin bir sonucu olarak Almanya, Avrupa’da öyle acınası bir konumdadır ki ne inisiyatifi ele alabilir, ne büyük bir devrimin beşiği olabilir, ne de Fransa ve İngiltere olmadan kendi namına bir cumhuriyet kurabilir. Medeni ülkelerdeki gelişmelerden bağımsız olarak ilân edilecek olan bir Alman cumhuriyeti, kendi başına gerçekleştirilecek ve Bay Heinzen’in durumunda olduğu gibi, Almanya’daki sınıfların gerçek gelişim düzeylerini tamamen hesap dışı tutacak bir Alman devrimi, bu türden herhangi bir cumhuriyet ya da devrim, siyah, kırmızı ve altın renklerinde hayal görmekten başka bir şey ifade etmez. Bu şanlı Alman cumhuriyetini daha da şanlı kılmak için Bay Heinzen, onu Rüge soslu Foyerbahçı bir hümanizmle süslüyor ve onun ha bugün ha yarın kurulacak olan “insanlık” krallığı olduğunu ilân ediyor. Bir de Almanlardan bu karman çorman hayalle bir yere varmaları mı bekleniyor?

Fakat bu büyük “ajitatör”, propagandasını nasıl yürütüyor? Ona göre, bütün sıkıntıların ve yoksullukların müsebbibi hükümdarlardı. Bu sav sadece gülünç değil, aynı zamanda fazlasıyla da zararlıdır. Bay Heinzen, kıt akıllı ve iktidarsız kukla Alman prenslerine onlara bu akıl almaz, olağanüstü ve şeytansı kadiri mutlaklığı izafe etmekle yaptığından âlâ dalkavukluk edemezdi. Eğer Bay Heinzen, prenslerin bu kadar çok kötülük yapabileceğini iddia ediyorsa, dolayısıyla birçok iyi iş de yapabilme kudreti bahşediyor demektir onlara. Bunun götüreceği sonuç, bir devrimin gerekliliği değil, erdemli bir hükümdara, iyisinden bir İmparator Joseph’e duyulan dindar bir arzudur. Her durumda halk, kendisini ezenin kim olduğunu çok daha iyi biliyor. Bay Heinzen, serfin feodal efendisine ya da işçinin patronuna duyduğu nefreti hiçbir zaman prenslere yöneltmeyecek. Ancak elbette Bay Heinzen, halkın iki sınıfça, toprak sahipleri ve kapitalistler tarafından sömürülmesinin sorumluluğunu onlara değil de prenslere yüklerken, toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin hizmetinde çalışıyor; toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin uyguladığı sömürü, en nihayetinde elbette 19. yüzyıl Almanya’sındaki tüm sefaletin nedenidir.

Bay Heinzen, bir ayaklanma talep ediyor ve bunun hemen gerçekleşmesini istiyor. Bu uğurda bastırdığı el ilânları[6] ve bunları Almanya’da dağıttırmaya dönük girişimleri var. Biz de böyle anlamsız bir propagandayla saldırıya geçmenin Alman demokrasisinin çıkarları bakımından tahripkâr olup olmadığını soruyoruz şu hâlde. Bu hamlelerin ne kadar faydasız olduğunun tecrübeyle sabit olup olmadığını sorguluyoruz. Çok daha büyük ölçekte kargaşanın hâkim olduğu bir zamanda, otuzlarda, Almanya’da bu türden yüzbinlerce el ilânı, kitapçık vs. dağıtılmadı mı? Bunlardan biri bile herhangi bir başarı elde edebildi mi? Aklı başında herhangi bir kimse, bu gibi politik vaazlara, öğütlere kulak verir mi? Bay Heinzen’in bu el ilânlarında vaaz ya da öğüt vermek dışında yaptığı bir şey var mı? Bu şekilde ne sezgi ne idrak olmadan, bilgisizce ve koşulların değerlendirilmesinden yoksun olarak devrim borusu çalmak, saçmalık değil mi?

Bir parti yayınının görevi nedir? Evvela tartışmak, açıklamak, yorumlamak, partinin taleplerini savunmak, karşıt partinin iddialarını reddetmek ve çürütmek. Demokratik Alman basınının görevi nedir? Genel olarak soyluluğu temsil eden mevcut hükümetin değersizliği, dümeni burjuvaziye veren anayasal sistemin yetersizliği, halkın -politik iktidara sahip olmadığı müddetçe- kendi başının çaresine bakmasının imkânsızlığı üzerinden, demokrasinin gerekliliğini göstermektir. Görevi, proleterlerin, küçük köylülüğün ve şehir küçük burjuvazisinin -bu sayılanlar Almanya'da “halk”ı teşkil eder- üzerindeki -bürokrasi, soyluluk ve burjuvazi tarafından uygulanan- baskıyı sergilemektir. Görevi sadece politik değil, toplumsal baskının da nasıl doğduğunu ve hangi araçlarla yok edilebileceğini, iktidarın proleterler, küçük köylülük ve şehir küçük burjuvazisi tarafından alınmasının bu araçların uygulanmasının ilk şartı olduğunu ortaya koymaktır. Dahası, demokrasinin hızlı bir biçimde gerçekleştirilmesinin ne oranda beklenebileceğini, partinin hangi kaynaklara kumanda edebileceğini ve tek başına hareket edemeyecek kadar güçsüz olduğu durumda, hangi partilerle ittifak edebileceğini incelemektir. Soralım; Bay Heinzen, bu sayılanlardan tekini yaptı mı? Hayır. O kendini pek zora sokmadı. Halka, başka bir deyişle proleterlere, küçük köylülüğe ve şehir küçük burjuvazisine, hiçbir açıklamada bulunmadı. Sınıfların ve partilerin konumlarını hiçbir biçimde incelemedi. Yaptığı, anca tek bir ezginin muhtelif varyasyonlarını diline dolamak oldu: “Dövüşün! Dövüşün! Dövüşün!”

Peki Bay Heinzen bu devrimci vaazları kime veriyor? En başta küçük köylülere, günümüzün devrimci inisiyatifi ele geçirmeye en uzak sınıfına. 600 yıl boyunca bütün ileri hareketler münhasıran şehirlerden çıkmışlardır, öyle ki kırsaldaki bağımsız demokratik hareketler (Wat Tyler, Jack Cade, Jacquerie Ayaklanması, Köylüler Savaşı[7]) birincisi, her zaman reaksiyoner mahiyette oldular ve ikincisi, her zaman ezildiler. Şehirlerin sanayi proletaryası tüm çağdaş demokrasinin öncüsü oldu; şehir küçük burjuvazisi ve ondan bir kat fazla olmak üzere, köylüler, tamamen onun (proletaryanın) inisiyatifine tabi oldular. 1789 Fransız Devrimi ve İngiltere, Fransa ve Amerika'nın doğu eyaletlerinin yakın tarihi bunu kanıtlar. Ya Bay Heinzen buna rağmen köylülerin şimdi, 19. yüzyılda, dövüşeceklerini mi umuyor?

Ancak Bay Heinzen, toplumsal reformlar vaat etmekten de geri durmuyor. Elbette halkın onun çağrılarına olan kayıtsızlığı tedricen onu böyle davranmaya zorladı. Peki, bunlar ne türden reformlar? Bizzat komünistlerin özel mülkiyetin kaldırılmasına hazırlık mahiyetinde önerdiği türden. Bay Heinzen’in dikkate şayan yegâne fikri komünistlerden alınma, şiddetle saldırdığı komünistlerden, elbette onun elinde deli saçmasına ve ham hayale dönmüş hâlde. Rekabeti ve sermayenin özel ellerde birikmesini sınırlamak için önlemler, miras kanununun ilgası ya da sınırlanması, emeğin devlet eliyle örgütlenmesi vs. Bütün bu önlemler, devrimci önlemler olarak yalnızca mümkün değil, aynı zamanda gerekli de. Mümkünler, zira ayaklanmış tüm bir ihtilalci proletarya onların arkasında duruyor ve devamlılıklarını silâhlarının zoruyla sağlıyor. İktisatçılarca iddia edilen onca zorluğa ve dezavantaja rağmen mümkünler, zira bizzat bu zorluklar ve dezavantajlar, proletaryayı elde ettiği şeyi tekrar yitirmemek için özel mülkiyet ortadan kaldırılana kadar sürekli ilerlemeye mecbur bırakacaktır. Başka bir anlamda değil ama, özel mülkiyetin lağvına giden yolda muvakkat geçiş aşamaları olarak, hazırlık adımları olarak mümkünler.

Ne var ki Bay Heinzen, bütün bu önlemlerin kalıcı, son önlemler olmasını, hiçbir şeye hazırlık amacı taşımasınlar, nihai olsunlar istiyor. Onun için bu önlemler araç değil, amaç. Devrimci bir durum için değil, barışçıl bir burjuva durum için tasarlanmışlar. Ancak bu, onları hem imkânsız hem de reaksiyoner kılıyor. Burjuvazinin iktisatçıları, bu önlemleri serbest rekabetle kıyaslayıp reaksiyoner bulurlarken, Bay Heinzen’e nispetle oldukça haklılar. Serbest rekabet, özel mülkiyet rejiminin nihai, en yüksek ve en gelişmiş biçimde somutlanışıdır. Bu nedenle özel mülkiyetin temellerinden işe koyulan ve serbest rekabete karşı çıkan tüm önlemler reaksiyonerdirler ve mülkiyetin gelişim seyrindeki daha ilkel aşamaları yeniden canlandırmaya eğilimlidirler. Bu yüzden yine rekabet tarafından nihayetinde yenilgiye uğratılmak ve mevcut durumun restorasyonu ile sonuçlanmak durumundadırlar. Burjuvazinin yükselttiği ve yukarıda zikredilen toplumsal reformlar, sırf halkın güvenliğine dönük geçici devrimci önlemler sayıldığında bütün güçlerini yitiriveren bu itirazlar, Bay Heinzen’in köylü sosyalisti siyah, kırmızı ve altın rengi cumhuriyeti bakımından yıkıcıdırlar.

Bay Heinzen, elbette mülkiyet ilişkilerinin, miras kanununun vs. istendiğinde değiştirilebileceğini ve budanabileceğini tasavvur ediyor. Bay Heinzen -bu yüzyılın en cahil adamlarından biri olarak- elbette herhangi bir çağdaki mülkiyet ilişkilerinin o çağın üretim ve mübadele biçimlerinin zaruri sonucu olduğunu bilmeyebilir. Bay Heinzen, büyük ölçekli toprak sahipliğinin bütün bir zirai yapı değiştirilmeden küçük ölçekli hâle getirilemeyeceğini ve aksi takdirde büyük ölçekli toprak sahipliğinin hızla tekrar ortaya çıkacağını bilmeyebilir. Bay Heinzen, bugünün büyük ölçekli sanayisi, sermayenin yoğunlaşması ve proletaryanın ortaya çıkışı arasındaki yakın ilişkiden bihaber olabilir. Bay Heinzen, Almanya gibi sanayi bakımından bağımlı ve uşak konumunda olan bir ülkenin kendi bünyesindeki mülkiyet ilişkilerini serbest rekabetin ve burjuvazinin çıkarlarına hizmet etmedikçe kendi hesabına dönüştürmeye yeltenemeyeceğini bilmeyebilir.

Kısacası bu önlemler, ancak komünistlerin elinde bir anlam ifade ederler, zira bunlar, keyfî önlemler olarak ele alınmazlar, zorunlu olarak ve kendiliklerinden sanayinin, tarımın, ticaretin ve ulaşımın gelişiminden, bunlara bağlı olan burjuvazi ve proletarya arasındaki sınıf mücadelesinin gelişiminden neşet ettikleri kabul edilir. Yine bu önlemler nihai olarak ortaya konmazlar, ancak geçicidirler, halkın güvenliği, selameti için uygulanırlar ve kaynaklarını sınıflar arasındaki geçici mücadele döneminde bulurlar.

Bay Heinzen’in elindeyse hiçbir zaman hiçbir şey ifade etmezler, çünkü keyfî bir biçim alırlar, dünyayı yoluna koymak için düşünülmüş aptalca burjuva görüleri olarak kalırlar. Çünkü bu önlemlerle tarihsel gelişim arasındaki rabıtadan bahis yoktur. Çünkü Bay Heinzen, önerilerinin gerçekten uygulanabilir olup olmadıklarıyla zerrece ilgili değildir. Çünkü sanayiye dair gereklilikler formüle etmek onun hedefi değildir, onunki bu gereklilikleri fermanlarla tersyüz etmektir.

Komünistlerin taleplerini alıp onları tanınmayacak hâle getirerek birer hayale dönüştüren, komünistleri “hayal peşinde koşmak”la, “ayaklarını gerçeğin (!) zeminine basmamak”la ve “eğitimsiz kişilerin aklını karıştırmak”la suçlayan o aynı Bay Heinzen’den sözediyoruz.

Burada Bay Heinzen’i bir ajitatör olarak ele alıyoruz ve hiç çekinmeden belirtiyoruz ki o, Alman radikallerine zarar ve itibar kaybından başka hiçbir şey getirmiyor. Bir parti yazarının yüzyılımızın en cahil adamlarından biri olan Bay Heinzen’inkilerden çok daha farklı özelliklere sahip olması gerekir. Bay Heinzen, dünyanın en iyi niyetlere sahip insanı olabilir, inançları noktasında Avrupa’daki en kararlı adam olabilir. Biz, hakikatte onun onurlu, cesur ve dirençli bir kişi olduğunu da biliyoruz. Ama bütün bunlar onu bir parti yazarı yapmıyor. Bunun için inanç, iyi niyet ve gür bir sesten fazlasına ihtiyaç var. Bunun için gereken, biraz daha akıl, bir parça daha açıklık, daha iyi bir üslup ve Bay Heinzen’in şu anda sahip olduğundan ve uzun tecrübelerden anlaşıldığı kadarıyla edinmeye kadir olduğundan daha fazla bilgi.

Bay Heinzen’in hicreti, hâl böyleyken, onu bir parti yazarı hâline gelme gerekliliği ile yüz yüze getirdi. Radikaller arasında kendi partisini oluşturmaya mecbur oldu. Böylece başarısız girişimleri neticesinde gerekliliklerini karşılayamayarak kendini gülünçleştirdiği bir duruma düştü; üstesinden gelmesi mümkün olmayan bir duruma. Eğer kendilerinin temsilcisi rolünü ona verselerdi, Alman radikalleri de aynı oranda gülünç duruma düşmüş olacaklardı.

Ne var ki Bay Heinzen, Alman radikallerini temsil etmiyor. Onların Jacoby ve başkaları gibi oldukça farklı temsilcileri var. Bay Heinzen, hiç kimseyi temsil etmiyor ve kimse tarafından temsilci olarak tanınmıyor, belki ona ajitasyon gayesi için para yollayan birkaç Alman burjuvası dışında. Yanlış! Almanya’da onu temsilcisi kabul eden, onu delicesine seven, onun için tezahürat ederken pavyonlardaki içki masalarının gürültüsünü bile bastıran (aynen Bay Heinzen’in deyişiyle, komünistlerin çıkardıkları gürültüyle “bütün bir yazınsal muhalefeti bastırdıkları” gibi) bir sınıf var. Bu sınıf, kalabalık, kültürlü, soylu fikirlere sahip ve nüfuzlu commis-voyageurs (şehir şehir gezen pazarlamacılar anlamında gezici satış temsilcisi –çn.) sınıfı.

Bu Bay Heinzen, komünistlerin onu radikal burjuvazinin temsilcisi olarak tanıyıp ondaki bu kapasiteyle bir de onunla tartışmalarını talep ediyor, öyle mi?

Şimdilik komünistlerin Bay Heinzen’e karşı yürüttükleri polemiğin haklılığını gösteren nedenler bunlar. Bir sonraki sayıda Bay Heinzen’in gazetenin 77. sayısında komünistlere yönelttiği eleştirileri ele alacağız.

Eğer Bay Heinzen’in bir parti yazarı olarak bütünüyle ehliyetsiz olduğuna tamamen ikna olmamış olsaydık, ona Marx'ın Felsefenin Sefaleti isimli çalışmasını iyice incelemesini salık verirdik. Ama şu durumda onun bize Fröbel’in Neue Politik’iğini[8] okumamız yönünde verdiği tavsiyeye cevap olarak, sadece ona sessiz kalmasını ve “kavga başlayana” kadar beklemesini öneriyoruz. Biz, Bay Heinzen’in kötü bir parti yazarı olduğu kadar iyi bir tabur komutanı olacağına kaniyiz.

Bay Heinzen, kendisine yönelmiş anonim saldırılar hakkında şikâyetçi olamasın diye bu makalenin altına imzamızı atıyoruz.

Friedrich Engels
3 Ekim 1847
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Engels tarafından Karl Heinzen’e karşı yazılmış iki makale, bu küçük burjuva demokratın komünistlere ve bir toplumsal eğilim olarak komünizme yönelik karalayıcı saldırılarını hedef alıyordu. Deutsche Brüsseler Zeitung’un 26 Eylül 1847 tarihli 77. Sayısının Polemik adlı köşesinde Heinzen’in komünistleri Almanya’daki devrimci hareketi bölmenin yollarını aramakla suçlayan ifadeleri yer alıyordu. Heinzen, Deutsche Brüsseler Zeitung’un 12 Eylül 1847 tarihli 73. sayısındaki editör notunu bahane etmişti. Bu notta editörler, bir Alman gazetesinin Deutsche Brüsseler Zeitung’un 49. sayısında (20 Haziran 1847) yayınlanmış olan “Der deutsche Hunger und die deutschen Fürsten” isimli makalenin komünist karakterde olduğu yollu iddiasını reddederken, makalenin yazarının Heinzen olduğunun altını çiziyorlar ve Heinzen’in “bilindiği üzere […] defaaten komünizme saldırmış” olduğunu hatırlatıyorlardı. Heinzen’in bu nota verdiği cevabı yayınlayan Adalbert Bornstedt, gazetenin baş editörü, cevabın içerdiği imalı ifadeleri iade edeceği yerde, yurtdışındaki her türden Alman devrimcisini sükûnete davet ediyordu. O editörlerin tamamı adına şunları yazmıştı: "Her iki tarafa da başka bir yerde bu polemik tekrar zuhur ederse bundan uzak durmalarını tavsiye etmeyi görevimiz biliyoruz.”

Engels’in 30 Eylül 1847 tarihinde Marx’a yazdığı mektupta görüldüğü gibi, birinci cevabî makale Deutsche Brüsseler Zeitung’a 27 Eylül’de gönderilmişti. Ancak Bornstedt, Marx ve Engels’le gazeteye günlük katkı sunmaları konusunda anlaşmış olduğu hâlde, bir sonraki sayıda (78. sayı) Engels’in makalesini yer yokluğu gerekçesiyle yayınlamamıştı. 79. sayının (3 Ekim 1847) Polemik köşesinde yayınlamaya mecbur kaldığında ise her iki tarafa yönelik karşılıklı suçlamaları bırakmaları çağrısını tekrarlayan bir not iliştirmişti.

[2] Gazetenin Polemik adlı köşesinde editörlerin “Bay Heinzen ve Komünistler” başlıklı notu eşliğinde yayınlandı.

[3] K. Heinzen, Die Preussische Bureaukratie. -Ed.

[4] J. Venedey, Preussen und Preussenthum. -Ed.

[5] Heinzen, Almanya'nın geleceğini, İsviçre Konfederasyonu’na benzer biçimde, özerk bölgelerin bir federasyonu olarak düşünüyordu. Sembolü siyah, kırmızı ve altın rengi bayrak olan “Alman birliği” sloganına birçok küçük burjuva tarafından verilmiş olan anlam bu idi. Marx ve Engels, sloganın bu türden bir yorumunu Orta Çağ’ın yalıtılmışlığı ve siyasî birlikten yoksunluğundan arta kalanlara karşı verilen mücadele ile tutarlı bulmuyorlardı. Buna karşı ortaya koydukları talep, tek, merkezî demokratik bir Almanya cumhuriyetiydi.

[6] K. Heinzen, “Teutsche Revolution Gesammelte Flugschriften”. -Ed.

[7] Engels, Orta Çağdaki bazı büyük köylü isyanlarını sıralıyor: İngiltere'deki Wat Tyler (1381) ve Jack Cade (1450) isyanları, 1358'de Fransa'da gerçekleşen köylü ayaklanması (Jacquerie) ve Almanya'daki köylü savaşı (1524-25). Daha sonraki yıllarda feodalizme karşı köylü mücadelesini etüt etmesi ve 1848-49 devriminde köylülüğün devrimci eylemlerinin deneyiminden yararlanması neticesinde Engels, köylü hareketlerinin karakterine dair hükümlerini değiştirdi. Almanya'da Köylü Savaşı’nda (1850) ve diğer çalışmalarında köylü ayaklanmalarının devrimci kurtuluşçu karakterlerini ve feodalizmin köklerini sarsmaktaki rollerini gösterdi.

[8] J. Frobel, “System der socialen Politik”, zweite Auflage der Neuen Politik, Th. I-II (Neue Politik başlıklı ilk baskı “Junius” mahlasıyla çıkmıştı). -Ed.

0 Yorum: