Sivil
toplumun özgürlük ve demokrasinin kaynağı olduğu düşünülür. Burada bireyler
-devlet kontrolünün dışında - fikirlerini açıklayabilirler, serbestçe bir araya
gelebilirler, arzuları, umutları ve hayalleri peşinde koşabilirler. Son
onyıllarda birçok şey, sivil toplum konusunda bunları hatırlatmıştır: 1980’lerde
Doğu Avrupa ülkelerindeki sosyalist hükümetlere karşı gelişen muhalif
hareketler; ‘totaliter’ Çin’deki ‘demokrasi’nin sözde kaynakları; Arap
‘Baharı’; küresel çevresel eylem için araçlar.[1] Nitekim sivil toplum,
sorgulanamaz ve durdurulamaz bir iyi olarak addedilir. Ortada bazı sorular
varsa bile, bu sorular yeni seslerin sivil topluma entegre edilmesinin yolları
üzerinedir. Küresel siyasette dinin yeniden geri dönüşü meselesi, özellikle
böyle bir meseledir.
Manidar
bir örnek vermemize izin verin: Jürgen Habermas, yakınlarda, dinlerin sivil
toplumda içerilmesini “dinî söylemlerin potansiyel hakikat içerikleri, bu
söylemler parlamentoların, mahkemelerin ve idarî organların ajandalarına
sızmadan ve onların kararlarını etkilemeden önce, genel olarak erişilebilir bir
dile tercüme edilmelidir” şartına bağlamış görünmektedir.[2] Bir diğer deyişle
o, bütün uygulanabilir ve kamusal olarak tasdik edilmiş kararların “evrensel
olarak erişilebilir bir dille formüle edilmesi ve meşrulaştırılması”
“liberal hedefi”ni destekler görünmektedir.[3] Hep olduğu gibi o, sivil
toplumun sınırlarını, bu alanın, her daim dinin içinde pusuda bekleyen
fanatizmden arınmış, liberal ve hatta burjuva bir alan olduğunu açıkça
kabullenerek, belirleme ve denetleme işi ile meşgul olur. İlginç bir şekilde,
İngilizce civil society teriminin tekrardan Almancaya tercümesi olan Zivilgesellschaft
terimini işe koşar. Mesele şudur ki civil society hâlihazırda, bu sözde
özgür tartışma alanının burjuva bağlarını açıkça ifşa eden Almanca bürgerliche
Gesellschaft teriminin çevirisidir. Buna karşın, Zivilgesellschaft rahatlıkla
böyle sınıfsal çağrışımları gizler ve bu nedenle, sivil toplumun mülayim,
sınıfsız ve hemen hemen evrensel bir terim olarak ortaya çıkmasını sağlar.
Habermas birçok örnek içinde bir tanesini zikreder, ama bunların çok azı, eğer
varsa, sivil toplumun mevcudiyetini sorgulamaya hazırdır ki bu örneklerin din
ile bir bağlantıları olsun. Ortadaki tartışmalar sivil toplumun mevcudiyetini
bir ön kabul olarak alır ve böylece bu sivil toplumun yeniden şekillendirilmesi
ve kuvvetlendirilmesi için, onun fark edilen ve görece önemsiz kusurlarına
odaklanır.[4]
Üretim
ve Yabancılaşma
Aksine
bizim önermemiz, sivil toplumun kendisinin bir mesele olduğudur. Bu önerme üç
aşamalıdır. İlki Hegel’in sivil toplum fikrini (bürgerliche Gesellschaft)
etraflıca yeniden yorumlamasından kaynaklanır.[5] Hegel’de sivil toplum
yenidir, üretilmiştir ve baştan sona yabancılaşmıştır. Devlet alanının
dışındaki her şeyi ihtiva eder -iktisat, hayır kurumları, din, eğitim, sağlık
hizmetleri, hukuk ve hatta kolluk kuvvetleri. Sivil toplum, açık bir şekilde,
kendisinin de çevresinde hâlihazırda gördüğü, burjuvazi ve kapitalizm
tarafından geliştirilen toplumsal ilişkilerin yeni biçimlerinin bir ürünüdür.
Öncelikle olan birey olduğu için bütün toplumsal bağlar bireyler tarafından
oluşturulur. Buradaki mesele, böyle bir bireyin derinlemesine yabancılaşmış
olmasıdır, zira bu birey, diğer bireylerle (sivil toplum) ilişki içinde bir
birey olmakla, verili bir antiteye (devlet) tabi olan bir birey olmak
arasındaki gerilimi müzakere etmelidir.[6] İnsan varlığının bu yeni -kurtlar
sofrasında her tarafa yayılmış bireysellik[7]- biçimi hakkında Hegel’in
tedirginliği, onun sayısız çözüm çabasında yankılanır. Aileyi, toplumsal
tabakaları (estates) ve şirketleri (corporations) uyum
sağlamaları için yardıma çağırsa da, onlar bu göreve uygun değildir. Bu nedenle
soyut ve ideal devletten vazgeçer. Aslında devlet tarihsel olarak ortaya
çıkışını önceler zira o İdea’nın kendisinden ve (en kötüsü bile olsa) aklın
tecessüm etmiş halinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla, bir devlet içinde
yaşamak insanoğlunun aklî kaderidir; olağan olarak bir devletin yurttaşıyızdır
ve bu bizim seçimimiz ya da sözleşmeye bağlı bir düzenleme değildir. Hegel’de
devlet, onu tedirgin eden ve ailenin ve şirketlerin nihaî olarak üstesinden
gelemediklerinin üstesinden gelmelidir -çevresinde ve her yerde meydana
çıkmakta olan bireyciliğe karşılık olarak insanları birleştirmelidir. Buna
karşın, devlete bu kadar değer atfetme ihtiyacı, çözmeye yeltendiği problemin
çözümsüz olduğunu işaret eder.[8]
Hegel’in
formülasyonu bizi, sivil toplumu, liberal demokrasinin kendisi olmak bir yana,
ifade ve örgütlenme özgürlüğünün alanı olarak görmek konusunda uyarır. Bu sivil
toplum (ya da Amerikan İngilizcesinde ifade edildiği gibi “kamusal alan [public
sphere]”) olmadan, insanların farklı fikirleri dillendiremeyecekleri,
alternatif siyasetler geliştiremeyecekleri, devleti eleştiremeyecekleri vs.
düşünülür. Buna karşın Hegel bize, sivil toplumun, modern toplumsal düzenin
(orta sınıf ve kapitalizm) yegâne ürünü olmadığını, aynı zamanda tekil
bireylerle devlet olarak bilinen soyut ve uzak antite arasında kalmış,
kaçınılmaz bir şekilde yabancılaşmış bir gerçeklik olduğunu hatırlatır.
Dışlayıcı
Evrensel (Exclusive Universal)
İkinci
katkı sivil toplumun elzem olduğu liberalizmin doğasına ilişkin Domenico
Losurdo’nun kavrayışından gelmektedir.[9] Losurdo, Hegel’in tanımladığı
yabancılaşmanın sonuçları, bu sefer de dışlayıcı evrensel terimiyle resmeder.
Ağızlara sakız olan sivil toplumun “herkes için özgürlük” sloganı, bu
“herkes”in büyük bir çoğunluğu dışladığı bir tanıma dayanır. Bir başka deyişle,
sivil toplum, evrenselin bir kısmına hasredilmiştir. Eğer bu “herkes” tanımına
uymuyorsanız, o halde dışarıda kalırsınız. Din için bunun anlamı, sadece
belirli dinî biçimlerin içerildiği ama tabii ki bir köktenci başkalık (radical
alterity) iddiası taşıyanların dışlandığıdır.
Daha
açık ifade etmek gerekirse, Losurdo, liberal özgürlüğün sadece kapsam olarak
oldukça sınırlı değil (zira bu durumda böyle bir özgürlüğün kapsamının
genişletilmesi gerekirdi), ayrıca yapısal olarak belirli grupları “özgürlük”ten
dışlamaya bağlı olduğunu ve hatta böyle dışlamaların “özgürlük” ve
“demokrasi”yi tesis etmek için gerekli olduğunu belirtmiştir. Bu durum, On
Liberty [“Özgürlük Üstüne”] adlı eserinde “barbarlarla başa çıkmak için
despotizm meşru bir hükümet etme yoludur,” zira özgürlük sadece “yetileri ve
melekeleri olgunlaşmış insanlar içindir” diye buyuran John Stuart Mill gibi,
liberalizmin ideologları tarafından da dillendirilmiştir.[10] Geriye kalanlar
hayvanlardan sadece biraz üstündür. Diğer bir deyişle, liberalizm ve baskı aynı
paranın iki yüzü gibidir; “özgürlük” ve “demokrasi”, dışlanma mevhumundan
ayrılamaz, zira ilk elde zikredilenler, sondakinin işlevini görmesine bağlıdır.
Losurdo,
bu çelişkiyi liberalizmin belalı tarihi boyunca irdeler.[11] Buna, The
Declaration of Independence’ta [“Bağımsızlık Bildirgesi”]) “bütün insanlar
eşit yaratılmıştır,” ya zan köle sahibi Thomas Jefferson dâhildir, zira köleler
“insanlığa” dâhil değildir. Ya da yazar, İngiltere için dilencilerin,
evsizlerin, ıslahevlerinin, uşakların, ordu ve kolonyal işgücü için fukara çocuklarının
kaçırılmasının ve hatta soyıslahı (eugenics) eğilimlerinin kaçınılmaz
rolünü vurgu yapar. O, liberalizmin bireye odaklanmasındaki içkin zulmün ve
kolonyal genişlemeyle meşgul Avrupa’da üstün-ırk demokrasilerinin gelişmesinin
izini sürer. Bizim zamanımıza gelindiğinde ise, “ifade ve örgütlenme özgürlüğü”nün
var olduğu İsrail, Orta Doğu’daki sözde tek “hakiki demokrasi” olarak
belirtilir. Ama bu, çok büyük bir detayı görmezden gelirsek savunulabilir:
“hukuk düzeni ve demokratik garantiler sadece üstün-ırk için geçerlidir;
bununla beraber Filistinlilerin topraklarına el konulur; kendileri alıkonulur
ve yargısız olarak tutuklanır, işkenceye, öldürmelere maruz kalır; ve her
durumda bir askerî işgal düzeninde gündelik olarak kendilerinin insan onuru
ayaklar altına alınır ve aşağılanırlar.”[12] Nihayetinde, tekrarlanıp duran ve
yere göğe sığdırılamayan “insan hakları”, “özgürlük”, “hürriyet” talepleri ne
anlama gelmektedir? Losurdo, Cecil Rhodes’un Britanya İmparatorluğu için uygun
gördüğü ve bugün hâlâ geçerli olan formülü[13] işe koşar: “hayırseverlik + yüzde
5”. Burada “hayırseverlik”, “insan hakları” ile; yüzde 5 ise, “insan hakları”
bayrağını dalgalandırarak elde edilecek kârlarla eşanlamlıdır. Bu detayların
büyük kısmı herkesin malûmudur, ama akıl yürütme genellikle ikiyüzlüdür:
ülkülerine uygun yaşamazlar. Losurdo’nun vurgusu şudur: Burjuva “demokrasisi”
ve “özgürlüğü”nün olabilirliği, tam da çoğunluğun sistematik olarak
mülksüzleştirilmesine doğrudan bağlıdır: “özgürler topluluğu ve onların
özgürlüğe layık olmayanlar üzerindeki diktatörlüğü.”[14]
“Özgürlük”ün,
- dinler dâhil - bütün tarafların kendilerini hiçbir engelleme olmadan ifade
ettiği alan olarak sivil toplumun özü olduğu düşünüldüğünde, Losurdo’nun
önermesinin çok derim çıkarımları vardır. Bu durumda sivil toplum, sadece
(Hegel’in de ifade ettiği gibi) burjuva projenin belirli bir ürünü olmakla
kalmaz, ayrıca dışlamanın evrenselliğinin sistematik olarak yaygınlaştırılması
olur. Peki, ama bundan din adına nasıl çıkarımlar yapmak gerekir? Sivil
toplumun dışlayıcı evrenselliği dini de sınırlarının dışında mı bırakır?
Bazıları buna, dinin belirli veçhelerinin sivil toplumun içinde yer bulduğu
şeklinde itiraz edebilir. Din müesseseler, çoğu zaman, yoksulluk, mülteciler,
çocukların ve yaşlıların istismarı vs. gibi konularda toplumsal adalet sık sık
katkılarda bulunan toplumsal adalet bölümüne sahiptir. Bu müesseseler eğitim,
gençlik örgütlenmeleri, yaşlıların bakımı ve tıbbî tesisler gibi hizmetlerin
için kayda değer bir hizmet sağlayıcı durumuna gelmiştir. Aslına bakılırsa
hükümetler, böyle bir sivil toplumu özelleştirme adına desteklemektedir. Dinî
müesseseler, böylece, ikili bir oyun oynamaktadır: Bir taraftan sivil topluma
meydan okurken, diğer taraftan kabul görmeye uğraşır. Bu nedenle müesses nizamı
ve sivil toplumun sınırlarını yeniden şekillendirmeye yeltenirler. Aynı zamanda
da diğer gruplar sistematik olarak dışlanmıştır ve dışlanmaktadır. Ilımlı
İslam, liberal Hristiyan ve kibar Hindular gibi, sadece belirli dinî seslere
izin verilmektedir. Buna karşın, “aşırı” olarak adlandırılanlar dışlanır.
İslamcı militanlar da, Hristiyan devrimciler de, Müslüman Marksistler de hoş
karşılanmaz. Bunların hepsi dinin köktenci başkalığı kategorisine denk
düşerler. Bunlar sivil topluma dâhil olmak değil, onun sonunu görmeyi arzular.
Kurucu
Direniş (Constitutive Resistance)
Bu
köktenci dinî başkalık ışığında, önermemizin bir sonraki adımına geçebiliriz.
Buna göre sivil toplum sadece, burjuva toplumsal biçimlenmesinin yabancılaşmış
bir ürünü olmakla ve dışlamanın evrenselliği ile işlevsellik kazanmakla kalmaz,
ama aynı zamanda direnişe karşı verilmiş bir cevaptır da. Sivil toplum,
direnişin üstesinden gelme ve onu kontrol altına alma çabasıdır. Bu konum
kaynağını, ilk defa Antonio Negri ve yoldaşları tarafından geliştirilen kurucu
direniş fikrinden alır. Bu kuramın özü, direnişin baskıcı iktidara karşı
oluşmadığı, ama bu baskıcı iktidarın kurucu unsuru olduğudur. “Terimin genel
kullanımı aksini akla getirse de -direniş bir cevap ya da tepkidir gibi direniş
iktidar söz konusu olduğunda önceliklidir.”[15] Tarihin baskın ve devindirici
gerçekliği tam da, iktidarların yeni yeni yöntemlerle çabalamasına rağmen -asla
frenleyip ve tasmalayamadığı- direniştir.
Negri,
kurucu direniş kuramını, daha önceki bulgularından olan operaismo’dan (workerism:
işçicilik) geliştirir. İşçi sınıfı direnişi kapitalizmin hem dışında hem de
karşısındadır. Kapitalizm tarafından soğurulamaz ve altüst etmenin ve devrimin
süreğen tehdidini sunmaktayken, diğer yandan da katıksız yaratıcılığı da
kendisini asla soğuramayan bir kapitalizmin kurucusudur. Operaismo’nun
fikri ve pratiği, İtalya’da Negri ve yoldaşları tarafından çıkarılan iki
dergide, Kızıl Defterler (Quaderni Rossi, 1961-65) ve İşçi
Sınıfı (Classe Operaia, 1963-66), geliştirildi. Negri, daha sonra,
şöyle açıklar:
“Operaismo,
Marx’ın, sermayenin işçi sınıfının mücadelelerine tepki verir önermesine
dayanır. İşçi sınıfı etkin, sermaye ise tepkilidir. […] Operaismo’nun
temel aksiyomu şudur: İşçi sınıfı mücadeleleri, sermayenin birbirini takip eden
yeniden yapılanmalarını önceler ve önceden şekillendirir.”[16]
Bu
kurucu direniş, din ve sivil toplumu kavramak için de seferber edilebilir. Bunu
yapmadan önce, Negri’nin formülasyonundaki, 1970’lerdeki eserlerindeki operaismo
vurgusundan sonraki eserlerindeki çoklukla (multitude) ilişkili kurucu
direniş arasındaki aksiyolojik dönüşümü tanımlamamız gerekir. Operaismo,
hiç şüphesiz ki işçi sınıfı direnişi ve buna bağlı olarak baskılanması ile
ilgilidir ve bu çeşit bir direnişe hem kapitalizmin dışında hem de onu yaratıcı
bir şekilde ilerleten siyasî bir seçenek eşlik eder. Buna karşın kurucu direniş
incelikli bir dönüşümü imler. Bu dönüşüm sadece işçi sınıfı kategorisinden
uzaklaşmak şeklinde değil, aynı zamanda belirgin aksiyolojik boyutlardan da
uzaklaşmak şeklindedir. Bu direnişi açık bir biçimde, ilerici ya da gerici
olarak tanımlamaktan kaçınır ama çözümlemesini direniş olgusunun kendisi ile
sınırlandırır. Bu nedenle, direniş hareketlerinin kendisi içinde yer alan
aksiyolojik boyut askıya alınmıştır.
Bu
aksiyolojik gecikme, kurucu direnişin din ve sivil toplumla nasıl ilişkilendiği
meselesinde önem kazanır. Din, sivil toplumun kendini devamlı oluşturmasına
karşı bir direniş biçimi olur. Ya da, Negri’den yaptığımız alıntıya atıfla,
“din mücadeleleri sivil toplumun birbirini takip eden yeniden yapılanmalarını
önceler ve önceden oluşturur.” Dinin başkalığı, onun her şeyin üzerinde tuttuğu
bir bağlılığı olduğu iddiası, statükoya karşı eleştiride ısrar etmesi,
statükoyu gereksiz kılan köktenci dinî yaklaşımdan daha azını kabul etmeyen
süreğen bir bağlanma ve sivil toplumda değer verilen her şeyi olumsuzlayan
sürekli yaşama biçimi pratikleri – bütün bu unsurlar sivil toplumun
varsayımlarına meydan okur. Bu direnişe cevap olarak, sivil toplum da
kendisini, bu direnişe karşı koymak üzere yeniden biçimlendirir. Böyle bir
direnişin gerici mi (reactionary) devrimci mi (revolutionary)
olup olmadığını; dinî sağın (homofobi, islamofobi, anti-semitizm vs.) ya da
dinî solun (baskıdan kurtuluş, komünist yaşam biçimleri) çeşitli boyutlarını
barındırıp barındırmadığını belirlemiyoruz. Çünkü böyle bir belirleme ancak
direnişin ilerleyeceği doğrultuyla mücadele üzerinden rabıta kurulduğunda
mümkün olur. Buna karşın, bizim buradaki önermemiz, sivil toplumun cevaplarını
yeniden biçimlendirmesi karşısında kurucu direnişin kendisini tanımlamaktır.
Kurucu
direniş, sivil toplumun din karşısındaki stratejilerini yeni bir biçimde
değiştirmemize imkân sağlar. Daha önce böyle stratejileri dışlayıcı evrensel
terimi (Losurdo) ile ifade etmiştik ama Negri’nin yaklaşımı düşünüldüğünde, bu
stratejiler direnişe karşı verilmiş ikincil cevaplar olarak telakki edilebilir.
Yani dinin bireysel bir mesele olması, kişinin kendisini ilgilendirmesi gibi
kısıtlamalar, din tarafından oluşturulan tehdidi engellemek içindir. Buna, bazı
uysallaşmış sürümlerin -toleranslı, liberal ve ılımlı biçimler- kabul edilip,
tehlikeli olanların dışlandığı “kama” taktikleri de eklenebilir. Dinler de,
aynı zamanda, böyle süreçlere girebilir ya da en azından bazı kısımları,
eylemleri ve öğretileri için meşruiyet arama ya da iç meselelerin halli gibi
çok çeşitli sebepler yüzünden bu süreçlerden geçebilir. Bu dürtüye sivil toplum
da, meşruiyet arayanları içeri çekmek için hitabet, taahhüt ya da örgütlemenin
sınır işaretlerini yeniden biçimlendirerek cevap verir. Dinin köktenci
biçimlerinin ise, zayıf bir anlarında böyle yapmayı akıllarına getirseler bile,
kabul edilmeyi beklemelerine gerek yoktur.
Avustralya’dan
bir örnek verelim. Örneğimiz sosyalizm ve Hristiyanlık arasında ortak bir temel
bulma çabaları ile ilgili.[17] Avustralya’da öncelikle bu birleşim,
komünistlerin, İşçi Partisi solcularının, Hristiyan Öğrenci Hareketi (Student
Christian Movement), YMCA (Genç Hristiyan Erkekler Birliği) ve YWCA (Genç
Hristiyan Kadınlar Birliği) gibi dinî örgütlerin, Uluslararası Barış Konseyi’ne
(International Peace Council, kuruluş tarihi 1935) katılımıyla daha geniş bir
cephede gerçekleşti.[18] Daha açık ifade etmek gerekirse, Doğu Melbourne’deki
Aziz Peter cemaati papazı Farnard Maynham, kilise üyelerine Yüksek-Kilise[19] (High-Church)
boyutlarında bir Hristiyan sosyalizmi geliştirme konusunda önderlik eder. Belki
de en önemli örnek, köktenci kimliğini Büyük Depresyon zamanında kazanmış olan
Anglikan “Kızıl Piskopos” Ernest Burgmann’dır. 1934 yılında Goulburn piskoposu
olduğunda da açık sözlülüğünü devam ettirir: Ona göre kapitalizm, “çıplak ve
utanmaz bir savaş durumu” olmakla kalmaz, aynı zamanda o, “Komünizmin
Hristiyanlaştırılması” (Christianising of Communism) için de mesai
harcar. SSCB için duyduğu sevgi bir sürpriz değildir zira Avustralya Sovyet
Dostluk Cemiyeti’nin (Australia-Soviet Friendship League)
başkanıdır.[20]
Sonuç
Tartışmamız
Hegel’in, sivil toplumun tarih dışı bir şey olmayıp belirli bir burjuva
(dolayısı ile bürgerliche Gesellschaft) ürünü olduğu önerisinin ve
Losurdo’nun sivil toplumun dışlayıcı evrensellik niteliğini irdelemesinin
ötesine geçer. Negri bir adım daha ilerlememizi sağlar zira artık din -özellikle
daha köktenci biçimleri ile- tepkisel sivil toplumu önceleyen ve önceden
biçimlendiren bir direniş biçimi olur. Bu tür direnişlerin ilerici ya da gerici
olup olmadıkları açısından değerlendirilmesinde, aksiyolojik uğrağın
geciktirilmesine ilişkin ihtiyacı bir kez daha hatırlatmış olalım. Zira böyle
bir değerlendirme sivil toplumun terimleri içinde değil yabancılaşmış alanın
dışında, direnişin birçok biçimi arasında yapılmalıdır. Ancak bundan sonra
taraflar netleşir ve direnişin ilerici ve devrimci biçimleri büyütülebilir.
Roland Boer
Dipnotlar:
[1] Genel ama yararlı bir muhasebe için bkz. Kocha, Jürgen (2004), “Civil
Society from a Historical Perspective,” European Review 12(1).
[2]
Butler, Judith, vd. (2011), The Power of Religion in the Public Sphere, Yayına
Hz.: Eduardo Mendietta ve Jonathan Vanantwerpen, New York: Columbia University
Press, s. 25-26.
[3]
Butler, Judith, vd., a.g.e., s. 26. Bu konum, Habermas’ın, şimdilerde Religion
and Rationality ve Between Naturalism and Religion kitaplarında
toplanmış olan daha önceki ifadelerinden oldukça farklıdır. Bu iki eser için
bkz. Habermas, Jürgen (2002), Religion and Rationality: Essays on Reason,
God and Modernity, Cambridge: MIT Press; Habermas, Jürgen (2008), Between
Naturalism and Religion, çev. Ciaran Cronin, Cambridge: Polity Press
[Türkçesi: Habermas, Jürgen (2012), Doğalcılık ve Din Arasında Felsefi
Denemeler, çev. Ali Nalbant, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları]. Ayrıca 2001
yılında verdiği Faith and Knowledge adlı ders için bkz. Habermas, Jürgen
(2003), The Future of Human Nature, Cambridge: Polity Press, s. 101-15
[Türkçesi: Habermas, Jürgen (2003), İnsan Doğasının Geleceği, çev. Kaan
H. Ökten, İstanbul: Everest Yayınları].
[4]
Ayrıca Judith Butler, Charles Taylor ve Cornell West’in katkıları için bkz.
içinde: Butler, Judith, vd. (2011), A.g.e. Ayrıca bkz. Herbert, David
(2003), Religion and Civil Society: Rethinking Public Religion in the
Contemporary World, Farnham: Ashgate; Juergensmeyer, Mark (2005), Religion
in Global Civil Society, Oxford: Oxford University Press; Yayına Hz.: James,
Helen (2007), Civil Society, Religion and Global Governance: Paradigms of
Power and Persuasion, Londra: Routledge, Yayına Hz.: de Hart, Joep, Paul
Dekker ve Loek Halman (2013), Religion and Civil Society in Europe,
Dordrecht: Springer. Ara sıra, içkin etnosantrizmi ve çatışmaları ve savaşları
teşvik etmesi bağlamında sivil toplumun kendisi ile ilgili sorgulamalara
rastlanır ama bunlar da sivil toplumun iç dinamiklerini irdelemez. Örnek olarak
bkz. Karolewski, Ireneusz (2006), “Civil Society and its Discontents,” Polish
Sociological Review 154.
[5]
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich (1991 [1820]), Elements of the Philosophy of
Right, çev. H. B. Nisbet, Cambridge: Cambridge University Press [Türkçesi:
Hegel, Georg W. F. (2004), Hukuk Felsefesinin Prensipleri, çev. Cenap
Karakaya, İstanbul: Sosyal Yayınları].
[6]
Hegel’in siyasî ve toplumsal düşüncesi ile ilgili, yabancılaşma üzerine
belirgin bir şekilde odaklanarak yapılmış en başarılı çalışma için bkz.
Avineri, Shlomo (1972), Hegel’s Theory of the Modern State, Cambridge:
Cambridge University Press. Hegel düşüncesindeki sivil toplumun
yabancılaştırıcı boyutunun zekice bir betimlemesi için ayrıca bkz. Bartonek,
Anders (2014), “Labour Against Capitalism? Hegel’s Concept of Labour in Between
Civil Society and the State,” Culture Unbound: Journal of Current Cultural
Research 6, s. 115-19.
[7]
Onun tedirginliğine bir örnek olarak aile hakkındaki şu yorumuna bakılabilir:
“Ama sivil toplum bireyi [Individuum] aile bağlarından koparır, ailenin
fertlerini birbirine yabancılaştırır ve her birini kendine yeterli kişiler
olarak tanır.” Hegel (1991), A.g.e., s. 263; #238.
[8]
Marx’ın Hegel hakkındaki eleştirisi, yeltendiği çözümün devlet eliyle
olmasınadır. Marx için bu, devletin kanlı ve canlı insanların soyut bir
yaratısı olduğu, teolojik bir çözümdür. Bunun yerine, yabancılaşmış bir bölge
olan sivil topluma yönelmemiz gerekir. Bu durumda mesele, böyle soyutlamalar ve
öngörüler yaratan bu yabancılaşmış durumun nasıl aşılacağıdır. Marx, Karl (1975
[1843]), “Contribution to the Critique of Hegel’s Philosophy of Law,” içinde Marx
and Engels Collected Works, cilt 3, s. 3-129, Moskova: Progress Publishers
[Türkçesi: Marx, Karl (1997), Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi,
çev. Kenan Somer, Ankara: Sol Yayınları].
[9]
Losurdo, Domenico (2011 [2006]), Liberalism: A Counter-History, çev.
Gregory Elliott, Londra: Verso. Liberalizmin görünüşündeki özel bir an, bir
sıfat olmaktan bir ad (substantive) olmaya evrilen ‘liberal’
kelimesindeki dönüşümle mimlenmiş geç on sekizinci yüzyıldır. Bu dönüşüm,
“siyasal, toplumsal ve hatta etnik çağrışımları aynı anda haiz mağrur bir
öz-bilinçlilik (self-consciousness) tarafından oluşturulmuştur.”
Losurdo, A.g.e., s. 244.
[10]
Mill, John Stuart (1977 [1859]), “On Liberty,” içinde: The Collected Works
of John Stuart Mill, Yayına Hz.: J.M. Robson, cilt 18, s. 213-310, Toronto:
University of Toronto Press, s. 224 [Türkçesi: Mill, John Stuart (1985), Özgürlük
Üstüne, çev. Alime Ertan, İstanbul: Belge Yayınları]. Benzer duyarlılıklara
Hugo Grotius ve John Locke gibi liberalizmin erken müdafilerinde de rastlanır.
Grotius, Hugo (2005 [1625]), The Rights of War and Peace, Yayına Hz.:
Richard Tuck, çev. John Clarke, 3 cilt, Indianapolis: Liberty Fund, I.3.8;
II.5; III.7 [Türkçesi: Grotius, Hugo (1967), Savaş ve Barış Hukuku, çev.
Seha L. Meray, Ankara: AÜSBF Yayınları. Daha sonra Say Yayınları (İstanbul,
2011) tarafından da basılan bu tercüme özgün kitaptan yapılan seçmelerden
oluşmaktadır. –çn.]. Locke, John (1997), Political Essays, Yayına
Hz.: Mark Goldie, Cambridge: Cambridge University Press, s. 180.
[11]
Liberalizm ideolojisinin gelişmesi için başlangıçtaki saikler üçayaklıdır:
İspanya İmparatoru 2. Felipe’ye karşı Hollanda devrimi (1568-1648),
İngiltere’deki Muhteşem Devrim (1688) ve Amerikan Devrimi (1765-83) Sonradan
liberalizm olarak adlandırılacak olan şeyin önde gelen ideologlarının
buralardan çıkması şaşırtıcı değildir.
[12]
Losurdo, Domenico (2007), “Lenin and Herrnvolk Democracy,” içinde: Lenin
Reloaded: Towards a Politics of Truth, Yayına Hz.: Sebastian Budgen,
Stathis Kouvelakis ve Slavoj Žižek, s. 239-52, Durham: Duke University Press,
s. 245 [Türkçesi: Yayına Hz.:Budgen, Sebastian, Stathis Kouvelakis ve Slavoj
Žižek (2011), Yeniden Lenin: Bir
Hakikât Siyasetine Doğru, çev. Cumhur Atay, İstanbul: Otonom Yayıncılık].
[13]
Rhodes, Viktoryen dönemin, Britanya İmparatorluğu’nun genişlemesini siyasî ve
iktisadî bir mesele olduğu kadar küresel bir misyonun parçası da gören,
akademisyenlerinin ve kapitalistlerinin oluşturduğu bir kliğin üyesiydi.
Medeniyetin yadsınamaz değerlerini insanoğluna yaymaya yazgılı olduğunu düşünen
bu kliğin imparatorluğun Afrika’daki genişlemesi ile ilgili fikirleri basitçe
şöyle özetlenebilir: Genişleme hem sermaye bağlamında hem de insanî (humanitarian)
bağlamda olmalı ve böyle sermaye ayağı insanî ayağı kolaylaştırırken, insanî
ayak sermaye ayağını meşrulaştırabilir. –çn.
[14]
Losurdo, Domenice (2011), A.g.e., s. 248.
[15]
Hardt, Michael ve Antonio Negri (2004), Multitude: War and Democracy in the
Age of Empire, New York: Penguin, s. 64 [Türkçesi: Hardt, Michael ve
Antonio Negri (2004), Çokluk: İmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi,
çev. Barış Yıldırım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları]. Böyle bir bakış açısı
değişiminin on altıncı yüzyıldan bu yana tarih kavrayışını nasıl
değiştirdiğinin kısa bir açıklaması için ayrıca bkz. A.g.e., s. 64-91.
[16]
Negri, Antonio ve Michael Hardt (2002), “Marx’s Mole is Dead! Globalisation and
Communication,” Eurozine, 13 Şubat, www.eurozine.com. Operaismo’nun
kuramı ve pratiğinin gelişimi hakkında mükemmel bir çalışma için bkz. Moulier,
Yann, “Introduction,” içinde: Yayına Hz.: Negri, Antonio (2005), The
Politics of Subversion: A Manifesto for the Twenty-First Century,
Cambridge: Polity, s. 1-44 [Türkçesi: Yayına Hz.: Negri, Antonio (2006), Yıkıcı
Politika: 21. Yüzyıl İçin Bir Manifesto, çev. Akın Sarı, İstanbul: Otonom
Yayıncılık].
[17]
Çeşitli toplumsal ve tarihsel sebeplerle Protestan Hristiyanlığın sosyalizmle
ilişkisi daha fazla olmuştur. Böylelikle, bilerek ya da bilmeyerek, Kalvinist (Reformed
Christianity) bir ortamda yetişen ve hayatı boyunca Protestan
duyarlılıklarının büyük kısmını koruyan Friedrich Engels’in ayak izleri takip
edilir. Boer, Roland (2014 [2012]), Criticism of Earth: On Marx, Engels and
Theology, Şikago ve Leiden: Haymarket and Brill, s. 233-306.
[18]
Maynham, Farnard (1929), Economics and the Kingdom of God, Melbourne:
SCM.
[19]
Özellikle Anglikan ibadetlerinde ortaya çıkan Yüksek-Kilise’de ibadette
papazlığa, ayine, törenlere, geleneksel ve Katolik unsurlara önem verilir.
Bunun karşıtı olarak ortaya çıkan Aşağı-Kilise’de belirli bir ibadet silsilesi,
tören akışı, gelişmiş bir ritüel giysi veya donanımı bulunmaz. –çn.
[20]
Hempenstall, Peter (1993), The Meddlesome Priest: A Life of Ernest Burgmann,
St. Leonards: Allen and Unwin, s. 192-96; Macintyre, Stuart (1998), The
Reds: The Communist Party in Australia from Origins to Illegality, St
Leonards: Allen and Unwin, s. 296-307.
Kaynakça:
Avineri, Shlomo (1972), Hegel’s Theory of the Modern State, Cambridge:
Cambridge University Press.
Bartonek,
Anders (2014), “Labour Against Capitalism? Hegel’s Concept of Labour in Between
Civil Society and the State,” Culture Unbound: Journal of Current Cultural
Research 6: 113-24.
Boer,
Roland (2014 [2012]), Criticism of Earth: On Marx, Engels and Theology, Şikago
ve Leiden: Haymarket and Brill.
Butler,
Judith, Jürgen Habermas, Charles Taylor, ve Cornell West (2011), The Power
of Religion in the Public Sphere, Yayına Hz.: Eduardo Mendietta ve Jonathan
Vanantwerpen, New York: Columbia University Press.
Yayına
Hz.: de Hart, Joep, Paul Dekker ve Loek Halman (2013), Religion and Civil
Society in Europe, Dordrecht: Springer.
Grotius,
Hugo (2005 [1625]), The Rights of War and Peace, Yayına Hz.: Richard
Tuck, çev. John Clarke, 3 cilt, Indianapolis: Liberty Fund, I.3.8; II.5; III.7
[Türkçesi: Grotius, Hugo (1967), Savaş ve Barış Hukuku, çev. Seha L.
Meray, Ankara: AÜSBF Yayınları. Daha sonra Say Yayınları (İstanbul, 2011)
tarafından da basılan bu tercüme özgün kitaptan yapılan seçmelerden
oluşmaktadır.]
Habermas,
Jürgen (2008), Between Naturalism and Religion, çev. Ciaran Cronin,
Cambridge: Polity Press [Türkçesi: Habermas, Jürgen (2012), Doğalcılık ve
Din Arasında Felsefi Denemeler, çev. Ali Nalbant, İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları].
Habermas,
Jürgen (2003), The Future of Human Nature, Cambridge: Polity Press, s.
101-15 [Türkçesi: Habermas, Jürgen (2003), İnsan Doğasının Geleceği,
çev. Kaan H. Öktem, İstanbul: Everest Yayınları].
Habermas,
Jürgen (2002), Religion and Rationality: Essays on Reason, God and Modernity,
Cambridge: MIT Press
Hardt,
Michael and Antonio Negri (2004), Multitude: War and Democracy in the
Age of Empire, New York: Penguin, s. 64 [Türkçesi: Hardt, Michael ve
Antonio Negri (2004), Çokluk: İmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi,
çev. Barış Yıldırım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları].
Hegel,
Georg Wilhelm Friedrich (1991 [1820]), Elements of the Philosophy of Right,
çev. H. B. Nisbet, Cambridge: Cambridge University Press [Türkçesi: Hegel,
Georg W. F. (2004), Hukuk Felsefesinin Prensipleri, çev. Cenap Karakaya,
İstanbul: Sosyal Yayınları].
Hempenstall,
Peter (1993), The Meddlesome Priest: A Life of Ernest Burgmann, St.
Leonards: Allen and Unwin.
Herbert,
David (2003), Religion and Civil Society: Rethinking Public Religion in the
Contemporary World, Farnham: Ashgate.
Yayına
Hz.: James, Helen (2007), Civil Society, Religion and Global Governance:
Paradigms of Power and Persuasion, Londra: Routledge.
Juergensmeyer,
Mark (2005), Religion in Global Civil Society, Oxford: Oxford University
Press.
Karolewski,
Ireneusz (2006), “Civil Society and its Discontents,” Polish
Sociological Review 154: 167-85.
Kocha,
Jürgen (2004), “Civil Society from a Historical Perspective,” European
Review 12(1).
Locke,
John (1997), Political Essays, Yayına Hz.: Mark Goldie, Cambridge:
Cambridge University Press.
Losurdo,
Domenico (2007), “Lenin and Herrnvolk Democracy,” içinde: Lenin Reloaded:
Towards a Politics of Truth, Yayına Hz.: Sebastian Budgen, Stathis
Kouvelakis ve Slavoj Žižek, s. 239-52, Durham: Duke University Press [Türkçesi:
Yayına Hz.: Budgen, Sebastian, Stathis Kouvelakis ve Slavoj Žižek (2011), Yeniden
Lenin: Bir Hakikat Siyasetine Doğru, çev. Cumhur Atay, İstanbul: Otonom
Yayıncılık].
Losurdo,
Domenico (2011 [2006]), Liberalism: A Counter-History, çev. Gregory
Elliott, Londra: Verso.
Macintyre,
Stuart (1998), The Reds: The Communist Party in Australia from Origins to
Illegality, St Leonards: Allen and Unwin.
Marx,
Karl (1975 [1843]), “Contribution to the Critique of Hegel’s Philosophy of
Law,” içinde Marx and Engels Collected Works, cilt 3, s. 3-129, Moskova:
Progress Publihers [Türkçesi: Marx, Karl (1997), Hegel’in Hukuk Felsefesinin
Eleştirisi, çev. Kenan Somer, Ankara: Sol Yayınları].
Maynham,
Farnard (1929), Economics and the Kingdom of God, Melbourne: SCM.
Mill,
John Stuart (1977 [1859]), “On Liberty,” içinde: The Collected Works of John
Stuart Mill, Yayına Hz.: J.M. Robson, cilt 18, s. 213-310, Toronto:
University of Toronto Press, s. 224 [Türkçesi: Mill, John Stuart (1985), Özgürlük
Üstüne, çev. Alime Ertan, İstanbul: Belge Yayınları].
Moulier,
Yann, “Introduction,” içinde: Yayına Hz.: Negri, Antonio (2005), The
Politics of Subversion: A Manifesto for the Twenty-First Century,
Cambridge: Polity, s. 1-44 [Türkçesi: Yayına Hz.: Negri, Antonio (2006), Yıkıcı
Politika: 21. Yüzyıl İçin Bir Manifesto, çev. Akın Sarı, İstanbul: Otonom
Yayıncılık].
Negri, Antonio ve Michael Hardt (2002), “Marx’s Mole is Dead! Globalisation and Communication,” Eurozine, 13 Şubat, www.eurozine.com.
0 Yorum:
Yorum Gönder