16 Nisan 2012

,

Kitle, Kadro, Devrim

Sol, sosyalist, devrimci ya da komünist hareketin genel bir tıkanma ve likidasyon döneminden geçtiğini söylemek mümkün. Tıkanma, çekirdek kadroların direnci; likidasyon, çekirdeğin etrafını kuşatan halkaların bu direnç sonucu dağılması olarak okunabilir.

Hindistanlı komünist Manabendra Roy, Lenin için “o kendisinin olmayan şeylerden koca bir bina kurdu” diyor. Yani Roy’a göre, Lenin’in devrimi, Lenin’in mülk edinmediği, mülkiyet hevesiyle ipotek koymadığı, görece “serbest” toplumsal-tarihsel bileşenlerin koşulladığı bir sonuç. Bu tespit, muhtelif çağrışımlara gebe.

Lenin, liberal Zemtsvo’lar ve 1905 Devrimi’nin burjuva demokratik halk meclisleri olan sovyetler konusunda da benzer bir yaklaşım sergiliyor. “Saf ve arî kalalım” diyenlere, “bu hareketlerin içine girin” emrini veriyor. Oysa her ikisinde de Çar’ın istihbarat örgütü Okhrana’nın parmağı var.

Lenin, 1905’te köylü hareketinin önder konumuna gelmiş Papaz Gapon’la birkaç saatlik görüşme yapıyor. Toplantı sonrası karısına, “köylülüğün devrimci bir potansiyel taşıdığını hiç düşünmemiştim” diyor. Krupskaya ise işçi-köylü ittifakı formülünün bu görüşmenin ürünü olduğunu ekliyor. Oysa Gapon, köylü hareketini maniple etmesi için görevlendirilmiş bir Okhrana ajanı.

Mao’nun “Uzun Yürüyüş”ü de ham Leninist formüllere benzer bir biçimde istismar edilen derslerden. Mao, on bin kilometrelik yürüyüşünde Çin’deki Japon güçleri ile milliyetçi güçler arasındaki çatlaklardan sızarak ilerliyor. Yürüyüş boyunca dağlarda eşkıyalarla ittifaklar kuruyor. Elini de çizmesini de kirletiyor.

“Devrimi kitleler yapar” ve “devrimi profesyonel kadrolar yapar” söylemleri, bu türden politik hamleleri ve adımları görmeyecek bir yerde duruyor. İlkinde güçlü görünen bir bedene, ikincisinde kendisini güçlü gösteren bir ruha olan mutlak inanç hüküm sürüyor. İlki, iki açık ve net bedenin, ikincisi saf ve donuk iki ruhun kapışma ânına ilişkin tahayyülünü her somut âna dayatmayı maharet sayıyor. İlki kitleleri, ikincisi kadroları bu kapışmaya göre eğitip hazırlıyor ve bu kapışmanın kendisinin zafer dediği şeyle sonuçlanacağına dair güvenini ve öngörüsünü satmayı siyaset zannediyor. Zanla siyaset olmuyor.

Mutlak inanç, belli olguları mistifiye etmeye mecbur. Kitleciler için kitlesel cüsse, profesyonelciler içinse devrimci durum, hiçbir zaman olmayacak bir dua gibi.

Diyelim, bir ülkede yönetenler eskisi gibi yönetemiyor, yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istemiyor ve politik/ekonomik düzeylerde ciddi bir kriz mevcut ise buna “devrimci durum” dememek için türlü taklalar atılıyor. Çünkü bir duruma devrimci diyebilmek için profesyonelci, kendisi gibi devrimcilerin varlığını şart koşuyor. Oysa bu da ancak kendisinin ulaştığı ya da ulaşabileceği bir hedef.

Rus, Çin, Küba ve Arnavutluk çizgilerinin devamcıları, tek vasfı ve tek geçim kaynağı bu devamcılık olanlar, eski ezberlerini bu şekilde güncelleştirme imkânı buluyorlar. Eskiden “en devrimci” onlardı, şimdi de ancak kendileri gibi olanlar, meçhul bir gelecekte devrimci olabileceklerdir. Eskiden devrimciliğin en üst modeli geçmişte aranırdı, şimdi geleceğin sisli dünyasına atılmış hâlde.

Kitlecilerin de profesyonelcilerin de kendi tarih ve toplum algıları var. Her ikisinde de biyolojik bir gen aktarımı misali, belli kodlar kuşaktan kuşağa geçmiş ve sonuçta kendisi var olmuştur. Devrim ve kitle hareketleri, iki kanaldan saf bir biçimde akıp kendisini var etmişlerdir. Bu biyolojist tutum eleştirilmelidir.

İlgili özne, kendi öznel kuruluşunu yıkım sürecine dayatır. Böylelikle kendisini koşullayan yıkıcı dinamikleri kendi öznel varlığında etkisizleştirir. Zaten profesyonelcilik, ilgili yıkıcı dinamiklerin ölümüne ait bir işarettir. Tersten, kitlecilerin belli toplumsal-tarihsel dinamikleri belirli bir durumda formatlaması, sabitlemesi ve mülk edinmesi de kurucu dinamiklerin ölümünü işaretler.

Demek ki bakılması gereken yer, kitlecilerin ve profesyonelcilerin işaret parmakları ya da o parmakların işaret ettiği yer değil. Komünist hareketin kendisini, onların varlık alanlarının dışına taşıması zorunlu.

İslamî hareket ve Kürd hareketi vurduğunda solun neresi zafiyet gösteriyorsa, orası Müslüman ve Kürd olanın nesnel pratiği ile pekiştirilmelidir. Kitleciler ve profesyonelciler, Müslüman ve Kürd olan iki ayrı araziye gene hiçbir değişime maruz kalmaksızın, eski hâlleriyle girip çıkmayı, oradan kitle ya da kadro çalmayı öngörebilmektedir ancak. Bu noktada ezilenler ya da özgürlük bağlamında, “UKKTH” ya da “devrimci İslam” gibi yalanlar dile dolanacaktır. Her iki kesim de komünist manada “kendisinin olmayan”, mülkiyet ve rekabet ilişkisi kurmadan hemhâl olup belli bir hedefe doğru örgütleme pratiğini geçersizleştirmek zorundadır.

Her iki kesim de Kürd’ün ve Müslüman’ın teorik, ideolojik ve politik düzeylerde, nesnel ve öznel planda koşulladığı yıkıcı ve kurucu pratikleri, ya görmezden gelecek ya da görse bile onları etkisizleştirmek isteyecektir.

Mülkiyet ve rekabetle düşünmek, küçük burjuva bir edimdir. Burada saf, arî ve temiz olma istemi başattır. Kitleci siyasetler, kendi özünü belli bir mesafeye çekmek suretiyle saf kalmak isterler. Profesyonelciler ise öznel kuruluşlarını kitlenin dışında gerçekleştirirler.

Kaypakkaya, Lenin’e atıfla, şu tespiti yapar:

“Yine Lenin devrime katılanların birçoğunun küçük-burjuva önyargılarını, gerici hayallerini de birlikte getireceklerini, bunsuz devrim olmayacağını ve bunların devrimden sonra da hemen ortadan kalkmayacağını söylüyor. 1905 devrimine, Japon parası alanların, bir kısım maceraperestlerin vb.nin de katıldığını, ne var ki hepsinin farklı nedenlerle, fakat aynı ortak hedefe saldırdıklarını belirtiyor. Proletaryanın öncüsünün rolü, bütün bu muhtelif unsurları birleştirmek, ortak hedefe karşı saldırılarını yöneltmektir diyor.”

[İbrahim Kaypakkaya], farklı saiklerle hareket eden unsurların ortak hedefe örgütlenmesi noktasında eğitim ayağında yapılması gerekene ilişkin olarak da şunu söylüyor:

“Biz, sınıf mücadelesinden kopuk entelektüel gevezeliği reddediyoruz.”

Bugünse Kaypakkaya’yı vitrin mankeni yapanlar, profesyonelci yaklaşımlarını doğrulamak, doğru Ahmet’i oynamayı komünistlik olarak satmak adına, Tahrir’deki kitleye TKP kafası ile “çapulcu sürüsü” diyor, “devrim benden sorulur” diyebilmek için örgüt güzellemeleri kaleme alıyor, komplo teorilerini güncelliyor.

Örgütün yüceltilmesi adına devlete, kitlenin göğe çıkartılması adına burjuvaziye öykünülüyor. Ülke ve bölge değerlendirilmeleri, ya devlet ya da burjuvazi merkezli olarak şekilleniyor. Bugün sömürüye ve zulme karşı mücadele eden unsurların nesnel kolektif pratiği içinden, orada olarak yapılan bir değerlendirmeye rastlanmıyor.

Tıkanan ve likide olan, mülk edinilen ve rekabet piyasasına sokulan unsurlar. Bu unsurlar, başka mülk edinme biçimlerine vakıf olduklarında ve başka rekabet ortamlarında var olmayı öğrendiklerinde sol-sosyalist ve komünist hareket, tel tel dökülüyor. Bu gelişmeye “saflaşıp paklanıyoruz” diye sevinenler de var, saflıklarını ispatlamak adına kitlelere koşarak cevap verenler de.

Sol, esas olarak mülkiyet ve rekabet dünyasına eleman yetiştiriyor. Devlet ve burjuvazi ile içli dışlı oluşunu devrimcileştiremiyor, devrim olmayınca, kendisini devlet ve burjuvaziye eklemlemek suretiyle var etmeye mecbur kalıyor.

“Devrimi sadece biz yaparız” diyenler, “biz” denilen şeyi, “devrimi kitleler yapar” diyenler ise “kitle” denilen şeyi devrimden kaçırıyorlar. Devrim olmak, bizin ve kitlenin içinde devrim yapmak, geleceğin somut politik devrimi için bugünün ayrışan parçalarını örgütlemek, birleşen unsurlarını bölmek, kendini buna örgütlemek, her kuruluşta kendini yeniden yıkmak, her yıkımda kendini yeniden kurmak, toplumsal-tarihsel dinamikleri kolektivize etmek olmadan devrim, “biz”in ve “kitle”nin oluşumundan kaçırılıyor.

Bilgi ve silâh, esas olarak mesafe almakla ilgili. Kitleciler ve profesyonelciler, farklı üsluplar deneseler de, mesafe alma noktasında ortaklar. Mesafe, zamanla ne için ve neden ve nasıl dövüşüldüğünü unutturuyor. Onca bilgi ve onca silâh, aradaki mesafeye zamanla gömülüyor. Kadrolar ve kitleler, mezarlıkları genişletiyor. Kadro ve kitle arasındaki mesafe açılıyor. Boşluk, devlet ve burjuvazinin güçlerince dolduruluyor. Bu güçler, “devrim olmasın” diye tüm gayretleriyle çalışıyorlar. Sınıflar mücadelesinden azade bir “kitle” ve “kadro” miti, entelektüel gevezelikler üretiyor. Bu gevezelik, varlığını mutlaklaştırmak adına mülkiyet ve rekabeti tek yol belliyor. “Tek yol devrim” bir sokak grafitisi olarak kalıyor.

Eren Balkır
16 Nisan 2012

0 Yorum: