18 Şubat 2017

Mülkiyet Siyaseti

Rab, Musa’ya şöyle dedi.
İsrail topluluğuna de ki, ‘Kutsal olun, çünkü ben Tanrınız Rab, kutsalım.

[Eski Ahit, Levililer 19: 1-2]

Ülkenizdeki ekinleri biçerken tarlanızı sınırlarına kadar biçmeyeceksiniz. Artakalan başakları toplamayacaksınız.

Bağbozumunda bağınızı tümüyle devşirmeyecek, yere düşen üzümleri toplamayacaksınız. Onları yoksullara ve yabancılara bırakacaksınız. Tanrınız Rab benim.

Çalmayacaksınız. Hile yapmayacaksınız. Birbirinize yalan söylemeyeceksiniz.

Benim adımla yalan yere ant içmeyeceksiniz. Tanrınızın adını aşağılamış olursunuz. Rab benim.

Komşuna haksızlık etmeyecek, onu soymayacaksın. İşçinin alacağını sabaha bırakmayacaksın.

Sağıra lanet etmeyecek, körün önüne engel koymayacaksın. Tanrından korkacaksın. Rab benim.

Yargılarken haksızlık yapmayacaksın. Yoksula ayrıcalık göstermeyecek, güçlüyü kayırmayacaksın. Komşunu adaletle yargılayacaksın.

Halkının arasında onu bunu çekiştirerek dolaşmayacaksın. Komşunun canına zarar vermeyeceksin. Rab benim.

Kardeşine yüreğinde nefret beslemeyeceksin. Komşun günah işlerse onu uyaracaksın. Yoksa sen de günah işlemiş olursun.

Öç almayacaksın. Halkından birine kin beslemeyeceksin. Komşunu kendin gibi seveceksin. Rab benim.
[Eski Ahit, Levililer 19: 9-18]


Günümüz okuruna Musa Hukuku, bir insanın mülkiyetinin uygun kullanımına odaklanıyormuş gibi görünür. Metin, bugünün okurunun gözünde doğrudan ahlâkî emirler içeren sözlere sahiptir: “Hile yapmayacaksınız”, “çalmayacaksınız”, “Yargılarken haksızlık yapmayacaksın”. Ama öte yandan bu cümleler, ihlal edilmesi mümkün olmayan özel mülkiyet hakkının veya bu yönde elde edilmiş mutlak statünün kendisini sorgulan diğer cümlelerle yan yana yer almaktadır:

“Ülkenizdeki ekinleri biçerken tarlanızı sınırlarına kadar biçmeyeceksiniz. Artakalan başakları toplamayacaksınız. Bağbozumunda bağınızı tümüyle devşirmeyecek, yere düşen üzümleri toplamayacaksınız. Onları yoksullara ve yabancılara bırakacaksınız. Tanrınız Rab benim.”

ABD’de özel mülkiyetin mutlak kullanımı, çoğunlukla ihlal edilemez veya doğal bir hak kabul edilir. “Anayasanın Babası” olarak anılan James Madison, 1792’de şunları yazmaktadır:

“Devlet, her türden özel mülkiyeti korumak için kurulur. Zaten bireylerin muhtelif haklarıyla ilgili metinlerde de mülkiyet terimi özel olarak yer alır. […] Eğer Birleşik Devletler, arif ve adil devlet olması sebebiyle övgülere mazhar olmak istiyorsa, o mülkiyet haklarına eşit ölçüde saygı göstermek zorundadır.”

Dolayısıyla, mülkiyet propre’dir (ait). Bir şey özelse (proprius), demek ki o belirli bir kişi için kullanılıyordur (Latince “pro” için, “privus” biri demek). Mülkiyete sahip olma ve mülkiyetin kullanımı birbiriyle bağlantılıdır.

Bu anlamda, eğer mülkiyet, her şeyden önce birine ait bir şeyse, Musa Hukuku nasıl oluyor da bu mülkiyetin yoksula ve yabancıya verilmesini, onun mülkü kılınmasını (appropriatus: birine ait kılma) talep etmektedir? Böylesi bir mülksüzleştirme talebi, mülkiyet hakkının ihlali, yersiz, uygunsuz bir şart değil midir?

Levililer 19’da ekinlerin biçilmesi ile ilgili talep, esasen mülkiyetin kullanımı ile mülkiyete sahip olma arasındaki mutlak sürekliliği sorunsallaştırmaktadır. “Tarlanız, toprağınız ve bağınız” size ait olsa bile onlar, yabancıların ve yoksulların hasat toplaması için tahsis edilmelidir.

Ekin biçmek, hasat toplamak, eskiden bir tür sosyal yardım sistemi işlevi görmüştür. Hasat zamanı tarla sahibi, tarlanın köşelerine ve kenarlarına dokunmamak zorundadır. Ayrıca hasat esnasında yere dökülmüş mahsul, ikinci hasatta toplanmamalıdır. İlk hasadın ardından yoksullara veya kıyıya köşeye atılmışlara (“yabancılar, yetimler ve dul kadınlar” [Yasanın Tekrarı, 24.19-21]) ihtiyaçlarını gidermeleri için kalanları toplamalarına izin verilmelidir.

Bu sistem, Eski Ahit’in Rut başlıklı kısmının ikinci bölümünde şu şekilde tasvir edilir:

“Bir gün Moavlı Rut, Naomi'ye şöyle dedi: ‘İzin ver de tarlalara gideyim, iyiliksever bir adamın ardında başak devşireyim.’ Naomi, ‘Git, kızım’ diye karşılık verdi.” [Rut 2.2]

“Naomi’nin zengin akrabası Boaz, bu emre uydu ve tarlada çalışanlara ‘onun için demetlerden başak ayırıp yere bırakın da devşirsin. Sakın onu azarlamayın’ dedi.” [Rut 2.16]

Ekin biçme ile ilgili bu talep üzerinden Musa Hukuku’nun özel mülkiyetin ihlal edilemezliği anlayışını tasvip edemeyeceği görülmektedir. Sahiplik, kullanım hakkını kesinlikle belirlemez. Bu ayrım, ilk dönem Hristiyan müfessirlerin de üzerinde durduğu bir husustur. Aziz Chrysostom, ahlâk konusunda önemli bir otorite olarak, zenginlik ve mülkiyet meselelerine dair söz söylemiş bir isimdir. O, söz konusu ahlâkî taleplerle ve mülkiyeti göreceleştiren talepleri bir arada anmaktadır: “başkalarının mallarını çalmak gibi birinin malını başkalarıyla paylaşmaması da hırsızlıktır, üçkâğıttır, dolandırıcılıktır.”

Bu talebin teolojik zemini esasen şudur: tüm mallar nihayetinde Tanrı’ya geri döner: “Rabbinindir yeryüzü, dünya ve üzerinde olanlar” [Mezmurlar 24.1]. Musa Hukuku’na ve Aziz Chrysostom’a göre, bu açıdan bakıldığında nihayetinde özel mülkiyet diye bir şey yoktur. Hiçbir şey bir kişiye ait olamaz, çünkü tüm mal-mülk Rabbimize, dolaylı olarak muhtaç olanlara aittir.

Bugün Amerikalıların yüzde ikisinden azının tarımda istihdam edildiği Batı ekonomisinde ekin biçme ile ilgili bu talep ne anlam ifade eder? Bu noktada söz konusu ilkenin Katolik düşüncesi dâhilinde nasıl genelleştirildiğine bakmak gerekecektir. Katolikliğin toplumsal geleneğinde sahiplik sınırlıdır. Aynı şekilde bu gelenekte sahiplik hakkı ile kullanım hakkı arasındaki ayrım, tüm mala mülke eş ölçüde, katı bir biçimde tatbik edilir.

1891’de Papa XIII. Leo’nun kaleme aldığı, emekle sermayenin ilişkilerini ele alan açık mektupta [Rerum Novarum: Devrimci Değişim] şu cümleler yer almaktadır:

“Ailesinin ve kendisinin ihtiyaçları için gerekli olanlarının başkalarına dağıtılması kimseye emredilmemiştir. […] Geriye kalanı yoksula vermek vazifenizdir.” Bu ilahiyat açısından “sahipliğin iki özelliği vardır: bireysel ve toplumsal.” [Papa XI. Pius, Quadregesimo Anno (Kırkıncı Yıl), s 49].

Katolikliğin toplumsal geleneğinde özel mülkiyetin gerekliliği her daim muhafaza edilmiş, bu mülkiyetin kullanımının kamu yararının, herkesin ihtiyacına tabi olması gerektiği üzerinde durulmuştur (toplumsal). Tüm malların evrensel kaderi şu şekildedir:

“Her insan, dünyada kendisi için gerekli olanları bulup edinme hakkına sahiptir. […] Mülkiyet ve serbest ticaret dâhil tüm diğer haklar bu ilkeye tabi olmalıdır.” (Papa VI. Paul, Populorum Progressio (Halkların Gelişmesi), s. 29]

Modern dünyada Musa’nın talebinin ruhuna sadık kalmak, tarım faaliyetini yeniden tahayyül etmenin ötesine geçip (her ne kadar bu mevzuyu düşünmeyi de şart koşuyorsa da) özel mülkiyet anlayışının yeniden düşünülmesini gerekli kılmaktadır. En zengin sekiz kişinin ve tüm adamlarının en yoksul 3,6 milyar insanın serveti kadarlık mülke sahip olduğu, zenginliğin ve gelir eşitsizliğinin son elli yıl içinde sürekli arttığı bir dünyada belki de özel mülkiyet denilen ve mutlak kabul edilen anlayışın toplumsal ve maddi sonuçlarını düşünmenin vakti gelmiştir.

Teolojik açıdan Musa Hukuku’nda, Aziz Chrysostom’da ve Katolikliğin toplumsal geleneğinde bizim bulduğumuz şey, özel mülkiyetin toplumun en zayıf kesimlerinin ihtiyaçlarına tabi kılınması konusunda sürekli ısrarcı olunduğu gerçeğidir. Bir yandan hayırseverliğin önemini dile getirip bir yandan da özel mülkiyet hakkına sadakatle bağlı kalmanın yeterli olmadığı görülmelidir.

Ekin biçme meselesi, “yer-siz” bir adalet talebidir. Bu adalet, bir insana “ait olan”a el konulmasını gerekli kılabilir. Ekin biçme talebi, ekonomik adalet talebidir.

J. Leavitt Pearl
13 Şubat 2017
Kaynak

0 Yorum: