“Zulme tapmak, adaleti tepmek,
hakka hiç aldırmamak;
Kendi asudeyse, dünya yansa, başkaldırmamak”
[Mehmet Akif Ersoy]
Tayyip Erdoğan iktidarının komisyonculuğunu ve kenze
dayalı kazancını İslam adına meşrulaştıran, “Yeni Türkiye”de “şeyhülislamlığa”
soyunan Hayrettin Karaman, bu defa iktidarını devraldıkları Kemalist devletin
geleneklerine dayandı. “Birkaç ırgatın bir araya gelerek AK Parti iktidarını
yıktığını” söyledi.
Egemenlerin kendilerine kul ettikleri ezilen
yığınlarla övünüp “halkçılık” gösterisi yaptığı bir yönetsel gelenek var bu
topraklarda.
Karaman’ın bağlı olduğu muhafazakâr İslamcılık
geleneği, bu popülizmin en yetenekli uygulayıcılarından. Öyleyse Karaman’ın bu
beklenmeyen çıkışını nasıl yorumlamalı?
İktidarlarının zayıflamasına karşı verilen korkuyla
karışık irrasyonel bir tepki mi? Yoksa “derin sınıfsal güdülenmeleri”
barındıran bir dil sürçmesi mi? (Erdoğan’ın yıllar önce söylediği “ayaklar baş
olursa kıyamet kopar” sözü aynı sınıfsal güdülenmenin, egemen olma konumunun
barındığı bir “dil sürçmesi”, kendiliğinden, doğallıkla çıkan bir ifadeydi.)
Hangisi olursa olsun, bu sözlerin “makarnacı-kömürcü halkı” eleştiren burjuva
aklından, “dağdaki çoban” ile kendi oyunu eşit görmeyen mankenlerden, “bidon kafalılara”
serzenişte bulunan Kemalist kalemlerden hiçbir farkı yok.
Yeni Şafak gazetesinde
dün (11 Haziran 2015) kaleme aldığı yazısında “Yıkmayı becerdiniz, hadi yapın
da görelim” diyerek muhaliflerine meydan okuyor Karaman. Egemenler adına
yapmanın, inşa etmenin kibri ile yıkmanın değerini düşürmeye çalışıyor. Bunu
söyleyerek aslında zalimin iktidarını, mazlumun kanı ve teri üzerinden
kazandıklarını, inşa ettiklerini kutsallaştırıyor, putlaştırıyor.
Yaşanan, verili burjuva-parlamenter sistem içerisinde
güç dengelerinin yeniden organizasyonundan ibaret. Gerçekte zalim iktidarın
henüz yıkıldığı yok; ırgatların, fukaraların bir araya gelerek iktidarı,
kapitalist sistemi değiştirdiği de yok. Karaman bu gerçeği bildiği hâlde
sınıfsal-ideolojik refleksleriyle meramını şu iki başlık altında dile
getiriyor: “Yıkmaya karşı yapmanın erdemi” ve “birkaç ırgata karşı ülkeyi
şahlandıran iktidar”…
Bilinçdışının dil gibi yapılandığı söylenir; söylenen
aslında söylenmek istenene işaret eden bir göstergedir çoğu zaman. Karaman’ın
sözlerini de böyle yorumlayabiliriz. Bu sözlerin asıl anlamı, asıl anlatmak
istedikleri, iki göstergenin işaret ettikleri unsurlarda saklı.
“Biz merkeze karşı çevrenin sesiyiz” diyerek fukara
yoksul Müslümanların desteğini almaya çalışan, Küçükömerci tezlerle popülizm
sosuna batırılmış ilerlemeci-kapitalist tarihsel miraslarını “halkçılık” olarak
kabul ettirmeye çalışan muhafazakâr elitlerin Kemalist elitlere karşı
yürüttükleri mücadelelerinin esasının sadece devlete ve sermayeye sahip olmaya
dayalı bir mülk savaşı olduğu gerçeğinin göstergeleridir bu sözler.
Kemalist devletin yeni iktidar sahipleri, muhafazakâr
elitler, abdestli kapitalistler ezilenlerin, işçilerin, ırgatların bir gün
iktidarı kendi ellerinden almalarından korkmaktadırlar. Ve yine muhafazakâr
elitler, bu korkularının tetiklediği öfke ve kibirle, Allah’a şirk koşarak,
kendi yapıp ettiklerini kutsallaştırmakta, iktidarlarının yıkılamaz, geri
döndürülemez olduğu vehmine kapılmaktadırlar. Devletin bekası ve sermayenin
menfaatleri doğrultusunda burjuvazinin, devletli kanadın iki rakip fraksiyonu
ortaklaşıp benzer refleksler göstermektedir. İşin aslı budur.
İslam, mazlumun kolektif sesi, “başka türlü” yapmak
için “var olanı” yıkmanın adıdır.
Ali Şeriati, “la ilahe illallah” şiarının ilk kısmının
“la” yani “hayır” demek, başkaldırmak olduğunu söyler. Bu başkaldırı, tek olan
Allah’a kulluk etmeye, yerde ve gökte O’ndan başka mülk sahibi tanımamaya,
yeryüzünde kula kulluk zilletine son vermek için O’nun otoritesine sığınmaya,
kolektif olanın iktidarını oluşturmaya giden yolda ilk adımdır. Bu başkaldırı
ve kolektif iradenin meydana getirdiği yol, Muhammedî devrim yoludur.
Yüzlerce yıllık saltanatların, burjuva aklını,
benliğini ve sermayeyi Tanrı kabul eden muhafazakâr İslamcıların unutturduğu
yoldur bu. Başkaldırıyı ve yıkma edimini olumsuzlayan, egemenler adına yapmayı
yücelten, aslında Allah’a değil, kendi aklına, bireyselliğine, menfaatlerine
iman ediyordur.
“Yoldaki işaretlerimiz”, Muhammed’in, Ali’nin,
Ebuzer’in yürüdükleri yol üzerinde bıraktığı işaretlerdir. Ancak bu işaretler
takip edilirse, saltanat dininin, sermayeye ve burjuva devlete tapınan
muhafazakâr elitlerin unutturduğu Muhammedî devrim yolu yeniden açılır. Bu
toprakların kendi devrimcileri ezilen-fukara halkıyla buluşur ve ancak o zaman
Hayrettin Karaman’ın korkuları gerçek olur.
Tevfik Ziya
12 Haziran 2015
0 Yorum:
Yorum Gönder