13 Haziran 2015

,

Hayrettin Karaman ve İki Sınıfsal Gösterge


Zulme tapmak, adaleti tepmek, hakka hiç aldırmamak;
Kendi asudeyse, dünya yansa, başkaldırmamak

[Mehmet Akif Ersoy]

 

Tayyip Erdoğan iktidarının komisyonculuğunu ve kenze dayalı kazancını İslam adına meşrulaştıran, “Yeni Türkiye”de “şeyhülislamlığa” soyunan Hayrettin Karaman, bu defa iktidarını devraldıkları Kemalist devletin geleneklerine dayandı. “Birkaç ırgatın bir araya gelerek AK Parti iktidarını yıktığını” söyledi.

Egemenlerin kendilerine kul ettikleri ezilen yığınlarla övünüp “halkçılık” gösterisi yaptığı bir yönetsel gelenek var bu topraklarda.

Karaman’ın bağlı olduğu muhafazakâr İslamcılık geleneği, bu popülizmin en yetenekli uygulayıcılarından. Öyleyse Karaman’ın bu beklenmeyen çıkışını nasıl yorumlamalı?

İktidarlarının zayıflamasına karşı verilen korkuyla karışık irrasyonel bir tepki mi? Yoksa “derin sınıfsal güdülenmeleri” barındıran bir dil sürçmesi mi? (Erdoğan’ın yıllar önce söylediği “ayaklar baş olursa kıyamet kopar” sözü aynı sınıfsal güdülenmenin, egemen olma konumunun barındığı bir “dil sürçmesi”, kendiliğinden, doğallıkla çıkan bir ifadeydi.) Hangisi olursa olsun, bu sözlerin “makarnacı-kömürcü halkı” eleştiren burjuva aklından, “dağdaki çoban” ile kendi oyunu eşit görmeyen mankenlerden, “bidon kafalılara” serzenişte bulunan Kemalist kalemlerden hiçbir farkı yok.

Yeni Şafak gazetesinde dün (11 Haziran 2015) kaleme aldığı yazısında “Yıkmayı becerdiniz, hadi yapın da görelim” diyerek muhaliflerine meydan okuyor Karaman. Egemenler adına yapmanın, inşa etmenin kibri ile yıkmanın değerini düşürmeye çalışıyor. Bunu söyleyerek aslında zalimin iktidarını, mazlumun kanı ve teri üzerinden kazandıklarını, inşa ettiklerini kutsallaştırıyor, putlaştırıyor.

Yaşanan, verili burjuva-parlamenter sistem içerisinde güç dengelerinin yeniden organizasyonundan ibaret. Gerçekte zalim iktidarın henüz yıkıldığı yok; ırgatların, fukaraların bir araya gelerek iktidarı, kapitalist sistemi değiştirdiği de yok. Karaman bu gerçeği bildiği hâlde sınıfsal-ideolojik refleksleriyle meramını şu iki başlık altında dile getiriyor: “Yıkmaya karşı yapmanın erdemi” ve “birkaç ırgata karşı ülkeyi şahlandıran iktidar”…

Bilinçdışının dil gibi yapılandığı söylenir; söylenen aslında söylenmek istenene işaret eden bir göstergedir çoğu zaman. Karaman’ın sözlerini de böyle yorumlayabiliriz. Bu sözlerin asıl anlamı, asıl anlatmak istedikleri, iki göstergenin işaret ettikleri unsurlarda saklı.

“Biz merkeze karşı çevrenin sesiyiz” diyerek fukara yoksul Müslümanların desteğini almaya çalışan, Küçükömerci tezlerle popülizm sosuna batırılmış ilerlemeci-kapitalist tarihsel miraslarını “halkçılık” olarak kabul ettirmeye çalışan muhafazakâr elitlerin Kemalist elitlere karşı yürüttükleri mücadelelerinin esasının sadece devlete ve sermayeye sahip olmaya dayalı bir mülk savaşı olduğu gerçeğinin göstergeleridir bu sözler.

Kemalist devletin yeni iktidar sahipleri, muhafazakâr elitler, abdestli kapitalistler ezilenlerin, işçilerin, ırgatların bir gün iktidarı kendi ellerinden almalarından korkmaktadırlar. Ve yine muhafazakâr elitler, bu korkularının tetiklediği öfke ve kibirle, Allah’a şirk koşarak, kendi yapıp ettiklerini kutsallaştırmakta, iktidarlarının yıkılamaz, geri döndürülemez olduğu vehmine kapılmaktadırlar. Devletin bekası ve sermayenin menfaatleri doğrultusunda burjuvazinin, devletli kanadın iki rakip fraksiyonu ortaklaşıp benzer refleksler göstermektedir. İşin aslı budur.

İslam, mazlumun kolektif sesi, “başka türlü” yapmak için “var olanı” yıkmanın adıdır.

Ali Şeriati, “la ilahe illallah” şiarının ilk kısmının “la” yani “hayır” demek, başkaldırmak olduğunu söyler. Bu başkaldırı, tek olan Allah’a kulluk etmeye, yerde ve gökte O’ndan başka mülk sahibi tanımamaya, yeryüzünde kula kulluk zilletine son vermek için O’nun otoritesine sığınmaya, kolektif olanın iktidarını oluşturmaya giden yolda ilk adımdır. Bu başkaldırı ve kolektif iradenin meydana getirdiği yol, Muhammedî devrim yoludur.

Yüzlerce yıllık saltanatların, burjuva aklını, benliğini ve sermayeyi Tanrı kabul eden muhafazakâr İslamcıların unutturduğu yoldur bu. Başkaldırıyı ve yıkma edimini olumsuzlayan, egemenler adına yapmayı yücelten, aslında Allah’a değil, kendi aklına, bireyselliğine, menfaatlerine iman ediyordur.

“Yoldaki işaretlerimiz”, Muhammed’in, Ali’nin, Ebuzer’in yürüdükleri yol üzerinde bıraktığı işaretlerdir. Ancak bu işaretler takip edilirse, saltanat dininin, sermayeye ve burjuva devlete tapınan muhafazakâr elitlerin unutturduğu Muhammedî devrim yolu yeniden açılır. Bu toprakların kendi devrimcileri ezilen-fukara halkıyla buluşur ve ancak o zaman Hayrettin Karaman’ın korkuları gerçek olur.

Tevfik Ziya
12 Haziran 2015

0 Yorum: